50. Bölüm⚜️

Kelebeğe bekle demişsin de beklerken ölmüş gibi...

"Çıkıyor musun?" Ellerimin arasında bulunan cep boy ayna ile son kez kendime baktım. "Evet." Aynayı kapatıp yerine bıraktıktan sonra başımı kaldırıp karşımda durmuş bana bakan Rüya'ya baktım. "Sen de gelecek misin benimle?" Ellerinin arasında bulunan dosyaları havaya kaldırarak gülümsedi. "Çok fazla iş birikmiş onları gün içerisinde halletmem gerekiyor. Üzgünüm."

Sorun değil, anlamında anlayışla gülümsedim. "Baran hala buralarda mı?" Sorumla birlikte Rüya sesli bir nefes verdi. "Evet." Baran'ın burada olmasından pek hoşnutmuş gibi durmuyordu. "Dediği gibi bir polis arkadaşının yanında. Ama onların en son gördüğümde sohbet etmekten çok bir konu üzerinde araştırma yapıyor gibilerdi."

Eşyalarımı çantama toparlardım ayaklandım. "Ne tarafta olduğunu biliyor musun?" Sorum üzerine birkaç saniye durdu. "En son onları kamera kayıtlarını izlemek için gittiklerini gördüm. Hala orada olabilirler."

Rüya'ya minnetle gülümsedim. "Teşekkür ederim." Rüya ile beraber odadan çıktık. O kendi işlerini halletmek üzere yanımdan ayrılırken bende Baran'ı bulmak üzere koyuldum. Tam güvenlik kameralarının incelendiği odaya geldiğim sırada kapı açıldı. Bir adım gerilemek zorunda kaldım.
İlk önce bir polis memuru gözüktü. Beni fark edince saygıyla baş selamı verdi. Bende aynı şekilde hafifçe başımı sallayarak saygı ile karşılık verdim. Polis memuru yanımdan geçip gidince ardından Baran gözüktü.

Bir anda beni karşısında görünce afalladı. Bilmiş bir tavırla kollarımı birbirine bağladım. "Neyin peşindesin?" Ardında açık kalan kapıyı kapattı, yorgun gözüken bedenini destek almak istercesine soğuk beyaz duvara yasladı. "Semih... kaçmış." Anında duruşum değişti.

"Nasıl?" Bilmediğini belirten bir biçimde omuzlarını aşağı yukarı hareket ettirdi. "Bilmiyorum. En son hem Ilgaz'ın adamları hem de benimkiler peşindeydi. Tam enselenmek üzereyken adam sanki bulut olup uçtu. Bir anda yok oldu. Ne bir iz ne de başka bir ipucu bıraktı arkasından. Aylardır beceriksizce kaçmaya çalışan Semih Bey bir anda nasıl oluyorsa puf oluyor."
Gözlerim kısarak düşünmeye başladım. Baran'ın söylediklerinin her birini ayrı ayrı beynimin içerisinde ölçüp tarttım. "Yengesi..."

Dudaklarımın arasından çıkan kelime oldukça alt tonda olduğundan Baran tam olarak ne dediğimi anlayamamıştı. "Kim dedin?"

"Meryem Yargıç. Ilgaz'ın annesi." Baran'ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Ölmüştü-" elimi havaya kaldırarak durdurdum. Ilgaz'ı araştırdığını biliyordum. Ancak o da herkes gibi bazı şeyleri bilmiyordu. "Hayır, yaşıyor."

"Nasıl?" Sorduğu soruyla durdum. Eğer anlatmaya başlarsam şu anki konumuzdan uzaklaşmam ihtimalimizde çok yüksekti. Aynı zamanda anlatmaya başlarsam eğer bu saatlerimizi bile alabilirdi ki, ne benim ne de Baran'ın o kadar vakti olduğunu sanmıyordum. "Orası çok uzun konu Baran. Bir ara Rüya'ya sorarsan eğer o sana anlatır. Ama bilmen kısmın şu ki annesi yaşıyor. Bilinenin aksine babası uzun zaman önce ölmüş. Ilgaz da senelerdir annesinin ölü olduğunu sanıyordu. Semih'in annesi küçük yaşlarda kanserden ölmüş. Babası da onu yetimhaneye bırakmış. Sonrasında da onu yengesi yani Ilgaz'ın annesi yetimhaneden alarak sahip çıktı. O yüzden Semih ona çok sadıktır."

Baran işaret parmağını ağır ağır çenesinde gezdirdi. "Neden kendi oğluna yaşadığını söylemek yerine Semih'e sahip çıkmış? Ayrıca daha öncesinde Semih ile babasını yan yana defalarca kez gördüm. Oldukça yakın gözüküyorlardı." Derin bir nefes aldım. "Babasıyla aralarında tam olarak nasıl bir ilişkileri olduğunu bilmiyorum. Sırf küçükken onu terk ettiği için intikam almak istiyor olabilir. Bu yüzden de şu anlık yakın olabilir. Bilemeyiz." Durdum. Soluklandım. Kafamın içerisinde dönen binlerce düşünce ve ihtimaller arasından Baran'ın diğer sorusuna bir cevap bulmaya çalıştım.

"Ben küçükken ailem cinayete kurban gitti..." devam edemedim. Defalarca kez bu tarz konuşmalar yapmıştım. Ama her seferinde de sanki ilk defa bu durumdan bahsediyormuş gibi zorlanıyordum. Bir el boğazıma sarılıyor ve sıkı sıkı sararak konuşmamı engelliyordu sanki. Hafifçe başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Biliyordu. Çünkü daha önce beni de araştırmıştı. "Ailemin katili Ilgaz'ın annesi."

İşte bu Baran'ı şaşırtmaya yetmişti. Yaslandığı duvardan hızla uzaklaştı. "Ne dedin?!" Bir anda bağırmasıyla yanımızdan geçmekte olan polisler anında dönüp bize bakmıştı. Dudaklarımı sertçe birbirine bastırarak etrafıma kısa bir bakış attım. Bize bakan birkaç göz onlara baktığımı fark eder etmez anında işlerine dönmüştü. "Şaka yapıyor olmalısın?" Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak ciddiyetimi korumaya devam ettim.

Baran yumruk yaptığı sağ elini dudaklarının üzerine kapattı. Duyduğu gerçeği sindirmeye çalışıyordu. Daha bu acıyı tatmamasına rağmen, bir yabancı olmasına rağmen bu söylediğim şeyi sindiremezden insanlar benden sakin kalmamı istiyorlardı. İnsanlar gerçekten çok tuhaflar.

"Anlamıyorum. Cidden her şey o kadar karışık ki..."

"Öyle. Bir de işin içinde olduğunu düşünsene?" Sorduğum soru ile sessiz kalmasından bu ihtimali şöyle bir gözünün önüne getirdiğini anladım. "Çok zor."

Dudağımın bir kenarı buruk bir ifadeyle yukarıya doğru kıvrıldı. "Biliyorum."

Derin beş nefes aldı. Cümleleri toparlamaya çalışıyordu. Sol kolumu havaya kaldırarak yüz hizama kadar getirdim ve bileğimde takılı olan saatime baktım. Çok fazla oyalanmıştım. "Benim gitmem gerekiyor. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa Rüya'ya ulaşırsın." Başını hızlıca aşağı-yukarı sallayarak onayladı. "Son gelişmelerden haberdar ederim seni."

Baran ile vedalaştıktan sonra hızlı adımlarla adliye binasından çıktım. İnsanların arasından sıyrıla sıyrıla birkaç dakika sonrasında arabamın yanına ulaşabilmiştim. Anahtarı ile kapıların kilidini açtım. Tam arabaya binmiş kapımı kapatmak üzere hareket etmiştim ki yan tarafta ki kapının ansızın açılmasıyla durdum.

Ilgaz kıvrak bir hareketle bedenini koltuğa attı. Elinde bulunan iki bardaktan birisini bana uzattığında ona şaşkınlıkla bakıyordum. Elim kapıya doğru uzanmış havada duruyor, başımı Ilgaz'a dönük, gözlerim ardına kadar açılmış, dudaklarım ise ne olduğunu anlamaya çalışırken hafifçe aralanmıştı. Ela gözlerine bakmaya devam ederken gözlerimi art arda kırptım. "Gördüğüm kadarıyla bugünkü kahve dozuna henüz ulaşamamışsın. Ve benim de bugün sakin bir İzgi Savcıya ihtiyacım var."

"Burada ne işin var?" Onca dediği şeyin ardından dudaklarımın arasından bu saçma soru cümlesi dökülmüştü. Sorum üzerine Ilgaz kısık tonda bir kahkaha attı. "Güzel soru ama yanlış zamanda. Ben her zaman buradaydım İzgi. Asıl senin burada ne işin var?" Kaşlarım çatıldı. Benimle dalga falan mı geçiyordu? Sanki olanlardan haberim yokmuş gibi bakıyordu. Uzattığı kahve bardağını sağ elimle alırken diğer yandan da sol elimle açık duran kapıyı kapattım.
"Neden burada olduğumu gayet iyi biliyorsun."

"Ah, hatırladım," bir eliyle bardağını tutarken diğeriyle de emniyet kemerini taktı. "Bu davada ortaktık değil mi?" Dişlerimi sertçe alt dudağıma geçirdim. Elimde ki kahve bardağının sıcaklığı yüzünden avuç içim acımaya başlamıştı. Dayanamayarak ortada bulunan yuvarlak boşluğa bardağı koydum. Emniyet kemerimi takmak için elimi geriye doğru atarken gözlerimi yeniden Ilgaz'a diktim. "Benimle gelmek istediğini bilmiyordum?"

Kahvesinden keyifli bir yudum aldı. "Bazı şeyler için güzel bir adım." Gözlerini bardağından ayırarak bana çevirdiğinde bir şey diyemedim. Sadece baktım. Vuran güneş ışığının altında değerli bir mücevher gibi parıldayan ela harelerine hayranlıkla kapıldım.

Onunda gözleri benim gözlerimde takılı kalmıştı. Ela gözleri ağır ağrı gözlerimden ayrıldı ve önüne döndü. Sessizce arabayı çalıştırarak otoparktan ayrıldım. Yol boyunca ne o ne de ben bir konu hakkında konuşmuştuk. Daha öncesinde Rüya'dan aldığım konum üzerine yaklaşık bir on beş dakikalık yol gitmiştik. Trafik çok yoğun olmadığından çok zorlanmamıştık. Uzun zaman sonra göreceklerime hazır mıydım bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey artık ne olursa olsun o katili bulmaktı.

Arabayı bulduğum iki araba arasında ki boşluğa park ederken Ilgaz emniyet kemerini çözmeye başlamıştı. En nihayetinde park ettikten sonra el frenini çekerek emniyet kemerimi çözdüm. Onu beklemeden arabadan indim. Kapımı kapatırken o da kapısını kapatmıştı. O önden ben arkasından geldiğimiz küçük müstakil evin bahçesine giriş yaptık.

Eve giresiye kadar içinden geçtiğimiz bahçeye bakındım. Etraf oldukça temiz ve derli topluydu. İlerlediğimiz ince uzun mermer yolun kenarları renk renk güller ile çevrilmişti. Sağ tarafımızda kalan alanın tamamı çimenlikti. Bahçenin köşesinde küçük tatlı bir kamelya vardı. Sol tarafımız ise tamamen topraklı bir alanda. Çeşit çeşit yeşil ağaçlar ile donatılmıştı. Bunların dışında göze çarpan herhangi bir şey yoktu.

Eve girmeden önce Ilgaz'ın önünde durduğunu fark edince durdum ve ona baktım. Kapının önüne dolanmış olan sarı şeritleri benim geçmem için havaya kaldırmış beni bekliyordu. Anında yanaklarıma doğru hücum eden sıcaklık ile gözlerimi kaçırdım. Kaldırdığı kolunun altından geçerken mırıltılı bir şekilde teşekkür ettim. Duyduğundan tam olarak emin değildim ama yine de etmiştim.

İçeriye girdiğimde sağ tarafta ki vestiyerin üzerine konulmuş olan kutudan bir çift temiz mavi eldiven aldım. Benim ardımdan Ilgaz da kendisi için bir çift eldiven almıştı. Beraber bir polis memurunun yönlendirmesi ile büyük salona geçtik.

Bizim salona giriş yaptığımızı fark eden olay yeri inceleme ekibi bize yol vermek amacıyla kenara çekildiğinde maktulun cansız bedeni ile göz göze geldim. Anında midem ağzıma gelmişti. Genç bir kadındı. Hem de çok genç. Beyaz tenli, kızıl saçlı oldukça genç bir kadındı. Bir sandalyedeydi bu sefer. Ayakları sandalyeye bağlanmıştı. Kollarının bağlı olmadığını fark etmem üzerine gözlerim şüpheyle kısıldı. Yavaş yavaş ona yaklaştıkça önce bileklerinde ki kesikleri ardından da bileğinden parmak uçlarına doğru kanın aktığı yolu fark ettim.

Bedenimin anında buz gibi doğurduğunu hissettim. "Bu hepsinden daha öte." Hemen yanı başımda dikilen Ilgaz'ın konuşmasıyla durduğum yerde irkildim. Yine de dönüp ona bakamadım. Gözlerimi maktulun cansız bedeninden ayıramıyorum. Bembeyaz olan teni acaba nefes alırken de bu kadar beyaz mıydı? Dudakları mosmordu, gözlerinin altı ise kıpkırmızı. Acaba canı çok acımış mıydı?
"Çok korkmuş mudur?" Ilgaz'ın yanımda dikilen bedeninin gerildiğini fark ettim. Soruma cevap vermedi. Bende bir daha sormadım, soramadım.

Ağır adımlarımla maktule yaklaştım. Gözlerimin ardına kadar açık olduğunu onunla göz göze geldiğimde fark ettim. Yeşil gözlerine bakarken damarlarımda akan kan dondu. "İzgi?" Ilgaz'ın bir anda bana seslenmesiyle maktule bakmayı kesmek zorunda kaldım. Arkana döndüğümde Ilgaz salonun bir köşesinde elinde bir bilgisayar ile dikilmiş bana bakıyordu. Hangi ara yanımdan ayrılıp o bilgisayar bulmuştu hiçbir fikrim yoktu. Yanımdan ayrıldığının bile farkında değildim.

Yanına gidince elinde ki bilgisayarın ekranını bana çevirdi ve boşluk tuşuna basarak videoyu oynatmaya başladı.

Videoda ki kişi maktulun ta kendisiydi. Sandalye de bağlı bir şekilde oturmuş ağlıyordu. Kameranın hareket etmesiyle bunun bir telefon kamerası olduğunu anladım. Videoyu çeken katilin ta kendisi olmalıydı. Maktul korku dolu gözlerini kameranın arkasında duran katile dikmiş bir şeyler söylüyordu. Tam olarak anlaşılmıyordu. Kasten sesinde oynanmış olmalıydı. Video bir anlık dondu. Kaşlarım çatılırken başımı Ilgaz'a çevirdim. "İzlemeye devam et." Dediğine uydum. Yeniden bilgisayara dönerek videoya baktım. Birkaç saniyenin ardından donan video kaydı yeniden oynamaya başladı.

Bu sefer maktulun elinde büyük bir parça cam vardı. Ağlayarak başını olumsuz anlamda sallıyordu ama kameranın arkasında bulunan katilin ona dediği her ne dediyse ağlaması daha da şiddetlendi. İstemeye istemeye cam parçasını bileğine yaklaştırdı. Gözlerinden yaşlar bir bir durmaksızın akmaya devam ederken bileğini kesmeye başladı.

Dayanamadım. Titreyen ellerimle bilgisayarın ekranını kapattım. Ilgaz bilgisayarı arkasında ki sehpanın üzerine bıraktı. "Maktulun telefonundan çekilen bir video."

İşaret ve baş parmağımı alnıma götürerek sertçe bastırdım. "Anlamıyorum, hiçbir şey anlamıyorum." Ilgaz'ın gözleri omzumun üzerinden arkamda kalan maktulun bedenine ulaştı. "Daha önce yapmadığı bir şey. Hiçbir kurbanına bu kadar acı çektirmemişti."

"Başka bir şey bulundu mu?" Gözlerini ağır ağır etrafta dolaştırdı. "Hayır. Her şey gayet normal. Herhangi bir iz bile bırakmamış arkasında."

Ilgaz'ın yanından ayrılıp maktulun yanına gittim. Eldivenli ellerimle kestiği bileğini kavradım. Kurumuş kan hafiften eldivenime bulaşmıştı. Bileğini göz hizama kadar kaldırıp inceledim. Çok derindi. Çok acımış olmalıydı. Sertçe dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir an önce katili bulmalıydım. Bir masum canın daha öylece öldürülmesine izin veremezdim. Dolaylı yoldan da olsa bütün bunların sorumlusu bendim.

Maktulun yanından ayrıldıktan sonra tüm evi tek tek gezmeye başladım. Tuhaf hiçbir şey yoktu. Her şey gayet yerindeydi. Maktul küçük bir odası tamamen kütüphane şeklinde düzenlenmişti. İlk olarak odaya girdiğimde hayran kalmadan edememiştim.

Gözlerimi rafların üzerinde gezdirirken bir kitabın diğerlerine göre daha önde olduğunu fark ettim. Kaşlarım anında şüpheyle kasıldı. Olduğum yerden bir adım öne çıkarak etrafımda döndüm. Bütün kitaplar özenle aynı hizada dizilmişti. Ama bir kitap diğerlerinden birkaç santim daha önceydi. Hızlı adımlarla kitabın yanına ilerledim. Ellerimin arasına alarak karıştırmaya başladım. Son sayfalara doğru çevirmeye devam ederken bir kağıt parçası dikkatimi çekti.

Kağıt parçasını sayfaların arasından çekip çıkarttım. Kiranı kapatarak geri yerine bıraktım. İkiye katlanmış olan dikdörtgen kağıdı açtım.

Acı çektirdiğin kadar açekeceksin.

Beni sorumlu tutuyordu. Sanki bütün bu masum insanları ben öldürmüşüm gibi davranıyordu. Gözlerimin önünde duran harfler bir anda bulanıklaşmaya başladı. "İzgi..." Ilgaz'ın kalın sesi kulaklarıma ulaştığında başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım.

Parmak uçlarımla gözlerimi ovaladım. Adım seslerinden Ilgaz'ın bana doğru geldiğini anlayınca gözlerimi açma gereği bile duymadan kâğıt parçasını ona uzattım. Saniyeler içerisinde kâğıt parmaklarımın arasından çekilince yavaşça gözlerimi araladım.

Ilgaz'ın ela gözleri hızlı hızlı kağıdın üzerinde gidip geliyordu. "Tehlikedesin."

"Yeni mi fark ediyorsun?" Umursamaz gibi davranmaya çalışsam da başaramadım. "Adliyeye gitmeliyiz. Maktulun cansız bedenini otopsiye gönderiyorlar. Sonuçlara bir an önce ulaşmak için gitmeliyiz." Başımı olumlu anlamda salladım.

Maktulun evinden ayrıldıktan sonra arabama binerek adliyenin yolunu tuttuk. Tüm yom boyunca dalgın gözlerle yola bakındım. Bu sefer dönüş yolunda Ilgaz kendisinin sürmek istediğini söyleyerek beni yan koltuğa oturtmuştu. Açıkçası çok da umurumda değildi. Kafam hala maktulun çekilen videosu ve yazılan nottaydı.

Araba adliyenin otoparkında durduğunda emniyet kemerimi çözerek Ilgaz'ı beklemeden indim. Ağır adımlarla adliyeye doğru ilerlerken Ilgaz büyük adımlarıyla bana çabucak ulaşmıştı. "İzgi!"

Bir anda karşımda beliren Hande ile olduğum yerde kaldım. Çökmüş gözleri ile gülümseyerek bana bakıyordu. Her şeye rağmen onu uzun zaman sonra görmenin verdiği sevinçle gülümsedim. "Çok özledim seni." Bana doğru bir adım atmıştı ki kulaklarımı sağır eden bir ses yankılandı. Anında yüzümde ki tebessüm silindi. Etrafta çığlık sesleri yükselirken benim gözlerim Hande'nin ağır ağır solan gülümsemesindeydi.

Önce gülümsemesi silindi ardından yüzü ekşidi. Göğsünün tam ortasında, beyaz gömleğinin üzerinde, bir kan göleti oluşmaya başladı. Olduğum yerde kalakalmıştım. Bir rüya da daha doğrusu bir kabusun tam ortasında olmalıydım. Hande'nin bedeni yere düşmek üzereyken onu yakalayan kişi Ilgaz olmuştu. Hande Ilgaz'ın kollarına yıkılırken bile gözlerimizi birbirinden ayrılmadı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top