II-) 8. Bölüm⚜️



                                                      Her şey için özür dileyecek olsam aynadakinden özür dilerdim.

Her şeyin iki tarafı vardır derler. Biri, herkesin gördüğü ve bildiği; diğeri, kimseciklerin haberi olmadan içe atılandır. Her şeyin bir açığı bir de gizlisi vardır. Özellikle ev olarak adlandırılan dört duvar arasında geçen şeylerden kimseciklerin haberi dahi olmazdı.

Başına geleceklerden ve hayatının tamamen değişmek üzere olduğu gün henüz on beş yaşındaydı. Saat çoktan gece üçü geçmişti. Hafif kırık, tahta da olsa ona sıcaklık sağlayan yatağında uyuyordu. Her şeyden habersizdi. Odanın içerisinde atılan her bir adımla gıcırdayan tahta sesleri işitti önce. Ardından odasının bir köşesinde bulunan kardeşiyle ortak kullandığı iki kapaklı giysi dolabının kapanma sesini işitti. Artık tamamen ayılmıştı. Ancak göğsünün altına kadar gelebilen ince örtüyü bir kenara attı ve yattığı yerden doğruldu. İlk önce sağ tarafındaki yatakta yatan kardeşine baktı. Yüzü ona doğru dönüktü. Uyuyordu ama uykusunda bile huzursuzdu. Kaşları çatık, dudakları hafifçe büzülmüş bir halde küçücük battaniyenin altındaydı.

Odanın öbür tarafından gelen sesle birlikte yeniden dikkatini o tarafa vermek zorunda kaldı. Başını sesin geldiği yöne çevirir çevirmez annesinin gölgesiyle karşılaştı. Hastalığından dolayı zorlukla ayakta durabiliyordu. Sırtı öne doğru eğilip kamburlaşmış, bir eliyle karnını tutarken diğer elinde de minik bir çanta tutuyordu. Annesinin ne yapmaya çalıştığına anlam dahi veremese de hızla yataktan kalktı. Bu hızlı kalkışı başını döndürmüş olsa da annesine doğru ilerlemekten vazgeçmedi.

Kardeşini uyandırmamak adına sesini olabildiğince kısık tutmaya çalıştı. Bir elini annesini sırtına koyarken diğeriyle de elindeki çantaya uzandı. "Anne-" elinin altındaki sırtı titriyordu. Ters giden bir şeyler vardı. "Git buradan." Annesi elindeki çantayı göğsüne bastırdı. Başta ne demek istediğini anlayamadı. "Anne-"

"Git oğlum. Baban geliyor. Kaç kendini kurtar." Annesi ondan imkansızı istiyordu. Hasta annesini ve küçük kardeşini babasının eline bırakamazdı. Onları bu harabe evde bırakıp nereye gidecekti? Onların olmadığı herhangi bir yerde nefes dahi alamazdı. "Anne yapma-" annesinin konuşmasıyla yeni başladığı cümlesi diğerleri gibi yarıda kesildi. "Sokaklar buradan daha güvenli, inan bana oğlum. Seni kaybedemem. Babanın sana zarar vermesine göz yumamam. Daha fazla seni pis işlerine alet edemez." Başını omzunun üzerinden arkaya çevirdi ve kardeşine baktı. "Semih'i bırakamam." Annesinin karnında duran eli yüzüne değdiğinde irkildi. Sıcacıktı. Anne sıcaklığıydı bu. Annesinin sıcaklığı. "Kendine güvenli bir yer bulmanı ve bizi düşünmemeni istiyorum. Benim için." İtiraz etmek için araladığı dudakları bu sefer de yumruklanmaya başlayan kapıyla kesildi.

Annesinin gözlerinin korkuyla parladığını karanlığa rağmen görmüştü. Hasta kadın oğlunun eline tutuşturduğu çanta ile onu arka bahçeye çıkan mutfak balkonuna doğru itekledi. "Git." Gözleri annesinin yüzünde takılı kalmış halde olduğu yerde donmuştu. Annesi onu gitmesi için yeniden iteklediğinde afalladı. "Sorarlarsa, senin bir adın yok." Annesinin ona kurduğu son cümle bu olmuştu. Ön taraftan gelen kırılma sesiyle içeriye doluşlan adamların ayak sesleri tüm evde yankılanmaya başlamıştı.

Artık başka çaresi yoktu. Kendisinde bulduğu tüm gücüyle balkona çıktı, oradan da bahçeye atladığı gibi yan evin bahçesine geçti. Yan evde bile olsa içeriden gelen bağırış seslerini duyabiliyordu. "Nerede o?" Babası her zaman ona 'o' diye hitap ederdi. Sebebini çok merak ediyordu bir zamanlar ama bir süre sonra cevap alamadığı diğer sorularla beraber bunu da merak etmeyi bırakmıştı. "O nerede dedim sana kadın?" Babasının gürlemesiyle gözlerini sıkıca yumdu. "Kaçmış, yatağında yoktu." Annesinin sesi her zamanki gibi zayıftı. "Bulun onu bana." Babasının adamlarına emir verdiğini anlamıştı. Saklandığı yerden kalktı ve koşmaya başladı. Son kez arkasına dönüp eve baktı.

Tüm gece boyunca bir o sokak bir bu sokak koşup durmuştu. Nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu. Sokakları tanımıyordu. En sonunda gücü tükenmişti. Durup dinlenmesi için bir yere ihtiyacı vardı. Sıra sıra dizilmiş olan dükkanlara bakındı. Bir tanesinin önünde minik tabure vardı. Şanslıydı. Unutmuş olmalılar, diye düşündü içinden. Ama bunu unutan her kimse uykuya dalasıya kadar içinden ona defalarca kez teşekkür etti.

Sabah yüzüne vuran güneş ışığının verdiği rahatsızlık hissiyle oturduğu taburede kıpırdandı. "Abi! Senin dükkanın önünde bir çocuk var! Tanıyor musun?" Kulağının dibinde bağıran küçük bir çocuk sesiyle gözlerini araladı. Yanında aslında düşündüğü kadar küçük olmayan bir çocukla karşılaştı. Çocuğun hafif sarıya kaçan kumral saçları ve kahve gözleri onu daha masum gösteriyordu. Oturduğu yerde telaşla doğrulurken çocuğun elindeki çay tepsisini fark etti. Kucağında annesinin verdiği çantaya sıkı sıkı sarıldı. Kaçmalıydı. Bu insanlardan uzaklaşmalı ve kimseye bir şey anlatmamalıydı.

Birden karşısında bir adam belirdi. Çaycı çocuğun yanında durmuş dudaklarındaki minik bir tebessümle ona bakıyordu. "Kimsin sen delikanlı? Hangi rüzgar attı seni buralara?" Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırarak karşısında ondan cevap bekleyen adama baktı. Ardından bulundukları sokağa hızlıca göz gezdirdi. Hiçbir şey demeden kaçabilir miydi? Bir anda koşmaya başlasa adam peşine düşer miydi?

Adamın kolunu omzunda hissedince irkildi. "Korkma, sana zarar vermek gibi bir düşüncem yok." Adam durdu, hala yanlarında duran ve merakla onları izleyen çaycı çocuğa döndü. "Baran, hadi bize iki çayla simit kap gel oğlum." Çaycı çocuk hafifçe başını salladıktan sonra koşarak yanlarından uzaklaştı. "Gel benimle, içeriye girelim." Adam, omzundaki elini çekti ve anahtarıyla dükkanın kapısını açtı. Hala olduğu yerde oturuyor, şaşkınlıkla adama bakıyordu. Ne yapacağını tam olarak bilmiyordu. Dükkanın kapısı ardına kadar açılmış adam ona beklentiyle bakıyordu. Oturduğu tabureden kalktı ve uyuşmuş bacaklarıyla içeriye adımını attı. Dükkana girdiği anda ilk önce burnuna ahşap kokusu geldi. Ardından etrafa şöyle bir göz attı burası bir marangoz dükkanı olmalıydı.

Ahşaptan yapılmış çeşit çeşit şeyler vardı. Adamın onu yönlendirmesiyle içeride bulunan masaya oturdular. Tam o sırada çaycı çocuk, Baran, dükkana girdi ve beraberinde getirdiği iki çay ve simiti onların önüne bıraktı. Adam gülümsedi, Baran'ın başını şefkatle okşadı. "Eşref abine söyle, ikindin yanıma uğrasın ona borcunu ödeyeceğim." Baran başını salladı. Dükkandan çıkmadan önce meraklı bakışlarını ona atmayı da ihmal etmemişti.

"Anlat bakalım delikanlı. Adın ne, kimlerdensin, neden buradasın?" Gerginliğin getirdiği refleksle ellerini birbirine kenetledi. "Benim bir adım yok." Karşısında oturan adamın kaşları çatıldı. Anlam verememişti. "Nerede kalıyorsun?" Adama baktı uzun uzun. Yüzünde herhangi kötü bir niyet göremedi. Aynı çaycı çocuğun saçını okşadığı zamanki gibi şefkatle bakıyordu. Yabancı bir adamdan gördüğü bu şefkatle afalladı. "Benim kalacak bir yerim yok." 

Kurduğu cümlenin ardından adam hiçbir şey demedi. Arkasına yaslandı. "Çayından iç ve senin için ne yapabiliriz bir bakalım."
Aradan saatler geçmişti. Onu dükkanına alan adam bir makinenin başında oturmuş işiyle ilgileniyordu. Çocuğun önünde ise bir kağıt ve kalem vardı. Bir süre sonra bunlara karşı koyamamıştı ve içinden geldiği gibi çizmeye başlamıştı. Sadece çizmişti. İçinden geldiği gibi.

Yaptığı çizime o kadar dalmıştı ki dükkana giren kadının sesiyle oturduğu yerde irkildi. Kalemini elinden düşürmüştü. İlk başta kendisine şaşırdı. Kendisini burada rahat hissediyordu, rahat hissetmiyor olsaydı çizime kendini kaptırmazdı. Bu gerçeklikle vücuduna bir soğukluk çarptı. Dükkana giren kadın ona samimi bir gülümseme gönderdi. Ardından elindeki çantaları yere bıraktı. Bir elini beline attı ve soluklanmaya çalıştı. "Size yemek getirdim." Adam elindeki işini bırakmış gülümseyerek kadının yanına gelmişti. "Niye zahmet ettin? Buraya kadar yordun kendini?" Kadın umursamazca elini salladı. "Lafı mı olur canım?" Ardından yere bıraktığı poşetlerin içindekileri tek tek çıkartmaya başladı. "Sen misafirimiz var deyince İzgi nasıl heyecanlandı anlatamam. İstediklerini kendi elleriyle hazırladı yavrum." Kadın yerde duran poşetlerden çoğunu eline aldı ve çocuğun oturduğu masaya bıraktı. "Bunlar senin için. Neleri seversin bilemedim ama en iyisini sectim." Çocuk başta ne yapacağını şaşırdı.

Bir şey demek istedi. Dudakları aralandı ama ne diyeceğini bilemedi. "Sakın teşekkür etmeye falan kalkışma bunların lafı dahi olamaz." Kadın ona doğru yaklaştı. Yüzündeki anne merhametiyle yanağını okşadı. "Sen de benim oğlumsun bundan sonra." Bugün daha ne kadar şaşırabilirdi emin değildi. Bu tanımadığı insanlar onu hemen benimsemişti. Yalnızca onlarla tanışmaları saatler bile olmamıştı. Adını bilmiyorlardı, niyetini bilmiyorlardı ama onu sevmişlerdi. Hiçbir koşul olmadan kabul etmişlerdi.  "Çocuğu korkutma hemen, rahat bırak biraz." Kadın sahte bir kızgınlıkla eşine bakış attı.

Çocuk onların bu haline tebessüm etmek istedi ama yaşadıklarının ağırlığı buna izin vermedi. "Eğer istersen seni yanıma alabilirim. Zaten bir çırağa ihtiyacım vardı. Kalacak yer de bulurum," adam durdu ve gözleriyle önündeki kağıdı işaret etti. "Yeteneğin var senin çocuk. Seni başkalarının kapmasına izin veremem." Adamın başta ne dediğini anlayamadı. Ama sonra başını eğdi ve önündeki karaladığı kağıda baktı. Yaptığı çizimde bir kadın ve yanında iki erkek çocuğu vardı. Yeniden başını kaldırıp karşısında duran çifte baktı.

Ondan cevap bekliyorlardı. "İster misin?" Ona yöneltilen soru ile durdu. Bulunduğu dükkana ve karşısındaki çifte bir kez daha baktı. Sonra başını eğip yaptığı çizimindeki ailesine bakındı. Zorlukla yutkundu. Başını kaldırıp adamın yüzüne baktı. "İsterim."
 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top