102

FİNALE SON 2 BÖLÜM!

Haftanın ikinci ve insanı paramparça eden bölümüne hoş geldiniz. Girişi uzatmayacağım, çünkü hemen bölüme dalın istiyorum. 

Keyifli okumalar,

E.Ç.

***

Take good care of my baby...

***

BÖLÜM 102:

KUM SAATİNİN DİBİ

Güneş Yurt'u ışığıyla yıkayıp yeni günün geldiğini haber verdiğinde bir gram uyumamıştık. Kıyafetlerimiz hala yerde, Bela onların üzerinde, biz yataktaydık. Başımı Mars'ın göğsüne koymuş, kollarımı etrafına dolamıştım. O da beni sıkıca tutuyordu. Konuşmuyor, hareket etmiyor, nefes bile almıyorduk. Sanki en ufak bir yanlış bizi koruyan görünmez duvarları kıracak, içine saklandığımız bu son anın dışına savuracaktı.

Ama insan, zamanın kendi kafasına göre aktığı bu ruh aleminde bile akışı durduramıyordu. Bu gerçeği hatırlatmak istercesine posta kutum titreyip parlamıştı. Bir mektubum vardı. Muhtemelen ders programıydı. Böylece kum saatinde kalmış son zerreler de elimizden kayıp gitmiş bulunuyordu. Zaman gelmişti. Mars'ı bırakmamın, gerçekle yüzleşmenin, hiç olmadığım kadar güçlü olmanın zamanı...

Başımı kaldırıp Mars'ı öptüm. "Hazır mısın?"

Bakışları pencerenin ötesine kaydı. Bir süre sessizce pembe mor göğü izledi. Derin bir nefesle bana döndüğünde hüznün tüm renkleri gözlerindeydi. Yine de başını sallamayı başardı. Yavaşça birbirimizi bıraktık. Yavaşça birbirimizden uzaklaştık. Yavaşça yataktan kalktık. Yavaşça yerden kıyafetlerimizi alıp üzerimize geçirdik. Her şey yavaşçaydı. Çok yavaşça... Çünkü elimizden bir tek bu geliyordu.

Odamdan el ele çıktık. Mars'ın kapısına uzanan yolu kat etmek hiç bu kadar uzun sürmemişti. Kim koridordaydı, kim bize bakıyordu, kim ne diyordu, hiçbirini görmüyor, hiçbir şey duymuyordum. O, kapıyı açarken nefes almadığımı fark ettim. Korkarım Yurt'ta geçecek bundan sonraki zamanımın kısa bir ön gösterimini izliyordum. Mars'ın gözlerimi kamaştıran ışıltısı hayatımdan silindiğinde olacak olan buydu. Kör, sağır, nefessiz kalacaktım. Dünya tek bir renge inecekti. Tek bir sese. Tek bir çizgiye.

Yine de ağlamamayı başardım. Akacak yaşım kalmadığından değil, yanımdaki oğlan için güçlü olmam gerektiğinden... Odaya adım attığım an gördüğüm ilk şey Şans oldu. İkincisiyse posta kutusunun dolu olduğu. Kutunun tam altında oturmuş, kuyruğunu etrafına toplamış, bir bekçi gibi bekliyordu Şans. Bugün o kutuda her zamankinden farklı bir posta olduğunu hissetmiş miydi? Benim gibi Mars'la geçireceği zamanın sonuna geldiğini biliyor muydu?

"Günaydın kızım," dedi Mars kedinin önüne diz çöküp. "Bana destek olmak için mi geldin?"

Şans gurlayarak başını Mars'ın uzattığı ele sürttü. Poposunu kabartarak etrafında iki tur dönüp benim ayaklarıma geldi. Önce ne yaptığını anlamadım. Israrla ve tekrar tekrar paçalarıma sürtününce eğilip onu kucağıma aldım. Normalde buna asla izin vermezdi. Bugünse onunla aynı kaderi paylaşıyorduk. O da benim gibi yalnız kalmak istememiş olmalıydı. Halimize gülümsedi Mars. Ama buruk neşesi dudaklarında birkaç saniyeden fazla kalamamıştı. Bakışları posta kutusuna döndüğünde derin, çok derin bir nefes aldı.

"Hazırım."

Sanki bunu onu bekleyen mektuba söylemişti, ama ağzından çıkan iddiaya rağmen kutuyu hemen açamadı. Kalbinin bir yarısının hasretle arzuladığı, diğer yarısınınsa ölümüne korktuğu haber o kapağın ardındaydı. Parmakları titriyordu. Kucağımda Şans'la, biraz daha ona sokuldum. Omuzlarımız birbirine dokundu. Sol elini tutup sıktım.

"Hazırsın."

Bir nefes daha aldı Mars ve kapağı açtı. Aynı anda gözlerimi kısmam gerekmişti, çünkü kutunun içindeki herhangi bir zarf değildi. Kağıttan değil de ışıktan yapılmıştı sanki. Mars eline aldığında gökkuşağının tüm renklerini görür gibi oldum. Ruhum hafifledi, korkularımın yerini huzur aldı, elimde olmadan gülümsedim. Pırıltıların arasında dans eden kelimeleri Mars'la birlikte okuduk.

Sevgili Marsilio,

Yurt'ta geçirdiğin zamanın sonuna geldin.

İkinci şansın için bu gece eve dönüyorsun.

Burada öğrendiklerinin yeni yolculuğunda ışığın olmasını umuyorum.

Seni özleyeceğiz.

Müdire.

"Eve dönüyorum," diye mırıldadı Mars.

"Eve dönüyorsun," dedim gülerek.

Kahkahama gözyaşlarının karışması kontrolsüzdü. Şans'ı bırakıp Mars'ın boynuna atıldım. O da ağlıyor, ağlarken saçlarımın arasına aynı şeyi tekrar ediyordu. Eve dönüyorum. Eve dönüyorum. Eve dönüyorum. Bunun olacağını bildiğimiz halde mektubu görmek her şeyi gerçek kılmıştı. Neşem yüzlere katlandı. Hüznüm onlara bölündü. Duyguların savaşı kalbimi paramparça etti.

"Diğerlerine haber vermemiz lazım," dedim sonunda ikimiz de biraz olsun sakinleşmeyi başardığımızda.

"Helene gibi bir şey istemiyorum," dedi Mars. "Öylesi... daha zor."

"Yine de onlara veda etmen gerekiyor. Özellikle Blue'ya..."

"Biliyorum," dedi. Alnını benimkine yasladı. "Ama önce biraz daha seninle kalayım."

Ona itiraz etmedim. Edemedim. Tek bir saniyenin bile önemi vardı artık. Yanımda olmadığı her an Mars'la limitli zamanımızdan çalınmış bir kayıptı. Ama bunun adil olmadığını biliyordum. Bu Yurt'ta Mars'ı özleyecek, arkasından göz yaşı dökecek, onun yokluğunu hissedecek tek ruh ben değildim. Buradaki pek çok insanın hayatına dokunmuştu Mars. İyi ya da kötü... O gidecek, ama şarkıları kalacaktı. Ve bu, kafamda yeni bir planın şekillenmesini sağladı.

Onun istediği gibi, günü yanından bir saniye bile ayrılmadan odasında geçirdim. En sevdiği kitapları benim almam için ayırdı. En sevdiği şarkılarını benim için çalıp söyledi. Notalarla dolu defterlerini saklamamı istedi. En sevdiği ceketi, en sevdiği yüzükleri, en sevdiği parfümü de odama gidecek eşyaların arasında yerini aldı. Son bir kez seviştik. Son bir kez çırılçıplak, sarmaş dolaş birbirimizi izledik. Son bir kez onunla küvete uzanıp gözlerimi yumdum.

Diğerlerine mektup gönderme işi bana kalmıştı. Onlara ne diyeceğini bilmiyordu Mars. Böylesi benim için çok daha iyiydi. O üstünü giyinirken hızlıca haberi Ursa'ya yazdım. Haberi ve aklımdan geçen planı... Sonunda odadan çıkmaya hazır olduğumuzda Mars'ın saklamam için bana verdiği ceketi giyiyordum. Ondan yadigar kalacak diğer eşyaları benim odama bıraktık ve kedilerimiz önde, biz arkalarında asansörün yolunu tuttuk.

Mars bir veda istemediğinden gizli gölümüz yerine kütüphanede arkadaşlarımızla buluşacaktık. Ursa ondan bekleyeceğim gibi herkese haberi hızlıca ulaştırıp buraya toplamıştı. Hep buluştuğumuz köşede bekliyorlardı. Ama bu gece yeni bir maceraya atılmak için değil, Mars'ı yeni macerasına yolcu etmek için buluşmuştuk. Geldiğimizi gördüklerinde hepsi ayaklandı. Mars bir duvara çarpmış gibi durmuştu. Elimi tutan eli iyice kasıldı.

"Demek böyle kısacık bir vedayla bizi bırakıp gidiyorsun ha?" dedi Blue karşısına dikilip. Kızgındı. Kızgın ve üzgün. Çok ama çok üzgün. Önceden ağladığı kızarmış yüzünden belliydi. Şimdi de hıçkırıkları içinde zapt edeceğim diye dudakları titriyordu. "Giderken bile illa beni delirteceksin, değil mi?"

Mars belli belirsiz tebessüm etti. "Giderayak farklı bir şey yapıp beni yanlış hatırlamanı istemedim."

Blue yumruğunu onun göğsüne indirdi. "Senden nefret ediyorum!"

"Biliyorum," dedi Mars ve onu kolları arasına aldı. Başını onun kazağına gömmesiyle hıçkırmaya başlamıştı Blue. Kendi hüznünü bir kenara bırakıp onca zaman yoldaşı olmuş kıza sıkıca sarıldı Mars. Üzülmemesini söylemek yerine saçlarını okşadı.

"Eğer..." dedi Blue sonunda başını kaldırıp. "Eğer şu inci planın işe yaramazsa ve diğer tarafta uyandığımda beni bulmazsan, hayaletim ölene kadar sana dadanır. Olabilecek en çirkin şarkıları çalıp hayatı sana zindan ederim!"

Güldü Mars "Ona hiç şüphem yok," dedi Blue'nun yüzündeki yaşları silip. "İnciye gelince... umarım beni yeniden bulursun. Çünkü sen hayal edebileceğim en iyi partnerdin. Sen olmasan çoktan Delik'in dibini boylamış olurdum, eminim. Bana katlandığın ve yanımda olduğun için teşekkür ederim. Şarkılarımız artık senin. Onları kimseye unutturma, olur mu?"

Bu sözler Blue'nun yeniden göz yaşları içinde Mars'ın göğsüne kapanmasına neden oldu. İki arkadaşın birbirlerine son kez sıkıca sarılmalarını izlerken biz de onlarla ağladık. Dakikalar sonra Blue kendini toplamayı başardığında sıra Ursa'daydı. Mars'a sarılmak için parmaklarının ucunda yükselmesi gerekti. Islak gözlerine rağmen herkesten daha büyük bir umutla gülümsüyordu.

"Sen iyi birisin Mars," dedi. "Başta pek öyle düşünmüyordum. Hatta belki... sana biraz gıcık oluyor bile olabilirim." İtirafına güldü. Güldük.

"Biraz mı?" diye takıldı Diego.

Ona gözlerini devirip yeniden Mars'a baktı Ursa. "Tamam, sana baya bir gıcık oluyordum. Ama artık eminim. Sen gerçekten çok ama çok iyisin. Burada hepimizden fazla kaldın. Bu sonu herkesten çok hak ettin. Şimdi gerçekten mutlu olma zamanı." Bir sır verecek gibi ona yaklaştı. "Olive'i de sakın merak etme. O bize emanet. Siz yeniden kavuşana kadar yani..."

Minnetle ona gülümsedi Mars. Ursa'nın yerini Diego aldığında aynı samimiyetle ona sarıldı.

"Madem herkes gerçeği itiraf ediyor, ben de edeyim," dedi Diego. Uzun bir nefes aldı. "Seni tanımazken... baya bir tanrı falan olduğunu düşünüyordum. Seni nasıl kıskandığımı anlatamam. Yetenek desen var, tip desen var, zeka desen var... Değil bir gün seninle arkadaş olmak, benimle konuşacağın bile aklıma gelmezdi. Ama işte... bugün buradayız. Birlikte bir sürü acayip şey görüp yaşadık." Gülümsedi. "Açıkçası... bugüne kadar hala biraz tanrı olduğundan şüpheleniyordum. Mektubun gelmesi beni epey rahatlattı."

Hepimizi güldürdü Diego. Kendi yüzündeyse o mahcup tebessümü vardı.

"Gerçek seni tanıyabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum Mars," dedi. "Ardında seni çok özleyecek en az bir ruh daha bıraktın."

"Ben de seni tanıdığım için çok şanlı hissediyorum Diego," dedi Mars. Bir kez daha sarıldılar. Mars'ın onun kulağına bir şey fısıldadığını görmüş, ama ne olduğunu duyamamıştım. Diego'nun kızaran yanaklarına bakarak bunun Blue'yla ilgili bir mesaj olduğunu söyleyebilirdim.

Ve son olarak sıra Tarben'e geldi. Elleri cebinde, acele etmeden Mars'ın karşısına geçti. İkisi de ne diyeceğini bilmez gibi birbirlerine baktılar bir süre. İkisi de tebessüm ediyordu. Sonra ikisi aynı anda öne uzanıp birbirini kucakladı.

"Sözünün eriymişsin," dedi Tarben geri çekildiğinde. "O gece bana dediğin her şeyi, hatta fazlasını yaptın."

Hangi geceden, hangi sözden bahsettiğini anlamamıştım. Mars ise biliyordu. Olgun bir tebessümle başını salladı.

Tarben de gülümsedi. "Mutlu ol dostum. Annene, kardeşine sıkıca sarıl ve çok mutlu ol."

Sanki benim yerime de demişti Tarben. Kendi asla sarılamayacağı kardeşini düşündüğüne şüphe yoktu. Mars da bunu anlamış gibi "Söz..." dedi. Çünkü artık Tarben onun verdiği sözleri tuttuğunu biliyordu.

Böylece edilecek itirafların sonuna gelmiş oluyorduk. Ama Mars'a hala tam anlamıyla veda etmemiştik. O ayrılık zamanının geldiğini düşünse de ona vereceğimiz hala bir hediye vardı. Beni kütüphanede bırakıp göle yalnız gideceğini düşünüyordu. Böylesinin daha kolay olacağını söylemişti. O yüzden elini tutup kapıya yöneldiğimde anlamadı. Arkadaşlarımız peşine takıldığında şaşkınlığı iyice büyüdü. Asıl şok ise Yurt'un kapısına çıktığımızda onu bekliyordu.

Merdivenlerin tepesinden bahçeyi hınca hınç doldurmuş kalabalığa baktı. Kaşları çatıldı. Anlamadan bana, diğerlerine baktı. Yeniden kalabalığa döndü. O ruhların tamamı yıldızlarını uğurlamaya gelmişti. Müdire'nin Mars'ın konser vermesini yasakladığını herkes biliyordu ama bu yasak kimseyi engellemeyecekti. Tüm Yurt karşımızda olmalıydı şu an. Göldekinden bile çok ruh vardı önümüzde.

"Olive ne oluyor?" diye sordu Mars.

"Kimse senden son bir şarkı dinlemeden buradan gitmene izin vermeyecek sevgilim," dedim gülümseyip.

Ursa ondan istediğim gibi Blue'nun baterisini de Mars'ın gitarını da hazırlatmıştı. Blue ne olacağını zaten bildiğinden davulunun başına geçti. Ben de gitarı standından alıp Mars'a uzattım.

"Son bir şarkı," dedim onu dudaklarından öpüp.

Kalabalık çılgınca bağırıp alkışladı. Mars'ın ismi Yurt'un duvarlarında çınlıyordu. Kenara çekildiğimde Melek Ria'yı gördüm. Diğer melekler de onunlaydı. Jinx bile ruhlara katılmıştı. Bir süre elinde gitarla ne yapacağını bilemeden onları izledi Mars. Bu sevgiye, bu ilgiye fazlasıydı alışıktı. Defalarca kez bu Yurt için çalıp söylemişti. Ama sanırım böyle duygu yüklü bir vedayı o bile beklemiyordu. Son bir kez bana baktı. Gözünden son bir yaş süzüldü. Ve son kez gitarı kolları arasına alıp birlikte yazdığımız şarkıyı çalmaya başladı.

Bu, onun son şarkısıydı.

La la la la...

***

-BÖLÜM SONU-

Bu bölümü boğazı düğümlenmeden okumayı başarmış biri varsa tebrik ediyorum. Şahsen ben yazarken de, sonradan okurken de, buraya yüklerken de tekrar tekrar perişan oldum. Sanki benim hayatımdan da bir parça kopup gitti. 

Mars'ı uğurladık, ama geriye hala bir haftamız ve iki bölümümüz var. Sanırım şimdi hepinizin merak ettiği sorunun cevabını almaya geldi sıra. Şimdi ne olacak?

Eh, bu da büyük finalin konusu zaten :) 

Son bir kez, büyük bir veda için buluşana dek kendinize çok iyi bakın canlar. Finalde görüşürüz.

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top