14

Hafta ortası bölümüne hoş geldiniz canlar,

Söz verdiğim gibi soooon karakterimizi hikayeye bırakıveriyorum. İlk intiba önemlidir, yorumlarınız daha da önemli. Bana yazmayı unutmayın!

Keyifli okumalar,

E.Ç.

***

Twist and shout

Come on, come on, come, come on, baby, now

Come on and work it on out

***

BÖLÜM 14:

PEMBE TAVUK

Alfie bir leylekti. Leylek Alfie'ydi.

Bu gerçeği kabullendikten sonra gerisini sindirmek daha kolay olmuştu. Leylek Alfie kütüphaneden sorumluydu. Bir kitap arıyorsan ona seslenirdin ve o da sana istediğin kitabı verirdi. Rafların düzeni, kütüphanenin temizliği, unutulan kitapların takibi de onun görevleri arasındaydı. Nasıl bir anda ortaya çıkıp bir anda kaybolduğunu sormamıştım. Etrafımdaki her şey dünya saçmasıyken ne fark ederdi ki? Bir şekilde buradaydı, bir şekilde ben de buradaydım ve bir şekilde yeniden pembe bir patlamayla yanımda bitivermişti. Bu kez kanatları arasında beş kitap vardı. Gururla önümdeki masaya bıraktı.

"Size yardımcı olabileceğini düşündüğüm kitaplardan bir derleme yaptım Ruh Olive. İhtiyacınız olması halinde araştırmayı genişletebilirim. Ama tahminim beyaz dolunaya kadar bunları ancak okuyacağınız yönünde."

Kendimi başımı sallamaya zorladım. "Çok... teşekkürler A.. Alfie."

Gülümsedi. Sanırım. Daha önce hiçbir leylek yüzüme gülümsememişti.

"Başka bir isteğiniz var mı Ruh Olive?"

"Hayır," dedim. "Sadece... lütfen bana Olive de."

Amacım içinde olduğumuz durumun garipliğini bir nebze azaltmaktı, ama yorumum leyleği gücendirmişti.

"Ooo, bu bir hayli uygunsuz olurdu," dedi panikle. Sonra yerlere kapanarak önümde eğildi ve bana iyi çalışmalar dileyip geldiği patlamayla yok oldu.

Ardında bıraktığı pembe dumana boş boş baktım. Gözlerim getirdiği kitaplara kaydığında biraz da onlara boş boş bakmıştım. Her birinin farklı masallar olduğunu anlamak için içlerini açmama gerek yoktu. Alfie kendiyle birlikte kütüphane hakkında da kısa bir tanıtım yapmıştı zaten. Sürekli yenilenmekle birlikte burada binlerce kitap vardı. Her biri ruhların yolculuğuna ışık tutmak için seçilmiş, çok özel masallardı. Çünkü bir masal kitabından daha yol gösterici ne olabilirdi ki?

Mesela internet erişimi çok faydalı olabilirdi, dememek için kendimi zor tutmuştum. Çocukken bile pek fazla masal okuma şansım olmamıştı. Kitap seçimlerini benim yerime ailem yapıyordu. Ve şimdi, neredeyse bir yetişkin olarak masallarla yolumu bulmam gerekiyordu. Harika! Çaresizlik çukuru yeniden bir adım önümdeydi ve karanlık beni süratle kollarına çekiyordu.

Silkelenip hızla kalktım. Hayır, ilk mağlubiyette pes edecek değildim! Hala önümde beni bekleyen dersler, yani umudum vardı. Çantamı sırtladım, kitapları kucakladım ve göreve yürüyen bir asker edasıyla çıkışa ilerledim. Diğer ruhlar yavaş yavaş piyasaya çıkmaya başlamış olsa da saat hala erken, ortalık boştu. Yine de odama ulaşana kadar beni fark edip üzerime çevrilen bakışlardan kaçamamıştım. Ne güzel, dün çıkardığım olayı herkes hala hatırlıyordu demek.

Sen işine odaklan Olive! Derslerini düşün. Buradan zaten gideceksin! Kimin arkandan ne söylediğinin önemi yok!

Mantığın sesi kulağımdaydı. Ne bilge bir sesti o. Ve kalbim nasıl da onu dinlemeyi reddediyordu. Odama girdiğimde yüzüm kıyafetlerimin rengindeydi. Kitapları yatağın üstüne atıp posta kutusuna koşturdum. Derslere odaklan! Derslere odaklan! Derslere odaklan! Beklediğim zarf gelmişti. Heyecanla açıp kağıdı çıkardım. Geri katlayıp zarfa tıkmamak için derin bir nefes almam ve dudağımı dişlemem gerekmişti.

"Seramik Atölyesi?" dedim boğulur gibi.

Derslerin ruhlara göre günlük belirlenmesi kuralına ne olmuştu? Kim benim için böyle bir dersi uygun görmüş olabilirdi ki? Hiçbir bilgim yoktu. Yeteneğim olmadığı kesindi. Hedefime ulaşmama hiçbir faydası olmayacağıysa gün gibi ortadaydı. Gözlerimi kısıp burnumdan soluyarak odanın içine baktım.

"Yurt!" dedim dişlerim arasından sanki karşımda fiziksel bir düşman varmış gibi. Fiziksel ya da değil, düşmanın beni görüp duyduğuna şüphe yoktu. Çünkü tam o an posta kutusu canlandı, başka bir mektup geldi. Şaşkınlıkla açıp okudum.

Program Değişikliği Bildirimidir.

Günlük dersiniz aşağıdaki şekilde güncellenmiştir.

K U Ş  G Ö Z L E M C İ L İ Ğ İ

Not: Katılımcıların ihtiyacı olan ekipmanlar ders öncesi dağıtılacaktır.

En alttaki krokide ormanın girişi işaretlenmişti. Gözüm seğirdi. Öyle görünüyordu ki Yurt kararlarının sorgulanmasından hoşlanmıyordu ve hastalıklı bir cezalandırma tekniği vardı. Bir süre yeni bir zarfın gelmesini beklediysem de kararı belliydi. Elimi çamura bulamak istemiyorsam gidip tüm günü kuş izleyerek geçirecektim.

AAAAAAA!

İçimde patlayan çığlıkla bir balon gibi şiş bir şekilde odamı terk ettim. Tam şu an sanal bebeğimin uyanıp bana yoldaşlık etmesi pek yerinde olurdu. Ama hayır, yumurtası içinde keyifle uyuyordu kendisi. Bense güne başlamış bir ordu dolusu ruhla kahvaltıya inmek zorundaydım.

Ölümün insan doğasını pek de değiştirmediğini görmek acıklıydı. Müthiş bir dedikodu malzemesiymişim gibi bakışlarını yüzüme diken her ruhla birlikte liseyle ilgili olumsuz fikirlerim biraz daha güçleniyordu. Didiştiğim kişi Mars olmasa yine de benimle böyle ilgilenirler miydi, emin değildim. Ama kader, gidip beni herkesin kalbini kaptırdığı tek kişiyle karşı karşıya getirmişti. Mars bu hikayedeki Batman, bense Joker'dim.

Gözlerimi olabildiğince yerde tutup yemekhanenin en kuytu köşesine yöneldim. Uyandığımdan beri başıma gelen tek bir iyi şey vardı, o da Mars'ın bu sabah kahvaltıya teşrif etmemiş olmasıydı. Tüm geceyi kütüphanede geçirdiği düşünülürse muhtemelen odasında uyuyordu ruh eşim. Bunun bana en azından azıcık avantaj sağlayacağını düşünüyordum ki Ursa ismimi bağıra çağıra peşimden koşturdu.

Niyeti kesinlikle iyiydi, o yüzden dilimin ucuna gelenleri yutkundum. Önceki gün birlikte şahit olduğumuz felaketten sonra yalnız kalmamı istemiyordu sanırım. Beni Diego'nun oturduğu masaya çekiştirdi. Çok geçmeden Helene ve Lark da hayvanlarıyla bize katılmıştı. Yalan değil, bu garip arkadaş topluluğuyla ilgili ne hissedeceğimi bilmiyordum. En normal insanlar olmadıkları ortadaydı. Yine de... Yalnız başına kalmamak sahiden de iyi hissettirmiş, taşıdığım stresimi bir nebze unutturmuştu.

Daha iyisi Lark ve Helene'nin de benimle aynı derse katılacağını öğrenmekti. Diego ve Ursa Kağıt Katlama dersleri için yanımızdan ayrıldıklarında biz de ormana doğru yola koyulduk. Spook ortamı kolaçan etmek istercesine önden uçup gözden kaybolmuştu. Bahçe, düne kıyasla bugün çok daha doluydu, çünkü açık hava dersi olan herkes hedefine yürüyordu. Yine de çiçeklerin arasında gezinmek yüzümü gülümsetmişti. Sepetleriyle gül bahçesinde derse başlamaya hazırlanan grubu gördüğümde kıskanmadan edemedim. Yurt kesinlikle bazılarına daha iyi davranıyordu.

Bugün kestirme bir yoldan gitmiş olsak gerek, on dakika sonra çiçekleri, meyveleri ve tarlayı geride bırakıp ormanın girişine gelmiştik. Bizden önce alana ulaşmış ruhlar gruplar halinde bekliyorlardı. Lark'ın önerisiyle ağaçlardan birinin altına geçtik. Etrafım giderek kalabalıklaşırken çiçeklerle unuttuğum huzursuzluğum yeniden yüzeye çıkıyordu. Elbette herkes eşiyle gelmişti. Ve elbette az sonra ders başladığında sap gibi ortada kalacak tek kişi bendim.

"Günaydın genç ruhlar!"

Bir anda yanımdaki ağaçtan bir şey düştü. Öyle bir geri sıçramıştım ki Helene beni, Lark da onu tuttuğu için hep birlikte düşmekten kurtulduk. Kollarını iki yana açtığında düşen şeyin bir adam olduğunu anladım. Sıradan bir adam da değildi. Üzeri tüylerle kaplı kamuflaj renkli bir panço giyiyordu, muhtemelen dersin hocasıydı ve gözlerimi kısma isteğime bakılırsa o da bir melekti.

"Önümüzde uzun bir gün var!" diye duyurdu neşeyle. "Kıyafetlerinizi giyin, ekipmanlarınızı alın, partnerinizi kapın ve başlayalım."

Ben hariç herkes aynı tarafa yönelmişti. Elbette yönelirlerdi. Hepsinin bir eşi, bir umudu vardı. Söylenerek birkaç adım arkalarından ağaçların arasına kurulmuş uzun masaya yürüdüm. Masanın yarısı öğretmenimizinkine benzer tüylü kıyafetlerle, diğer yarısı dürbün, bıçak, skeç defteri gibi ekipmanlarla doluydu.

Sona kaldığımdan uzun kollu, üzeri yapraklarla kaplı tulumu giymekten başka şansım yoktu. Üzerime geçirmemle pembe bir tavuğa benzemiştim. Adeta annesinin seçtiği korkunç kıyafetle cadılar bayramına gitmek zorunda kalmış bir çocuk gibiydim. Ekipman konusunda da durum farklı değildi. Geriye tek bir dürbün, tek bir defter, tek bir termos, tek bir çanta kalmıştı, çünkü muhtemelen her şey sayılıydı.

"İstersen ortak kullanabiliriz."

Birinin benimle iletişime geçmesini beklemediğimden konuşan kişiyle göz göze gelene dek seslendiğinin ben olduğumu anlamamıştım.

"E... efendim?"

Yanımda bir oğlan vardı. İnce uzun bir oğlan. Şapkasının altından omzuna dökülen saçları o kadar açık renk bir sarıydı ki neredeyse beyaz görünüyordu. Elleri bol pantolonun ceplerindeydi. Başıyla masadaki ekipmanları işaret etti. "İstersen diyorum, eşyaları birlikte kullanabiliriz. Yoksa yalnız takılmak mı istiyorsun?"

"Iıı..."

Anlamamıştım. Şaşkınlığım oğlanı gülümsetti. "Özür dilerim, direk konuya girdim. Baştan alıyorum." Elini bana uzattı. "Ben Tarben. Yalnızım, çünkü ruh eşim bugün derse katılamayacak. Gördüğüm kadarıyla seninki de burada değil. Ekipmanları birlikte kullanmak ister misin, yoksa tek başına mı çıkmak istiyorsun? Öyleyse bölüşebiliriz. Gerçi, o şekilde ne kadar faydalı olur emin değilim. Daha önce hiç dürbünsüz kuş gözlemlemedim."

Elini sıkmayı başardıysam da sorusuna cevap veremedim. Onca cümle arasında tek bir şeye takılmıştım. "Sen... derste yalnız mısın?"

Yeniden gülümsedi Tarben. Sanki bir şey arar gibi sağına soluna baktı ve başıyla onayladı. "Evet, oldukça yalnızım."

Aynı anda o kadar çok duygu kalbime hücum etti ki içlerinden seçemedim. Şaşkınlık, şüphe, heyecan, umut... Yani... Yani bu korkunç kadere mahkum edilmiş tek ruh ben değildim ha? Onu incitmeden bunu nasıl sorabileceğimi düşündüm. Sonuçta çaresizliğin ne demek olduğunu en iyi ben biliyordum.

"Sen..." dedim çekinerek. "Hep böyle... yalnız mı derslere katılıyorsun?" Buna nasıl katlandığını, bir çözüm bulup bulamadığını, sonu hakkında ne düşündüğünü de sormak istemiştim, ama merakımı yutkundum. Benim heyecanıma rağmen Tarben sakindi ve belli ki durumdan şikayetçi değildi.

"Bazen..." dedi omuz silkip. "Herkesin kendi hayatı var sonuçta. Her an birlikte takılamayız ya?"

Nasıl ya?

"A... ama... " diye atıldım. "Böyle başarılı olamazsın ki? Derslere ne olacak? Belli ki her şey eşler için tasarlanmış. Onların yardımı olmadan nasıl geçeceğiz? Nasıl buradan kurtulacağız? Bizi bir başımıza bırakmaları bas baya haksızlık! Bir yaptırım da yok!"

Sona doğru kişisselleşen atarım Tarben'i incitmektense şaşırtmıştı. Elleri cebinde, bana doğru eğildi ve şapkasının altından dikkatle yüzümü inceledi. "Haklısın, iyi bir ruh eşin varsa burada işin çok daha kolay. Ama bu benim yolum. Sonunda ne olduğu bana bağlı. Onlu ya da onsuz, zamanı geldiğinde gitmem gereken yere gideceğim. Başardığım ya da başaramadığım şeyler için bir başkasını suçlamak adil olmazdı değil mi?"

Aldığım nefesi veremeden onun siyah gözlerine baktım ve sözlerindeki bilgeliği sindirmeye çalıştım. Apansızın karşıma çıkmış ayaklı bir mantra gibiydi bu oğlan. Sesinin tonundan duruşundaki dinginliğe benden asırlarca yaşlıydı sanki. Kabullenmekte zorlansam da dediklerinde haksız değildi. İtiraz etmediğimi görünce yeniden gülümsedi, pançoyu sırtına geçirip çantayı koluna taktı.

"Şimdi, ikimiz de başkasını beklemediğimize göre, başlayalım m?"

***

-BÖLÜM SONU-

İkinci oğlan toprağa düştü. Hadi hayırlı olsun.

Karmaşaları severim, bilirsiniz. Bakalım bu tatlı çocuk hikayemize nasıl bir karışıklık getirecek. Tahmini olan varsa durmasın paylaşsın. Karmaşadan daha çok sevdiğim bir şey varsa sizin önerilerinizi hikayeye katmak :)))

Artık herkesi az çok tanıdığınıza göre sırada karakterlerine ve hikayelerine inmek var. Ama önce, bildiklerinize dayanarak bir oylama yapalım. Şimdiye kadar en sevdiğiniz karakteri seçin bakalım:

OLIVE

MARS

BLUE

URSA

DIEGO

LARK

HELENE

TARBEN

Haftaya görüşmek üzere canlar! Kendinize iyi bakın :)

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top