I-) 16. Bölüm⚜️
Bir yol düşlüyorsun, ne başındasın ne de sonunda. Üstünde bile değilsin ama içinden de çıkamıyorsun...
"Saçma."Atlas Güney'e bakmadan sadece göz devirdi. Önünde bulunduğumuz bilgisayara doğru eğildim. Başımı iki yana sallayarak Güney'e katılmadığımı belli ettim. "Hayır saçma değil,"Dediğimle Güney homurdanarak odadan çıktı. Ona karşı çıkmamdan hoşlanmamıştı. Arkasından kapıyı sertçe kapatırken bilgisayardan uzaklaştım. Atlas ellerini cebine koymuş bir şekilde diyeceğim şeyi bekliyordu. "Tebrikler Atlas Savcı, zekiceydi." Benden tam olarak duymak istediği neydi bilmiyorum ama diyebileceğim tek şey buydu.
Dudakları yukarıya doğru kıvrılırken kalçamı arkamdaki masaya dayadım ve kollarımı göğsümde topladım. "Parmak izleri her şeyi ele verdi. Asıl sormak istediğim sen bunu nasıl tahmin ettin?"
Yüzündeki gülümseme sırıtmaya dönerken üzerindeki ceketi çıkarttı ve bana doğru fırlattı. O beyaz gömleği ile kalırken ben hala kırmızı elbiseyleydim. Ceketi havada yakalarken boş boş ellerimin arasındaki cekete bakındım. Köşede duran sandalyeyi tam karşıma koyarak oturdu. "Üzerine giyin, kolların buz gibi olmuştur." Yüzümde bir sırıtma oluşturan göz kırptım. Her ne kadar ondan beklemediğim bu tavırla şaşırmış olsam da bunu dışarıya yansıtmadım. "Hayırdır Savcım? Siz beni çok önemser oldunuz. Hadi itiraf edin, aşık oldunuz değil mi bana? Oldunuz oldunuz."Onunla bir yandan dalga geçerken diğer yandan da ceketi üzerine geçirdim. Atlas karşımdaki sandalyeye otururken sessizce bir iç çekti. Dediklerimi umursamadı bile. "Osman Alaca evli ve iki çocuk babası. Bu hayatta değer verdiği iki şey var; birisi mücevherler diğeri de çocukları,"
Rahatça arkasına yaslanırken eliyle çenesini ovcaladı. "Ya da üç çocuk babası mı demeliydim?"Kaşlarım çatılırken demek istediğini tam anlayamadım. Başka bir kadından çocuğu mu vardı? Ya da herkesten uzak tuttuğu bir çocuk? "Anlamadım," dediğimle Atlas parmaklarını havada şıklattı. "Anladın anladın."İşaret parmağını çenesine yavaşça vurdu. "Yeliz üniversitedeyken sürekli taşlar hakkında araştırmalar yapar, onlara olan hayranlığından bahsederdi sürekli."Dudaklarım hafifçe aralanırken ne demek istediğini anlamıştım. Atlas konuşmasına devam etmek için ağzını açtığı sırada tıklattıktan kapı ile sustu.
Kapı aralandı ve Güney'in başı gözüktü. Atlas sessizce bir şeyler mırıldanırken Güney odaya girdi. Tam olarak ne dediğini duymamıştım."Sizi bekliyoruz."Başını olumlu anlamda sallayarak masadan uzaklaştım. Atlas'ın önüne geçerek dışarıya çıktım. Güney önden ilerlerken Atlas arkamda kalmıştı. Gözlerim az ilerimde bulunan kahve tezgahına ilişince hüzünle dudaklarımı büzdüm. İşim biter bitmez ilk olarak kendime büyük bir bardakta kahve almak olacaktı. Güney'in açtığı kapıdan hafif karanlık olan odaya giriş yaptım. Masanın arkasında oturak Osman Alaca beni görünce kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Yüzümdeki gülümseme ile karşısındaki sandalyeye oturdum. "Merhaba,"
Gözleri arkamdan giriş yapan Atlas ve Güney'de gezindi. "Siz?"Hayretler içersinde bana döndü geri. Rahat bir tavırla masanın üzerinde parmaklarımı ritmik bir şekilde vurdum. "Sizinle doğru bir şekilde tanışmamıştık. Ben Savcı İzgi Erçin."Osman Alaca tuzağa düşmenin verdiği büyük bir yenilgiyle omuzlarını düşürdü. Yanıma çekilen sandalyeye oturan Atlas masanın üzerinden Osman Alaca'ya doğru eğildi. "Bence bu işi güzellikle halledebiliriz. Ne siz bizi yorun, ne de biz sizi yoralım,"Osman Alaca sadece başını sallamakla yetindi. "Yeliz evinde ölü bulundu," Atlas durdu ve Osman Alaca'nın tepkisine dikkatle bakındı. Osman Alaca'nın iyiden iyiye yüzü düşmüştü. Gözleri sulanırken bakışlarını kaçırdı. "Almanya'da yaşıyorsunuz ve uzun zamandır Türkiye'ye uğramıyordunuz. Ancak geçenlerde geldiğinizde ilk işiniz Yeliz'e uğramak olmuştu. Kamera kayıtları sizi ele verdi. Ve bugün de incelediğimiz Yakut kolyede çıkan Yeliz'in parmak izleriyle bir kez daha görüştüğünüz kanıtlandı,"Atlas arkasına yaslandı, kolunu masanın üzerine dayadı.
"Gelelim asıl sorumuza, Yeliz'i nereden tanıyorsunuz? Onun mücevherlere olan büyük aşkını nereden biliyorsunuz? Yoksa Yeliz'in zaafını kullanarak onu öldürdünüz mü?"
Atlas'ın son sorusuna kadar sessiz kalan Osman Alaca son sorusuyla hızla başını kaldırmıştı. Reddedercesine hızı balını olumsuz anlamda salladı. "Yemin ederim ben bir şey yapmadım ona. Ona nasıl kıyabilirim? Canım o benim,"Atlas önünde bulunan dosyayı aldı ve açtı. İki tane fotoğraf çıkarttı. Birisinde kız çocuğu diğerinde ise ondan biraz daha küçük duran bir erkek çocuğu vardı.
"Bunlar çocuklarınız değil mi?"Osman Alaca korkuyla başını salladı. Atlas fotoğrafları bir eline alırken dosyanın içerisinden bir fotoğraf daha çıkarttı. Bu da Yeliz'in fotoğrafıydı. "Bu da-" Atlas cümlesini devam ettiremeyen Osman Alaca tamamlamıştı. "Kızım."
Gözlerim direkt olarak yanımda oturan Atlas'ı bulmuştu. Şimdi dakikayla öncesinde Atlas'ın bahsettikleri yerine oturuyordu. Atlas elindeki fotoğrafları geri yerine bırakırken rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Bunu biliyoruz ve sizin sözlerinizle de kanıtlanmıştır. Gelelim bir diğer sorumuza,"Oturduğu sandalyeden kalktı, avuç içlerini masanın üzerine dayayarak Osman Alacaya'ya doğru eğildi.
"Yeliz'in evinde olay yeri inceleme ekibimiz varken uzaktan izlediğiniz fark edilmiş. Bunu nasıl açıklayacaksınız?"Osman Alaca'nın boynu bükülürler gözlerini açıyla yumdu. "Yeliz, eski karımdan. Biz ayrıldıktan seneler sonra öğrendim. Eski karım benden senelerce Yeliz'i saklamış. Yeliz'i bulduğumda daha on beş-on altı yaşlarındaydı. O zaman fark etmiştim onun taşlara olan ilgisini. Bir şekilde kaynaştık, gerçek bir baba-kız olmuştuk."
Osman Alaca başını kaldırdı. Hafif nemli olan gözleri kısa bir an yüzümü buldu. Yüzünde yer edinen buruk tebessümü ile Atlas'a baktı.
"Karım, Yeliz'i öğrenirse kötü olurdu. Diğer iki çocuğumu da alır giderdi. Onlar benim ailem. Onlarsız ben bir hiçim. Yeliz'le telefonla görüşüyorduk her zaman. Hatta takıların tasarımının çoğunluğunu o yapardı. Almanya'dan geldiğim ilk an ona uğradım. Yakut kolyeyi gösterdim ona, bayıldı."Gözler yavaşça bana kaydı. "Bugün sizin gözlerinizde onu gördüm. Aynı onun baktığı gibi bakıyordunuz kolyeye. Gerçek bir hayranlıkla," Bakışlarımı hızla bir suçlu gibi kaçırdım. "Yeliz'in öldüğü gün... Siz onun evindeyken orada bir sürü gazeteci vardı. Gelemedim yanınıza, soramadım size. Böyle olsun istemezdim. Bir baba kendi can parçasına nasıl kıyabilir? Ben onun saçlarını okşarken ellerim titriyor."
Sulanmaya başlayan gözlerimle birlikte dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Aklıma babam gelmişti. Canım babam. Her akşam yatağıma girdiğinde yanıma gelir, her iki yanağıma ve saçlarıma öpücük bırakır öyle uyuturdu beni. Özlemiştim onu. Sıcak kollarını, kahve gözlerini, gülümseyen yüzünü. Atlas masadan uzaklaşırken ellerini cebine koydu. "İnanın Osman Bey öyle bir dönemde yaşıyoruz ki aklımızın alamayacağı şeyler oluyor. Az buçuk haberleri izliyorsanız biliyorsunuzdur. Sırf kendi canından olan kızını-oğlunu öldüren anne-babalar mı dersiniz, kendi öz annesinin canına kıyan mı? Berbat bir dönemde yaşıyoruz-" Atlas'ın konuşmasını bölen şey hızla ayağa fırlayan ben olmuştum. Elimin tersini dudaklarımın üstüne bastırırken gözlerimi kaçırdım. "Kusura bakmayın."
Odada sessizlik sürerken hızla odadan çıktım. Arkamdaki kapıyı olabildiğinde sessiz ve yavaş kapatırken hızla kendimi kahvelerin olduğu bölüme doğru attım. Gözlerimden yanaklarıma doğru tane tane düşen yaşlarla birlikte kendime en sertinden bir kahve yaptım.
Boş sandalyelerden birisine otururken boşta olan elimin tersiyle yanağımdaki yaşları sertçe sildim. Büyük kupada bulunan kahveden bir yudum alırken burnumu çektim. Aldığım yudumu yutarken gözümün önüne tutulan peçete ile yavaşça başımı kaldırdım. Atlas elindeki peçeteyle birlikte öylece bana bakıyordu. Gözlerimi ondan kaçırırken yanımdaki boş sandalyeye oturdu. Çenemin altında hissettiğim sıcak parmakları nazikçe yüzümü ondan tarafa çevirdi.
Her ne kadar ona bakmak istemesemde çenemi kavrayan parmakları buna izin vermiyordu. Elindeki peçeteyle yanaklarımda bulunan yaşları yavaşça sildi. Peçete yaşlarımla nemlenirken hafifçe gülümsedi. Hipnoz olmuş bir şekilde ela gözlerine bakıyordum. Peçeteyi avuç içine hapsederken işaret parmağıyla burnumun ucuna vurdu. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım."Çok bencilsiniz İzgi Savcı,"
Dudaklarım hayretle aralanırken düşük bir tında gülmeye başladı. Kaşlarım çatılırken alt dudağımı sarkıttım. "Ne alaka ya?"
Gözleriyle elimdeki kahve kupasını işaret etti. "İnsan bir-"
"Savcım!"Bize doğru koşana Ekin'le birlikte Atlas'ın cümlesi yarıda kesilmiş, şaşkınlıkla Ekin'e dönmüştük. Elimdeki kahve kupasını yan taraftaki masanın üzerine bırakırken Atlas'la beraber hızla ayaklandım. "Ekin?"Ekin nefes nefese önümde dururken eliyle arkasını işaret etti. "G-gelmeniz gerekiyor."Atlas elini Ekin'in omzuna koyarak hafifçe sıktı. Ekin eliyle onu takip etmemizi işaret ederek geldiği yönün tersine doğru koşmaya başladı. Ekin'in arkasından koşarak ilerliyorduk. Omzumdan aşağıya doğru kayan ceketi son anda yakalayarak düzelttim. Ekin bir odanın önünde durdu ve kapyı açarak bize girmemizi işaret etti.
İçeriye giriş yaptığımız anda bizi, bilgisayarların başında telaşlı bir şekilde koşuşturan polis memurları ve açık bir telefon konuşması.
"Oo kimler gelmiş?"Duyduğum o robotik sesle olduğum yerde durdum. Robotik sesin dışında arkasından rüzgar ve yağmur sesleri geliyordu. Olduğum yerde taş kesilmiş bir şekilde açık olan telefondan gelen seslere kilitlenmiştim. "Atlas Savcım?"Atlas büyük adımlarla açık olan telefonun yanına adımladı. Gerilen omuzlarından sinirlendiği apaçık ortadaydı. "Ne istiyorsun?"Atlas'ın sert sesinin aksine telefonun öbür tarafından robotik bir kahkaha yükseldi. "Bugünkü konu başlığımız normalin dışında olacak. Bugün bu telefonun başında bir insanın ölümüne şahitlik edeceksiniz. Hepiniz."
Vücudum ürpermişti. Olduğum yerde dikiliyordum öylece. Ne ileriye doğru ne de geriye doğru bir adım atabiliyordum. Odanın girişinde anlamsızca dikiliyordum sadece. Telefonun öbür tarafında sessizlik oluşurken tuhaf bir ses işittim. Kaşlarım sesle çatılırken telefona doğru bir adım attım. Değişik bir sesti. Ne olduğunu çözememiştim. Böyle bir şeyin demire vurma sesi gibi bir şeydi. Ama doğru anladığımdan emin değildim. Bir anda bütün sesler kesilirken sessizlik hakim oldu. Kaşlarım iyiden iyiye çatılırken polis memurlarına baktım. Hepsi canla başla yerlerini tespit etmek için uğraşıyorlardı. Bir anda telefondan yüksekler tiz bir çığlıkla korkuyla geriye adımladım. "Duydunuz mu çığlığını? Nasıl da zevk veriyor insana?"
Kalbim korkuyla hızlı atmaya başlamıştı. Bu olamadı. Göz göre göre bir insanın ölmesine sebep olamazdık. "Size yalnızca iki saat veriyorum. Kızı buldunuz buldunuz, bulamadınız ölü bedeninin fotoğraflarını ancak haberlerde görürsünüz."Yüzümüze kapatılan telefon ile gözlerimi sıkıca yumdum. Ellerim yumruk olurken duyduğum o cümle ile omuzlarım rahatlıkla gevşedi. "Yerini tespit ettik."
Atlas hızla bilgisayardan konuma bakarken omzunun üzerinden çok kısa süren bir bakış attı. Onu bulmamıza izin vermişti. Ama neden? "İzgi arabaya!"Bacaklarım sanki dakikalardır bu komutu bekliyormuş gibi hızla hareket etmeye başlamıştı.
Koşarak çıktığımız binadan hızla arabaya binmiştik. Emniyet kemerimi takmak için büyük bie mücadeleye girerken Atlas ise çoktan telefonundan konuma girmiş ve yola koyulmuştu.
Emniyet kemerini takar takmaz bileğimdeki tokayla saçlarımı hemen ensemde topladım. Atlas hızını arttırırken önümüzdeki siyah aracı solladı. Hız göstergesi sonlara doğru yol alırken elim istemsizce koltuğun koluna gitti. Parmaklarımı koltuğun yumuşak koluna geçirirken rahat olmak için çabalıyordum. Önümüzdeki bir diğer arabayı da geçecekken arabanın bizimle beraber sağ-sol yapması dikkatimizden kaçmamıştı. Atlas sertçe kornaya ardı ardına basarken bu durum öndeki arabanın umurunda bile değildi.
"Başlayacağım böyle oyununa!"Bu da diğerleri gibi Patron'un oyunlarından birisiydi. Amacı bizi oylamaktı. "Ne kadar yolumuz var?"
Atlas kornaya basmaya devam ederken bir an bile olsun yüzüme bakmadı. "Bir buçuk saat."
İçimi aniden huzursuzluk kaplamıştı. Bir buçuk saatte oraya varsak bile geriye sadece yarım saatimiz kalıyordu. Yüzüm düşerken yutkundum. En sonunda önündeki arabayı geçen Atlas hızını tekrardan arttırdı. Sürekli kornaya basıyor, makaslar atarak ilerliyorduk. Oldukça tehlikeli bir yolculuktu ancak hayatı bizimkinden daha çok tehlikede olan bir can vardı. Asırlar gibi geçen bir buçuk saatin sonunda araba boş bir arazinin ortasında durmuştu. Hızla arabadan indiğimizde etrafıma bakındım. "Nerede olabilir bu?"Sitem etmeye devam ederken küçük bir şey arıyordum; araba, ev ya da herhangi bir şey. Boş arazinin ortasında uzun, beyaz bir direkten başka hiçbir şey yoktu. Etraf taş topraktı. "Yok işte!"Atlas sertçe yumruğunu arabanın kaputuna geçirirken bir telefon melodisi duyuldu. Atlas sinirle cebindeki telefonu çıkarttı. Hemen kabul ettiği aramayı hoparlöre aldı. "Ups... Yanlış konum."
Ve telefon yüzümüze kapandı. Atlas bir kez daha yumruğunu arabaya geçirirken omuzlarım düştü. Bitmişti. Bir canı kaybetmiştik. Geriye yarım saatimiz kalmıştı. Geriye dönmeye kalksak yarım saatten az bir sürede varmamız imkansızdı. Bizi oyuna getirmişti. Bizi kandırmıştı. Gözlerim dolarken, kendimi sıktım. Ellerim yumruk olurken sert esen rüzgarla beraber gözlerimi sımsıkı yumdum. O sırada kulağıma ulaşan sesle durdum. Kaşlarım çatıldı, sese daha çok odaklandım. Bu o sesti. Katil telefonda bizimle konuşurken arkasından gelen o ses. Gözlerimi hızla açtım ve etrafıma bakındım. Bu ses direkten geliyordu. Minik demir bir halka direğe çarpıyor ve bu sesi çıkartıyordu. "Oyun içinde oyun bu!"
Hala ayağımda duran topukluları zaman kaybetmeden çıkartarak bir kenara fırlattım. Atlas boş ve yenilgi dolu gözlerle ne yaptığımı anlamaya çalışırken hızla direğin olduğu yere doğru koştum. Direğin yanına gelince hızla diz çöktüm. Ellerimle yere vurmaya başladım. Ve beklediğim o şey oldu. Boş bir ses yankılandı. Ellerimi toprağın arasına daldırdım. Bütün gücümle kazmaya, toprakları etrafa savurmaya başladım. Kısa bir arayışın ardından eline gelen metal halkayı kavrayarak havaya kaldırdım. Açılan kare tahtayı karanlık takip etti. Sol tarafımdan gelen adım sesleri ile başımı kaldırdım ve hemen dibimde Atlas'ı buldum."Ne kadar zamanımız var?"Sol kolundaki saatine hızlı bir bakış attı. "18."Dişlerimi alt dudağıma geçirirken ondan telefonunu istedim. Hiç düşünmeden verdiği telefonunun flaşını açarak aşağıya tuttum. Aşağıya inen tahta merdivenleri görünce Atlas'a döndüm. "Sen burada dur, eğer birkaç saate dönmezsem aşağıya gel."Atlas hızla başını olumsuz anlamda sallayarak bu dediğimi reddetti. "Zamanımız yok. Bunu yapmak zorundayız."
"Değiliz İzgi, sen dur burada ben inerim."Atlas elimdeki telefonu kolayca kaptığı gibi ayaklarını boşluktan aşağıya sarkıttı ve merdivenleri teker teker inemeye başladı.Dişlerimi alt dudağıma geçirirken bir an bile olsun düşünmeden merdivenleri inmeye başladım. Merdivenlerin sonunda indiğim soğuk mermer ile bedenim istemezice titremişti. "Bir kere de laf dinle."Sol tarafımdan gelen sesle birlikte o taraf döndüm. Ancak karanlıktı. Atlas flaşı söndürmüştü. Onu seçemiyordum. "Neden kapattın flaşı?"
"Şşştt..."Dudaklarımı birbirine bastırırken sessizce olduğum yerde durdum. Atlas'tan herhangi bir tepki yoktu. Ne ses veriyor ne de hareket ediyordu. Neyi beklediğini anlamamıştım. Stresten karnıma giren ağrı ile yüzümü buruşturdum. Gerçekten tam sırasıydı(!)
"Neyi bekli-"Lafımı bitiremeden açılan ışıklar ile gözlerimi yumdum. Gözlerimi zoru zoruna açarak göz alıcı olan sarı ışığa alışmaya çalıştım. Gözlerimi art arda birkaç kere karıştıktan sonra biraz da olsa alışabilmiştim. Sol tarafımdaki hissettiğim beden ile o taraf döndüm. Atlas olduğu yerde durmuş etrafını dikkatle inceliyordu.
Etrafımız beyaz duvarlarla kaplıydı. Duvarlarda ise işkence aletleri asılıydı. Herbiri birbirinden ürkütücü ve korkunç duruyordu. Ve önümüzde iki kapı. Birisinin üzerine kırmızıyı X, diğerinin üzerine de O çizilmişti. "Hoş geldiniz,"Yukarıdan gelen boğuk ve robotik sesle irkildim. Geriye doğru adım atarak Atlas'ın yanına geçtim. Atlas başını kaldırarak sesin geldiği yere bakınıyordu. Kapının üst köşesinde bulunan siyah hoparlör ise sesin nereden geldiğini gösteriyordu. "Şimdi sizinle minik bir oyun oynayacağız. İnanın bana sizde en az benim kadar zevk alacaksınız."Robotik ses yüzünden tüylerim diken diken olurken göz ucuyla yanımda dikilen Atlas'a kısa bir bakış attım. Omuzları gergin, gözleri sert bakıyordu. "Tam önünüzde iki kapı var. Kapının arkasında ise kurbanımız. Yanlış bir seçiminizde kurbanımızın beyni dağılır. Seçim sizin. Sadece bir dakikanız var. Ve süreniz başladı."Odanın içerisini sessizlik kaplarken korkuyla Atlas'a baktım. Düşünceli gözlerle kapılara bakıyordu. "Hangisini seçeceğiz? Nereden bileğiz doğru kapı olduğunu?"
Atlas üzerinde X yazılı Okan kapıya ilerledi. Kulağını kapıya dayadı ve bir süre dinledi. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum.
Bir süre sonra sonra onun yanında bulunan, üzerinde O yazılı olan kapının önünde de durdu ve bu sefer kulağını o kapıya yasladı. Her iki kapının sırasıyla kollarını aşağıya indirerek açmaya çalıştı ancak bu konuda da başarısız olmuştu. Ne yapacağımı bilemeyerek olduğum yerde dikiliyor, Atlas'ı seyrediyordum. "Son 10...9...8...7,"Başlayan geri sayımla birlikte telaşla Atlas'a döndüm. Düşünceli gözleri kapıların üzerinde dolaşıyordu. "3...2..1..."
"İkinci kapı!"Atlas'ın dediğiyle birlikte üzerinde X yazılı olan kapı gıcırtıyla aralandı. Kapının arkasında bie ışık yandı ve ışığın altında beliren kurbanla birlikte koşarak kapıdan girdik. Genç bir kızdı bu seferki kurbanı. Sarı saçları darmadağın olmuş, yeşil gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Elleri arkasındaki sandalyeye bağlı, ağzına ise bir bez sokuşturulmuş. Atlas ile beraber hızla kızı çözdük. Kızı zorla oturduğu sandalyeden kaldırdık. Hızla koltuğunun altına girerek dışarıya çıkarttık. Kız titreyen dizleriyle zorla yürürken bir anda durdu. Atlas'a döndü. "B-bir şey s-söylemem gerekiyor,"Kaşlarımı çatarak alttan kıza baktım. Oldukça korku dolu gözlerle baktı Atlas'a. "Y-yalnız değildim. E-elinde birisi daha v-var."O an kızın cümlesiyle zaman durdu. Bir kurban daha mı vardı? Bir oyuna düşmüştük. Birisini kurtarırken diğerinden bi' haberdik."Gelelim asıl oyunumuza..."
Üzerinde O yazılı olan kapı yavaşça aralandı. Karanlığın içerisinde bir ekran belirdi. Küçük bir televizyon ekranında bir kız vardı. Aynı bu kurtardığımız kız gibi elleri ve ayakları sandalyeye bağlıydı. Ağlamaktan harap olmuş bie şekilde boş boş ekrana bakıyordu.
"Onu kurtarmanız için tek şart; Atlas Savcı o kapıdan içeriye gir."Atlas düşünmeden kızın kolunu bıraktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. "Atlas!"Bağırmamla durdu. Başını omzunun üzerinden çevirdi. Bir şey demeden sadece baktı. Ela gözleri değişik bakıyordu kahvelerime. Son kez bakıyorsunuz gibiydi. Yüzünde minik bir tebessüm yer edindi. Dolmaya başlayan gözlerimle başımı olumsuz anlamda salladım. "Yapma..."
Yüzündeki tebessüm hafiften büyürken önüne döndü. Kapıdan içeriye girdi. Sırtı bana doğru dönükken yavaşça kapı hareket etti. Gözümden yanağıma doğru düşen yaşla beraber kapı suratıma kapandı. Son gördüğüm bana dönük olan sırtı olmuştu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top