29
Güzel haftalar canlar!
Yeni haftaya ve yeni bölüme hoş geldiniz. İtiraf ediyorum, bu bölümü kendime yazdım :p Yazarken gözümden kalpler çıktı. Okuyunca nedenini anlarsınız. Umarım sizi de benim kadar keyiflendirir :))
Gülümseyelim, kıkırdayalım, mutlanalım, eğlenelim. Hafta nası başlarsa öyle gider :p
Keyifli okumalar,
E.Ç.
***
Let's rock!
Everybody, let's rock!
***
BÖLÜM 29:
KUBBELİ SALON
Kafamın üstünde tüylü bir popoyla uyandım. Poponun devamı Bela'nın çizgi olmuş gözleri ve bıyıklarıydı. Birkaç gecedir alışkanlık haline getirdiği gibi bugün de bir parçası üzerimde uyumayı tercih etmişti. Saçlarımı onun altından kurtardığımda homurdanıp yeniden top oldu.
Zorla kendimi yukarı ittim. İnsan ölmüş bir bedenin hiçbir fiziksel zorluktan etkilenmeyeceğini bekler. Oysa Yurt'ta işler öyle işlemiyordu. Haftaya tarlada çalışarak yaptığımız başlangıç, ikinci derste tüm gün mutfakta yemek yaparak devam etmiş, üçüncü derste artık kullanılmayan odalardan birini boşaltmış, temizlemiş, duvarları yeniden boyamıştık. Vücudumdaki kaslardan tek bir tanesi bile yoktu ki ağrımasın. Yavaşça, içten içte, yeniden ölüyordum.
İçimde bir ses tüm bu derslerin Yurt'taki ayak işlerini öğrencilere yaptırmak için bir kılıf olduğunu söylüyordu. Neye yaradıklarını ve eve dönmeme ne fayda sağlayacaklarını anlamamıştım. Belki de tüm bu eğitim düzeni kimin pes edeceğini görmek için uydurulmuş bir sınavdı. Elbette kolayca vazgeçen kişi ben olmayacaktım. Azimliydim, inançlıydım, hala evime dönmek istiyordum.
Yine de...
Bu sabah tünelin sonundaki ışığa tutunmak epey zordu. Zorlama motivasyonumla banyoya gidip duş aldım ve teselliyi güzel kokulu kremlerde bulmayı denedim. Odaya geri döndüğümde posta kutum doluydu. Ders programım gelmişti. Midem kasıldı anında. İçimden oturarak geçireceğimiz bir gün olması için dua ederek, ayaklarımı sürüye sürüye kutuya ulaştım. Zarfı açarken sanki başına gelecekleri hissetmiş gibi bacaklarım karıncalanmıştı. Ve sonra, tüm dileklerim karşımdaki tek kelimeyle eriyip gitti.
Eşli danslar.
Bugünkü dersimiz buydu. Daha korkuncu olamazdı. Fiziksel işkence yetmezmiş gibi bir de benden dans etmemi bekliyorlardı. Benden! Yurt'taki yetkililerin hiçbirinin yeteneğim olmadığını kreşte kanıtladığımdan haberi yoktu herhalde. Aksi halde diğerlerine -ve bana- bu işkenceyi yapmazlardı.
"Olmaz!" dedim ortalığa. "Başka bir ders ayarla! Ne olursa!"
Posta kutusunun yeniden canlanmasını, bana başka bir zarf vermesini ya da elimdeki yazının değişmesini bekledim. Hiçbiri olmadı. Minik bir sinir krizi, ayaklarımı birkaç kez yere çarpma ve attığım küçük çığlıkların ardından kaderimi kabullenmiştim. Gardırobum da kör talihimle uyumlu olarak birbirinden giyilmez inciler sunuyordu bugün. Flamenko eteklerinden, renkli aerobik mayolarına seçkim öyle dayanılmazdı ki oluru olan bir kıyafet bulabilmek için normalin üç katı zaman harcadım.
Sonunda sırtı açık, toz pembe mayonun üstüne düz, mor bir tayt ve pisipisiler giymiştim. Dansın tek güzel yanı, saçlarımı toplamaya çalıştığımda Yurt'la mücadele etmem gerekmemesiydi. Ensemde yaptığım topuz sanki günlerdir denemiyormuşum gibi kolayca şekil aldı. Şok içinde yansımama baktım ve onca zaman bana işkence ettiği için biraz daha Yurt'a söylendim.
Ve böylece kaderimle yüzleşme zamanı gelmişti. Kahvaltıya resmen duvara yapışık bir şekilde indim. Mars sağ olsun zaten Yurt'taki çoğu ruh kim olduğumu biliyordu. Onun benimle derslere gelmesi önceden yol açtığım skandallardan bile daha çok ilgisini çekmişti yaşıtlarımın. Alay ettikleri ya da korktukları biri değildim artık. Beni delice merak ediyor, bunu da saklamaktan hiç çekinmiyorlardı.
Bu sabah da normalde başını çevirip bana bakmayan ruhlardan selam alarak yemekhaneye ulaşmıştım. Yemek almakla uğraşıp daha fazla göze batmadan kendimi hep oturduğumuz masaya attım. Ursa'nın doldurduğu tabaklar hepimize yeterdi zaten.
Beni ve müthiş stilimi fark eden ilk Diego oldu. Gözleri anında büyüdü ve"Dans dersin var!" dedi heyecanla. Neşesi benim ruh halime oldukça tezattı.
"Maalesef..." diye homurdandım ortadaki kurabiyelerden birini ağzıma tıkıp.
Diego beni umursamadan ayağa fırladı. Ortaya geçip kollarını havaya kaldırıp dans pozu verdi. Üzerindeki fırfırlı gömleği ve onunla uyumlu İspanyol paça pantolonunu o an fark ettim. Kurabiye boğazıma takıldı. Ben öksürük krizinden çıkmaya çalışırken ikinci darbe o sırada masaya dönen Ursa'dan geldi. Ruh eşiyle uyumlu bir pantolon ve göbeğinin üstüne bağladığı fırfırlı bir gömlek giyiyordu.
"Bugün Olive de bizimle aynı derste!" diye duyurdu Diego neşeyle.
Ursa tabakları fırlatarak masaya bırakmış ve ellerini çırpmıştı. Kahvaltının devamı boyunca beni dansın neden en güzel ders olduğuna ikna etmeye çalışarak geçirdiler. Neyse ki Lark ve Helene bu konuda benimle aynı taraftaydı. Helene dansın kişisel alanına zorunlu bir saldırı olduğunu düşünüyor, Lark terlemekten hoşlanmıyordu.
Tabii benim, Helene'nin ya da Lark'ın ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktu. Yemek bitip işkence saati yaklaştığında kös kös Diego ve Ursa'nın arasında dans stüdyosuna doğru yürüyordum. Mars'ın peşinde dolandığım günlerde sık sık arşınladığım müzik stüdyolarıyla aynı bölümde, çapraz kanattaydı dans salonları.
"Bugün kubbeli salondayız," dedi Ursa aynalı odaları bir bir ardımızda bırakıp koridor boyunca yürümeye devam ederken.
Sesindeki neşeden bunun iyi bir şey olduğunu tahmin etmiştim, ama mutluluğunun gerçek sebebini dev salona girdiğimizde gerçekten anladım. Bakışlarım anında tavana yükselmiş ve hayranlığım sesli bir nefesle, kontrolsüzce dudaklarımdan dökülmüştü. Bir uçtan diğerine tepemizde uzanan yağlı boya tabloyu ağzım açık inceledim. Gökyüzünün altındaydık sanki, pembe bulutlar öyle gerçekçi resmedilmişti. Gölün üzerinde gördüğüm balıklar o bulutların arasında uçuyordu. Yer yer pembe ağaçların yaprakları vardı, insana ormanın ortasından gökyüzünü izlediği hissini veriyordu.
"Harika değil mi?" dedi Diego yanımda keyifle.
Salonun içine doğru onunla yürümüştük. Yerler ve salona serpiştirilmiş kolonlar pembe mermerdendi. Duvarlar yaldızlı işlemelerle dolu bir duvar kağıdıyla kaplanmıştı. Yüksek pencerelerden içeri dolan güneşin altında ışık ışıl parlıyordu. Köşede bembeyaz kuyruklu bir piyano, karşı duvarda kadife koltuklar vardı. Her şey öyle büyüleyiciydi ki, gözlerim tüm detayları yakalamak istercesine fırıl fırıl dönüyordu.
Muhtemelen diğer öğrencilerden hiçbirinin benim gibi bu salonda ilk seferi değildi. Ortalıkla ilgilenmek yerine grup grup kendi aralarında muhabbet ediyorlardı. Varlığımı fark ettiklerinde sesleri kesildi, birbirlerine beni gösterdiler. Bu hafta başından itibaren onlar için ayaklı Mars alarmı gibi bir şeydim. Prensleri az sonra onlarla aynı derse girecekti, heyecanlanmışlardı, bazıları paniklemişti, bazıları üstünü başını düzeltmeye başlamıştı.
Gözlerimi devirdim. Sonra, o gözler salonun girişinde bir pırıltı yakaladı ve kısıldı. Bir hıçkırık yükseldi, birkaç kişi iç çekti, çoğunluk nefes almayı bıraktı. Zaman ruhlar için durmuştu, çünkü bekledikleri kahraman aralarına teşrif etmişti. Gözleri beni bulduğunda bizim tarafa doğru hareketlendi Mars. Koyu mor, kumaş bir pantolon ve gömlek giyiyordu. Diego gibi üzerinde fırfırlar yoktu. İliklemediği üst düğmelerinin altında altın kolyesi parlıyordu. Jilet gibiydi. Sanki Yurt özel olarak uğraşmış, onun hepimizden iyi görünmesini istemişti.
Yanımda durmadan önce yol üzerinde hayranlıkla onu izleyen birkaç kişiye göz kırpıp selam vermeyi ihmal etmedi. Bunu muhtemelen ders boyu, sık sık tekrarlayacağımı bilerek bir kez daha gözlerimi devirdim. Tepkim Mars'ın yüzünde muzip bir tebessüm yaratmıştı. Tek kaşını kaldırıp yüzümü inceledi.
"Beni kıskanmaya falan başlamıyorsun değil mi Oliver? Bu, zorunlu ve geçici iş ilişkimizdeki verimi oldukça düşürürdü."
Mars zeki bir oğlandı. Ve bu gerçek kesinlikle ona katlanmayı kolaylaştırmıyordu. Onun gibi ben de geçmişte söylediği sözlerle ona saldırıp zekamı göstermeliydim. Derin bir diyafram nefesiyle ağzım açıldı. Devamı gelemedi, çünkü hiçbir şey bulamamıştım. O sırada hocamızın sesi salonda yankılanıp beni daha büyük rezillikten kurtarmış olsa da Mars duraksamamı yakalamıştı. Ben de kafasını çevirmeden önce dudaklarında büyüyen sırıtışı....
"Günaydın sınıf! Bugün nasıl hissediyoruz bakalım?"
Ruhlar bir ağızdan "Çok iyi Melek Theo," diye bağırdılar. Meleğe nasıl olduğunu soranlar oldu. Kıkırtılar ve fısıldaşmalar takip etti. Diğer derslerde yaşanmayan bu gevşekliğin nedenini hocamız karşımızda durduğunda anlamıştım. Melekler isteseler de çirkin olamıyorlardı muhtemelen, ama bu...
Vay anasını...
Siyahi bir adamdı Theo. Tüm hatları altın bir oranla çizilmişti. Ria gibi onun da etrafında belli belirsiz bir ışık vardı. Giydiği saten gömleğin sadece bir düğmesini bağladığından omuzlarından karnına tüm kasları tek tek sayılıyordu. Benim bu matematiğe girdiğim falan yoktu elbette. Bana neydi sonuçta. Yine de...
"Sen bir de dans etmeye başladığında gör..." dedi Ursa kulağıma. Gülüşüme engel olamadım. Bu, Mars diğer kulağıma eğilip fısıldayana kadar sürmüştü.
"Ağzını topla Oliver. Sana hiç yakışmıyor."
Ha? Dehşetle ona döndüm. Sırıtıyordu. Bedenim saldırıya hazır, vahşi bir kedi gibi gerildi.
"Ne oldu?" diye sordum. "Sınıftaki en yakışıklı erkek olmamak sinirlerini mi bozdu yoksa?"
Sonunda ona karşılık verebilmiş olmanın haklı gururuyla ellerimi belime koydum ve Mars'ın bozulmasını bekledim. Bunun yerine üzerime doğru eğilip sesini alçalttı.
"Önce kıskançlık, şimdi bu iltifat... Neler oluyor Oliver? Odağımızı mı kaybediyoruz yoksa?"
Gözlerim dehşetle büyüdü. "Ben sana iltifat etmedim!"
"Yakışıklı olduğumu söylemedin yani?"
"Be... ben... hayır! Ben o anlamda söylemedim!"
Ben tepinirken gülmeye başlamıştı Mars. Yine benimle eğleniyordu. Aaaaaaa! Onu şu an tekmeleyebilirdim. Ama çoktan derse başlamış hocamız neden konuştuğumuzu merak ederek bize bakmaya başlamıştı. Utanıp başımı önüme eğdim ve atamadığım yumrukları avucumun içinde sıktım.
Ne yazık ki dersin devamı başlangıcından daha iyi değildi. Yaptığımız dansın swing olduğunu yakalamıştım, ama hocamızın dediklerinin yarısını anlamıyordum. Çok geçmeden üç şeyden emin olmuştum.
Bir, Diego bu sınıftaki en iyi dansçıydı. Hareketleri, mimikleri, her şey öyle doğaldı ki... Anasının karnından dans salonuna doğmuştu sanki.
İki, lanet olası Mars'ın sanatın her dalına yeteneği vardı ve benim gibi ortasından katıldığı bir koreografiyi bile zorlanmadan yapabiliyordu.
Üçüncü ve son tespitim kendimle ilgiliydi. Bir kez daha dans edemediğimi kendime, hocamıza ve en kötüsü Mars'a kanıtlamıştım. Hoş, dersten hiçbir beklentisi olmayan ruh eşim için bu bir sorun değil, başka bir eğlence konusuydu. Ben hareketleri öğreneceğim diye debelenirken o sağa sola mavi boncuk dağıtmakla meşguldü.
Yine yanlış notada hareket ettiğim ve ayağına bastığım dönüşün ardından elimi bıraktı ve gülmeye başladı. "Tanrım Oliver, bu şekilde devam edemeyiz."
"Hayır edemezsiniz," dedi arkamdan bir ses. Sözlerinden önce Melek Theo'nun enerjisi bana ulaşmıştı. Sonra uzanıp elimi tuttu ve ılık bir rüzgarın yüzüme estiğini hissettim. "Tanıştığımıza memnun oldum Olive," dedi dünyadaki tüm endişeleri yok edebilecek güçte bir tebessümle. "Ve seni yeniden dersimde görmek çok güzel Mars."
Yeniden dersinde görmek mi? Mars'ın umursayıp derslere geldiği bir zaman mı vardı yani? Koskoca melek yalan söyleyecek değildi ya? Mars da sözlerden rahatsız olmuş gibi gözlerini kaçırmıştı. Melek bunu fark etmemiş gibiydi.
"Gel bakalım," dedi elini ona doğru uzatıp. "Ne kadar paslandığını bir görelim." Sonra hala tuttuğu elimi nazikçe Mars'ın omzuna yerleştirdi ve bana döndü. "Bugün için koreografiyi unutun. Sizinle çok daha önemli bir şey çalışacağız. Dersimizin adı: Uyum!"
Benden Mars'a geçti ve onun elini sırtıma koydu. Ardından boştaki ellerimizi tutmamızı istedi. Kollarımızı yukarı itip dirseklerimizi düzeltti. İşi bittiğinde el ele sallanan iki kişiden, gerçekten dans etmeye hazır bir çifte dönmüştük. Yutkundum. Mars'a bu kadar yakın olmak hoşuma gitmemişti. Güçlüydü, sıkıca sırtımı kavramış parmaklarıyla beni kendi alanına hapsetmişti. Şekerli kokusu bir kez daha algılarımı bozuyordu. Kaçma isteğine zorla direndim.
"Güzel," dedi melek hissettiğim tüm duyguların aksine. "Şimdi kendini serbest bırakmanı istiyorum Olive. Adımları düşünme. Kontrol etmeye çalışma. Müziği duy. Hislerine odaklan. Ve en önemlisi partnerine güven."
Bakışlarım güvenmem beklenen partnere kilitlendi. O da dikkatle beni izliyordu. Benim gibi bu güven işinin neden olamayacağını düşünüyor olmalıydı. Meleğin de bunu çoktan biliyor olması gerekirdi ya...
"Ve ki ve üç..." dedi.
Ve komutuyla Mars'la dans etmeye başladım.
***
-BÖLÜM SONU-
Ve biiiiir ve kiiii ve üüüüççç....
Artık neden bölümü kendime yazdığımı anlamışsınızdır diye düşünüyorum. Dans benim en büyük tutkularımdan biri, diğer kitaplarımı okuyanlar bilir. Her kitaba ucundan kıyısından da olsa dansı sokmaya bayılırım. Bu bölümü de ağzım kulaklarımda yazdım. Umarım hoşunuza gitmiştir. Multimedyaya da Elvis'ten pek güzel bir şarkı ekledim :)
Derslere sonraki bölümde mini bi ara vericez, malum hafta sonu geliyor. Ama bu olaysız bir günümüz olacak anlamına asla gelmiyor. Sonraki bölüm Olive'i ve pek tabii sizi yepis yeni bir sürpriz bekliyor. Tahminleri buraya yazalım.
O zamana kadar kendinize çok iyi bakın, dans edin, şarkı söyleyin, gülün, eğlenin.
Öpücükler,
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top