10
Haftanın ikinci bölümü, karşılaşmanın müthiş sonu...
Uzatmıcam, çünkü bir an önce okumalısınız :D
Yorumları bekliyorum,
E.Ç.
***
Everybody, move your feet and feel united, oh-oh-oh
***
BÖLÜM 10:
TEHDİT DEDİĞİN
Ursa geri zekalı olduğumu düşünüyor olmalıydı. Bir türlü hareket etmediğimden son bir dakikadır can sıkıcı betimlemelerle bana Mars'ın kim olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Şu altın saçlı olan. Okyanus gibi gözleri var hani. Teni buğday tarlasını andırıyor. Yunan tanrısı desem yeri var. Omuzları da sanki...
"Anladım!" diye kestim. Sesim istemeden biraz sert çıkmıştı. Zaten farkına vardığım tüm bu detayların üstünden geçemeye değil, birinin çok büyük bir yanlış anlaşılma olduğunu söylemesine ihtiyacım vardı. Kütüphanedeki oğlan Mars olamazdı. Mars ruh eşim olamazdı. Ruh eşim de kütüphanedeki serseri olamazdı. Gel gör ki yaşarken nasıl bir günah işlediysem tüm yollar aynı kişiye çıkıyordu.
"Hadi o zaman," dedi Ursa elini sırtıma koyup. "Git kendini tanıt."
Yine boyutundan beklenmeyen bir güçle beni ittirdiğinde ileri savrulmuştum. Bir anda sahnenin önünde, spotların altında kalmış gibi hissettim. Oysa kimse benimle ilgilenmiyordu. Mars dahil kimse... Onunla konuşmaya çalıştığımın farkında bile değildi. Kucağındaki kediyi okşuyor, bir yandan da karşısında oturan mavi saçlı kızla muhabbet ediyordu. Rahatlığı daha da kasılmama neden olmuştu.
Birinin arkamdan "Olive!" diye seslendiğini işittim. Döndüğümde Ursa eliyle ilerlemem için işaretler yapıyordu. Haklıydı, ilerlemeliydim. Çekincem çocukçaydı. Mars kütüphanede beni gördüyse bile onları izlediğimi düşünecek değildi herhalde. Belli ki yanlış zamanda yanlış yerdeydim, fark edince de hemen ortamı terk etmiştim.
Çantamı düzelttim, duruşumu dikleştirdim, derin bir nefes aldım. Ağır ama emin adımlarla ruh eşim ve mavi kızın masasının dibine kadar gelmiştim. Önce kedi, ardından Mars, son olarak kız dönüp bana baktı. Gözlerimi Mars'tan ayıramadım. Hayır, yakından çok daha yakışıklı olduğu için değil. Beni görmesiyle kaşları yukarı kalkmış, sırıtmaya başlamıştı.
"Sen..." dedi ilgiyle. "Sonunda cesaretini topladın demek. Ben de ne zaman konuşmayı başaracaksın diye düşünüyordum."
Ağzım açılıp kapandı. Efendim?
Mavi kız "Mars!" diye uyarmıştı kardeşini azarlayan bir abla gibi, ama Mars'ın keyfi yerindeydi.
"Affedersin Blue," dedi bana gülümsemeye devam ederken. "Son iki gündür hanımefendiyle en olmayacak şekillerde karşılaşıyoruz da..." Bir sır verecekmiş gibi öne eğilip sesini alçalttı. "Hakkını vermem lazım. Kütüphaneye kadar beni takip etmen takdire şayandı. Daha önce bu kadar ileri giden hiç olmamıştı. Bir de sabahki o küçük kaza olmasa..." Omuz silkti. "Ama o da heyecandan tabii. Anlaşılır bir şey."
Bir kez daha ağzım açıldı. Bu kez kapatamamıştım. Bu geri zekalı, bu kendini beğenmiş, bu şımarık züppe, beni peşindeki kızlardan biri sanıyordu. Güya onun için kütüphanedeydim. Güya onu izlerken heyecandan yemekleri devirmiştim. Kan beynimde fokurduyordu artık.
Gözlerini kısıp yüzümü inceledi. "Sen burada yenisin, değil mi? Önceden seni görmediğime eminim."
Harika, hakkında duyduğum diğer şeyler yetmezmiş gibi ruh eşim Yurt'taki kız nüfusunun çetelesini tutan bir sapıktı da. Her şeyi bildiğini sanıyor olabilirdi, ama atladığı çok önemli bir şey vardı. Gözlerimi onun gibi kıstım, ellerimi masaya yerleştirdim ve ona doğru eğildim.
"Beni iyi dinle ukala dümbeleği," dedim dişlerim arasından. "Belli ki kızların ayaklarına kapanmasına alışmışsın. Kötü haber, ben o kızlardan biri değilim. Seni de hiç takip etmedim. Kütüphanedeydim çünkü kitap arıyordum. Senin orayı o amaçla kullanmadığın belli, ama bazılarımızın uçkurundan daha önemli dertleri var."
Suratı ciddileşti. Gamzeleri kayboldu. O sevimsiz sırıtışını ona yedirmiştim. Şükürler olsun.
"Yani..." dedi tek kaşını kaldırıp. "Sen şimdi benimle ilgilenmiyorsun, öyle mi?"
"Tabii ki ilgilenmiyorum!" diye çığlık attım. "Benim zaten bir sevgilim var ve kahretsin ki onu yeniden görebilmem için sana ihtiyacım var." Koparırca çantayı sırtımdan çıkardım, fermuarı sökerek açtım ve zarfı yırtarak kağıdı çıkardım. "Bak!"
Baktı. Önce yüzüme, sonra elime, sonra yeniden yüzüme. Kağıdı almamıştı, ama tebessümü dudaklarına geri döndü. "Sen... yeni ruh eşimsin."
"Olive," dedim çenemi kaldırıp. Zarfı çantaya geri tıkıp kollarımı göğsümde bağladım. "Şimdi, yanlış anlaşılmaları geçtiğimize göre, oryantasyona başlamamız gerekiyor. Anladığım kadarıyla yarından itibaren birlikte derslere gireceğiz. Haftalık ders programı çıkarıp, proje planı yapmamız çok önemli. Öğle yemeklerini ödevler için kullanırız. Akşamları da konuların tekrarı için. Derslerde notları ben tutarım. Sen kendi kısımlarını hallet yeter."
Kaşları yükseldi, tebessümü biraz daha büyüdü. Aşırı mantıklı açıklamam bir şekilde Mars'ı eğlendirmişti. Bakışları köşeden dikkatle bizi izleyen mavi saçlı arkadaşına gidip geldi, kediyi dizlerinin üzerine bıraktı, sonra arkasına yaslanıp benim gibi kollarını göğsünde birleştirdi.
"Bak Oliver," dedi.
"Olive," diye düzelttim.
"Bak Oliver," dedi yeniden. "Tanıştığımıza memnun oldum, ama... bu dediklerini yapamam. Çünkü ne yazık ki ben ruh eşi kavramına inanmıyorum."
"Ruh eşi kavramına inanmıyorum ne demek ya?" diye çıkıştım. "Ölülerle dolu bir Yurt'ta kaldığının farkındasın değil mi? O Yurt'un tek bir kuralı var. Sen de herkes gibi o kurala uyması gereken herhangi bir ruhsun."
Benim aksime Mars sakindi. "Hayır değilim," dedi omuz silkip. "Çünkü, diğerlerinin aksine ben geri dönmekle ilgilenmiyorum."
"Ben ne olacağım peki? Ben geri dönmekle ilgileniyorum. Hem de çok ilgileniyorum. Burada kalamam. Bir an önce hayatıma gitmem lazım. Mümkünse hemen!"
Düşünür gibi kaşları çatıldı, dudakları büzüştü, gözleri kısıldı. "Sen çalışkan bir kıza benziyorsun," dedi sonunda. "Bence bunun üstesinden tek başına da gelebilirsin. Hatta, tek başına çok daha iyi üstesinden gelirsin. İstersen geçmiş kayıtlarıma bak. Ben sadece seni yavaşlatırım."
Mars yeniden gülümsediğinde benim gözlerimden alevler fışkırdı. Avuçlarımı masaya çarptım. Bahçede şu ana kadar bizi izlemeyen bir iki ruh vardıysa da bu hareketimle kalmamıştı.
"Yurt benim için seni seçti," dedim dişlerim arasından. "Hangi lanet nedenden bilmiyorum, ama sonuç bu. Ne kadar berbat bir ruh eşi olursan ol, sen, benim ruh eşimsin ve eve dönmem için ne gerekiyorsa yapacaksın!"
Sanki tüm bahçe, tüm Yurt, tüm alem durmuştu. Sesler kesildi, bakışlar dondu, atmayan kalpler ikinci kez durdu. Hafifçe öne eğildi Mars ve cevabımı daha iyi duymak ister gibi kulağını bana doğru uzattı.
"Ve yapmazsam?"
Olabilecek en yerinde tehdidi düşündüm ve... "Seni Yurt'tan attırırım," dedim. "Eminim Müdire şu ana kadarki davranışlarını gözden geçirince seni burada tutmanın hiçbir anlamı olmadığına hemfikir olacaktır."
Sanırım birkaç kişi sözlerimle kalp krizi geçirmişti. Etrafımızdan hayret nidaları yükseldi. O hayret nidalarından biri Ursa'ya aitti. Dayanamayıp meraktan dibimize kadar gelmişti. Yandan bana attığı dehşet dolu bakışa bakılırsa Müdire'ye ya da idari kata çıkmamla ilgili yaptığı uyarıyı unuttuğumu düşünüyordu. Hayır, unutmamıştım, ama Mars tehdidimin içinin boş olduğunu bilmiyordu. Ve benim onun gözünü korkutmak için kullanabileceğim başka kozum yoktu.
Ama...
Onun yerine panikleyen tüm ruhların aksine Mars hala sakindi. Artık sırıtmıyordu, yine de tebessümünün izi hala dudaklarındaydı. İfadesinden, daha doğrusu ifadesizliğinden ne düşündüğünü okumak imkansızdı. Yüzüme sabitlenmiş bakışlarıyla derimi katman katman soyarken masanın altına saklanma isteğine engel olmaya çalıştım. Belki... tartışmanın aleviyle... tehdidi birazcık abartmış olabilirdim. Ama şimdi geri adım atamazdım. Ayaklarımı toprağa saplayıp olabildiğince dik durdum.
Sonunda bir karar vermiş gibi kollarını çözüp sandalyeden kalktı Mars. Ani hareketiyle kedisi masaya fırlamış, mavi kız peşi sıra ayaklanmıştı. Üzerime yürüdüğünde kız da kedi de onu bir adım geriden takip ettiler. İkisi de tıpkı benim gibi ruh eşimin sonraki adımını kestirememiş gibiydi. Bir an Mars'ın basıp gideceğini ve beni tehdidimle geride bırakacağını sandım. Bunun yerine aramızdaki mesafeyi kapamış, tam önümde durmuştu.
Uzundu. Başımı gökyüzüne kaldırmam gerekecek kadar uzun... Sanırım ancak omuzlarına geliyordum. Bana doğru eğildiğinde varlığı gölge gibi üzerime çökmüştü. Kollarım teslim olur gibi kendiliğinden iki yanıma düştü. Bedenim kaçmaya hazırlanıyordu sanki, ama hareket edemedim. Hipnoz edici bir gücü vardı Mars'ın. Kütüphanede içtiği otun şekerli kokusu üzerine sinmişti ve o koku belli ki bende de kafa yapmaya başlamıştı.
"Sanırım kendimi tam anlatamadım," dedi. Sesi yumuşak, hatta kadifemsiydi. "Ben, geri dönmekle ilgilenmiyorum. O yüzden Oliver, benim hakkımda kiminle ne konuşacağın, onların sana ne diyeceği, beni nereye gönderecekleri umurumda bile değil." İyice eğilip son sözlerini kulağıma söyledi. "Her şeyi düzeltebileceğini sanıyorsun. Sanma. Sonra çok üzülürsün."
Ensemden başlayarak vücudumdaki tüm tüyler diken diken oldu. Mars geri çekildiğinde bile nefesi tenimde kalmıştı sanki. Tehdit dediğin böyle olur, diye düşündüm tek kelime edemeden ona bakarken. Üzerimde yarattığı sarsıcı etkinin farkındaydı. Beni soktuğu şoktan mutlu, yeniden gülümsedi.
"Lütfen Müdire'ye sevgilerimi ilet, Oliver."
Yanlış söylediği ismime özellikle vurgu yaparken gözleri zaferle parladı, gamzeleri iyice belirginleşti. Sonra da şekerli kokusunu ardında bırakarak yanımdan geçip gitti. Kedisi hiç vakit kaybetmeden onu takip etmişti. Başını çevirmeden önce yüzüme bakıp sarı gözlerini devirdiğine yemin edebilirdim. Sahibi gibi o da beni sevmemişti. Ardından gelen mavi saçlı kız içinse aynı şeyi söyleyemezdim.
Blue... Kıza öyle seslenmişti Mars. Çekik gözlerine bakılırsa Asyalıydı. Küt kestiği dümdüz saçları açık lacivertti ve güneş altında göz kamaştırıcı görünüyordu. Tıpkı kızın ince fiziğini ortaya seren havalı kıyafetleri gibi... Topuklu botlarından mini eteğine, kollarını kaplayan bilekliklerinden üst üste taktığı kolyelere, Yurt kesinlikle gardırop konusunda bu kıza ayrıcalık yapmıştı.
Yine de Pam gibi ulaşılmaz görünmüyordu. Güzel olduğu kadar sevimliydi de. Bana bakarken sanki uzun süredir tanıdığım bir arkadaşımmış gibi içten gülümsüyordu. Ağır adımlarla üzerime doğru ilerlemiş, yanımdan geçerken dibime sokulup bileğimi tutmuştu.
"Seni sevdim," dedi bir sır verir gibi sesini alçaltıp. "Aynen böyle devam et, olur mu?"
Efendim? diyordum az daha. Beni sevmiş miydi? Böyle devam et derken hayatı arkadaşına zindan etmemden bahsediyor olamazdı, değil mi? Ben bir cevap bulamadan omzunun üstünden arkasına bakıp ıslık çaldı Blue. Çıkan sesle o ana kadar yerde yattığını fark etmediğim beyaz bir tilki, evet bir tilki, masanın arkasından fırlamış ve birkaç adımda Blue'nun yanına gelmişti.
O an üç şey geçti içimden: Çığlık atmak, kaçmak, bayılmak... Ama mantığımın kabullenemeyeceği o kadar çok şey aynı anda oluyordu ki beynim kısa devre yapmıştı. En basit fonksiyonu bile gerçekleştiremeden, bozuk bir robot gibi durdum ve önümdeki imkansızlıklara baktım: En beklenmedik anda bana elini uzatan kıza ve onun evcil hayvanına...
Uslu bir köpek gibi yamacına sokulan tilkinin başını okşadı Blue ve arkasını dönüp gitmeden önce bana göz kırptı. Şaşkın şaşkın az ötemde dikilen Ursa'ya baktım. En az benim kadar şok içinde görünüyordu o da. Yine de gülümsemeyi başardı.
"O kadar da kötü gitmedi ha?"
***
-BÖLÜM SONU-
Yani... o kadar da kötü bir ilk buluşma sayılmaz. Siz ne dersiniz? :))
Eveeet, Mars'la resmi olarak tanıştığınıza göre artık yorumları alabilirim:) Hadi oylayalım.
A) Hiç sevmedim. Sevceğimi de sanmam.
B) Belki bir şans veririm.
C) Eğlenceli ya, severim bence.
D) Başka bir fikrim var.
Bir de Blue'muz var. Onunla ilgili de ilk izlenimleri almak isterim. Kendisini çok çok daha yakından tanıycaksınız zamanla :)
Haftaya kadar kendinize çok iyi bakın!
Öppücükler canlarım!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top