Her Şey Aşktan
Her şey aştan mıydı yoksa boktan mıydı bilinmez. Bilinen tek doğru yine bir kadının yaşamış olduğu psikolojik ve fiziksel şiddetin yeniden bir faciayla sonuçlandığıydı. En son Emine Bulut "Ölmek İstemiyorum!" diye haykırırken; kızının gözünün önünde, dakikalar sonra can vermişti. Tüm ülke ayaklandı önce, ardından sosyal medyadaki gönderilerde kaldı o da diğer kadınlar gibi. Kadınların kaderi miydi bu henüz bilinmiyordu.
Kadınlar; seviyor, sevildiğini zannediyor ve öldürülüyordu...
"Bir kadın sevdim;
Bakışı ay ışığından ve sevdâ rengindendi gözleri,
Hazan akşamlarının hüznü sinmişti sesine.
Elleri bir başka sıcaktı, yüreği başka,
Bakışları, imkânsız düşlere çağırırdı beni
Ve dudakları aşka...
Gülüşünde, güldü mü açıveren güneşler gizliydi
Ve parmaklarında cemreler ki,
Baharlar düşürürdü değdiği yere...
Gelişi yaşamdı, umuttu, mutluluktu,
Gidişi ecel...
Susarken, şiirler okurdum gözlerinden,
Konuşunca şarkılar dinlerdim,
Beni alır, bir yerlere götürürdü ki o şarkılar,
Düşler kadar güzel...
Aşkla dolu yüreği âşıktı aşka,
Bir kadın sevdim;
Bakışı ay ışığından, gözleri sevdâ renginden
Ve sevgisi bambaşka..."
Ünal Beşkese'ye ait olan bu şiiri Deniz'in gözlerinin içine bakarak okumuş ve elindeki yüzük kutusunun kapağını açarken "Benimle yaşlanır mısın?" diye sormuştu Tan. Deniz yat limanının meşhur ve tarihi restoranı Mermerlinin bahçesinde Tan tarafından hazırlanan sürpirize inanamazken, gözlerinden akan mutluluk gözyaşlarına teslim olarak haykırmıştı "Evet!" diye...
"Evet, evet, evet! Sonsuza kadar evet!"
"Sonsuza kadar." Ne kadar büyük bir sözdü bu. Nitekim Deniz verdiği sözün altında ezildikçe ezilmiş, sözünü tutmaya çalıştıkça kendini unutmuştu.
Tanıyamıyordu kadın kendisini...
Nasıl tanıyacaktı ki?
Sevdiği adamın istediği bir kadın olabilmek için bukalemun gibi renk değiştirmişti ama becerememişti işte. Ne yaparsa yapsın adamın istediği kadın olmak Deniz'in hamurunda yoktu.
Çarpmanın etkisiyle iki büklüm savrulan kadının gözleri kapalı, yüzünde buruk bir gülümseme vardı şimdi. Sanki çarpan kişiye teşekkür ediyor, tanrıya şükrediyor gibiydi...
Arabadan inen şoför kollarının arasına aldı Deniz'i. Gördüğü şeye inanamıyordu. Kaç kere kendisine araç sürerken telefonla konuşmamalıyım diye tembihlemişti oysa ki.
Kanların içinde kalmış kadının yüzünü sıvazladı. Yanağını okşadı usulca, "Hanımefendi, beni duyuyor musunuz?" diye sordu ümitsizce. Ardından ciğerleri parçalanırcasına haykırdı.
"Ambulans, ambulans çağırın!"
Sıkı sıkı sarıldı kadına, kimselere bırakmadı onu ambulans gelene kadar. Sanki kadını bırakırsa azrail canını çaktırmadan alacakmış gibi hissediyordu. Esiri olduğu o mutsuz evlilik yüzünden her şeyini kaybetmişti adam. Saygınlığını, arkadaşlarını dostlarını ve hatta kardeşini, ailesinin servetine servet katmak için kaybetmişti yıllar önce. Şirket anlaşması yapar gibi babalar karar vermiş, söz kesmiş ve batmakta olan aile şirketini kurtarmak için kendisini feda etmişti Özgür. İsmi Özgür'dü ama kendisi yıllardır o evliliğe hapisti. Telefonda istekleri ve kaprisleri bitmeyen eşi hanımefendiyle kavga ederken bir anda boş bulunmuş, yağan yağmurunda etkisiyle Deniz'e çarpmıştı.
Ambulans sirenlerini çalarak Deniz'i götürürken Özgür'de arabasıyla takip etti onları. Önce Deniz'in kendisine geldiğini görmeliydi ardından zaten hastane polisine her şeyi anlatacak ve teslim olacaktı.
Acil servise varmaları yaklaşık on dakika sürmüştü. Deniz'in arkasından Özgür de girdi içeri, üzerinde Deniz'in kanı elinde Deniz'in çantası.
"Hastanın nesi oluyorsunuz?" diyen doktora boş boş baktı önce, ardından "Hiçbir şeyi, ona ben çarptım" dedi sesi titreyerek.
"Çantasına bakın ve işimize yarayacak bir şeyler söyleyin" dedi doktor, Deniz'in durumunun ciddi olduğunu anlatmaya çalışırcasına. Özgür çantayı açtı, telefon yoktu. Kaza anında fırlamış olmalı diye düşündü. Bir tek anneanne işi bir cüzdan vardı. İçinde ise sadece para. Ne kimlik ne bir kart. Muhtemelen oralarda bir yerde oturuyordu diye geçirdi içinden. "Hiçbir şey yok çantada" diyerek seslendi hızlı adımlarla ilerleyerek sedyeyi itekleyen doktorun arkasından. Koştu sonra sanki koşarsa Deniz iyileşecekmiş gibi.
Doktor "Aman Allah'ım " dercesine direktifler yağdırmaya başladı resüsitasyon yazan odanın kapısından içeri girerken.
"Tam kan sayımı, kan grubu da bakılsın. 4 ünite 0 negatif. Donmuş plazma acil. Batın ultrasonu görelim. Biri kadın doğumu da çağırsın. Ameliyathaneyi de hazırlasınlar genel cerraha haber verilsin."
O fotoselli kapı kapandığında Özgür'ün dizleri de isyan bayrağını çekti. Az daha katil oluyordu. Yetiştirmişti ama o ayyüzlü kadını. Keşke çantasından bir kimlik ya da telefon çıksaydı. Ölmezdi değil mi? Ölmemeliydi. Kendi benliğinin katili olmuşken bir başkasının katili olamazdı, olmamalıydı. Gerekirse kendi ölmeli ama o kadın yaşamalıydı. O kadın yaşarsa mucizelere inanabilir, bir gün kendi hayatının da siyah beyaz formundan çıkacağına ve yeniden renkli ekrana döneceğine inanabilirdi.
Tepesinde dikilen hastane polisiyle göz göze geldi. Duvardan destek alarak kalktı ayağa. Panik atak krizi geçirecek gibi oldu önce sonra nefesini düzene soktu. Polis sormadan başladı konuşmaya.
"Ben Özgür Aksoy, Aksoy yatçılığın sahibiyim. Ne olduğunu anlayamadım hanımefendi bir anda önüme çıktı. Frene bile basamadım. Çarptıktan sonra durabildim. Hemen buraya getirdim. İzin verin durumu için yapmam gereken ne varsa sizlerin yardımıyla yapayım ondan sonra ifademi alın, gerekirse tutuklayın. Ancak önce elimden gelen ne varsa yapayım."
Rica etmemişte yalvarmıştı sanki adam. Polisin biri cebinden bir paket cep boy ıslak mendil çıkardı ve uzattı.
"Sizi tanıyoruz Özgür bey, dediğiniz gibi olsun ama önce elinizi yüzünüzü bir silin isterseniz."
Uzatılan ıslak mendili aldı kırkına yeni merdiven dayamış, yılların yorgunluğunun altında ezilen adam. O sırada resüsitasyonun kapısı açıldı önden doktor arkasından sedyenin ucu gözüktü.
" Karaciğeri parçalanmış, acilen organ bulmamız gerekecek. Kan grubu Ab rh (+) nadir bulunur maalesef. Bir de hamileymiş ama bebek maalesef düşmüş. Ameliyathaneye götürüyoruz. Durumu kritik." dedi doktor tek nefeste.
Özgür içinde bir şeyler yeşermişçesine "Benim kan grubum ab rh (+)" diye bağırdı ve ekledi. "Benden alın karaciğeri, ona bunu borçluyum."
Doktor duraksadı önce, sonra "Emin misiniz? Sizden bir parça alınacak olsa da uzunca bir süre hastanede kalacaksınız, riski yok diyemem." diye ekledi.
" Eminim, nereye, neye imza atmam gerekiyorsa atarım. Alın karaciğerimi yeter ki yaşasın." dedi nefes almadan.
"En son ne zaman yemek yediniz ne zaman bir şeyler içtiniz ?" diye sordu doktor.
Sahi ne zaman yemek yemişti? Yemeye fırsatı olmamıştı ki. Sabah iki lokma yerim diye oturduğu kahvaltı masasından Nazlı'nın çemkirmeleri yüzünden kalkmış, saatlerce toplantı yapmış toplantı boyunca sadece iki tane kahve içmiş, akşama kadar ağzına lokma koymamış, Nazlı ve aile efradıyla yiyeceği yemek için yoldayken Deniz'e arabayla çarpmış ardından kendisini hastanede bulmuştu.
" Öğlen iki fincan kahve içtim sadece, henüz bir şey yemedim." dedi Özgür kendinden gayet emin bir şekilde.
Peki o zaman, bu taraftan gelin arkadaşlar sizi gerekli işlemler için hazırlasınlar. Uyandığınızda yanınızda refakatçiye ihtiyacınız olacak birilerini arasanız iyi olur diyen doktor Özgür'ü bir hemşireye yönlendirdikten sonra yeni gelen bir acil vakaya müdahale etmek için gözden kayboldu.
Özgür, asansörden ameliyathane katına çıkarken telefonunu kapattı. Biliyordu çünkü, ortadan kaybolduğunu fark ettiklerinde telefon çalmaya başlayacak, herkes dırdır edecek eğer karaciğerini vermeye kalktığını duyarlarsa onu vazgeçirmek için ellerinden geleni ardına koymayacaklardı. Kapattığı telefonu ceketinin cebine koydu. her şey hızlandırılmış bir film gibi ilerliyordu. Dakikalar sonra ameliyat masasında uyutulmak için hazırlanırken buldu kendisini. Oraya gelene kadar çarşaf çarşaf belgeye imza atıp bir psikiyatr tarafından değerlendirmeden bile geçmişti. Kollarını amelşyat masasına bağladıklarında anestezi uzmanı Özgür'e ondan geriye saymasını söyledi.
Önce kolundan bir sıcaklık yayıldı vücuduna. Ardından sanki bir yetmişlik rakıyı tek başına içmiş gibi sersemledi.
"10 - Sen yaşayacaksın!"
"9- Gerekirse ben öleceğim ama sen yaşayacaksın!"
"8- Sen..." Cümlesini tamamlayamadı.
Şimdi ruhlarını karanlığa teslim eden iki kader arkadaşı yan yana iki ameliyathanede hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
***
Sevgili hunili ailem, Yeni bölümde görüşmek üzere.
Bu satıra hikayemizi okumaktan keyif alacağınızı düşündüğünüz kankanızı etiketleyebilirsiniz.
İyi ki varsınız, çok seviliyorsunuz...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top