27
Güzel haftalar güzel okurlar,
Bu ara nedense hep tatlı mı tatlı bölümler yazıyorum. Bu seferki de öyle oldu :p Sanırım daha çok gülümsemeye ihtiyacım var. Belki sizin de vardır... Hepimize iyi gelsin umarım:*
Keyifli okumalar.
E.Ç.
***
I'm so excited, and I just can't hide it...
***
BÖLÜM 27:
YAŞAM BİLGİSİ
Lys'in sırtında Yurt'a dönene kadar pek konuşmadı Tarben. Ben de sessizliğine eşlik edip yolun devamında kendi düşüncelerimde yüzdüm. Günün geri kalanını Ursa'nın ısrarlarına rağmen odamda düşünmeye devam ederek, walkmanimde müzik dinleyerek ve kitap okuyarak geçirmiştim. Yurt, ara sıra olduğu gibi kitabımın boş sayfalarına yeni bir bölüm eklemeye karar vermişti. Bu bölümde, krallığını kurtarmak için çıktığı yolculukta bir yabancıyla tanışıyordu prenses. Yabancı, güvenilir, nazik, bilge bir oğlandı. Karakteri sevmiştim. Yalnız kalmayacağı için prenses adına da sevinmiştim.
Walkman'in içinden çıkan, sahip olduğum tek kaset de bölümün enerjisiyle uyumlu, keyifli şarkılarla doluydu bugün. Ama neşem, bölümün sonuna kadar sürebildi. İkili, girdikleri yasak topraklarda tutuklanıp kendini beğenmiş prensin karşısına çıkarılmıştı. Sonra da her zamanki gibi boş sayfalar karşıladı beni. Yurt'la inatlaşmanın anlamı olmadığını artık öğrenmiştim, somurtup kitabı kenara bıraktım. Prensesin ukala prensin ağzının payını verdiğini görmek için biraz daha beklemem gerekecekti.
Akşama doğru Ursa ve Diego yeniden kapıma dayanıp beni dışarı çağırdıklarında daha fazla direnmedim. Onlar heyecanla Mars'la yaptığım anlaşmayı dinlerken bir yandan hazırlandım. Sonunda yine gardırobum ne istediyse o olmuştu: Mor kot etek, aynı renk kot ceket ve papatyalı bir büstiyer... Yurt'un tüm eşyalarıma inatla çiçek ekleme takıntısını hala çözememiştim. Bana bir mesaj vermeye çalışıyordu belki, ama ne?
Bugünlük önemsemedim. Sonunda Mars'ı yola getirmiş olmanın neşesi diğer her sıkıntıyı bastıracak kadar kuvvetliydi. Ursa'nın ısrarla müdahale ettiği makyajım da bittikten sonra dışarıda, göle giden kalabalığın içindeydik biz de. Helene ve Lark yarı yolda aramıza katılmışlardı. Bana kalmadan Ursa hızla benden aldığı havadisleri onlarla da paylaştı. Ortak sonuç, azimle sıçan kayayı bile deliyordu ve arkadaşlarım benimle gurur duyuyorlardı.
Mutluydum. Bana doğru dönen itici bakışlara bile aldırmadım. Artık sayıları bir elin parmaklarını bile geçmiyordu zaten. Ruhlar gölde yol açtığım kıyameti nihayet atlatmış gibiydi. Tarben'in arkamda durması bunda en büyük paya sahipti şüphesiz. Şimdi, onun hayatını ondan dinledikten sonra, bana neden yardım ettiğini daha iyi anlıyordum. Kendi kaybettiği umudu ben de bulmuştu ve o umudu yaşatmamı istiyordu. Kesinlikle hayatta ve ölümde karşılaştığım en iyi ruhlardan biriydi o.
Gözlerim ısrarla Tarben'i arasa da gece boyunca hiçbir yerde görmedim. Ruh eşiyse gecenin sonunda Mars'la sahnedeydi. Blue'nun hasta olduğunu öğrenmek istemeden ona da farklı bakmama neden olmuştu. Gülüşü, bulaşıcı neşesi, bitmeyen enerjisi... Onun ölümcül bir hastalıkla mücadele ettiğine inanmak neredeyse imkansızdı. Ne yaşadığını bilmiyordum, ama belki tüm olanları geride bıraktığı için burada, bu kadar mutluydu Blue. Bugün de sahnede bir yıldız gibi ışık saçıyordu.
Ne yazık ki partnerinin de ondan geri kalır yanı yoktu. Bu akşam sadece düz bir tişört tercih etmişti Mars. Şarkıyı kıl payı bitirdiği düşünülürse hazırlanmaya zaman bulamamış olması normaldi. Zaten bu kadarı da bir Yurt dolusu hayranının kalpten gitmesi için yeterliydi. Çığlıklar, ayılıp bayılanlar, kendini kaybedenler eşliğinde son şarkıya ulaştığımızda melodiyi tanıdığımı fark ettim. O an beni doğrularca beklenen yeni bestelerini ilk kez çalacaklarını duyurdu Mars. Daha da büyük bir kıyamet koptu bu haber üstüne.
Yaratılışına şahit olduğun bir şarkıyı dinlemek garipti. Arkasındaki emeği, harcanmış gece ve gündüzü bilirken notaları herhangi bir melodi gibi duyamıyordu insan. Mars ben yanından ayrıldıktan sonra tüm günü Blue'yla çalışarak geçirmiş olmalıydı, çünkü şarkı bıraktığım halinden bile iyiydi. Nakarata geldiklerinde Mars'ın gözleri bizim tarafa döndü. Rastlantı olmalıydı, onca ruhun arasında beni seçmesi imkansızdı. Diyelim ki seçebilmişti, neden bana baksındı ki?
Ama nakaratın sonuna kadar başını başka yöne çevirmedi. Sözler sona erip gözleri gitarına düşmeden son anda dudağının kenarı yukarı kıvrılmış, gamzesi belirmişti. Sonuçtan mutluydu, bestesi istediği gibi olmuştu ve şarkıyı söylemekten aldığı haz elektrik dalgası gibi etrafa yayılıyordu. Ben de o dalgaya kapıldığım için gülümsüyor olmalıydım. Belki biraz da şarkının bir parçasında benim de katkım olduğunu bildiğim için... Yoksa Mars'a yardım etmekten mutlu olmuş falan değildim elbette.
Blue ve Mars sahneden indikten sonra bir süre daha ortalıkta takıldık. Pam'in Jazz-tin ve Lottie'yi bırakıp Mars'ın peşinden gittiğini gözlerim yakalamış, özellikle onlar uzaklaşana kadar geride kalmak için türlü bahane uydurmuştum. Gece gece pembe prensesin gazabına kurban gitmeye niyetim yoktu. Neyse ki devam eden saatler sakin, sorunsuz ve şaşırtıcı derecede eğlenceliydi.
Yurt'a döndüğümüzde dağılmak yerine Diego'nun önerisiyle sinema odasına gidip başlamak üzere olan korku filmini bekleyen ruhlara katıldık. Patlamış mısır, dondurma, çikolata, cips... Yurt'un hiçbir hizmetten kaçmadığını söyleyebilirdim. Sonrası daha da ilginçti, çünkü uyumak yerine oyun odasına devam etmiştik. Düzeltiyorum, arkadaşlarım devam etmişti ve ben kimsenin zorlaması gerekmeden onlarla gitmiştim.
Jetonlu makinelerle dolu, pembe-mor neon ışıklarla kaplı bir atari salonuydu bu. Her ruhun günlük jeton hakkı vardı ve o bitene kadar saat kaç olursa olsun içeride takılmak serbestti. Daha önce hiçbir atari salonuna gitmemiştim. Elbette böyle bir şeye iznim ya da vaktim yoktu. O yüzden diğerleri farklı farklı oyunlarda jetonlarını harcarken bir makineden diğerine gittim, merak, soru işaretleri ve bolca ilgiyle arkadaşlarımı izledim.
Sonra, Diego'nun yardımıyla ilk jetonumu peluş mantarlarla dolu, cam bir kutudan mantar yakalamaya çalışarak harcadım. Boşa giden beş jeton sonunda zafer bizim, oyuncak mantar benimdi. Kalan diğer beş jetonda diğerleri de bize katıldı, bana farklı farklı oyunları gösterdiler. Üç beş pikselin yan yana gelip böyle bir eğlenceye dönüşebilmesi ne acayipti? Şaşkındım.
Dav'un böyle verimsiz bir aktiviteyi zaman kaybı olarak göreceğine emindim. Ailem de elbette onu desteklerdi. Yalan değil, özellikle başta ben de kendimi epey huzursuz hissetmiştim. Bana öğretilen her şeye tersti şu yaşadığım duygular. Bu boş işlerle kıymetli zamanını harcıyorsun, diyordu mantığım.
Ama... işin aslı, Yurt'a geldiğimden beri bu kadar güldüğümü hatırlamıyordum. Hatta belki yaşarken bile bu kadar eğlenmemiş olabilirdim. İlk kez küçük grubum dışında ruhlar tanımış, yaşıtlarımla, gönlümden geldiğince bir gece geçirmiştim. Planlamadan, kurgulamadan, korkmadan, bir amaç uğruna koşmadan, sadece içinden geldiği gibi takılmak hiç de fena hissettirmiyordu doğrusu.
Bir elimde çilekli süt, diğerinde pamuk şekerlerle odama döndüğümde kontrolsüzce sırıtmam bundandı sanırım. Rüyamda pembe mantarların ortasında sekerek koşmuş, Tarben'in atıyla bulutlara uçmuş, sonunda da kendimi Mars ve Blue'nun konserinde şarkı söylerken bulmuştum. Yastığa başımı koyarken dudaklarımda gezinen kahkaha uyandığımda hala kalbimdeydi.
Neşe, gün boyu gittiğim her yere benimle geldi. Mars'ı kovalamak zorunda kalmadan sadece istediğimi yapmak ne büyük bir özgürlükmüş meğer, yeniden tadına varıyordum. Bizimkilerle kahvaltı, bahçede piknik, satranç sahasında izlediğimiz kıran kırana maç, açık hava kütüphanesinde kurabiyeyle kitap keyfi... Her şey harikaydı! Harika! Ta ki akşam yemeğine oturana ve Helene kurdu aklıma düşürene kadar...
"İnşallah Mars yarın gerçekten gelir."
Dediği sadece buydu. Ursa hemen itiraz etmiş, Diego espriyle geçiştirmiş, Lark kartların lehime olduğunu söylemişti. Yine de... Tek bir cümle kafamın içinde ansiklopedileri dolduracak bir zincirleme reaksiyonu tetiklemek için yeterliydi. Aklımda beliriveren ilk lanet soruyu bir diğeri, bir diğeri ve sonra bir diğeri takip etti. Ya gelmezse, ya seni geçiştirmek için geleceğini söylediyse, ya bir oyunduysa, ya kös kös derse gittiğini görüp seninle alay etmek için yaptıysa...
Böylece mükemmel bir özgüvenle başladığım günü yatakta korkuyla tavanı izleyerek bitirdim. Durmadan sağdan sola dönmeme sinir olan Bela beni terk edip küvetin içinde uyumaya gitmişti. Ben ne ara uyuya kalmıştım bilmiyordum, ama sabaha karşı olmalıydı. Öyle ki ilk kez kendiliğimden değil, alarm saatinin sesiyle uyandım. Nerede, hangi zamanda olduğumu hatırlayıp kendime gelmem birkaç dakika sürmüştü. Bir alarm saatim olduğunu bile bilmiyordum. Görünürde değildi, zaten ben sıçrayarak uyandığım an da sesi kesilmişti. Yurt'un ders günleri verdiği hizmetlerden biri olmalıydı bu da.
Üzerine uzun düşünemedim, çünkü posta kutuma ışıklar eşliğinde yeni bir mektup gelmişti. Ne olduğunu biliyordum, günlük ders programım olmalıydı. Düşerek yataktan kalkıp odanın diğer ucuna koşturdum. Zarfı açarken parmaklarım titriyordu. Lütfen saçma bir şey olmasın, diye geçirdim içimden. Söz konusu Yurt'ken bu pek mümkün değil korkarım. Ama... kağıdı elime aldığımda ilahi bir ışık gibi yüzüme çarptı kelimeler.
Yaşam Bilgisi.
Bugünkü dersimiz buydu. Bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. Tüm ruhların zorunlu katılması gereken o meşhur derse ben de gidebilecektim sonunda. Üstelik... üstelik yalnız değildim. Yani... yalnız olmayacağımı umuyordum. Mars'ı düşünmemle birkaç saatliğine uykuya yatmış panik yeniden genzime yükseldi. Banyoya koşup kendimi duşa atışım, oradan dolaba koşup bana sunulan tek kıyafeti giyişim, başarısız saçlarımı örme girişimim... Bir triatlonda gibiydim. Zamana, kendime ve sevimsiz iç sesime karşı mücadele ediyordum.
Dolabım bugün mor bir tulum, yağmur botları ve hasır bir şapka uygun görmüştü. Hiç inatlaşmadım. Daha önce bahçede ve tarlalarda çalışan ruhların aynı kıyafetleri giydiklerini görmüştüm. Bu sayede üzerimde bahçıvan kostümüm, peşimde Bela, herkesten önce kahvaltıdaydım. Gözlerimin delice Mars'ı aradığı belli olmasın diye dikkatimi yiyeceklere vermeye çalıştım. Nafileydi. Diego yanıma çöktüğünde, Ursa iki koca tabakla aramıza katıldığında, Helene ve Lark günlük burç yorumlarını tartışarak masaya geldiğinde, bakışlarım hep sağda solda, arayıştaydı. Aldığım birbirinden güzel yemeğe dokunmamıştım bile.
Mars'ı üzerinde tulumuyla bir görsem rahatlayacaktım. Ama yoktu elbette. Lanet olası, ölü kalbime kriz geçirtmek için arafa düşmüştü sanki. Sinirimi beni asla dinlemeyen Bela'dan çıkarmak suretiyle kahvaltının sonunu zor ettim. Hayvanlarımızı derse götürmemiz yasaktı, ama küçük olanların ders saatlerinde serbest dolaşmasına müsaade vardı. Zaten ben daha günlük öğütlerimi sıralayamadan Lola ve Meer'in peşinden koşturarak yemekhaneden gitmişti kedim.
Diğerleriyle vedalaşıp bahçeye çıktığımda artık gerçek bir panik içindeydim. Gelmeyecek, gelmeyecek, gelmeyecek! Tulumlarıyla tarlanın yolunu tutmuş ruhların peşine takıldıysam da başım sık sık arkaya dönüyordu. Bu sabah her şeyin farklı olacağına öyle emindim ki... Nasıl yine tek başına derse giden o zavallı ruh durumuna düşmüştüm?
Soruma sert bir tokatla cevap vermeyi seçti hayat. Ders programıyla gelen krokide işaretlenmiş tarlaya ulaştığımda ruh eşim orada değildi. Onun yerine karşılaşmayı en son istediğim kişi ağaçların arasında ışıltılar saçıyordu. Pam... Varlığımı hissetmiş gibi bakışları üzerime kaydı. Aynı anda esen rüzgar pembe saçlarını havalandırıp yüzünü ve o ukala tebessümünü önüme sermişti. Yavaşça bana döndüğünde geri adım atmamak için botlarımı toprağa iyice gömmem gerekti.
Felaket geliyordu. Bir kez daha yalnız kalan tek ruh olduğum yetmezmiş gibi bir de bu kızın önünde rezil olacaktım. Onu ne kadar sinir ettiğim düşünülürse durumumu beni ezmek için kullanacağına şüphe yoktu. Diğer ruhların prenseslerini mutlu etmek için ondan taraf olacaklarına da... Yine de inatçı ruhum sağ olsun, Pam karşıma gelip küstahça gülümsediğinde geri adım atmak yerine meydan okurca çenemi ona doğru kaldırmıştım. Edeceği her söze verecek bir karşılığım vardı.
Ama... benim yerime konuşan bir başkası oldu.
"Burdasın demek. Ben de seni arıyordum."
***
-BÖLÜM SONU-
Ve sonunda dersler başlaaaaar! Ve fakat tatlış Olive'imiz yine bir başına.
Ama o da ne... son anda gelen biri var.
Kim olduğu konusunda tahminlerinizi alayım buraya :)
Çünkü biliyorsunuz, yazar her türlü ters köşeye bayılır :p
Sonraki bölüm gizemi birlikte çözücez. Ve belki biraz da eğlenicez :p
O zamana kadar kendinize iyi bakın!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top