I-) 1. Bölüm⚜️
Çok gülen insanlara iyi davranın. Çünkü onlar yalnız kaldıklarında çok ağlarlar...
Hande'nin arka arkaya sıraladığı cümlelerle birlikte sesli bir nefes verdim. Kulağım onun söylediklerindeyken bir yandan da arabanın camından akıp giden yolu seyrediyordum. Yine Hande'nin karşısında sessizliğimi korumaya devam ederken bir süre sonra canıma tak ederek araya girdim. "Hande!" Bazen ne kadar çok ve hızlı konuştuğunun farkında bile olmuyordu. Hele ki sinirliyken.Telefonun öbür ucunda bulunan Hande'nin alaylı sesi arabanın içerisini kapladı. "Haklı olduğumu bal gibi de biliyorsun İzgi."
Gözlerimi devirdim ve parmaklarımı ritmik bir şekilde direksiyona vurdum. "Hande şu an yoldayım, sonra konuşsak olmaz mı?"
Bıkkınca dudaklarımı büzdüm. Dakikalardır Hande'nin susmasını bekliyordum. Adeta dakikaları saymaya başlamıştım. Elbette konu her zamanki gibi Hande'nin kendisinin haklı olduğundan bahsetmesiydi. Susması gereken anı bilmiyordu. Kırmızı ışığın yanmasıyla birlikte ayağımın ucuyla hafifçe frene basarak yavaşladım. "Kaç tabi sen, kaç. Daha nereye kadar kaçacaksın bakalım."
Bir şey dememe fırsat vermeden telefonu yüzüme kapattı. Gözlerimi devirerek ofladım. Bana kazmıştı. Zaten kızgındı şimdi daha çok kızmıştı. Onu dinlemediğini ve umursamadığımı düşündüğüne eminim. Şimdi bir de günlerce bunun tribini çekecektim. 'Dıt dıt' sesi arabanın içerisinde yankılanırken arkadan ani bir darbeyle şiddetle sarsıldım ve kafamı sertçe direksiyona çarptım. Acıyla kafamı tutarak dikiz aynasından arkama baktım. Elimi alnıma doğru götürdüm. Dudaklarımın arasından engel olamadığım bir inleme kaçtı.
Hadi ama! Güne bu kadar güzel başlayamazdım(!)
Elimde hissettiğim ıslaklıkla birlikte, kafamdan çektim. Gördüğüm kanla birlikte dikiz aynasından alnıma baktım. Küçük bir yara açılmıştı. İçimden gözlerime doğru yükselmeye başlayan acılı yaşları zorla da olsa geri gönderdim. Dudaklarımı birbirine bastırarak acımın dinmesini bekledim. Şu anda ağlayamazdım. Arabama çarpmışlardı ki, büyük bir ihtimalle birazdan yaşanacak olan tartışma karşısında ciddiyetimi korumam gerekiyordu.
Şimdilik kanayan yaramı boş vererek ne olduğunu anlamak üzere arabadan indim. Ardımdan biricik arabamın kapısını yavaşça kapattım. Alnımdan kaşıma doğru akmakta olan sıcak kanı umursamadan arkamdaki arabaya doğru ilerledim. Kanın yanağıma doğru ince ince akmaya devam ettiğini hissedince rahatsızlık duyarak elimin tersiyle akan kanı hızla sildim. Minicik bir yarada gerekenden fazla kanıyordu. Arabamın hemen arkasında duran arabaya baktığımda ise önünün hafif çöktüğünü gördüm. Kendi arabamın arkasına baktığımda ise öbür arabaya göre daha kötü bir durumda olduğunu fark ettim. Dudaklarımı büzerek arabamın arkasına baktım. İçim âdeta cız etmişti. Elimi yavaşça çöken ve boyası kalkan bölgede gezdirdim. "Sen bunları görecek araba mıydın be?"
Ben arabamın arkasına hüzünle bakıp dertlenmekle meşgulken sağ tarafımda bulunan hareketlenmeyle arabanın sahibi olduğunu tahmin ettiğim adam burnundan soluyarak yanıma geldi. Üzerinde ki beyaz gömleğinin ilk iki düğmesini açarak yakasını dağıtmış, önleri hafif şekilli olan saçları ise tahminimce kısa bir süre önce aynı üzerinde olan gömleği gibi dağılmıştı. Aramızda birkaç adım kalınca durdu ve ellerini beline koydu, çatılmış olan kaşlarıyla sinirle soludu. Kaşlarını çatması üzerine güneşin altında yeşile dönen ela gözleri iyice kısılarak neredeyse ortadan kayboldu. "Size ehliyetinizi nereden aldığınızı sorabilir miyim? Bu ne sorumsuz bir sürüş şekli?"
Ağzımdan 'hah' diye bir şaşkınlık nidası dökülürken ona doğru bir adım atarak ellerimi aynı onun yaptığı gibi belime koydum. Adam hala bana bağırmaya devam ederken dayanamayarak sinirle elimi havaya kaldırdım ve sözünü kestim. "Pardon ama beyefendi, ben kırmızı ışıkta dururken arkamdan çarpan sizdiniz?! Şimdi ben size soruyorum! Ehliyetinizi nereden aldınız?!" İşaret parmağımı cümlemi bitirir bitirmez arkası çökmüş olan arabama çevirdim. Anlık olarak gözleri arabama kaydı. Ve bir kez daha burnundan sertçe soludu. Burada mağdur olan bendim. Kırmızı ışıkta dururken birden gelip arkama çarpan yani suçlu olan ise oydu. Hem suçluydu hem de güçlüydü. Kötü bir gün geçiriyor gibi gözüküyor olabilirdi ama bu önüne gelen herhangi bir insana patlama hakkı vermezdi.
Tek kaşımı kaldırarak cevap vermesini beklemeye koyuldum. Sinirle yüzüme bakarken gözleri kanayan yaramın üzerinde takılı kaldı. Yüzünde yakaladığım saniyelik yumuşama anında kaybolurken bir anda arkasını dönerek arabasına ilerledi. Adamın arkasından şaşkınlıkla bakarken inanamazcasına güldüm.
Gerçekten mi? Adama bak ya! İnsan bir özür dilerdi. Bir pardon falan derdi. En azından yaranız ciddi mi diye sormalıydı. Ben içimden kötü bir gün geçiriyor olma ihtimaline dayanarak kendimi tutarken bu yaptığı tam bir saygısızlıktı. Ama yok! Neymiş efendim düzgün süremiyormuşum. Gerçekten şaka gibiydi. Sabah sabah belamızı bulduk. Gerçekten güne harika başladım(!)
Sinirle cebimden telefonumu çıkararak çekicinin numarasına tıkladım. O sırada yanımdan geçmekte olan arabanın arkasından bakarken aklıma gelen hin fikirle sırıttım. Madem suçunu dahi üstlenmiyordu ben de ona yapacağım şeyi biliyordum.Telefon kulağımda dururken öbür boş elime yerden bulduğum en büyük taşı aldığım gibi arabaya fırlattım. Atışım tam hedefini bulurken araba bir saniye bile olsun durmadan yoluna devam etti. Plakasını falan alamamanın vermiş olduğu sinirle ayağımı yere vurdum.
O sırada açılan telefondan duyduğum kalın sese yanıt verdim. Hande sağ olsun bu konularda deneyimliyiz.
...
Alnımı ovarak karşımdaki adama baktım. Yaram hala biraz acıyordu ama onunla daha sonra ilgilenecektim. "Ne kadar sürer?"
Adam sorum üzerine çenesinde bulunan sakallarını kaşıyarak yeniden arabanın arkasına baktıktan sonra bana döndü.
"Valla abla bunun parçası yurtdışından geliyor. Parçanın gelmesi uzun sürer, e bir de bunun tamiri var anlayacağın sen en az bir ayı gözden çıkar." Bir ay kelimesini ile gözlerim şaşkınlıkla ardına kadar açıldı. Kaşlarımın havalanması ile yaram sızlamıştı. Dişlerimi acıyla alt dudağıma geçirdim. "Daha erken gelemiyor mu bu parça?" Adam omuz silkerek ellerini iki yana açtı. "Valla abla bu işler ha deyince olmuyor." Hüzün ve hayal kırıklığı ile başımı salladım. "Anladım."
En az bir ay boyunca arabasız olacağım ne kadar harika ama(!) Gözlerimi yeniden çökmüş olan tarafına çevirdiğimde içim yine sızladı. Arabasız ne yapacaktım ben? O, benim elim kolum olmuştu. Ne zorluklarla almıştım ben onu. Şimdiye kadar hiç kazaya karışmamıştım. Ama bugün dengesizin birisinin dikkatsizliği yüzünden canım arabam bu hâle gelmişti ve ben en az bir ay arabasız kalarak otobüsle yollarda sürünecektim. Kafamın içerisinde dönen düşünceler ve gerçekler yüzünden istemsizce dudaklarımı büzdüm.
Arabamın gitmesiyle birlikte yol kenarında durarak taksi beklemeye başladım. Adliyeye gidecek olmamı umursamadan kaldırımın ucuna oturdum. Arabadan aldığım çantamı kucağıma koydum. Dirseklerimi dizlerime koyarak çenemi avuç içlerime yasladım. Adliyeye gitmeden önce bir eczaneye uğrasam güzel olurdu. Elimi yaramın üzerine götürerek durumuna baktım. Daha sonra yine bir kan akmış ve kaşımın kenarında kuruyup kalmıştı. Elimi değmemle birlikte yaranın olduğu yerde hafif bir sızı baş gösterdi. Elimi yaramın üzerinden çekerken homurdandım.
Uzun bir bekleyişin ardından boş bir taksinin önümde durmasıyla birlikte bindim. Taksiciye adliyeye yakın herhangi bir eczaneye gitmesini söyleyerek arkama yaslandım. Kısa bir süre sonra taksi bir eczanenin önünde durunca cüzdanımdan çıkardığım ücreti uzattım. Para üstünü de aldıktan sonra taksiden inerek eczaneye yöneldim. Eczaneye girdiğim an kapının çıkardığı sesle birlikte birkaç kafa bana döndü. Gülümseye çalışarak kapıyı kapattım. "Hoş geldiniz."
Diyen beyaz önlüklü kadının yanına doğru adımladım. Kadının önünde durarak aramızda bulunan soğuk ahşap tezgahın üzerine ellerimi koydum. Bakışları alnımdaki yaraya kaydığında yüzündeki gülümseme küçüldü. Bir şey demeden hemen arkasını dönerek raflardan eline bir şeyler aldı. Arkası dönük bir şekilde hâla eline bir şeyler alırken konuştu. Benim konuşmama bile gerek kalmamıştı. İçten içe sevinmeden edemedim. Bazen kendimi ifade ederken zorlanıyordum. Ve kadın benim ağzıma açmama bile gerek kalmadan sorunu fark etmişti. Küçük bir yara olmasına rağmen akan kan yüzünden fark edilmeyecek gibi değildi ya zaten.
"Lütfen siz boş bulduğunuz bir yere oturun ben hemen geliyorum."
Kadının dediğiyle birlikte sessizce boş bulduğum sandalyelerden birisine oturarak beklemeye başladım. Çok kısa bir süre sonra kadın elinde bir kaç malzemeyle yanıma geldi. Elindeki malzemeleri yere ,yanına, bıraktıktan sonra önümde diz çöktü. "Kafanızı dik tutar mısınız?" Kadının dediğini yaparak kafamı dik tuttum. Bir elini çeneme diğer elini de başımın arkasına yaslayarak yaramı inceledi.
"Derin bir yara değilmiş, hemen halledebiliriz. Şansılısınız dikişli bir şey değilmiş." Gülümseyerek bıraktığı malzemelerden pamuk ve krem tarzı bir şeyler aldı. İlk önce canımı yakmamaya çalışarak yaramı temizledi. Her ne kadar acımadı desem yalan olur çünkü acıdı! Yaram sızlamaya devam ederken yüzümü buruşturdum. Gerçekten fena acıyordu.
Yaramı temizlediğinden emin olduktan sonra eline bir krem alarak, biraz parmağına sıktı. Üzerine krem sıktığı parmağını yaramın üzerinde gezdirerek kremi iyice yedirdi. Son olarak yaramın üzerine küçük bir pamuk koyarak bantla kapattı. Kadının ayağa kalkmasıyla birlikte bende kalktım. "İşte bu kadar." Çantamdan cüzdanımı çıkararak fermuarını açtım. "Borcum nedir?"
Kadın gülümseyerek, cüzdanı tuttuğum elimi tuttu. "Ah canım lütfen duymamış olayım." Anında başımı olumsuzca sallayarak itiraz etmeye başladım. "Olmaz öyle şey-"Kadın sözümü keserek uzaklaştı. Arkası bana dönük olacak bir şekilde elindeki malzemeleri yerlerine koyarken konuştu, "Geçmiş olsun, bir dahakine daha dikkatli ol."Yenilgiyle cüzdanımı geri çantama attım. "Teşekkür ederim, kolay gelsin." Kadın başını omzunun üzerinden bana çevirdi, içten ve kocaman bir gülümseme sundu. "Teşekkürler tatlım."
...
Odamın önünde beni bekleyen Rüya'yı görünce gülümsedim. Neşeli bir sesle, "Günaydın Rüya!" Odama girerek ardımdan kapıyı açık bıraktım. Masama doğru yöneldiğim sırada Rüya arkamdan odaya girerek kapıyı kapattı. "Günaydın Savcım."Çantamı masanın üzerine bırakarak, sandalyeme oturdum. Kendimi arkaya bırakarak sırtımı yasladım. Ellerimi karnımın üzerinde kenetleyerek her zamanki neşeli surat ifademle baktım. "Güne neyle başlıyoruz?" Gözleri alnımdaki yaraya kayınca yüzündeki ciddiyeti kayboldu. "Başınıza ne oldu öyle?" Dişlerini alt dudağına geçirmesiyle istemsizce elim bantlı olan yaraya gitti. "Ha, o mu?" Alnımdaki yarada olan elimi havada rastgele salladım. "Dengesizin birisine denk geldim sabah sabah. Ciddi bir şey değil, endişelenme."
Dediklerimin onu memnun etmediğine emindim. Ama gerçek olanda buydu zaten. Ona yalan söylememiştim. Sadece olayı kısa kesmiştim. Her ne kadar Rüya söylediklerim karşısında huzursuzca dikilmeye devam etse de elinde bulunan kağıtlara bakış attıktan sonra başını kaldırdı. "Başsavcım sizi odasına beklediğini, işinize başlamadan ilk olarak ona uğramanızı istediğini belirtti." Sesi hala sıkkın geliyordu. Onu neşelendirmeye isterdim lakin söylediklerinden sonra bu pek mümkün değildi.
Kaşlarımı çatarak sandalyemi geriye doğru itekledim ve ayağa kalktım. Ellerimi arkamda birleştirilen hafifçe başımı salladım.
"Teşekkürler Rüya, gidip bakalım neler oluyormuş." Rüya'nın yanından geçerek odadan çıktım, uzun koridorun sonunda bulunan Başsavcının odasının önüne gelince durdum. İlk önce üzerimde bulunan siyah uzun kalem eteği düzelttim ardından da salık olan saçlarımı düzelterek omzuma aldım. Derin bir nefes verdikten sonra kapıyı tıklatarak içeriye doğru başımı uzattım. "Başsavcım izin var mı?"
Kafasını önündeki dosyadan kaldırarak yüzüme baktı. Eliyle gitmemi işaret etti. "Gel İzgi." İçeriye girerek kapıyı ardımdan yavaşça kapattım. Başsavcının masasının önünde durdum. Önündeki dosyasını kapatarak kenara koydu, gözlüklerini çıkararak boyundan aşağıya doğru sarkmasına izin verdi. "Ne için çağırmıştınız?" Eliyle koltukları işaret etti. "Öncelikle otur bakalım." Denileni yaparak Başsavcının gösterdiği koltuğa oturdum. Masasının üzerinde bulunan telefona uzandı. "Kahve içer misin?" Kibar bir şekilde gülümseyerek başımı olumsuz anlamda salladım. "Teşekkürler Başsavcım."
"Pekâlâ." Diyerek elini telefondan çekti. Tam bu sırada odanın kapısı tıklatıldı ve ardından açıldı.
"Gelebilir miyim?" Odayı dolduran ve kulağıma yabancı gelen o kalın sesle birlikte kaşlarım anında çatıldı. Başımı dikleştirerek içeriye girecek olan adamı merakla beklemeye başladım. "Gel Atlas." Başsavcının onayı ile odaya giren adama bakakaldım. Ama bu, sabah bana çarpıp üstüne bir de beni suçlayan adamdı. Kaşlarımı çatarak bakmaya devam ederken bakışları bana döndü. Beni görünce anında kaşları çatıldı, çenesi gerildi. Bir kaza yüzünden benden bu kadar mı nefret etmişti? Saçmalıktı.
Arakasında hala açık olan kapıyı kapattı ve yavaş adımlarla karşımdaki koltuğa ilerledi ve yerini aldı. "Bir şeyler içer misin Atlas?"
Atlas ha? Başını olumsuz anlamda sallayarak Başsavcının teklifini reddetti. Başsavcı masanın üzerinden öne doğru eğilerek, ellerini birbirine kenetledi. Sıkıntılı bir ifadeyle bir bana bir de karşımda oturan o saygısız adama baktı. "O zaman çocuklar direkt olarak konuya giriyorum,"
Tekrardan bir bana bir de karşımda oturan adama baktı. Oldukça içli ve sıkıntılı olan bir nefes verdi. "Son iki haftadır her gece aynı saatlerde polis merkezine bir ihbar geliyor. Polisler aldıkları ihbar üzerine gittikleri konumda bir cesetle karşılaşıyor. Her cesetlerin yanında da bir not. Maktullerin hepsinin aynı şekilde öldürüldüğü düşünülüyordu, ta ki son iki maktule kadar. "
Kaşlarımı çatmış ciddi bir ifade ile Başsavcıyı dinliyordum. Bir cinayet vakası. Hayatı elinden çalınmış insanlar. Sokulandıktan sonra kaldığı yerden devam etti. "Ve sorun şu ki bu olayla ilgilenen Savcımız dün gece evinde ölü bir şekilde bulundu. Elinde ise bir not. Bulunan not incelendiğinde diğer maktullerin yanında bulunan nottaki el yazıyla aynı olduğu fark edildi." Cinayete kurban giden Savcıya içten içe üzülürken iç çektim. Yavaşça yaslandığım yerden doğruldum. "Pekâlâ, bizden istediğiniz şey tam olarak nedir?"
Sağ işaret parmağı ile beni, sol işaret parmağı ile de karşımda oturmakta olan adamı gösterdi. "İkinizin ortak bir şekilde çalışarak bu katili bulmanızı istiyorum." Saygısız adam ve ben? Daha neler canım! Elimi yumruk yaparak dudaklarımın üzerine kapattım ve yalandan öksürdüm. "Şey... Başsavcım-"
Başsavcı elini havaya kaldırarak konuşmamı engelledi. Çoktan itiraz edeceğimi anlamıştı. "Şey mey yok İzgi! Bu İşte beraber çalışacaksınız o kadar! Şimdi çıkabilirsiniz." Tam ayağa kalkacağım sırada Başsavcı bir anda başını kaldırıp yüzüme baktı. "Vazgeçtim, oturun." Şaşkınlıkla geri koltuğa otururken Başsavcı koltuğunda benden tarafa döndü. "Senin alnına ne oldu? Dün seni en son gördüğümde o yara yoktu." Ellerimi kucağımda birbirine kenetlenmen sırıtmamı yüzüme vurmamak için kendimle savaşıyordum. "Çok da önemli bir şey değil Başsavcım. Sabah saygısının birisi arkamdan arabama çarptı. Küçük bir sarsıntı sonucu kafamı çarptım."
Başsavcı duydukları üzerine kaşlarını çattı. Umursamaz bir edayla ellerimi iki yana açarak omuz silktim. Karşımda oturan adama doğru döndüm ve hafifçe gülümsedim. "Diyorum ya saygısızın birisi işte. Elden ne gelir?"
"Aman ha çocuklar kinle muhattap olduğunuza dikkat edin. Bu yaşınızda bir de başınıza bela almayın." Hızla başımı aşağı-yukarı sallayarak Başsavcıyı onayladım. "Haklısınız Başsavcım. Bir de ben şey diyecektim-" Tekrar itiraz etmek için ağzımı açtığım sırada Başsavcı beni umursamayarak eline bir dosya aldı ve okumaya başladı. Az önce beni umursayan adam bir anda ortadan kaybolmuştu. Memnuniyetsiz bir ifadeyle oturduğum yerden ayaklandım ve sert adımlarla odadan çıktım. Arkamdan kapanan kapı sesiyle birlikte arkama döndüm. Saygısız adama doğru yaklaştım. İşaret parmağımı göğsüne dayadım. Çokta sert sayılmayacak bir şekilde bastırdım.
"Bu işte biz diye bir şey yok. Ya sen ya da ben. Ben senin gibi saygısız bir adamla çalışmam."
Beni umursamayarak ellerini cebine koydu. Umursamaz bie tavırla omuz silkti. "İstediğini düşün, bu işte beraberiz ortak."
Ortak kelimesini bastırarak söylemişti. Sinirle gözlerimi yumdum. Göğsüne dayadığım işaret parmağımı çekerek elimi yumruk yaptım. "Göreceğiz." Bir şey demesine fırsat vermeden yanında ayrıldım. Sinir adam! Ortakmış! Hah! Ben sana gösteririm ortağı! Benim adımda İzgi ise bunu burnundan fitil fitil getirmesini de bilirim!
...
Oturduğum yerden esneyerek kolumdaki saate baktım; 23.48
Bugün mesai saatinin bitmesine rağmen eve gitmemiş, gelecek olan ihbarı beklemeye başlamıştım. Şu an tam olarak polis merkezinde herhangi masanın önünde bulunan rastgele sandalyeye oturmuş bir hareketlilik bekliyorum. Yaklaşık dört buçuk saattir burada oturmuş saatin tam gecenin on ikisi olmasını bekliyordum. Kesinlikle ve kesinlikle beklemekten çok sıkılmıştım. Dirseğimi masanın üzerine dayayarak, avuç içime çenemi koydum ve göz kapaklarıma çöken ağırlıkla kapanmaya başladı. "İş başında uyumak ha? Size hiç yakıştıramadım Savcım."
Duyduğum sesle birlikte olduğum yerde sıçrayarak uyandım. Karşımda ukalaca gülen Atlas ile gözlerimi devirdim. Ellerimi yumruk yaparak gözlerimi ovcaladım. Ellerimi gözlerimden çektiğimde karşımda oturan Atlas'ın bir bardak uzattığını gördüm. Anlamsız bakışlarımı fark eden Atlas karşımdaki sandalyeye oturdu ve bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş olacak ki konuşmaya başladı.
"Kahve, uyukladığını görünce iyi geleceğini düşündüm." Saygısız bir adamdan düşünceli hareketler. "Şaşırtıyorsunuz beni Savcım."
Uzattığı bardağı alarak burnuma götürdüm ve kokladım. Gözlerimi kısarak ona baktım. Kahvesinden bir yudum aldı. Tek kaşımı kaldırarak şüpheli bakışlarımı bir ok misali ona sapladım. "İçine zehir katmadın değil mi?" Dediğimle birlikte güldü. "Hadi ama ortağımı kaybetmek istemem."
Gözlerimi devirerek, sıcacık kahvemden büyük bir yudum aldım. Bu kesinlikle iyi gelmişti. Kahvenin boğazımdan mideme inişini hissettim. Gözlerimi huzurla kapatarak kahvenin tadını çıkardım. Kahve kadar güzel bir şey yok. Kahvemden sıcak bir yudum daha alırken yanımıza gelen polis memuru ile kahvemi zorla yuttum. "İhbar geldi." İkimizde aynı anda elimizdeki bardakları masaya bırakarak ayaklandık. Kolumdaki saatime baktığımda tam 00.01 olduğunu gördüm.
"Gidelim." Diyen Atlas'ı başımla onaylayarak peşinden yürümeye başladım. Karakoldan çıktığımızda çoktan bir polis ekibi yola çıkmıştı. Siren sesleri ileriden yükseliyordu. Bir anda arabamın olmadığını hatırlayarak olduğum yerde kaldım. Neyle gideceğimi düşünürken Atlas'ın seslenmesiyle birlikte ona döndüm. "Gel hadi!"
Acelem olduğu için arkasından koşar adımlarla ilerledim. Bir arabanın yanına geldiğimizde kapılarını açarak şoför tarafına bindi. Bende hızlıca öne binerek, kemerimi taktım. İçten içe arabamın eksikliğinin burukluğunu yaşarken tüm yol boyunca sessiz kalmayı başarabilmiştim.
Zamanla yarıştığımız yolculuğun ardından ihbar edilen yerin önünde durduk. Arabadan inerek etrafıma bakındığımda oldukça tenha bir yer olduğunu fark ettim. Geldiğimiz yer dışında sadece bir iki bina bulunuyordu. Onun dışında ne başka bir ev ne bir araba ne de bir insan. Atlas'ın binaya girdiğini görünce arkasından bende girdim. Merdivenlerle ikinci kata çıktığımızda bir dairen kapısı açıktı. Açık olan kapıdan içeriye girerek etrafa bakındım. Oldukça bakımsız ve dağınık bir evdi. Salona girdiğimde maktulun yerde başı yana düşmüş bir şekilde yattığını gördüm. Olay yeri incelemenin yanına giderek bir eldiven aldım. Eldivenleri elime geçirdikten sonra maktulun yanına çökerek incelemeye başladım.
Boğazında morluk ve parmak izleri bulunuyordu ki bu da boğularak öldürüldüğüne işaretti. Yanlarına düşmüş olan elini alarak tırnaklarına bakındım. Oldukça temizdi. Evine bile bu kadar önem vermeyen bir insan tırnağına önem veriyordu, tuhaf.
Elimi çenesinin altına yerleştirecek kafasını önce sağa sonra sola doğru çevirdim. Sol elmacık kemiğinde bir çizik bulunuyordu. Bu da katille aralarında bir boğuşma yaşandığına işaretti. Diğer eline baktığımda sımsıkı kapalı olduğunu fark ettim. Çöktüğüm yerden kalkarak maktulun etrafından dolaştım ve öbür yanına geldim. Yumruk yaptığı elini açmaya çalıştım ancak kilitlenmişti. Oldukça uzun uğraşlar sonucunda elini açtım. Elinin içerisinden yere düşen buruşmuş kağıda kaşlarımı çatarak baktım.
Buruşmuş kağıdı elime alarak çömeldiğim yerden kalktım. Kağıdı açtığımda içinde bir şeyler yazıyordu.
(Onan inanma, yalan söylüyor.)
Kağıda yazılmış olan yazıyı anlamaz şekilde defalarca kez okudum ancak yine de bir şey anlamadım. "Ne buldun?"
Yanıma gelen Atlas'la birlikte ona döndüm. Kağıdı es geçerek önce kendi izlenimlerim hakkında bilgi vermeyi seçtim. "Maktulun boynunda parmak izleri var büyük ihtimalle boğularak öldürülmüş. Sol elmacık kemiğinde küçük bir çizik var bu da katille maktulun arasında bir boğuşma geçtiğine işaret ediyor. Anlamadığım bir nokta var," Kaşlarını çatarak maktuldaki bakışlarını bana çevirdi. Elimle evi işaret ettim. "Maktulun evi bu kadar dağınık ve kirliyken, tırnaklarının çok temiz olması normal mi?"
Dediğimle birlikte maktulun yanına çöktü. Maktulun elini tutarak tırnaklarına baktı. Düşünceli bir şekilde kaşlarımı çattı.
"Bence değil. Tahminimce katil arkasında iz bırakmamak için maktulun tırnaklarını kesmiş. Temiz çalışıyor." Elimde bulunan maktulun elinde bulduğum kağıdı havaya kaldırdım. "Bir de bu var?" Maktuldan uzaklaşarak yanıma geldi. Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılarak elimdeki kağıdı aldı. "Ona inanma, yalan söylüyor?"
Kağıtta bulunan yazıyı sesli bir şekilde okuduktan sonra anlamaz gözlerle bana baktı.
Omuz silkerek ellerimi iki yana açtım. "Bu kağıtta ki mesaj kime bilemiyorum. Kim kime güvenmemeli, kim yalan söylüyor o kısmı da çözmüş değilim." Kafasını 'anladım' şeklinde sakladıktan sonra tekrardan maktulun yanına çökerek incelemeye devam etti.
Yavaşça maktulun yanından kalktım. Uyuşmuş olan bacaklarıma kendilerine gelmeleri için birkaç saniye tanıdıktan sonra Aylas'ı maktul ile baş başa bıraktım. Salondan çıkarak evin diğer odalarına bakınmaya başladım. Kapısı kapalı olan bir odanın dikkatimi çekmesiyle kapalı olan kapıyı açarak içeriye girdim. Odanın içerisi berbat bir şekilde rutubet kokuyordu. Günlerdir havalandırılmadığı oldukça belliydi. Bu da maktulun eve pek fazla uğramadığına işaret ediyor.
Zorla nefes almaya çalışarak odaya girdim. Oda da; çökmüş bir kuru tahta yatak, kapakları olmayan kırık dökük giysi dolabı, tahtadan bir masa ve dört raflı bir kitaplık bulunuyordu. Kitaplığa yönelerek raflarına bakındım. Bir iki kitap dışında kitap yoktu. Dikkatimi çeken kitabı elime alarak sayfalarını hızlıca gezinmeye başladım ta ki yere düşen bir kağıda kadar. Kitabı aldığım yere geri bırakarak yere düşen kağıdı aldım.
(Onun yalanlarına inanma.)
Kimin yalanına? Bu notlarda bahsedilen kişi kim? Kimin kime inanmaması gerekiyor?Bu işin içinde ne var? Ne yalanı? "İzgi? Bir şey mi buldun?" Atlas'ın sesiyle irkilerek arkama döndüm. Elimdeki kağıdı havaya kaldırdım. "Galiba." Birkaç hızlı adımda yanıma gelerek kağıdı elimden aldı. "Bir not daha."
"Evet ama bu notlar kime?"
"Bilmiyorum."
"Sen bir şey bulabildin mi?"
"Şu an pek bir hareketlilik olduğu söylenemez. Olay yeri inceleme hâla devam ediyor."
"Anladım."
Atlas'ı arkamda bırakarak odadan çıktım ve salona geçtim. Kısaca salonu taradığımda gözüme dikkat çeken bir şey rastlamamıştı.
Daireden çıkarak merdivenleri indim. Binadan çıkınca olduğum yerde durdum. Ellerimdeki eldivenleri çıkararak yolun kenarında bulunan büyük çöp tenekesine attım. "Eve mi?" Arkamda duyduğum sesle birlikte sadece başımı salladım. "Evet."
"Bırakmamı ister misin?" Kaşlarımı çatarak önünde durdum. Saygısız adam rolünden iyi niyetli adam rolüne mi geçmiştik? Ellerimi belime koyarak gözlerine bakmak için hafifçe başımı kaldırdım. "Hayırdır Savcım? Sabahki davranışınızı mı telafi etmeye çalışıyorsunuz?" Gözlerimi kısmış bir vaziyette gözlerine bakarken, gözlerinin kenarında oluşan kırışıklıklarla birlikte güldüğünü anladım. "Ha ben giderim diyorsanız buyurun Savcı Hanım." Önümden çekilerek yol verdi. "Elbette giderim." İnatla çenemi havaya diktim ve ona yandan ters bir bakış atmayı da ihmal etmedim.
Yanından geçerek ıssız ve karanlık sokağa doğru yürümeye başladım. Sokak git gide sessizleşip daha da mı kararıyordu? Yoksa bana mı öyle geliyordu? Hafif esen rüzgarın yüzümü okşamasıyla burnumu çektim. Soğuktan burnumun ucu üşümüştü. Gecenin bilmem kaçı ne olacak? Üzerimde ceket dahi yoktu. Salak kafam işte. Hangi akılla bu halde ceketsiz çıkmıştım ki? Sert esen rüzgârla birlikte kollarımı kendime dolayarak birazda olsa üşümemi engellemeye çalıştım. Ancak başarısız oldum.
Sokakta yalnızca ayakkabılarımın çıkardığı ses yankılanıyordu. Bir süre daha bu ıssız sokakta ilerledim. İlerideki sokak lambasının altında duran üç adamı görünce başımı başka yöne doğru çevirdim. Olaysız bir şekilde evime varıp sıcacık yatağıma girmek istiyorum. Gerçekten, tek istediğim bugünü en az sorunla atlatmaktı. Zaten yeterince şeyle uğraşmıştım. Henüz arabamın yokluğunun acısını bile atlatamamıştım ki.
Sokak lambasının yanından geçerken duyduğum sesle birlikte durarak kaşlarımı çattım. "Şşt güzellik nereye böyle? Bu saatte yalnız bir şekilde," İşte başlıyoruz. Bugün gerçekten şanssız günümdeydim. Neyden kaçtıysam başıma gelmişti. İçlerinden birisi yaslandığı sokak lambasından uzaklaşarak, bana doğru yaklaşmaya başladı. Elimi ona doğru uzatarak kendime siper ettim. "Kendi iyiliğin için yaklaşma." Sesim sertti. Öyle ki, esen şu rüzgârdan bile soğuk ve bir o kadar da tehditkârdi.
Olduğu yerde durarak gülmeye başladı. Arkasına dönerek eliyle beni gösterdi. "Duydunuz mu beyler?! Kendi iyiliğim içinmiş!" Ağzından bazı kelimeler tam çıkmıyordu. Bazılarını ya yutuyor ya da dilinde yuvarlayarak söylüyordu. Onunla birlikte diğer iki adam da kahkahalarla gülmeye başladı. Gözlerimi devirerek yoluma devam etmek üzere bir adım attım. Onları görmemezlikten gelmek en güzeliydi. Kolumdan tutulup çekilmemle birlikte afalladım ve birkaç adım geriye doğru sendeledim. İşte bu beklediğim bir şey değildi.
Kolumun üzerindeki eli tutarak ters çevirdim. Adam acı içinde benden uzaklaşırken diğer adamların kahkahası kesilmişti.
"Bak sen şuna." Diyerek diğer iki adamdan birisi üzerime atılarak saçıma yapıştı. Saçımdan geriye doğru çekmesiyle acıyla çığlık attım. Saçlarımdaki elinin gevşeyip yok olmasıyla birlikte adama döndüm. Yerde bir doksan uzanmış bir şekilde yatıyordu üstünde de Atlas vardı. Adamı öldüresiye dövüyordu. Etrafımıza bakındığımda diğer adamların çoktan kaçtığını fark ettim.
Koşar adımlarla Atlas'ın yanına koştum. Kollarından tutarak çekmeye çalıştım. "Bırak artık! Öldürmek mi istiyorsun?!" Bağırmamla birlikte durdu. Adamın üzerinde birkaç saniye durduktan sonra kalktı. "Takip et beni." Ellerimi belime koyarak alayla güldüm.
"Sizinde dediğiniz gibi Savcım, kendim gidebilirim."
"Lütfen biner misiniz?" Dişlerimin arasından çıkan kelimelerle ses tonu adeta zıt düşüyordu. Gözlerimi devirerek pes ettim. Daha fazla bu mağara adamını sinirlendirmesek iyi olur.
Arabaya binerek onu beklemeye başladım. Arabanın hareket etmesiyle birlikte gözümün kenarıyla baktım. Kaşlarını çatmış bir vaziyette oldukça ciddi bir tavırla yola bakıyordu. "Bir gün içerisinde nereden buldunuz bu arabayı Savcım?"
"Bulurum ben." Gözlerimi devirerek önüme döndüm. İki sohbet muhabbet edelim diyoruz yok! Suç bende zaten! Niye konuşuyorsam! Salak kafam! Onu konuşmak başlı başına hata zaten. Yine suçlu ben olmuştum. Aman ne güzel(!)
...
İlk bölümümüz ile karşınızdayım!
Nasılsınız? Tatil nasıl gidiyor? Umarım iyisinizdir 🙂
Ilgaz'ı bekliyordunuz değil mi? Üzgünüm ama bir süre onu göremeyeceksiniz. Bilen bilir 😉
Atlas hakkındaki görüşleri alalım. Sizde nasıl bir izlenim bıraktı? Sevdiniz mi?
İzgi? Nedense İzgi'yi yazarken kendimi buluyorum. Hareketleri olsun konuşma şekli olsun her şeyiyle. Neden böyle inanın hiçbir fikrim yok.
İlk bölümden olaylar da başladı? Katilin kim olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Bence hiçbir tahmininiz tutmayacak. Katili öğrenince bayağı şaşıracağınızı düşünüyorum.
Atlas gibi bir ortağınız olsa ne yapardınız? Ya da İzgi'nin yerinde olsanız?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top