51.Bölüm 'Her Şey Yavaş Yavaş Yitiriliyor'
51.Bölüm 'Her Şey Yavaş Yavaş Yitiriliyor'
Sabah güneşi gözlerime değerken huzursuzca sağa döndüm. Bu seferde sırtıma geliyor kışın ortasında çıkan bu garip güneş rahatsız ediyordu en sonunda pes edip kalktım banyoya girip duş aldım. Üstüme temiz bir kot ve V yakalı bir kazak giydim. Saçlarıma farklı bir şey yapmak isterdim ama canım hiç istemiyordu her zamanki gibi dalgalı şekilde açık bıraktım. Zaten gecede garip garip rüyalar görmüş rahat uyuyamamıştım. İçimi çekip aşağıya indim babam bu gün işe gitmemişti. Annemle kahvaltıya oturmak üzerelerdi annemi odama çıkarken yakaladım.
-Uyandım anne günaydın.
-Günaydın. Otur hadi masaya.
Yüzüm nedense gülmüyordu zoraki bir tebessüm takınıp babamın yanına gittim.
-Günaydın Mr. Winston. Bu gün kahvaltıyı sizinle yapma şerefini neye borçluyuz efendim?
-Sizede günaydın Mel Hanım.
Babamın bu alaycı kısa lakabımı ve resmiyeti aynı anda kullanmasına sıkılmaz bir inatla her seferinde gülerdim. Yine güldüm.
-Ha şöyle gerçek bir gülümse istiyorum. Yapmacık gülümsemelerini kendine sakla.
Gülümsedim kalkıp babama sıkıca sarıldım.
-Tamamdır bundan sonra öyle yaparım.
...
-Diyorum ki bu gün okula gitmen şart mı?
Kahvaltı tabağımdan başımı kaldırdım. Annemde bana bakıyordu.
-Şey anlamadım neden gitmiyorum?
-Piknik yapalım diyoruz Alter Parkında.
Güldüm.
-Orada şimdi yer bulmamız imkansız baba okula gitmesem bile plan iptal.
-Bir arkadaşım yer ayırmış ama gidemeyecekmiş. John'u biliyorsun ya. Israr etti bende gidebileceğimizi söyledim.
Bu aynı zamanda bir soruydu. Başımı olumlu anlamda salladım.
-Pekala.
Annem güldü. Neye güldüğünü anlamak için babama baktığımda benim taklidimi yaptığını gördüm. Uzun uzun ona baktım.
-Bakma öyle. Ne bu huysuzluk? Arada bir geliyorlar sana. Aynı büyükannem Marry'e benziyorsun.
İkisi birden güldü. Bu Marry'de kimdi?
-Neresi komik bu büyük büyükannenin?
Annemde babamda bir şey söylemedi. Biraz daha güldüklerinde konu hakkında konuşmayacaklarını anladım. Bende kahvaltıma dönüp bir şeyler atıştırdım. Yemeğin sonlarına doğru telefonum çaldı. Sesi duyar duymaz yerimden fırladım ama hayır biri aramamış mesaj bırakmıştı. Mesaj Aaron'dan gelmişti.
'David'e bu gün ulaşman imkansız Melanie. Sana söylememi istedi.'
Bu kadardı. Nedeni veya ne zamana kadar belirtilmemişti. Üstelemedim. Zaten bu gün düzenlenen bir aile pikniğimiz vardı. İç çektim. Olayları Ölesiye merak ettiğimi biliyordu Aaron'dan gelen kısacık bir mesajla beni bıraktığı için ona inanamıyordum.
Uzun süredir piknik yapmamıştık. Annem telaşla bir şeyler almaya çalışıyordu ona yardım etmek istesem de bensiz daha iyi yapacağına emindim. Emily teyzemde geliyordu. Hatta onun yan komşusu da. Babamda büyük ihtimalle John ve George'la geçirecekti bu güneşli havayı. İç çektim sıkıcı bir gün olacaktı. Zaten birde bu günkü depresifliğim üzerine eklenince çekilmez bir şey olacaktım. Bir aşağıya bir yukarıya dolanırken kapı çaldı. Babam olta takımı annemle Emily bir şeyler hazırlarken kapıyı ben açtım. Karşımda Colin vardı.
-Hey ne işin var burada? Sana mesaj bırakmıştım.
- Ne için mesaj bırakmıştın?. Bakmadım telefonuma. Hadi giderken anlatırsın.
-Okula gitmeyeceğim bu gün.
-Neden?
Omuz silktim.
-Aile pikniği.
Colin güldü.
-Kulağa biraz ilginç geldi.
-Sorma çok çok ilginç geçecek. Bütün gün oturacağım. Şansım varsa babama salıncağı kurdurup annem ve Emily'nin komşularıyla yaptığı dedikoduya katılmam.
Colin yine güldü.
-İstersen seninle gelip gününü mükemmelleştirebilirim.?
Sabahtan beri gerçek anlamda ilk defa güldüm.
-Gerçekten mi?
-Yüzünün bu kadar aydınlanacağını bilseydim şimdi gidip Steve'e teşekkür ederdim.
-Ciddi misin Colin? Gelmek zorunda değilsin okulu kırmak yani.
-Boşversene. Eğer sizin için sorun olmazsa-
-Hayır hayır hiçbir sorun olmaz. Hadi çıkalım biz.
-Nasıl onlarla gitmeyecek miyiz?
-Unut. Asla. Bir arabaya binip orta yaşların arasında sıkışmak istemiyorum. Düşünsene. Hayır hayır vazgeçtim düşünme.
Colin yine güldü.
-Hayır Mel. Sen onlarla git bende oradan geçiyormuşum gibi yapıp kaynarım araya. Kimse sonradan gelen kişilere bir şey diyemez.
-Sana zaten bir şey demezler-
-Emily'nin içeride olduğuna eminim.
Colin Emily teyzemin ondan hoşlanmadığını biliyordu.
-Tamam. Orada görüşürüz.
-Tamam.
-Colin.
Colin arkasını dönüp tekrar bana baktı. Gülümsedim.
-Teşekkür ederim. Evet haklısın sen günümü mükemmelleştireceksin.
Göz kırptı.
-Ben hep haklıyım Melanie. Bunu zamanla başka konularda da anlayacaksın.
Bir süre arkasından bakıp içeri girdim.
-Gelen kimmiş Melanie?
Annem içeriden sesleniyordu.
-Hiç kimse. Ürün satmaya çalışan pazarlamacılardan biri işte.
Kapı tekrar çaldı. Açtım. Karşımda Eddie duruyordu.
-Sanada merhaba yabani şey.
Gözlerimi devirdim.
-Merhaba Eddie.
Kaşlarını kaldırdı.
-Bu bir barış çubuğu mu? Beni terslemedin.
-Seninle zaten barıştık ya. Unuttun mu? Sana kızgın değilim ben. alıştım sana.
Gülümsedi.
-Şöyle yola gel. Belki yakında temelli bize taşınırsın falan. Güzel anlaşalım değil mi ama?
-Eddie.
-Tamam tamam. Ben buraya sana bunu vermeye geldim.
-Nedir bu? Bir bilezik. David sana vermemi söyledi. Sende kalacakmış.
-Yaa. Haberim yoktu. Tamam teşekkürler. A birde Eddie?
-Evet.
-Peki sen bana kızgın mısın? Çok ağır konuşmuştum.
-Değilim. Lena ile yakınlaşmama yardım ettin. Bende unuttum hepsini.
Gülümsedim. Bütün kadınlara yaptığı gibi kaldırıp kendi etrafında döndürdü beni. Gülmeye başladım.
-Buna sevindim. Buraya kadar getirdiğin için tekrar teşekkürler.
-Önemi yok.
Dedi ve göz kırpıp arabasına döndü. Eve girdiğimde elimdeki kutuyla gülümseyerek yürüyordum. Emily teyzemin sesi duyuldu.
-Ne o pazarlamacıyla ne konuştunda seni güldürmeyi başardı.
Beni görmeden Koşarak odaya çıktım. İşleri bitince beni çağırdılar. İçeri Emily teyzem girmişti.
-Iyy şu odanın haline bak. Kate görürse seni öldürür. Biraz topla da öyle in aşağıya.
-Emily teyze yardım et biraz.
-Bananeymiş. Hayatta olmaz.
İki kız kardeşin bu denli zıt oluşu beni her defasında şaşırtıyordu.
Arabada giderken sadece babamla konuşuyordum. Emily ve annem kasabaya yeni taşınan kadının evine sürekli gelen esmer adamın kim olduğunu çözmekle meşguldüler. Oraya vardığımızda herkes bir şeyleri düzeltmekle meşguldü. Bende önceden geleceği belirlenen kaçak arkadaşımı bekliyordum. Uzun süre gelmedi. Şaşırmadım sanırım gelmekten vazgeçmişti ona bunun için kızmazdım ben olsam bende gitmezdim veya bir işi çıkmıştır? Bilemiyorum. Yemek, olta takımları ve gölün dingin görüntüsü o kadar sıkıcıydı ki. bir başkası için gerçekten güzel olan bu manzarayla her gün karşılaşınca görüntü sıradanlaşmaya başlıyordu. Tam geldiğimiz yola arkamı dönmüş elimdeki meyve suyuyla uğraşıyordum ki arkamdan Colin'in sesini duydum.
-Aa Winston ailesi. Ne güzel tesadüf bu böyle. Emily hanımda buradaymış. Merhaba efendim. Nasılsınız efendim.?
Geldi. Colin geldi. Gelmeyeceğini nasıl düşünebilmiştim geleceğim derse mutlaka gelirdi. Şaşkınlığımı hemen atıp komedyasına bende katıldım.
-Colin. Ne işin var burada?
Gülümseyerek ona baktım. Emily'nin onu sevmediğini öğrendikten sonra küçük hediyelerle kanının ısınması için uğraşmıştı ama artık hiç uğraşmaz Emily ile dalga geçerdi nitekim yine o şekildeydi. Omuz silkti.
-Bu gün hiç de iç açıcı dersler yoktu. Bende gitmeme kararı aldım. Bu güneşli günü gezmek için ayırmıştım ama bakın kimlerle karşılaştım.
Annem gülümsedi.
-İyiki de karşılaşmışsın. Gelsene birazdan yemek yiyeceğiz. Sende bize katıl.
Hemen konuya atladım.
-Evet evet. Zaten çok sıkılmıştım. Gelsene ne bakıyorsun daha.
Colin babama baktı. Babamsa gülümsüyordu.
-Bu kadar hoş bayanları geri çevirmeyi mi düşünüyorsun?
Colin gülerek başını salladı.
-Asla.
Emily teyzem homurdandı. Ona öyle bir bakış attım ki başını başka tarafa çevirdi. Colin ise Emily'i hiç sorun etmiyordu. Gelip tam yanıma oturdu.
-Bensiz çok sıkıldın değil mi? Gelmeyeceğimi düşündün. Geldiğimdeyse nasıl böyle düşünebilirim diye kendini suçladın.
Ağzım açık ona bakıyordum. Büyük ihtimalle şaka yapıyordu ama tam 12'den vurmuştu. Bu halime bakınca kahkaha attı.
-Kabul et harika biriyim. Ve seni fazlasıyla tanıyorum.
Başımı hiçde değil der gibi salladım.
Günüm gerçekten çok güzel geçti. Uzun süredir kendimi bu kadar normal ve insan gibi hissettiğimi hatırlamıyorum. Colin ile gezip gölün etrafındaki ormanda kaybolduk. Sümüklü böcek istilasına uğradık ve annemin karşısına o halde çıkınca ufak bir kriz geçirmesine neden olduk. Babamla çok fazla vakit geçirdim. Emily Colin'i esir alıp iğnelemeye başlayınca oradan sıyrılıp saatlerce babamın yanında kaldım. Balıkları tutmasını istemiyordum. Can çekişip kovanın içine her atışında benimde canım yanıyordu sanki. Her balık yakalayışında babamın yanaklarına yapışıyor ona sarılıyordum. Balığı kaçırınca bana imalı imalı bakıyor ama bir yandan da gülümsüyordu.
-Tamam anlaşıldı bana bu gün balık tutturmayacaksın. İşte bırakıyorum mutlu musun?
Tekrar sarıldım.
-Hem de nasıl.
Yere oturduk.
-Bu ara bacaklarım çok ağrıyor. Yaşımı küçültme zamanı geliyor sanırım. Cidden yaşlanıyorum.
-Hiç de bile. Hadi ama baba hala harika görünüyorsun.
Omzuna yaslandım. Güldü.
-Elbette harika görünüyorum. Ben sadece yaş küçültmeye başlasam mı diye merak ettim. Belki 5 yaş kadar.
Alıcı gözle baktım.
-Evet küçültebilirsin 5 yaşı kaldırırsın.
Daha da güldü. Bende babama sıkıca sarıldım.
-Biliyor musun baba sanırım sen olmadan burada yaşayamazdım.
Nereden çıktığını anlayamadığım bu sözler babamın kaşlarını çatmasına neden oldu.
-Sakın böyle düşünme. Hayat bu ne olacağı belli olmaz. Hem annen var akrabalarımız var.
-Hiç biri sen olamaz ki. sakın baba sakın beni bir yere bırakıp gideyim deme.
Steve Winston'un orta yaşlı ama hala çok yakışıklı yüzüne bakıp parmağımla onu tehdit ettim. Güldü.
-Bu dünyada en çok sevdiğim kişisin Melanie'm. Kızımsın sen benim. İsteğini yerine getirip getirmemek bana bağlı olsa keşke.
-Peki annem?
-Eğer b,r 20 yıl önce gelsen annenden başka kimseyi gözüm görmezdi. Aşık olmak kelimesini her anlamıyla yaşadım annenle. Ama zamanla aşk yerini sevgi ve değere bıraktı. Sense kızımsın sana olan sevgim asla bitmez.
-Anneme söylememi istiyorsan bazı şartlarım olacak.
Homurdandı.
-Şurda anaç bir konuşma yapalım dedik anında boz kızım ortamı.
Güldüm. Gün yavaş yavaş bitiyordu. Kalkıp hazırlanmalarına yardım ettik. Eve dönüş yolunda Colin'e veda edip evime girdim. Cep telefonuma bakmak yeni aklıma gelmişti. Baktığımda şok oldum. 33 cevapsız arama ve 9 mesaj vardı. Aaron, Sasha ve Victor hep beni aramıştı. Bir sorun vardı. Kesinlikle bir sorun vardı. Bir anda elim ayağım birbirine dolandı. Hemen mesajları açtım. Aaron'dan gelen mesaj 'Hemen ara beni.' Şeklindeydi. Korktum kalbim küt küt atıyordu. Diğer mesajlara bakamadan Aaron'u aradım. Açmıyordu. Lanet olsun hiç biri açmıyordu. O anda evden fırladım. Koşarak evlerini gidiyordum. Ne kadar zamanda gittiğimi bilmiyorum. Zaman kavramını unutmuştum. Hava bayağı kararmıştı ama benim gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Nasıl bir sorun olabilir? David'e bir şey mi oldu? Meredith bebek konusunda ne yaptı? Yoksa Meredith'i öldürdüler mi? Ne olursa olsun ölmesini istemezdim. Eve vardığımda soluk soluğaydım. Lillie evde öylece oturuyordu. Başka kimse yoktu. Geldiğimi gördü ama tepki veremedi. Hemen yanına koştum.
-Ne oluyor Lillie? Nedir bu halin?
...
-Sana söylüyorum neler oluyor?
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Onu sarsmaya başladım.
-Konuşsana! Tanrım lütfen konuş. Korkuyorum.
Lillie bana döndü. Ağlıyordu yalnızca gözlerinden gözyaşı damlamıyordu.
-Çok kötü şeyler oldu Melanie.
-Anlat ne oldu? Lillie lütfen şu halime bak. Anlat.
-Lena Melanie. Lena öldü. O ölünce Eddie'de gözlerimin önünde küle döndü. Benim gözlerimin önünde.
Elerlini yüzüne kapadı. Arkaya doğru yalpaladım. Yere düştüm. Gözlerim acımaya başladı. Ne söylüyordu? Lena öldü mü? Nasıl ölemez ki Lena? Niye ölsün? O daha çok genç? Peki ya Eddie? Bu sabah bana sıkıca sarılıp dalga geçen Eddie. Bende ellerimi yüzüme kapadım. Ağlıyordum. Sesli bir şekilde ağlıyordum. Arkadan ailenin diğer üyeleri geldi. Hepsi mahvolmuş bir haldeydi. Kasaba çanları çalmaya başladı. Bu bir ölü olduğu zaman çalardı. Evet gerçekten ölmüştü. Benim kardeşimden öte arkadaşım ve Eddie ölmüştü.
David içeri girdiğinde ona doğru yürümek istedim ama birşey durmama neden oldu. Yüz ifadesi. Onu o kadar iyi tanıyordum ki şimdi yanıma gelip bana sarılması gerekiyordu gözlerini benden kaçırması değil. Başka bir korku küçük yüreğimi sardı. Acıyla doluydum. Ona döndüm.
-Bunu yapmadın değil mi? Meredith ile birlikte olmadın. Leonard'ı kurtarmak için bunu yapmadın.
David dizlerinin üstüne yıkıldı. Bende kulakları sağır eden bir çığlık atıp öne düştüm. Onunla birlikte olmuştu. Meredith David'in çocuğunu taşıyordu. Lena ölmüştü. Eddie'yide beraberinde kötürerek. Hala hayır hayır diye bağırıyordum. Kimse bana dokunamıyordu. Herkesin yaşadığından fazlaca acı çekiyordum. Dizlerim beni taşımıyordu. Sonra bir ses. Kasabanın merkezinden gelen bir çan sesi daha duydum. Bu çan sesi ölüm değil yardım çanıydı. Kasabada biri yardım bekliyordu. Birisi ölmek üzereydi ve yardıma ihtiyacı vardı. başımı ani bir refleksle kaldırdım. Her şey o an dondu. Babamdı. Yardıma ihtiyacı olan babamdı. Nasılını nedenini bilmiyordum ama can çekişen kişi benim öz babamdı.
Yazan: Buse YARALI
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top