51. Bölüm⚜️

Kursak diye bir yer var. Heveslerim, hayallerim, sevdiklerim... Hepsi orada.


Hani bazı anlar olur, ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bedeninizi bir şok sarmalar. Olduğunuz yerde çakılı kalırsınız. Belki bir rüyanın ya da kabusun tam ortasında olduğunuzu düşünürsünüz. Sonra bir çığlık işitirsiniz. Acı bir çığlık. Kimsenin duyamadığı içinizde kopan bir çığlık. Gitmek istersiniz ya da arkanıza bakmadan kaçmak. Ama her ikisini de yapamazsınız. Ayaklarınız size itaat etmez. Sizin beyninize verdiğiniz emirleri yerine getirmez.

Ilgaz'ın etrafını sarmaya başlayan siviller ve polislerle birlikte Hande'yi görmez olmuştum. Parmaklarımın arasından sıyrılan çantam tok bir sesle ayaklarımın hemen yanına düştü. Ayağıma giydiğim o topukluları bile umursamadan koşmaya başladım. Aramızda çok bir mesafe yoktu. Koşmama rağmen sanki çok uzakmışız gibi hissettim. Bir anda aramıza kilometreler girmiş gibiydi.

Kime ne olduğunu umursamadan insanları iteklemeye ve bütün gücümle aralarından geçmeye çalıştım. Bazıları bana kızıyor bazıları ise halime acıyarak bakıyordu. Ayağım tökezledi, burkulan bileğim yüzünden tam Hande'nin yanı başına düştüm. Avuç içlerim yere değecek şekilde dizlerimin üzerine düştüğümde Hande hafif aralıklı olan gözleriyle karşılaştım. Beni tekrardan yanında görmesiyle birlikte gülümsedi. "Beni bırakmayacağını... biliyorum."

Düşmemden kaynaklı sızlayan aynı zamanda titremesini dindiremediğim ellerimle kanlı elini kavradım. "Seni asla bırakmam." Dilinin ucuyla kurumuş olan dudaklarını ıslatmaya çalıştı. Sertçe yutkundu. "Biliyorum."

Gözlerimden akan yaşlarla ona iyice yaklaştım. "Beni dinlemeliydin, sana dediğimde hayatımdan çıkmalıydın Hande." Ellerime bulaşan kanına bakmamak için kendi içinde ayrı bir savaşa girişmiştim. Ellerimde ki ıslaklığı ve sıcaklığı çok net hissedebiliyorum. Göğüs kafesimin hemen altında bulunan kalbim delicesine çarpıyordu. "Pişman değilim."

"Kendini yormamalısın." Ilgaz'ın konuşmasıyla Hande'nin bakışları ona döndü. Hafifçe tebessüm etti. "Yolun sonuna geldim..." durdu. Söylediği cümle canımı yakmasına rağmen bir şey diyemedim. Ilgaz'la konuşuyordu. Konuşmaya takatim yoktu. "Tebrik etmeliyim seni, çok iyi bir yalancı aynı zamanda da iyi bir adamsın sen." Yutkundu. Gözleri gittikçe kapanıyordu ama o kapatmamak için çok büyük bir mücadele veriyordu. Başını bana çevirdi.
"Sakın pes etme. Sana güveniyorum."

Bir şey dememe izin vermeden yeniden Ilgaz'a döndü. "Onu sana emanet ediyorum. Senden başka kimsesi kalmayacak Ilgaz. Sakın onun elini bırakma. Onu koru." Veda ediyordu. Bize veda ediyordu.

"Hayır, hayır... Böyle konuşma, dayanamam." Ellerimin arasında ki elinin tutuşu sıkılaştı. "Buraya kadar." Ellerimin arasında ki elini kolaylıkla benden kurtardı, elini yavaşça karnının üzerine koydu. Ilgaz'ın gözleri Hande'nin elini takip ettiğinde gözlerini acıyla yumdu. "Ekin'e iyi bakın." Son sözleri bu oldu. Kapatmamak için çabaladığı gözleri kapandı, başı Ilgaz'ın göğsüne doğru düştü.

İnanmak istemedim. "Uyanmalısın. Beni yalnız bırakamazsın. Hande!" Sertçe omuzlarından kavradım. Şuursuzca sarsmaya başladım. "Uyan! Kalk!"

"İzgi..." Ilgaz'ın seslenişini umursamadım. Başımı kaldırıp ona bakmaya tenezzül bile etmedim. "Kalk gidelim! Hande uyan! Bu kadar kolay olamaz! Olmamalı!"

"İzgi!" Ilgaz'ın bir anda bağırmasıyla irkildim. Ellerim Hande'nin omzunda hareketsiz kaldı. "Uyan..."

"O, öldü."

"Ölmedi o! Yalan söylüyorsun! O beni bırakmaz! Yaşayacak!" Bulunduğumuz alanda yankılanmaya başlayan ambulans sesi ile Hande'nin karnının üzerinde duran elini kavradım. "Bak, ambulans geldi. Kurtulacaksın."

Bir anda çevremizin açılması ile sağlık görevlileri belirmişti. Kadın olan Hande'nin nabzı gibi şeyleri kontrol ederken diğer iki sağlık görevlisi de onu taşıyacakları sedyeyi ayarlıyordu. "Yaşıyor değil mi?" Titreyen sesime aldırmadan sağlık görevlisi olan kadına bakmaya devam ettim. İşaret ve orta parmağını Hande'nin boynundan ayırmadan bana döndü. Koyu renkli gözleri yüzümde dolaştı. Bir şey demeden arkasını dönerek diğer sağlık görevlilerine seslendi. Saniyeler içerisinde Ilgaz'ın kucağında ki Hande'yi sedyeyle bindirmişlerdi. Elimin arasından kayan eli ile kendimi büyük bir boşlukta buldum.

"Ben..." devam edemedim. Bir şeyler söylemek istedim. Söyleyemedim. "İzgi!" Ilgaz'ın koluma sarılmasıyla birlikte içinde savrulduğu boşluktan sıyrıldım. "Gitmeliyiz."

Beni kolumdan sürüklemesine izin verdim. Siyah bir arabanın önüne gelince binmem için kapımı açtı. Binmem konusunda yardımcı oldu. Koltuğa oturmamı sağladıktan sonra bana fırsat tanımadan kendisi emniyet kemerine uzanarak taktı. Sessizce bekledim. Şoktaydım. Ilgaz kapımı kapattıktan sonra kendi tarafına geçmek üzere arabanın önünden dolaşırken başımı eğme ihtiyacı duydum. Ancak bunu yapar yapmaz pişman oldum. Başımı eğince gözlerim ellerimin üzerinde kurumaya yüz tutan kanları fark etti.

Görüntüm bulanıklaşmaya, ellerim şiddetli bir şekilde titremeye başladı. "İzgi..." ellerimin üzerine kapanan Ilgaz'ın eliyle gözlerimi sıkıca yumdum. "Tutma kendini, ağla. Bırak aksın göz yaşların." Ondan işittiğim cümleler ile bu anı sabırsızlıkla bekleyen yaşlar gözlerimden ardı ardına akmaya başladı. "İşte böyle..."

Kolunu omzuma sararak beni olabildiğince göğsüne kadar çekti. Ona engel olmadım. Aksine titremesi dinmeyen ellerimi geniş omuzlarına doladım."O, yaşayacak değil mi Ilgaz? O, benim arkadaşım. Ölemez. Bizi bırakmaz değil mi?"
Benimkilerin aksine sıcak olan ellerinin saçlarımın arasında ağır ağır hareket ettiğini hissettim. "İyi olacak. Sakin olmalısın. Kendinde olmalısın İzgi. Sen güçlü olacaksın ki, Hande'ye destek olabileceksin." Dediklerinin üstüne bir şey demedim. Ağlamam yerini iç çekişlere bırakasıya kadar benden ayrılmadı. "Gitmeliyiz..." dudaklarıma arasından zar zor dökülen kelime ile Ilgaz yavaşça kollarını çözdü. İstemeye istemeye göğsünden ayrıldım. Avuç içlerini çenemin altına koydu, baş parmaklarının iç tarafıyla ıslak olan yanaklarımı dikkatle sildi. Son kez iyi olup olmadığımı anlamak adına gözlerime baktıktan sonra hiçbir şey demeden önüne döndü. O, emniyet kemerini takarken ben de yavaşça arkama yaslandım. Araba adliye bahçesinden ayrılırken gözlerimi sıkıca yumdum. Olayın yaşandığı yeri henüz görmeye hazır değildim. Şimdi zamanı değil.

Araba yolculuğu ne kadar sürdü hiçbir fikrim yoktu. Yol boyunca kendi içimde bir çok şeyle savaştım. Gözümün önünden gitmeyen Hande'yle, bulanan midemle...

Araba durduğunda bile gözlerimi açmak istemedim. Ama açmak zorundaydım. Arabadan inmeli, kendimi zorlayarak hastaneye girmeli ve Hande'nin durumunu öğrenmeliyim. İlk önce Ilgaz'ın emniyet kemerini açtığını işittim. Ardından hareket etmesi üzerine koltuktan gelen sesi. Nefes alış-verişini hemen kulaklarımın dibinde hissedebiliyorum ama gözlerimi aralamadım. Sonra kapıyı açıp indiğini işittim. Arabadan indikten birkaç saniye sonra benim kapım açıldı. "İzgi," kolunun hafifçe karnıma sürterek üzerimden geçmesiyle istemsizce irkildim.

Elimden tutarak inmeme yardım etmesine engel olmadım. Ona karşı çıkacak gücüm yoktu. Tek istediğim Hande'nin iyi olduğunu duymaktı. Beraber hastaneye giriş yaptık. Yürüyen ölü gibiydim. Ilgaz danışma da ki görevli kadına sorular soruyor Hande'nin bulunduğu ameliyathaneyi öğrenmeye çalışıyordu. Ben ise bomboş, ölü gibi bakan gözlerimle etrafa öylece bakıyordum. Ilgaz'ın yanında dikilmiş duruyordum. Ne bir şey yapabiliyordum ne de diyebiliyordum. Tuhaf bir durumun tam ortasındaydım ve bu çok iğrençti.

"Hadi, gel bakalım." Kolunu belime atarak nazikçe beni yönlendirmeye başladığında bile sessizdim. Soramadım. Hande'nin durumu hakkında bir şeyler söylendi mi diye soramadım. Korktum. Kötü bir şey duymaktan korktum. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından sıkış tıkış asansöre binebilmeyi başarabildik. Ilgaz kendisini benim için diğer insanlara karşı kalkan olarak kullanmak amacıyla yanıma yaklaştığında başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Korkuyorum." Dudaklarımın arasından dökülen bu kelime ile omuzları gerim gerim gerildi.

Asansörün kapısı tiz bir ses eşliğinde açılınca birkaç insan indi. Ardından Ilgaz'ın göz işaretiyle biz de indik. Ameliyathanenin önüne geldiğimizde kendimi boş olan bekleme koltuklarına attım. Dirseklerimi dizlerimin üzerine dayayarak öne doğru eğildim, yüzümü ellerimin arasına hapsetmek için büktüğüm de ikinci kez elimde ki kan lekelerine hazırlıksız yakalandım. "Benim... ellerimi yıkamam gerekiyor." Ilgaz'ın yüzüne dahi bakmadan hızlıca oturduğum yerden ayaklandım, koşar adımlarla bulunduğumuz yerden uzaklaştım.

Dakikalardır deli gibi lavaboyu arıyordum ama bulamıyordum. Bilmediğim bir hastanedeydim. Parmaklarımı sertçe dağınık olan saçlarımın arasına daldırdım. Tam o sırada karşıdan gelen hemşire ile ona doğru yöneldim. Ondan lavabonun yerini öğrendikten sonra hiç vakit kaybetmeden kendimi zorlukla lavaboya atabildim. Duvara montelenmiş olan sabunluktan ellerime bolca sabun aldım. Suyun altında güzelce köpürttüm. Dakikalarca ellerimi sabunladım. Tırnaklarımın arası beyaz sabunla dolmuştu. Elin yüzeyi tırnak izlerimle doluydu ve olması gerekenden daha kırmızıydı.

Aldığım birkaç kuru peçete ile ellerimi kuruladım. Ayna da ki yansımama dahi bakmadan kaçarcasına lavabodan çıktığımda önüme beliren beden ile sıçradım. Başımın kaldırıp tanıdık olduğum simaya bakındım. Ela gözleri şüpheyle kısılmıştı. "Başına bir şey geldi sandım."

"Gelmedi."

Yanından geçmek üzere adımı attığımda kolumdan yakalayarak bana engel oldu. "Hande ameliyatta. Aşağıya inelim. Hava almalısın." Anlık olarak ela gözlerini benden kaçırmasıyla kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. "Ona bir şey mi oldu? Ilgaz..." sorumunla birlikte gözleri ardına kadar açıldı. "Hayır, bak. Doktoru hala ameliyatta. Henüz iyi ya da kötü herhangi bir haber yok. Sadece..." durdu. Devam edemedi. Bu beni daha da korkuttu. Benden bir şey saklamaya çalışıyordu. Boşluğundan yararlanarak kolumu kendime çekerek ondan kurtardım. "Benden bir şey saklıyorsun."

"Hayır-" hızlı adımlarla yanından geçerek ameliyathanenin olduğu koridora yöneldim. Kalbim göğüs kafesimin altında korkuyla delicesine çarparken nefes almak daha da zorlaşıyordu. Ameliyathanenin önünde oturan bedeni daha doğrusu bedenleri fark etmemle birlikte adımlarım yavaşladı. Sağ tarafta kalan bekleme koltuklarında oturan Rüya ile Baran beni fark etmişlerdi. Beni görür görmez Rüya korkuyla ayaklandığında olduğum yerde kaldım. Sol tarafta ameliyathane kapısının hemen yanında ki duvarın dibine çökmüş olan Ekin ile göz göze geldik.

Bir insan sadece bir saat içinde çökebilir miydi? Ekin tam olarak bunun örneğiydi. Gözlerinin etrafında ki beyazlar kıpkırmızıydı. Omuzları düşüktü. Beni fark eder etmez oturduğu yerden ayaklanmaya başladı. Tam ayağa kalktığı sırada bir anda dengesinin şaşmasıyla sendeledi. Baran düşmemesi için atıldığında Ekin son anda duvara tutunarak toparlandı. Baran'ın hamlesi havada kalmıştı.

Duvardan yavaşa uzaklaştı. Bana doğru adımlamaya başladı. "Senin yüzünden." Duyduğum iki kelimelik cümle beynimden vurulmama yeterli olmuştu. "Hande senin yüzünden içeride!" Bir anda bağırmasını beklemediğinden olduğum yerde zıpladım. "Ekin!" Ilgaz'ın bir adım öne çıkarak varlığını belli etmesiyle Ekin ona döndü. "Ne Ekin ne? Haksız mıyım? Hande'nin bu halde olmasının sebebi o!"

"O bir şey yapmadı!" Bu sefer konuşmaya dahil olan Baran olmuştu. Ekin, Baran'ın söylediklerine karşılık ruhsuz. Samimiyetten uzak bir kahkaha attı. "Uyanın! Başınıza gelen her şeyin sorumlusu o! O hayatımıza girdiğimden beri hiçbir şey yolunda gitmiyor! Tam bir bela!"

"Ben bir şey yapmadım!" Dayanamamıştım. Ekin'in beni bu denli büyük bir yükün altında bırakmaya çalışmasına daha fazla katlanamadım."Onu vuran ben değilim!"

"Sensin!" Dudaklarımı sertçe birbirine bastırarak durdum. Devam etmesini bekledim. "Onu vuran kim biliyor musun?" Gözleri hemen sol tarafımda bir adım önümde duran Ilgaz'a kaydı. "Semih." Ekin'in söylediği isimle ne uğradığımı şaşırdım. Belki de şaşırmamam gerekirdi. Sonuçta bu olay yaşanmadan birkaç saat öncesinde Baran bana Semih'in kaçtığından bahsetmişti. Ancak bırak bunu yaşamayı düşünmeyi aklımın ucundan dahi geçmemişti.

Ilgaz'ın kasılan omuzlarına, sırtına baktım. "Çık hayatımızdan İzgi. Defol! Bize zarar vermekten başka bir şey değilsin."
Ekin'in cümlelerinin sertliği karşısında yutkunamadım. "Haddini aşıyorsun."

Bu sefer Ekin Ilgaz'a döndü. İnanamaz gözlerle ona baktı. "Sende onun gibisin. Tam birbirinize göresiniz. Tencere kapak birbirinizi bulmuşsunuz-" Ekin'in lafını bölen şey ameliyathanenin aralanan kapısı olmuştu. Herkesin bakışları oraya kaydığında bir hemşire öne doğru çıktı. "Siz hastanın yakınları olmalısınız?"

"Evet." Hemşire konuşan Ekin'e doğru döndü. Derin bir nefes aldı ve hepimizin duymaktan korktuğu o cümleyi söyledi.
"Maalesef hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top