II-) 9. Bölüm⚜️
Garip bir histi zaten...
Baran'ın arabasında gelirken yol boyunca hiçbir şekilde konuşmadık. Konuşacak şey çoktu ancak ikimizinde işittikleri ve gördüğü o kadar şey sonra konuşmaya mecali bile kalmamıştı. Arabadan indikten sonra eve varan kapıya kadar acele etmedim. Ağır ağır binaya yürüdüm, asansörü kullanmak yerine merdiveni tercih ettim. Her birisini gerçekleştirirken bile kafam hala Ekin!in söylediklerindeydi. Hiçbir şeyi açık açık anlatmamıştı. Her ne kadar zamanında bazı konular yüzünden aramızda anlaşmazlıklar çıkmış olsa bile ölmesini istemezdim.
Kapımın önüne gelince çantamdan anahtarı çıkarttım ve yine ağır hareketlerle yuvasına soktum. Anahtarı çevirmemle kapıdan açıldığına dair bir tık sesi geldi. Kaşlarım anında çatıldı. Evden çıkmadan önce her zaman kilidi iki kez çevirdiğime emin olurdum. Ama bu defa unutmuş olmalıyım. Başka açıklaması olamaz. Evimin anahtarı yalnızca Rüya'da vardı o da şu anda adliyede işinin başındaydı. Çıkardığım ayakkabılarımı elime alarak içeriye girdim. Bitkinlikle ardımdan kapıyı kapadım. Kafam karman çormandı. Evim dağınıktı. Anlam veremediğim bir sürü şey vardı. Ayakkabılarımı her zamanki yerlerine koydum. Çantamı da çıkartarak askılığa astım. Azıcık da olsa bedenimi rahatlatabilmek amacıyla sırtımı geriye doğru büktüm. Birkaç esneme hareketi daha yaptıktan sonra kendime en sertinden ve güzelinden bir kahve yapmak için mutfağa geçmek üzereyken salonun ışığının açık olduğunu fark ettim.
İlk önce kapı şimdi de salonun ışığı. Bu kadarı tesadüf olamazdı değil mi? Mutfağa giden ayaklarım bu sefer geri geri adımlamaya başladı. Askılığın yanına kadar sessiz adımlarla geriledim. Gece kolilediğim birkaç kutunun yanında bulunan oklavalardan bir tanesini kaptım. Her iki elimle kavradığım oklavamla beraber yeniden salona doğru adımlamaya başladım. Tam o sırada salonun girişinde büyük bir gölge belirdi. Kesinlikle paranoyaklık etmiyordum. Birisi evime girmişti. Gölgenin bana doğru hareket etmeye başlamasıyla bütün gücümle oklavayı havaya kaldırdım. Bir adım daha attığında kafasına indirmek için bütün gücümle hazırda bekliyordum.
Tam da beklediğim gibi gölge bana doğru bir adım daha attığında bütün gücümle havaya kaldırdığım oklavayı gölgenin sahibine doğru savurdum. Ve işte her ne olduysa ondan sonra oldu. Oklavanın bütün gücüyle karşımdaki adamın kafasına inmesi gerekirken havada yakalayarak oklavayı kafasına gelmesinden kurtardı. Bütün gücüyle ellerimin arasından oklavayı çektiği anda tek bir an bile düşünmeden dizimi kasıklara geçirdim. Elinde bulunan oklava parmaklarının arasından kayarak çıplak fayansın üzerine düşerek kulak tırmalayıcı bir ses çıkarttı. "İzgi!" İşittiğim tanıdık kalın sesle olduğum yerde bedenim taş kesti. Koşar adımlarla bulunduğumuz koridorun ışığını yaktım. Tam karşımda iki büklüm olmuş bir şekilde acıyla kıvranan adama baktım. Şaşkınlıkla ellerimi dudaklarımın üzerine kapattım. "Ilgaz?"
"Gerçekten bunu yapmak zorunda mıydın?" Endişeyle çatılan kaşlarım Ilgaz'ın ani çıkışıyla mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Ona doğru bir adım attım ancak bir elini havaya kaldırarak yaklaşmamamı işaret etti. Her ne kadar bu hareketi karşısında incinmiş olsam da belli etmedim. "Haber vermeliydin. Her gün evimde davetsiz misafirler tarafından karşılanmıyorum!" Sona doğru kendimi kontrol edememiş, sesimi yükseltmiştim. Ellerimi belime koyarak ona dik dik baktım. Acısı az da olsa hafiflemiş olacak ki duruşunu düzeltmeye başladı. Neredeyse tamamen doğrulduğunda yüzünü daha net görebildim. Az öncekine nazaran o acı ve dehşet dolu ifade yoktu. Daha çok bomboş bakıyordu.
Omuzlarını düşürerek derin bir nefes verdi. "Böyle düşünmemiştim. Kafamda farklı şekilde hayal etmiştim. Sadece istediğim tek şey sürpriz yapmaktı." Utanç ve suçluluk duygusuyla bakışlarımı kaçırdım. "Üzgünüm, ben de böyle olmasını istemezdim." Gözlerim yeniden ona döndüğünde birkaç saniye boyunca sessizce birbirimize baktık. Ardından dudaklarına bir gülümseme yerleşti, kollarını iki yana açarak beni kucağına çağırdı. İçimde yer edinen kıpırtıyla ona doğru adımladım ve kollarının arasına girdim. Kollarımı beline doladım, başımı göğsüne yaslayarak gözlerimi yumdum. İşte bunu özlemiştim. Yalnızca birkaç dakika boyunca birbirimize sarılmış halde dikildik. Ona sarıldığım zaman sanki omuzlarımda bulunan yüküm, bedenimi kuşatan stres bir anda bulut olup uçuyordu. O olaydan sonra asla eskisi gibi olamamıştık. İkimizde de farklı etkiler bırakmıştı.
Benim gözümün önünde, her ne kadar suçlu dahi olsa, bir insan öldürülmüştü. Ilgaz'ın silahından çıkan o kurşun tam iki kaşının arasına isabet ettiğinde benim kollarıma yığılmıştı. Son nefesini verirken gözleri gözlerimde kalmıştı. Benim kollarımda ölmüştü. O ormana girişimde çıkışımda hiç iyi gitmemişti.
Ilgaz için bu durum benimkinden daha kötüydü. O günden beri kendi içine kapanmıştı. O günün üzerinden haftalar geçmiş olmasına rağmen ne bir kez konuşmuştuk ne de eski halimize dönmeyi başarabilmiştik. Her zaman gözü üzerimdeydi. Tüm gün boyunca evde olacağımı bilmesine rağmen o gün içerisinde en az üç kez arayıp beni kontrol ediyor. Onu suçlayamıyordum, kızamıyordum. Bazı korkuları olduğunun farkındayım ancak onun yanında olmaktan başka elimden bir şey de gelmiyor. Ciğerlerime derin bir nefes çekerken parfümünün kokusunu da solumuştum. Soluduğum parfümünde bir değişiklik vardı. Elimde olmadan burnumu göğsüne doğru bastırarak bir kez daha içime çektim. "Sen beni mi kokluyorsun?" Ellerini omuzlarıma yerleştirerek benden uzaklaştı. Hafif çatılmış kaşlarımla ona baktım. "Parfümünü mü değiştirdin? Beğenmedim." Parfümünde tuhaf bir koku vardı ama tuhaflığın ne olduğunu anlayamamıştım.
Sorumla beraber kaşları çatıldı. Başını eğerek kendi parfümünü kokladı. "Hayır, her zamanki gibi kokmuyor mu?" Kafam karışmış bir halde ona bakmayı sürdürdüm. "Ben en iyisi üzerimi değiştireyim." Büyük adımlarla yanımdan geçerek koridorda kayboldu. Olduğum yerde bir başıma saçma bir şekilde dikildiğimi fark ettim. Yerde duran oklavayı aldığım yere geri kaldırdım. Ardından mutfağa giderek henüz ağzı bantlanmamış olan kolilerden büyük bardak aldım. Bardağın yarısından fazlasını suyla doldurduktan sonra ılgaz'ın gelmesini beklerken ağır ağır içmeye başladım. Aradan geçen sessiz birkaç dakikanın ardından Ilgaz, üzerini değiştirmiş halde mutfağa giriş yaptı. Adımlarını dikkatle atmaya çalışırken diğer yandan da etrafta bulunan kolileri inceliyordu. "Bunlar ne böyle? Eşyaları mı değiştirmeye karar verdin?" Bardakta kalan son yudum suyunda kafama diktim. "Hayır," oturduğum sandalyeden kalktım, bardağa bir miktar da su kattım. Kalçamı tezgaha yaslayarak ona döndüm. "Taşınıyorum."
Saçlarını düzeltmekle uğraşan eli dudaklarımdan dökülen tek kelimelik cümlemle havada asılı kaldı. Ela gözleri gözlerimi bulduğunda ağır ağır kısıldı. "Anlamadım?" Suyumdan büyük bir yudum alırken omuz silktim. "Bu evden çok sıkıldım. Ben de taşınmaya karar verdim." Saçlarında duran elini indirdi. Dediklerim sanki dünyanın en saçma şeyiymiş gibi bakmaya başladı. "Saçmalık." Dişlerinin arasından tıslarcasına konuştu. Ondan beklediğim karşılık kesinlikle bu değildi. "Saçma olan ne?" Ellerini iki yana açarak mutfakta dağınık halde duran kolileri işaret etti. "Tüm bunlar!" Bağırmasını beklemediğimden yaslandığım yerden sıçradım. Elimde bulunan su bardağını sertçe tezgaha bıraktım. Daha doğrusu vurdum. Bardağın tezgaha çarpmasıyla parmaklarımın arasında parçalandı. Ama içimde yükselen öfke gözümü kör etmiş gibiydi. "Basit bir şey! İstediğim şu şey çok basit! Yalnızca taşınmak istiyorum!"
Bana doğru bir adım attı. "Neden? Amacın ne? Ne işler çeviriyorsun?" Şaşkınlıktan gözlerim büyüdü. Neden bu kadar çok tepki vermişti? Bir karar aldığım zaman ondan isteyeceğim tek şey bana destek olması. "Daralıyorum Ilgaz! Eğer bir amaç arıyorsan al sana amaç!" Dudağının bir kenarı alayla havalandı. Bağırma sırası yeniden ona geçmişti. "Gerçekten saçmalıyorsun!" Ona doğru büyük bir adım attım. Neredeyse aramızda yok denecek kadar az mesafe kalmıştı. Her iki elimle de sertçe göğsüne vurdum. Üzerine giydiği yeşil renkli tişörtüne elimden akan kanlar bulaşmıştı. Umursamadım. "Ya bir karar almışım! Neden bana destek olmak yerine köstek olmaya çalışıyorsun? Senden yalnızca yanımda durmamı istiyorum! Alt tarafı bir taşınma!" Ona daha fazla vurmamak için ellerimi bileklerimden yakalayarak aşağıya indirdi. Tutuşu sıkıydı. Kendimi elinden kurtarmak için çabalasamda bırakmama konusunda kararlıydı. "Nereye gideceksin? Kime güvenebilirsin? Daha haftalar önce başımıza gelen olaydan küçük de olsa ders çıkartmadın mı sen kendine? Böyle bir zamanda ne taşınmasından bahsediyorsun sen İzgi?"
Dudaklarımın arasından firar eden kahkaham kulağa oldukça yapmacık ve sahte geliyordu. "Ben ne yaptığımın gayet farkındayım! Asıl sen farkında değil misin? Bulunduğum yer oldukça açık! Bu evin hangi köşesine bakarsam bakayım yaşadığım bütün kötü şeyler gözümün önünde canlanıyor ve ben o anı yeniden yaşıyorum! Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun?" Kendimi geriye doğru çekerek kendimi ondan kurtardım. "Gerçekten sana inanamıyorum Ilgaz! Yaklaşık üç taftadır birbirimizden ayrıyız ve sen gelir gelmez kavga çıkarttın! Hem de 'saçma' bir konu hakkında." Özellikle saçma kelimesini vurgulamıştım. Yüzü sinirden kızarmaya başlamıştı. "Bu işe son vereceksin, taşınmayacaksın!" En sonunda tamamen öfkeme yenik düşerek yapmamam gereken bir şey yaptım. Havaya kalkan elim bütün gücüyle yanağıyla buluştuğunda başı omzuna doğru savruldu. Yanağı attığım tokatın şiddetiyle kızarırken elimden akan kanlarda bulaşmıştı.
"Git." Başını bana doğru çevirdiğinde sertçe yutkundum. Bakışları daha da sertleşmişti. Her zamanki Ilgaz gibi bakmıyordu. Titreyen elimle kapıyı gösterdim. "Evimden git." Birkaç saniye boyunca yüzüme baktıktan sonra hiçbir şey demeden sırtını dönerek mutfaktan çıktı. Ardından çok geçmeden dış kapının kapanma sesini işittim. Onun gidişiyle kendimi tamamen bıraktım. Bedenimin yere kaydı, sırtımı mutfak dolaplarına vererek dizlerimi karnıma çektim. Ellerimi bacaklarıma sardım, başımı dizime koydum. Onunla bazı konularda anlaşamadığımız zamanlar olmuştu. Tanışmamız tatlı başlamamıştı, adliyeye ilk geldiği zamanlar onunla çok inatlaşmıştım hatta birbirimize ters de düşmüştük. Ama hiçbiri canımı bu kadar yakmamıştı.
Onunla ilk kez kavga etmiyorduk ama böylesi ilk defa gerçekleşiyordu. Son zamanlarda daha farklı davrandığının farkındaydım ancak basit bir konuyu büyütüp kavga çıkartacak kadar kendisinden geçtiğini düşünmemiştim. Onun için ne yapılması gerektiğini bilmiyorum. İkimizde farklı açılardan, farklı yerlerden yaralar almıştık. O, annesini ben ise yalnızca düşmanımı kaybetmiştim. Aradaki farkı görebiliyordum.
Ne kadar bu şekilde mutfakta oturduğumdan haberim yok. Elimde açılan kesikler artık kanamıyordu üstelik akan kanlarda çoktan kurumuştu. Gözlerimin altının şiştiğini anlamak için dokunmama bile gerek yoktu. Gözlerim inanılmaz derecede sızlıyordu. Uzun zamandır kıpırdamadan oturduğum için belim ve boynum başta olmak üzereler vücudumun çoğu yeri tutulmuştu. Elim çok fazla acımıyor olsa da yarayı temizlemem gerektiğini biliyordum. Daha fazla böyle boş boş oturmanın ne bir anlamı ne de bana bir faydası vardı. Uyuşan bacaklarım yüzünden olduğum yerden kalkıp banyoya gitmem zamanımı almıştı. Banyonun içerisinde bulunan eşya dolu yalnızca tek bir koli vardı. Şanslıydım. Bu yüzden ihtiyacım olan şeyleri çok fazla aramama gerek kalmamıştı. Çıkardığım malzemeleri gelişigüzel lavabonun içerisine fırlattım.
Bir bacağımı lavabo tezgahının üzerine atarak bedenimin yarısını tezgaha çıkarttım. Elimi bacağımın üzerine koyarak durumuna şöyle bir bakındım. Avucumun içinde iki kesik vardı. Birisi avucumun bir ucundan başlayıp diğer ucuna kadar uzanıyordu. Diğeri ise onun kadar olmasada neredeyse avucumun tamamını kapsıyordu. Kurumuş kan lekeleri yüzünden büyük bir ihtimalle daha göremediğim çok kesik vardı. İşe ilk olarak yarayı oksijenli suyla temizlemeye başladım. Tam da tahmin ettiğim gibi elimi temizledikçe ortaya daha fazla kesik çıkmıştı. Temizleme işini bitirdikten sonra uygulanması gereken adımları elimden gedliğince düzgün yapmaya çalıştım. Avucumun içerisine uyguladığım ilaçların etrafa bulaşmaması için gelişigüzel gazlı bezle sardım. En son işimi bitirdikten sonra elime bakındım.
Böyle olmayacaktı. Hastaneye gitmem gerekiyordu. Bu yaptıklarım beni en fazla birkaç saat idare ederdi. En azından bir doktorun görmesi gerekiyordu. Yarım yamalak sardığım elimle b,iplikte banyodan çıktım. Arabamın anahtarı ve gerekli olan şeyleri çantama attıktan sonra ayağıma geçirdiğim terliklerimle evden hızlıca çıktım. Berbat halde olmalıydım. Ama tipimle ilgilenecek kadar kendimi iyi hissetmiyordum. Arabayı hastane otoparkına park ettikten sonra acilden giriş yaptım. Vezneye gidip giriş işi hallettikten sonra bekleme alanında bulunan boş koltuklardan birisine oturdum. Etrafta çok fazla kimsecikler yoktu.
Başımı önüme eğerek kucağımda duran sargılı elime baktım. İlk başlarda acısını hissetmiyordum ama saniyeler aktıkça acısı beliriyordu. Bu elimle Ilgaz'a vurmuştum. Ona tokat atmıştım. Gözlerimi sıkıca yumdum. Gerçekten bunu yaptığıma inanamıyordum. İnsanları bile incitmekten çekinen ben, Ilgaz'a tokat atmıştım. "Şimdi de buradasın. Beni mi takip ediyorsun?" Sol tarafımdan gelen kalın bir sesle oturduğum yerde irkildim. Kapalı olan gözlerimi açarak benimle konuşan kişiye döndüm. Bu, günler önce beni kurtaran o yabancı adamdı. Onu karşımda görmenin şokunu mu yaşasam yoksa hem gülümseyip hem de benimle şakalaşmaya çalışmasına mı şaşırsam bilemedim. Dudaklarım ona herhangi bir cevap vermek için açıldı. "B-ben..." ama herhangi bir şey diyemedim. Yalnızca kekelemekle kalmıştım.
Az önce bana gülümseyerek bakan yeşil gözleri şimdi bütün dikkatiyle yüzümde geziniyordu. Yalnızca birkaç saniyenin ardından yüzümde her ne gördüyse bu yabancı adamı hiç memnun etmemiş olacak ki yüzündeki tüm gülücük ve neşe kaybolup gitti. Yanaklarıma hücum eden o utanç duygusuyla bakışlarımı kaçırdım. Ancak gözlerim kolunda bulunan kan lekesiyle karşılaşınca utanç falan kalmadı. Hızlıca başımı kaldırıp yabancının gözlerine baktım. "Kolun?" Sağlam olan elimin işaret parmağıyla kolunu işaret edince anlık olarak bakışları oraya kaydı. "Talihsiz bir durum." Gözleri bu sefer elime kaydığında gözleri iyice kısılmıştı. "Sen?" Yeniden yüzüme bakmaya başladığında gözlerimi kaçırmak istedim. Yeniden bir ağlama krizine daha yakalanmak istemiyordum. Boğazıma oturan yumrudan kurtulmak adına sertçe yutkundum. Sessizce omuz silktim. "O gün baktığımda yaralarının bu kadar ağır olabileceğini düşünmemiştim." Sesi kısık ve sorgular bir tondaydı. O an küçük bir kız çocuğu gibi koşarak ondan uzaklaşmak istedim.
Kafamda dönen cümleler eşliğinde sertçe yutkundum. "Bir başka yara." Kafamın içerisinde dönen cümlelerden birisi değildi kesinlikle. Dudaklarımı sertçe birbirine bastırarak gözlerimi kaçırdım. Hiçbir şey demedi. İçimde kalan cesaret kırıntılarına tutunarak yüzüne bakmayı başardım. Dudaklarını aralayıp tek kelime dahi etmemiş olabilirdi ama sessizliği... Sessizliği çok şey anlatıyordu. Gözleri az önceki gibi değildi mesela. Kaşları daha da çatılmıştı. Çenesi gergindi. Sessizliği her geçen saniyede daha korkutucu gelmeye başlamıştı. Oturduğum yere rahatsızca kıpırdandım. İstemsizce sağlam olan elimle boynumu kaşımaya başlamıştım.
Bu benim için yeni bir şeydi. Tik gibiydi. Artık her huzursuz olduğum anda boynumu kaşıyordum. Gözleri yavaşça kaşıdığım boynuma kaydı. Tam aradan geçen dakikaların ardından bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki araya giren başka bir ses buna mani oldu. "Patron, doktor geldi seni bekliyorlar." Yabancının hemen yanında beliren adama merakla bakındım. Üzerinde sıradan beyaz bir tişört ile siyah pantolon vardı. Yabancı omzunun üzerinde adama doğru döndü ve hafifçe başını salladı. Yalnızca başını sallamıştı. Ama yanında duran adam hızlıca bana bakış attıktan sonra bizden uzaklaşmaya başladı. Boşta olan eliyle yaralı olan kolunu tutarak ayaklandı.
"Seninle daha iyi şartlar altında yeniden tanışmak dileğiyle Anka." Başka hiçbir şey demeden bana sırtını döndü ve bizi birkaç metre öteden izleyen adamının yanına gitti. İkili saniyeler içerisinde hastane koridorunda bir başıma şaşkın bir halde bırakarak gözden kayboldular.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top