11
Güzel haftalar, güzel okurlarım,
Bugün Olive gibi depresif hissediyorum ben de. Karakterlerin ruh hali yazarlara mı geçiyor acaba? Neyse hadi okuyun, siz de bize katılın.
Öpücük
E.Ç.
***
Into each life, some rain must fall
Too much is falling in mine
***
BÖLÜM 11:
YUNAN TANRISI
Şaşkınlığına rağmen benden hızlı toparlamıştı Ursa. Üzerime yapışmış onca bakışa karşı kalkan olmak istermiş gibi kendini önüme attı.
"Evet, hadi bakalım, dağılıyoruz!" diye bağırdı ortalığa. "Burada eğlence bitti. Derslerimize gitme zamanı! Evet! Toplayalım eşyalarımızı. Hadi Erwin, al ruh eşini de. Sussie sen de lütfen. Çantanı unutma Marloes. Hadi bayanlar, baylar, acele edelim biraz. Biliyorsunuz, eğitim beklemez!"
Sesinde temsilcilik ünvanından gelen bir otorite vardı. Bir şekilde kaosu düzene sokmayı ve ruhları arkalarını dönüp gitmeye ikna etmişti. Bununla yetinmedi. Koluma girip beni bahçe boyunca beraberinde sürükledi. Bıraktığı an bayılmamdan korkuyordu sanırım. Belki de sahiden bayılacaktım. Az önce olanları düşününce...
Kahretsin!
Kendimi daha küçük düşürebilir miydim? Okulun ilk gününde, tüm öğrencilerin önünde, kavga çıkarıp rezil olan bir liseliden hiçbir farkım yoktu. Şovumu izlemeyenler diğerlerine anlatacak, şanım yürüyüp gidecekti. Nasıl da kendimi kaybetmiştim. Mars'ı tehdit etmek de nereden çıkmıştı? Sadece konuşup, onu ikna etmem gerekiyordu. Bir de onu değiştirebileceğimi düşünmemiş miydim? Ah! Ah! Ah!
"Lütfen kusma," dedi Ursa yanımda. Anlamadığımda yüzünü buruşturup kolumu biraz daha sıkı tuttu. "Suratın sapsarı. Böcek ezmiş gibi görünüyorsun."
Böcek değil, ama kendi geleceğimi, hayallerimi, Yurt'tan kurtulma şansımı, kendi ayaklarımla ezdiğim doğruydu. Şimdi ne yapacaktım? Mars'ın duruşu belliydi. Yurt'un kuralları belliydi. O kurallara uymayan ruhlara ne olacağı konusunda uyarılmıştım.
"En azından denedin," dedi Diego şefkatle.
"En azından seninle konuştu," diye düzeltti Helene.
"Kartlar henüz zamanı olmadığını söylüyor," diye bitirdi Lark başını masadan kaldırmadan.
Boş gözlerle yeni arkadaşlarıma baktım. Kahvaltı yaptığımız masaya ulaştığımızı fark etmemiştim bile.
"Tamam!" dedi Ursa ellerini çırpıp. Sonunda beni bırakmıştı. "Ne olduğunu tartışmanın anlamı yok. Önemli olan bundan sonra ne olacağı, değil mi?" Neşeli görünse de bir oktav yükselmiş sesi ve belerttiği gözleriyle sözleri diğerlerine bir tehdit gibiydi. "Diego," dedi işaret parmağını oğlana uzatıp. "Bugün programımızda ne var?"
"Iıı..." Diego emin değildi. Cebinden bir kağıt çıkarıp okudu. "Dans."
Ursa'nın gülüşü büyüdü. "Harika! Kaçırsak da bir şey olmaz." Bana doğru eğildi. "Diego bu alemdeki en iyi dansçıdır da..." Ben bu bilgiyle ne yapacağıma karar vermeden masaya dönmüştü. "Ya siz kızlar?"
Helene omuz silkti. "Biz bugün derse gitmeyeceğiz. Lark, dolunayın enerjisi hala aktifken verim alamayacağımızı düşünüyor."
Bir kez daha ellerini çırptı Ursa. "Fevkalade! O halde Olive'e oryantasyonu biz yapabiliriz."
"Yo..." diyebildim. "Buna gerek yok."
Mars istenmediğimi yeterince hissettirmişti zaten. Bir de başkalarına yük olacak değildim. Hem Yurt'u tanımanın bana ne faydası vardı ki? Buradaki kariyerim başlamadan sona ermişti. Diğerleri benim gibi düşünmüyor olsalar gerek Lark kartlarını toplamaya başlamış, Helene ayaklanmıştı. Bir an sonra hangi sırayla ilerlemenin doğru olacağını tartışıyorlardı.
"Ursa, gerçekten..." diye başladım.
"Tamam, o zaman, en üst kattan başlar, aşağı ineriz," oldu cevap. Sonra bahçeyi, tarlaları, göl dedikleri yeri göstereceklerdi. Delik ziyareti aralarında mini bir tartışmaya yol açsa da kazanan Lark oldu. Burada yaşayacaksam iyi kötü tüm köşeleri bilmeliydim. Böylece son durağımızı da belirlemiş, vakit kaybetmeden yola koyulmuştuk.
Sanırım hala şoktaydım, anlamsız olduğu halde bir kukla gibi diğerlerini takip ediyordum. Bir süre asansör bekledikten sonra ikiye bölünüp sırayla en üst kata çıktık. Şimdi önümüzde odalarımızın olduğuna benzer bir koridor uzanıyordu, ama bizimkinin aksine burası bembeyazdı. Beyaz mermer yerler, beyaz kapılar, duvarlarda beyaz kolonlar ve... sağdan sola uçuşan beyaz kuşlar... Sadece tavana pembe mor, bulutlu bir gökyüzü resmedilmişti. O kadar gerçekti ki sanki sahiden açık havadaydık. Özellikle de kuşlarla birlikte...
"İdari işler," diye açıkladı Ursa İdari İşler yazan yaldızlı levhanın önünden geçerken. "Buraya pek işin düşmez, ama yine de bilmekte fayda var. Ruh İşleri, Muhasebe, Satın Alma, Melek Kaynakları, Kurumsal İletişim bu katta. Evrak işlerinin çoğu burada halloluyor anlayacağın."
Gagalarında zarflarla oradan oraya uçan beyaz kuşlar da o evrak işlerinin bir parçasıydı anlaşılan. Kapıların çoğu açık olduğundan içeride çalışanları görebiliyordum. Hepsinin beyazlar içinde olması dışında herhangi bir devlet dairesi çalışanı olabilirlerdi. Genç, yaşlı, şişman, zayıf, beyaz, siyah, her türden eleman vardı. Biraz şaşırmıştım. Sanırım hayal gücüm böyle bir yerde birbirinden güzel hurilerle karşılaşmayı beklemişti.
"Onlar birer... melek mi?" diye sordum kendimi tutamayıp. Sorum kendi kulağıma bile saçma gelmişti. Zaten diğerleri de kıkırdadı.
"Hayır," dedi Ursa. "Onlar da bizim gibi arafta kalmış ruhlar. Onların dersi de burada çalışmak. Her sabah gelip her akşam kendi Yurt'larına dönüyorlar."
Genç yaşta ölmek düşündüğüm kadar kötü değildi belki de. Sanırım masa başı bir iştense dersleri tercih ederdim. Koridorun sonuna kadar gidip diğer kanada geçtik. Bu arada Müdire'nin kulesinin de bu tarafta olduğunu, ama sadece yetkili kişilerin kuleye erişim izni olduğunu öğrenmiştim. Elbette bir temsilci olarak Ursa o ayrıcalıklı ruhlardan biriydi. Ve elbette Müdire'ye nasıl ulaşabileceğimiz konusunda ufacık bir ipucu bile vermemişti.
Diğer taraftaki asansörle bir alt kata indik. Onca ışıktan sonra bu loş koridora alışmak için gözlerimi kısmam gerekmişti. Tıpkı kendi kaldığım kat gibi burası da ruhların odalarına aitti. Dekorla ilgili farklılıklar olsa da havası aynıydı. Zaten Ursa da vakit kaybetmek istememiş, boydan boya bizi yürütüp alt kata inmişti. Beşinci katı da aynı hızla geçip dördü tamamen atladık. Asansörün kapıları üçüncü kata açıldığında dünya bir kez daha değişmişti.
"Ve Yurt'un en keyifli kısmına geldik," dedi Ursa kollarını iki yana açıp.
"Aynı zamanda en çok vaktini geçireceğin yerine..." diye ekledi Diego diğer yanımdan.
Mirketi omzundan yere atlayıp önden koşturmuş, Ursa'nın sincabı ona katılmıştı. Çok geçemeden gözden kayboldular, çünkü önümüzde bir kaos vardı. Onlarca ruh, hayvanlarıyla birlikte koridora dağılmıştı. Kimi kapıların önünde, kimi duvar diplerinde toplanmış muhabbet ediyordu. Kanatlı hayvanlar uçuyor, dört ayaklılar koşturuyor, sürüngenler sürünüyordu. Bir hayvanat bahçesine kapatılmış liselilere bakıyordum sanki. Kaçma isteğim kontrol edilemezdi. Hele de her an varlığımı fark edip üzerime kilitlenen bakışlar artarken...
Ama ben geri adım atamadan bir gong sesi geldi. Komut almış gibi anında hareketlendi ruhlar. Koridor boyunca yayılmış odalara dağılırken hayvanları da peşlerindeydi. Dönüşüm sadece bir iki dakika almıştı ve bum! Çok geçmeden yeniden beşimiz yalnızdık. Kapıların kapanmasıyla Meer ve Lola koşup yanımıza geri gelmişlerdi. Ancak şimdi bu kattaki garipliği fark ediyordum. Öncekilerin aksine burada bir düzen yoktu. Farklı boyutlarda ve şekillerdeki kapılar, farklı aralıklarla duvar boyunca sıralanmıştı. Bazılarının öyle acayip tasarımları vardı ki...
"Sana bahsettiğim hobi odaları..." dedi Ursa. "Derslerin çoğu da burada oluyor. İkinci ve üçüncü katlar boyunca bir sürü oda var. Dersine gitmeden önce krokiyi kontrol etmekte fayda var. Malum, durmadan değişiyorlar. Bir de bazılarının içinde birden fazla bölüm var. Sen sen ol, haritasız yola çıkma."
İzci selamıyla kocaman gülümsedi. Öyle şaşkındım ki soru bile soramadım. İlk duyduğumda aklıma yatmayan bu odaların varlığı şimdi canlı canlı karşımda durdukları halde daha anlaşılır değildi. Uçurtmalarla süslenmiş, palyaço kafası şeklinde oyulmuş, balmumundan yapılmış, mumyaların koruduğu, örümcek ağlarından görünmeyen, dizi geçmeyen, tavana uzanan, gökkuşağına boyanmış, sime bulanmış, türlü çeşit kapının önünden geçmiştik.
Üzerinde yıldızlar parlayan mor kapıya geldiğimizde Lark, Yurt'un odayı onun için yaptığını söylemişti. "Astroloji ve hayatı okuma sanatı," diye açıkladı gururla. Sanırım fal bakmaktan bahsediyordu. Zoraki gülümsedim. Helene'nin kendine ait bir odası yoktu, ama Yurt ona Biyoloji bölümünde soğukkanlı hayvanları incelemesi için bir laboratuvar vermişti.
Alt kata indik. Birbirinden garip odalar, birbirinden garip tasarımlarla burada da devam ediyordu. İçe içe geçmiş kumaşlardan yapılmış kapının önünde durduğumuzda Ursa neşeyle yerinde tepindi. Modayla ilgilendiğini fark etmiştim, ama bir tasarımcı olmak isteyecek kadar ilgilendiğini yeni öğreniyordum.
"Atölye ben geldiğimde zaten buradaydı," dedi. "Ama ben ona hayat verdim." Ellerini iki yanında kaydırıp üzerindeki elbiseyi okşadı. "Özel bir tasarıma ihtiyacın olursa haberim olsun."
Özel bir tasarıma ihtiyacım olacağını hiç sanmıyordum. Yine de başımı salladım. İlerlemeye devam ettik. Sanat odasının önüne geldiğimizde Diego'nun dans ettiğini hatırlayıp kendinden bahsedeceğini sanmıştım. Ama hayır, onun ilgi alanı yemek yapmaktı ve Yurt ona yemekhanede özel bir mutfak yaratmıştı. Sanırım bu yüzden en alt kata inip kahvaltı yaptığımız salona girdiğimizde anlatma işi ona geçmişti.
Ruhlara verilen yemeklerin besin değerleriyle ilgili pek aklımda tutamadığım bilgileri öğrendikten sonra kütüphaneye geçtik. İçim anında buz kesmişti. Daha önce burayı keşfettiğimi belli etmemek için dişimi dudağıma saplayıp ne derlerse başımı salladım. Kütüphanenin yanında ruhların serbest zamanlarını geçirdikleri ortak salon, film odası, balo salonu, oyun odası ve en sonda da spor salonu vardı.
İlgimi en çok çeken şey şüphesiz ki dev havuzdu. Kendimi bildim bileli yüzüyordum. Bir yerden sonra boyum akranlarım kadar uzamamış, ben rekabet şansımı, ailem de ilgisini kaybetmişti. Kazanamadıktan sonra neden bir spora emek verdiğimi anlamıyorlardı. Tıpkı yüzmenin benim için spordan fazlası olduğunu anlamadıkları gibi... Belki haklılardı, ama havuz kendi başıma, kendi düşüncelerimle baş başa kaldığım ve sakinleştiğim tek yerdi. Şimdi suya bakarken bile göğsümdeki berbat ağrının hafiflediğini hissediyordum.
Fark etmeden içeri girmiş, havuza doğru ilerlemiştim. Bugün ders olmasa gerek, kimsecikler yoktu. Kendi kokumdan iyi bildiğim klor kokusunu duyamadığımı fark ettim. Fayansların rengi yüzünden su da mavi değil, eflatun görünüyordu. Yine de diğer her şey bana kendimi iyi hissettirecek kadar aşinaydı. Yüksekliği ve suyun ısısını kontrol etmek için biraz daha yaklaşmak istedim. İstememeliydim.
Aynı anda soyunma odasından biri çıkmıştı. Tek ayağım havada, ağzım açık, göğsümde patlayan meteorla öylece kalakaldım. O an tonla şey aklıma hücum edebilirdi, oysa Ursa'nın saatler önce söylediği cümleden başka tek bir şey gelmemişti. Bir Yunan heykeli gibi...
Sahiden de öyle, diye düşündüm kontrolsüzce. Mars, nam-ı diğer ruh eşim, yarı çıplak, kusursuz vücuduyla tam karşımdaydı. Beni fark ettiğinde o da durdu. Önce kaşları çatılmış, sonra yukarı kalkmıştı. Aramızda uzanan metrelerce havuza rağmen bezgince nefes verdiğini ve başını iki yana salladığını gördüm. Hemen arkamı dönmeli, diğerlerinin yanına gitmeli, buraya onun peşinden gelmediğimi göstermeliydim. Ama...
Neden havuzda olduğumla ilgilenmiyordu Mars. Gözleri gerektiğinden bir saniye fazla üzerimde kalmadı. Havluyu kenara bırakmış, sonra kollarını havaya kaldırıp sıçramıştı. Kusursuz bir teknikle havuza balıklama daldığında acı gerçek bir kez daha suratıma çarptı.
Mesajı açıktı: Benim için yoksun Oliver.
Onun için yoktum. Asla da olmayacaktım.
***
-BÖLÜM SONU-
Olive'in şansı birkaç bölümdür pek yaver gitmiyor. Sonraki bölüm için de umutlarımızı yükseltmeyelim. Zira kendisini bir sürpriz bekliyor.
Ama iyi tarafından bakarsak, yeni arkadaşları ve yeni bir okulu var. Ve okulda da türlü çeşit oda. Bölümün sorusu belli. Siz Yurt'a yerleşseniz size nasıl bir oda yaratmasını isterdiniz? Ben de kendi cevabımı yazıcam buraya :)))
Haftanın ikinci bölümüne kadar öppücükleer canlar.
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top