61. Bölüm⚜️
Beni sevmediler.
Neden bilmiyorum.
Nefes almak istedim. Derin derin solumak, oksijeni ciğerlerime çekerek rahatlamak istedim. Bu isteğim şu anda bulunduğum ortama uygun bir davranış değildi. Evet, kesinlikle değildi. Ellerimde açık mavi renginde eldivenler, başımda saçlarımı topladığım beyaz bone, üzerimde ellerimdeki eldivenle aynı renkte olan mavi bir önlük ve burnumda ağzımın tamamını kapatma konusunda yardımcı olan beyaz bir maske. Ellerim havada öylece önümde ki sedyedeki yatan cansız bedene bakıyordum. Aslında ceset görmeye oldukça alışıktım. Sonuçta işimin bir parçası da buydu. Ancak son zamanlarda yaşanan şeyler beni daha hassas bir insan yapmıştı. Ki bu durumdan memnun olduğumu söyleyemem.
Dudaklarımın arasından kaçan ılık nefesim maskenin yüzeyine çarparak bana daha sıcak bir nefes olarak geri döndü. "Bayağı direnmiş." Ilgaz'ın gözlerini takip ettiğimde maktulun boynunda ki morluklara baktığını fark ettim. Sedyenin öbür tarafında, tam karşımızda, bulunan otopsi görevlisi hüzünle başını salladı. Başımı maktulun bedenine doğru eğerek boynunda ki morluklara yaklaştım. Gözlerim anlık olarak istemsizce yüzüne döndü. Kafamın içerisinde onu ilk gördüğüm hali canlandı. Bir sandalye de oturuyordu. Elleri sandalye de bağlıydı. Kendi bileklerini kesmek zorunda kalmıştı. O gün bembeyaz olan teni hala aynıydı. Göz altları ise yine aynı şekilde kırmızılığını korunmaya devam ediyordu.
Yutkunarak gözlerimi hızla yüzünden kaçırıp odağım olması gereken boynuna çevirdim. Gözlerimi kısarak boynunda bulunan morluk izlerinin büyüklüğünü hesaplamaya çalıştım. Tam olarak kestiremiyordum. Morlukların bazısı yavaş yavaş yeşillenmeye başlamıştı. Başımı kaldırmadan elimi Ilgaz'a doğru uzattım. "Bana elini uzatabilir misin?" Sorgusuz bir şekilde elini yüzümün önüne kadar uzattı.
Yavaşça doğruldum, baş parmağı dışında diğer bütün parmaklarını kapatarak yalnızca baş parmağının açık kalmasını sağladım. Baş parmağını dikkatle maktulun çoğu aynı boyutta olan morluklarından birisinin yanında tuttum. Normalde maktulun boynunda oldukça büyük gözüken morlukla Ilgaz'ın baş parmağının yanında küçücük kalıyordu. Ilgaz'ın elini bıraktıktan sonra kendi baş parmağımı morluğun yanına tuttum. Neredeyse benim parmağımın boyutu kadardı. Yalnız birkaç santim kadar daha uzundu. Yüzümde ki maske yüzünden her ne kadar belli olmayacak olsa bile kocaman sırıtarak doğruldum ve Ilgaz'a döndüm. "Katilimiz hakkında büyük bir ipucu yakalamış olabilirim." Taktığı bone ve maske yüzünden sadece gözleri açıkta kalmıştı onun da.
Dudaklarımdan dökülen cümleyle birlikte gözleri kısıldı, kenarları kırıştı. Galiba o da benim gibi gülüyordu. Devam etmem için beklediğini görünce bir çocuk heyecanıyla baş parmağımı yeniden morluklardan birisinin yanına koydum. "Morlukların boyutuna bir bakın. Neredeyse benim parmağım kadar," gözlerim önce otopsi görevlisine ardından beni bütün dikkatiyle dinleyen Ilgaz'a döndü. "Senin parmağını koyduğumda morluk parmağının yanında oldukça küçük kalmıştı. Ama benim parmağımı koyduğumda yalnızca birkaç santim kadar büyük kaldı. Bu da demek oluyor ki, katilimiz kadın olabilir."
Parmağımı maktulun boynundan çektim. "Bu ipucu bizi bir başka ipucuna daha götürüyor." Parmaklarımın arasını iyice açarak havaya kaldırdım. "Morarmadan kaynaklı morluklar birkaç santim fazladan uzadıysa eğer katilimiz benimle yaklaşık olarak aynı boylarda demektir. Ama eğer morarmalar tam olarak katilin parmak boyu kadar ise benden biraz daha uzun demektir." Gözlerim otopsi görevlisine kaydığı sırada boynuma dolanan kolla birlikte afalladım. Beklenmedik bir şekilde beni göğsüne çekip sıkıca sarılmasıyla daha da çok şaşırmıştım. Ellerim öylece havada kalmıştı. "İşte bu! Benim İzgi'm geri döndü."
Dudaklarımda yer edinen utanç gülümsemesi ile yavaşça omzuna vurarak uyarıda bulundum. Hızla kollarını çözerek beni serbest bıraktıktan sonra ciddi bir ifadeye büründü. Karşımızda bulunan otopsi görevlisi kadın şaşkınlıkla bir Ilgaz'a bir de bana bakarken ona zoraki gülümsemelerimden bir tanesini gönderdim.
Ardından derin bir nefes alarak yine maktule doğru eğildim. Bu sefer odağımda elleri vardı. Hemen önümde duran sol elini iki elimin arasına alarak gözlerime doğru olabildiğince yaklaştırdım. Yine tırnakları dibine kadar kesilmişti. Başımı kaldırıp arkamda duran Ilgaz'a döndüm. "Katilin çektiği videoyu açabilir misin?" İsteğim karşısında sorgusuzca cebinden telefonunu çıkarttı, birkaç yere tıkladıktan sonra telefonun ekranını gözlerimin önünde tutarak videoyu oynattı. Videonun tek odağı yalnızca maktul olduğundan istediğimi direkt bulabilmiştim. Maktul ağlayarak bileğini kesmeye başladığı anda videoyu durdurdum. Baş parmağım ve işaret parmağımı kullanarak videoda maktulun elini yakınlaştırdım.
Burada tırnaklarının şeklinden tonuna kadar her şeyi netti. Bu videoda tırnakları gayet uzundu. Bu da katilin sonradan maktulun tırnaklarını kesmiş olduğu anlamına geliyordu. Bunu genel olarak bütün öldürdüğü maktullere yapıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam hepsinin tırnağını kesmesine rağmen, şu an önümde yatan maktul dışında, yalnızca bir maktulle boğuşma içerisine girmişti. Neden tırnaklara bu kadar takıntılı olduğunu anlayamamıştım. Ya tırnaklara karşı bir zaafı vardı ya da tek isteği odağımızı farklı bir tarafa çekmekti. Başımı geriye çekerek telefondan uzaklaştım. "Teşekkürler." Ilgaz telefonu geri cebine katarken karşımda duran otopsi görevlisi kadına döndüm. "Tırnaklarında herhangi bir DNA'ya rastalandı mı?"
Kadın sıkıntılı bir nefes verirken başlını olumsuz anlamda salladı. Tam tırnaklar konusunda umudumu kaybederken kulaklarımın işittiği cümle karşısında sinirlenmeden edemedim. "Tırnakları neredeyse köküne kadar kesilmiş Savcım. Oradan hiçbir şey çıkmayacağı belliydi." Maktulun elini bırakarak doğruldum. Bakışlarım sertleşmeye başlarken ciddiyetle ellerimi belime koydum. "Bu da ne demek oluyor? Tırnakları incelenmedi mi?" Otopsi görevlisi kadının başını olumsuz anlamda sallaması üzerine gözlerimi sıkıca yumdum, eldivenli ellerimle alnımı oyalamaya başladım.
Gözlerimi açmadan elimi kadına uzattım. "İnce demir bir çubuk, cımbız ve şu bir şeyler koyduğunuz şeffaf torbadan istiyorum." Gözlerimi açtığımda kadın bize arkasını dönerek isteklerimi ayarlamaya koyulmuştu. Omzumda hissettiğim büyük bir el ile irkildim. "Sakin ol. Stres yapıyorsun. Her şey yolunda ve senin kontrolünde." Başımı sallayarak onu sessizce onayladım. Öyleydi. Şu an her şey benim kontrolündeydi. Ya da ben kendimi bir salak gibi buna inandırıyorum. Gerçekte böyle olmasa bile buna inanmaya ihtiyacım vardı. "Buyurun Savcım."
Kadının maktulün üzerinden uzattığı demir tepsiyi aldım. Ilgaz'ın hemen yakınında bulunan yuvarlak ayaklı sandalyeyi büyük bir hızla kendime çektim. Onu tam istediğim konuma göre ayarladıktan sonra bacaklarımı iki yana açarak oturdum. Demir tepsiyi düşmeyecek bir şekilde sedye ile oturak arasına sıkıştırdım. Maktulun sol elinin dikkatle dizimin üzerine koyduktan sonra demir tepsiden ince uzun demir çubuğu elime aldım.
İlk olarak maktulun baş parmağından işe başladım. Önce demir çubuğu tırnağı ile etinin arasına sokarak yavaşça tırnağı boyunca hareket ettirdim. Tırnağın bitiminde bir miktar, yok denilecek kadar az, deri kalıntısı çıktı. Başımı kaldırıp en sert bakışlarımı otopsi görevlisi kadına gönderdim. Maskesine rağmen yüzüne yayılan kırmızılığı fark etmiştim. O, utançla yüzünü kaçırınca geri başımı eğerek bu uyguladığım işlemi geriye kalan tırnaklarına da uygulamaya koyuldum.
Son tırnağın da içerisinden çıkan bir miktar kalıntıyı şeffaf torbaya attıktan sonra sırtımı zorla doğrulttum. Belimden başlayarak boynuma doğru yayılan ağrıyı görmezden gelerek elimdeki şeffaf torbanın ağzını kilitleyerek otopsi görevlisi kadına uzattı. "En geç yarım saat içerisinde bu kalıntıların sonucunu telefonumda görmek istiyorum." Kadın şaşkınlıkla şeffafa torbayı kavrarken oturmaktan kalktım. Elimdeki eldivenleri hızla çıkartarak az önce kalktığım oturağa fırlattım. "Ama Savcım-"
Kadın itiraz etmek için ağzını açtığı anda bütün sinirimle ona döndüm. "Ama ne? Ya bunu en geç yarım saat içerisinde sonuçlandırıp telefonuma gönderirsiniz ya da yaptığınız bu sorumluluğun sebebini üstünüze birebir açıklamak zorunda kalırsınız. Seçim sizin." Gözleri şaşkınlıkla irileşirken büyük adımlarla odayı terk ettim.
Adliyeden çıkarken bile aklım hala maktuldeydi. Katilimizin bir erkek olma ihtimalini neredeyse tamamen kafamdan silmiştim. Parmak izleri katilimizi ucundan ele vermişti. Yanımda yürüyen Ilgaz elini belime yerleştirerek kendi istediği gibi yönlendirirken ona karşı çıkmadım. Sadece şu anda ona bedenen ayak uydurmam gerekiyordu. Bedenim ayak uydurma işini hallederken ise beynim de düşünme halinde olacaktı.
Birkaç araba hızla önümüzden geçip gittikten sonra Ilgaz hafifçe bedenimi itekleyerek yeniden yürüme komutu vermişti. Gözlerimi kısarak etraftaki insanları incelemeye koyuldum. Kendimce ipucu arıyordum aslında. Bazen insan gözünün önünde ki olan şeyi göremeyebiliyordu. Bende insan olduğumdan çok büyük bir ihtimalle bir şeyi gözden kaçırmıştım. Aslında çok büyük ihtimalle değil, kesinlikle kaçırmıştım. Nereden bildiğimden emin değilim. Yalnızca bildiğim tek şey bu düşüncenin hemen ardından göğsümün ortasında yoğunlaşan ağrı.
Göz radarıma ilk takılan bir adam oldu. Siyah güneş gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirmiş, hafif kısılmış gözleri ile bütün dikkatiyle elindeki telefonuna bakıyordu. Gözlerine vuran beyaz ışıktan anladığım kadarıyla bir şey okuyor gibiydi. Tam olarak bir şey okuduğundan da emin değildim. Adamın bir anda başını kaldırıp direkt bana bakması üzerine hızla bakışlarımı ondan kaçırdım. Beyni birisi tarafından izlendiğini fark ederek anında beni bulabilmişti.
Tam önüme döndüğüm sırada yüzüme vuran sıcak havayla birlikte irkilerek gözlerimi kırpıştırdım. Ilgaz bizi bir kafeye sokmuştu. Kaşlarım hafiften çatılmaya başlamıştı. Birden önümüzde beliren garson güler yüzüyle bizi karşıladı. Ilgaz ona boş masa olup olmadığını sorduktan sonra garson bizi boş masalardan birisine yönlendirdi. Geldiğimi masada ki boş sandalyelerden birisini çekerek bulanık beynimle birlikte yorgun olan bedenimi attım. Ilgaz da hemen karşıma otururken çenemi avuç içime dayayarak başımı camdan dışarıya çevirerek akıp giden hayatlara daldım.
Kafamın içerisinde bana ait olmayan birçok şey varmış gibi hissediyordum. Sanki düşüncelerim bile bana ait değildi. Bazen kendim gibi davrandığından bile emin olamıyorum. Beden benim bedenim. Ama kafamın içerisi iç,ön aynısını söyleyemiyordum işte.
Yalnızca bir senede nereden nereye gelmiştim. "İzgi." Masanın üzerinde duran elimin üzerinde Ilgaz2ın elini hissedince düşüncelerimin arasından sıyrılarak ona döndüm. "Efendim?"
"Sana seslendim ama beni duymadın. İyi misin?" Hafifçe başımı sallayarak olumlu bir yanıt verdim. "Yalnızca dalmışım, üzgünüm." Dudaklarında sahi bir tebessüm yer edindi. "Sorun değil. Ben senin için güzelinden bir kahve sipariş ettim. Seversin." Cümlesinin sonunda göz kırpmasıyla istemsizce kıkırdadım. "Severim."
"Nereye daldın öyle?" Çenemin altında duran elimi indirerek masanın üzerine koydum. "Bilmem. Nereye daldığından emin değilim." Masanın üzerinden hafifçe eğilerek saçıma uzandı. Omzumda bulunan bir tutam saçı parmaklarının arasına alarak oynamaya başladı. Gözlerim onun omzunun üzerinden arkasına kaydığında bir kadın dikkatimi çekti. Aynı Selen'e benziyordu. Hatta o kadar çok benziyordu ki resmen ikizi gibiydi. Ama onun Selen olmadığını biliyordum. Bu düşünce ile bir anda göğsüm sıkıştı. "Ilgaz?" Başını oynadığı saçımdan kaldırdı. "Hım?" Boğazından gelen sesle ona döndüm. "Ben Selen'i çok özledim. En son annenin yaptıklarından sonra gördüğümü hatırlamıyorum." Bir anda bakışları değişti. Daha farklı bakmaya başladı. "Onu İngiltere'ye gönderdim. Annemden ne kadar uzak kalırsa o kadar iyi."
"Bu onu yakın zamanda göremeyeceğim anlamına geliyor. En azından bana onun numarasını verebilirsin değil mi?" Yavaşça gülümsedi. "Elbette, numarasını telefonuna göndereceğim."
"İki sütsüz filtre kahve." Konuşmamızı bölen ses garsona aitti. Hızla birbirimizden uzaklaşarak garsona siparişleri bırakması için alan açtık. Garson kıvrak hareketlerle kahve bardaklarını önümüze bıraktıktan hemen sonra hızla uzaklaştı. Önüme bırakılan kahve kupasını büyük bir heyecanla kavrayarak dudaklarıma götürdüm. Büyük bir yudum alarak kahvenin tadının damağıma yayılarak beni rahatlatmasına müsaade ettim. Ağzımın yanması şu anlık umurumda bile değildi. Tek ilgilendiğim şeyi beni rahatlatıyor olmasıydı. Kahve bardağını masaya bırakırken cebimde ki telefonum titredi. Onun titreşimi ile irkildim.
Elimiz cebime atarak telefonumu çıkarttım. Ekranda bugün maktulün tırnaklarından çıkan kalıntıların raporunu bana atmasını istediğim otopsi görevlisi kadından gelmiştim. Hızla ekranda ki bildirime tıklayarak rapora giriş yaptım. Gözlerim siyah yazıların üzerinde hareket ettikçe kalp atışlarım daha da hızlanıyordu. Bunlar maktulün kendi deri kalıntıları değildi. Bir başkasına aitti. Üstelik bir kadına. Başımı hızla kaldırdığımda Ilgaz'ın bakışları ile karşılaştım. "Ne oldu?" Tam ona açıklama yapmak üzere dudaklarımı araladığım sırada Ilgaz'ın hemen arkasında oturan kadın dikkatimi çekti.
Olay kadın değildi. Asıl olan boynunda takılı olan fulardı. Tabi ya! Bu kısmı nasıl atlamıştım. Maktulün boynunda boğuşma izleri vardı. Birisi sizin boğazınıza yapıştığı anda kendinizi koruma iç güdüsüyle siz de onun boynuna yapışarak kendinizi korumaya çalışırdınız. Maktulün tırnaklarından deri kalıntıları çıktığına göre çok büyük bir ihtimalle katilimizin boynunda tırnak izleri olmalı. Ki bir kadın olarak onları dikkat çekmeden saklamanın en güvenilir yolu fulara çıkıyordu.
Ve bugün gördüğüm tek fulardı kişi ve aynı zamanda şüpheli listemin en baş listesinde olan: Meryem Yargıç'a çıkıyordu. Bütün oklar ona çıkıyordu.
Gözlerim ardın kafadar açılmış halde kadının fularına bakarken Ilgaz'ın bana seslendiğini duyabiliyordum ancak bulunduğum şok durumundan ona herhangi bir cevap dahi veremiyordum. Elimde titreyen telefon ile bütün dikkatim oraya yoğunlaştı. Kararmak üzere olan ekran, üstten düşen mesaj bildirim ile aydınlandı. Bilinmeyen bir numaradan önce bir konum geldi ardından ise dilimin tutulmasına sebep olan o mesaj.
Bekliyorum. Teke tek. Kadın kadına.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top