40. Bölüm⚜️




Ben mi?

Yitirmedim henüz aklımı,

lakin bu şehir bazen boğuyor beni,

biliyor musun?


Bu odada da bu evde de daha fazla kalmak istemiyordum. Dakikalar aktıkça strestim artıyor, soğuk terler döküyordum. Artık duvarlar üstüme üstüme gelmeye başlamıştı. Adeta boğuluyordum. Ellerimi yüz hizamda kaldırarak sallamaya başladım. bir ümit de olsa bunun beni rahatlatacağını düşünüyordum. Ya buradan kurtulamazsam ya onunla gerçekten evlenmek zorunda kalırsam? O zaman ne yapacaktım? Büyük bir risk almıştım. Ya tamamen buradan kaçacaktım ya da sonumu getirecektim. Önümde iki yol var.

Yarım saat kadar öncesinde nikahın yapılacağı otele gelmiştik. Benim için hazırlanan odaya geçtikten sonra kendi başıma kalmıştım. Keşke Lale de burada olsaydı. Bunu çok isterdim. Nikah, ondan öğrendiğim kadarıyla, otelin büyük salonunda yapılacakmış. Nişanda ki davetli sayısından biraz daha fazla insan bulunacakmış. Nişana çağırılan insan sayısı bile beni fazlasıyla şaşırtmıştı.

Ben bu şekilde tahmin etmemiştim. Ne nikaha birilerini çağırmasını ne de nişan yapmasını kesinlikle beklemiyordum: Semih Güney Yargıç bir şeylerin peşinde olmalıydı.

Ayağımı stresle sallarken odanın kapısının tıklatılmasıyla durdu. Birkaç saniye sonra kapı açıldığında karşımda Kara'yı görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Hızla oturduğum yerden ayaklandım. Odaya girer girmez arkasından kapıyı kapatarak kilitledi. "Kara?"

"Nasılsın?" normal ama bir o kadarda tuhaf olan sorusuyla güldüm. "İyilik valla Karacığım. Sen nasılsın görüşmeyeli?" Ellerimi belime koyarak ters ters baktım. Küçük bir kahkaha eşliğinde az önce kalktığım koltuğun köşesine oturdu. "Bende iyiyim İzgiciğim." Koltuğun üzerinde duran yastıklardan birisini kaptığım gibi suratına fırlattım. Yastığa refleksle gelişi güzel vurduğunda yastık ayak ucuna düşmüştü. "Bana bak saçlarımı yeni yaptırdım."

Hayretle koltukta oturan adama baktım. Ciddi ciddi elleriyle saçlarını düzelttiğinde ise dudaklarımdan bir şaşkınlık nidası olarak 'hah' döküldü. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" bir anda bağırmamla yüzünü ekşitti. "Seninle dalga geçmiyorum. Çok fazla gergin olduğunu kapıdan girdiğim andan itibaren fark ettiğim için seni güldürmeye çalışıyorum."

Evet, beklediğim cevap bu değildi. Yüzüne öylece bakakaldığımı fark edince gömleğinin yakasını düzelterek ayaklandı. "Her şey hazır." Tam karşımda durdu ve derin bir nefes verdi. "Kolay oldu diyemeyeceğim. Biraz zorlandık açıkçası," elimi havaya kaldırarak konuşmasını kestim. "Zorlandık? Siz kimsiniz tam olarak?"

Bu sorumu beklemiyor olacak ki duraksadı. "Neden merak ediyorsun? Senin için önemli olan yalnızca buradan kurtulmak sanıyordum." bir anda bana karşı gardını almasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Afallamış bir ifadeyle yüzüne bakınca omuzlarını düşürdü. "Bunları sormamalısın İzgi. Ben sana bunları anlatamam. Ben anlattıkça daha çok kafan karışacak böylelikle daha çok sorgulayacaksın. En sonunda ise kendini çıkmaz sokağın bir tanesinde bulacaksın. Yapma."

Ağırca yutkundum. Bu sefer geri adım atmam gerekiyordu anlaşılan. "Pekala, sormayacağım. Dinliyorum."

"Sen adresini gönderdikten sonra oteli araştırdım. Tam olarak şehir merkezinde. Herhangi bir aksaklık sonucunda yakalanma ihtimali ortaya çıkabilir. Böyle bir durum içinse şehir merkezinde olmak bizim için büyük bir avantaj olur. Kolaylıkla kalabalığa karışıp izimizi kaybettirebiliriz." onu dinlemeye devam ederken yavaşça koltuğa oturdum ve gözlerimle etrafa bakındım. Alışkanlık olmuştu. Bu odada da kamera olmadığını biliyordum. İlk geldiğim anda her tarafı kontrol etmiştim ama huzursuzdum.

"Semih şu anda aşağıda hazırlıklarla yakından ilgileniyor. büyük bir ihtimalle," durdu. Saatini göz hizasına kadar kaldırdı ve birkaç saniye baktı. "On beş dakika sonra seni kontrol etmek için gelecektir. O geri aşağıya indiğinde de ben geleceğim. Seninle birlikte yangın merdiveninden aşağı katta bulunan mutfağa ineceğiz. Mutfağın arka tarafında çalışanların molaya çıkması için ayarlanmış bir kapı var. Oradan çıkıp bizim için ayarladığımız arabaya bineceğiz. Şu anlık bir sıkıntımız yok."

Soluksuz bir şekilde anlattığı planı bütün dikkatimle dinlemiştim. Kulağa kolay gibi geliyordu. Ama değildi. Keşke öyle olsaydı. "Sormak istediğin ya da anlamadığın bir yer var mı?" başımı iki yana sallamamla kocaman gülümsedi. "Herhangi bir şey dikkatini çekerse sana verdiğim telefondan bana ulaşabilirsin."

"Tamam." Kara olduğu yerde dikilmeye devam ederken etrafa bakınmaya başladı. Bende onunla birlikte odaya bakındım. Dikkat çeken veyahut göze batan herhangi bir şey gözükmüyordu. "Sorun ne-" işaret parmağını dudaklarının üzerine koymasıyla cümlemi devam ettiremedim. Korkuyla dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. "Ben şimdi gidiyorum İzgi." işaret parmağı hala dudaklarının üzerinde duruyordu. Benim fark etmediğim bir şeyi fark etmişti. Ama neyi?

"Tamam." göz kırparak geri geri adımladı. Odaya son bir bakış daha attıktan sonra kapının kilidini açtı ve saniyeler içerisinde yok oldu. Odayı kocaman bir sessizlik doldurduğunda derin bir nefes verdim. Göğsümün üzerinde büyük bir baskı vardı. Bir şeyler ters gidiyor olmalı. Çünkü bu göğsümde ki ağrı hiç hayra alamet değil. Nerede olsa tanırım bu hissi.  Bu histen biraz da olsa uzaklaşıp rahatlayabilmek adına arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım.

Saçlarımın arasında dolaşan parmakları sıcaklığıyla yattığım yerde kıpırdandım. "Şşştt..." saçlarımın arasında ahenkle süzülen bu parmakların sahibi her kimse onu tanıyor olmalıydım. Parmak uçlarında geçmişe ait izler vardı. O, geçmiş kokuyordu. Bunu hissedebiliyordum. O, her kimse, tanıdıktı. Hem de çok.

Gözlerimi açmak istedim. Onun kim olduğunu görmek istedim. Gözlerimi açmak için hareketlendiğimde saçlarımın arasında dolaşan parmakları yok oldu. Her iki gözümün üzerinde de baş parmaklarının baskısının hissettim. Hafifçe dokunuyordu. "Şimdi olmaz." küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büzdüm. "Neden?"

"Daha değil Selene, daha değil." dilimi kurumuş dudaklarımda gezdirdim. "Kim olduğunu görmek istiyorum." gözlerimin üzerinde hareketsiz duran baş parmakları ağır ağır hareketlendi. "Göreceksin." fısıltıyla konuşuyordu. Önce ki karşılaşmamızda da fısıltıyla konuşmuştu. "Bana güveniyor musun?" ona güveniyor muydum? Geçmişimde yer alan ve şu anda hemen yanı başımda olan bu kişiyi tanıyor muydum? "Bana güveniyor musun Selene?" ağırca yutkundum. "Güveniyorum."

Sıcak nefesini bir anda kulağımın altında hissedince kaskatı kesildim. Hafif kirli sakalları boynuma sürtünce huylandım. "Yine geleceğim." Boynumda ki gıdıklanma hissi, kulağımın altında ki sıcak nefesi ve gözlerimin üzerinde ki parmaklarının baskısı kaybolduğunda kendimi koca bir boşlukta buldum. Adım sesleri odanın içerisinde duyuluyordu. Ancak gözlerimi açmaya cesaret edemedim. Daha az önce gözlerimi açıp onu görmek isterken şu anda cesaret edipte gözlerimi açamıyordum.

Kapı sesini işiten kulaklarımla gözlerim eş zamanlı olarak açıldı. O, gitmişti. Ama bıraktığı koku buradaydı, hala benimleydi. Geçmişin kokusu hemen burnumun ucundaydı. Dolmaya başlayan gözlerimle burnumu çektim. Yerimden doğrulmak için çabalarken kapının tıklatılmasıyla Semih'in yüzü gözüktü. Üzerinde siyah bir takım elbiseyle odaya giriş yaptı. "İzgi?" kocaman gülümseyerek yanıma geldi. Oturuşumu ve elbisemi düzelttikten sonra yalandan bir gülümsemeyle ona bakındım. "Çok güzel olmuşsun."

"Teşekkür ederim." Önümde diz çöktü. Şaşkınlıkla ona bakınırken kucağımda duran ellerimi ellerinin arasına aldı. "Asıl ben teşekkür ederim." kaşlarım hayretle havalandı. Bu adamın başın taş falan mı düşmüştü? "Ne için?"

"Banan bu mutluluğu ve böylesine güzel bir duyguyu tattırdığın için." utanmış gibi yaparak gözlerimi kaçırdım. Daha az önce yaşadığım olayın etkisinden kurtulamamışken şimdi rol yapmak çok zor geliyordu. "Ben bir şey yapmadım ki." kurduğum cümlenin saçmalığıyla kusmak istedim.

Bir anda yüz ifadesi ciddileşti. "Beni asla hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyorum. Sende en az benim kadar bu evliliğin gerçekleşmesini istiyorsun değil mi?" bir anda değişen tavırlarını anlayamadan ellerimde hissettiğim acıyla inledim. "Ellerim..." beni duymadı. Gözleri hipnoz olmuş gibim gözlerimdeydi. "Bana asla ihanet etmezsin değil mi İzgi?" el kemiklerim kırılacak raddeye kadar gelmişti. Ancak Semih farkında bile değildi. Ellerimi kendime doğru çekerek ondan kurtarmaya çalıştım. "Ellerim!" öyle bir bağırmıştım ki kendi sesimin yüksekliğine yüzümü buruşurdum.

Bir anda ellerimi serbest bırakarak ayaklandı. Gözleri az öncekine göre daha normal bakıyordu. Üç-dört adım gerileyerek benden uzaklaştı. Homurdanarak ellerimi açmaya çalıştım. Çok fena sızlıyordu. Semih'in hareketlendiğini fark ederek başımı kaldırdım. Gözleri ellerimdeydi. Sertçe saçlarını karıştırdı. Gözleri kısa bir an ellerimden yüzüme tırmandı. Sanki ne diyeceğini bilemiyormuş gibi bakıyordu.

"Ben-"

"Çık dışarıya!" Cümlesini kesmemi zerre umursamadan öylece bakmaya devam etti. Dışarıdan ona bakan birisi gerçekten az önce yaptıkları yüzünden pişman olduğunu düşünebilirdi. Ama ben ne dışarıdan birisiydim ne de sıradan. Pişman olmadığını gayet iyi biliyordum.  Bunların hepsi roldü. Birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra hızlı ve sert adımlarla odayı terk etti.

Bir süre ellerimle ilgilenmek zorunda kalmıştım. Birkaç dakika boyunca parmaklarımı oynatamamıştım. Ellerimde ki sızı yerini korumaya devam ederken oturduğum yerden ayaklandım. Kara her an gelebilirdi. Buraya gelirken Lale'nin elime tutuşturduğu çantayı aranmaya başladım. Bu çanta benimle beraber girmişti bu odaya. Sorun şu ki, nereye koyduğumu hatırlamıyorum. Oflayarak ayağımı sertçe yere vurdum. Kara her an gelebilirdi, benim o gelmeden hazır olmam gerekiyordu.

Kendi eksenim boyunca dönmeye başladım. Tam çantayı kaybettiğime dair bir ümitsizliğe kapıldığım anda çantayı makyaj masanın hemen yanında gördüm. Az önce oraya da bakmıştım ben!

Huysuz adımlarla çantaya ilerledim. Sızlayan parmaklarımla fermuarını açtım. İçerisinde ki tişört, eşofman ve ceketi çıkartarak yere bıraktım. Üzerimde ki elbiseyi çıkartmadan önce cebimde ki telefonları da çıkartarak kıyafetlerin üzerine bıraktım.  Çok sürmemişti. En fazla beş dakika sonrasında elbiseden kurtulmuş ve çıkardığım kıyafetleri giyinmişti. Elimde ki telefonları eşofmanın cebine koyarken kapı açıldı.

Yerimde sıçradığımı fark eden Kara kıkırdadı. "Hazır mısın?"

"Evet."

Kara'nın kapıya doğru gitmesini beklerken o, tam tersi odanın içerisinde ilerlemeye başladı. "Ne yapı-" işaret parmağını havaya kaldırarak beni susturduğunda kollarımı göğsümde bağlayarak onu izlemeye koyuldum. Odanın bir kenarında bulunan giyinme karavanına doğru yaklaştı ve karavanın arkasına geçti. Ağır adımlarla ona yaklaşmaya başladığımda, ben oraya varmadan o paravanın arkasından çıktı. Elinde siyah bir şeyle yanıma geldi.

Gözlerimi kısarak elinde ki siyah şeye baktım. Kara sırıtarak daha net görmem için havaya kaldırdı. Bu bir dinleme cihazıydı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmış Kara'ya bakarken Kara gülmeye başladı. Bir anda dinleme cihazını parmaklarının arasında ezerek paramparça etti. "Bizi dinliyor muydu?"

"Günaydın(!)" gözlerimi devirerek karşılık verdiğimde herhangi bir tepki vermedi. "O zaman konuştuğumuz bütün planı duydu." elimi havaya kaldırdığım sırada keskin bir acı saplanmıştı. Kara gelince bir anlık acısını unutmuştum. Yüzümü buruşturarak elimi indirdiğimde Kara'ya yakalanmıştım. "Ne oldu?" ellerimi arkama saklayarak başımı iki yana salladım. Büyük bir adımla aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma geldi ve ellerimi ortaya çıkarttı.

"Bu  ne zaman ve nasıl oldu?" elimi çekerek ellerinden kurtardım. "Gitmemiz gerekmez mi? Dinleme cihazından sinyal alamayınca şüphelenecektir." birkaç saniye boyunca konuşmadan ellerime baktı. Huzursuzca yerimde kıpırdandığımı fark edince gerileyerek uzaklaştı.

Cebinden telefonu çıkarttı ve birkaç tuşa bastıktan sonra kulağına yasladı. "Plan iptal Serra." durdu. Karşı tarafı dinliyor olmalıydı. Karşı taraf her ne dediyse hızlı adımlarla odanın içerisinde bulunan büyük cama ilerledi. "Hayır, orası olmaz." cama iyice yaklaşmasıyla merakıma yenik düşerek bende yanına adımladım. Dışarısını ilk defa görüyordum. Geldiğimden beri o koltuktan kalkmamıştım. Sadece etrafı kurcalamıştım. Anlaşılan onda da başarılı olamamışım.

Aşağısı bir sürü koruma kaynıyordu. Aralarında bir şeyler konuşuyorlar ardından koşuşturarak başka yöne gidiyorlardı. "Tamam. Anladım Serra." telefonu kapattıktan sora hızla bana döndü. "Semih çoktan anlamış olmalı kaçacağını. Seni başka yoldan çıkartacağız buradan."

Kara sırtını bana dönmüş kapıya ilerlemeye başladığında olduğum yerde öylece dikiliyordum. Korkuyordum. Arkasından gelmediğimi fark ederek durdu, omzunun üzerinden başını bana doğru çevirdi. "İzgi? Neyi bekliyorsun?"

"Kara... ya yakalarsa beni?" benden duyduğu bu cümleler hiçte hoşuna gitmemişti. "İzgi..." vücudunu tamamen bana doğru çevirdi. Az önce dik olan omuzları düşmüş, yüzü yumuşamıştı. "Kurtaracağım seni buradan. Her ne olursa olsun kurtulacaksın bugün buradan."

"Bir şey olacak," elimi göğsümde ki ağrının tam üzerine koyarak bastırdım. "Hissediyorum. Tam burası beni uyarıyor Kara." Büyük adımlarıyla karşıma geldi. Yavaş yavaş kırmızılığını morluklara bırakan elimi tuttu. Dostane bir tutuştu. "Güven bana. Buradan, bugün kurtulacaksın İzgi."

Yüzünde ki samimi gülüşüyle tuttuğu elimi serbest bıraktı. "Hadi, çabuk olmalıyız. Akan her bir dakika aleyhimize."

Odadan çıkar çıkmaz merdivenlere yönelmiştik. Kara'nın anlattığı ilk plana göre aslında odadan çıkar çıkmaz direkt olarak yangın merdiveninden ilerlememi gerekiyordu ancak o plan artık suya düşmüştü. Hızlı adımlarla bulunduğumuz kattan zemin kata kadar hızlı ama bir o kadar da yavaş ilerledik. Kara önümden iniyor, her katta etrafı kontrol ediyor sonrasında devam ediyorduk.

Duvarda zemin kat levhasını gördüğümde derin  bir nefes almaya çalıştı. Korkunun verdiği stres ve onca kat inmenin yorgunluğundan kaynaklı göğsüm hızla inip kalkıyordu. Nefes alırken zorlanıyordum ancak sorunum şu an bu değildi.

"Kapüşonun var mı?" başımı olumlu anlamda salladım. Ceketimin kapüşonu vardı. "Dikkat çekme ihtimalimiz yüksek ama buna değer. En azında tanınmazsın." dediklerinin ardından hızla kapüşonu kafama geçirdim. "Sakın peşimden ayrılma."

"Tamam." Hızlı adımlarla merdivenlerden büyük bir hole geçiş yaptık. Nereye gideceğimizi anlamayarak etrafıma bakınırken Kara davetlilerin salonuna doğru yönelmişti. "Ne yapıyorsun? Delirdin mi sen?"

"Başka çıkış kapımız yok. En azından bizi fark etseler bile insanların önünde bir şey yapamazlar ve kalabalıkta yakalamaları da zor olur." Kara dediklerinin hepsinde sonuna kadar haklıydı. Büyük salona giriş yaptığımızda kimsenin dikkatini çekmemiştik. Herkes kendi halinde takılıyordu. Kimisi içeceğini yudumluyor kimisi ise yanında ki kişiyle sohbet ediyordu.

Hızlı adımlarla insanların arasından ilerlerken arkamda bir yerden bir çığlık sesi yükseldi. Korkuyla Kara'nın omzuna yapıştım. İkimizde anlık olarak durup arkamıza bakma gafletinde bulunmuştuk. Hızla salona giriş yapmaya başlayan silahlı adamlar ile davetliler kaçışmaya başlamıştı. Kara'nın kısık sesli bir küfür mırıldandığını duysam da duymamazlıktan geldim. "Koş İzgi! Koş!" Kara'nın kolumdan tutarak çekiştirmesiyle kendime gelebilmiştim.

Bütün gücümü bacaklarıma vererek Kara'ya yetiştim. Etrafta kaçıştıran insanların arasından geçmek çok zordu. Biz bir yandan koşarken Kara öbür yandan da telefondan Serra ile konuşuyordu. Koşmaktan onun ne dediğini işitemiyordum. Çok kızgındı. Planı ters tepmiş olmalı.

Salonun sonunda bulunan acil durum çıkış kapısından dışarıya çıktığımızda Kara beni sola doğru çekiştirdi. "Arabaya!" Birkaç saniyelik koşuşun ardından uzakta ki sokak lambasının altında duran siyah arabayı fark ettim. Arabanın hemen önünde bir kadın bizi bekliyordu. Bu kişi Kara'nın konuştuğu Serra olmalıydı.

Arabaya yaklaştığımızda artık kadının yüzü daha netti. Yaşadığım şaşkınlıktan dolayı tökezlemiştim. Kara hemen kolumdan yakalayarak düşmeme engel olmuştu. Kara'nın telefonda konuştuğu kadın yani Serra, Lale'ydi. Benim o evden kurtulmama yardım eden kadın.

Şaşkınlıktan gözlerimi ondan ayıramıyordum. O, ise gülümseyerek bana bakıyordu. "Serra sen İzgi ile arkaya geçin!" Arabayla aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında tam arka tarafımda bir silah sesi işittim. Ardından da tüm sokağı inleten kalın bir ses. "İzgi!" olduğumuz yerde kaldık. Yavaşça arkama döndüm. Kara'nın yanımda sessizce kendi kendine mırıldandığı şeyleri anlamamıştım.

Arkama döndüğüm anda Semih'in sinirli gözleriyle karşılaştım. Aramızda ki mesafe çok fazla değildi. Üzerinde ki takım elbise dağınıktı. Gömleğinin bir ucu dışarıda, kravatı gevşemiş, saçları ise karman çormandı. "Sağ taraftan caddeye doğru koş İzgi." Kara'nın fısıldadığı şeyle Semih'e bakmayı keserek bir anda koşmaya başladım. Bir silah sesi ardından da bağırış işittim. Durmayı, geri dönmeyi istedim. Yapamadım, cesaret edemedim.

Tüm gücümle Kara'nın dediği tarafa doğru koşmaya başladım.  Arkamdan ayak sesleri geliyordu. Semih ya da korumalardan birisi peşimde olmalıydı. Olabildiğince hızımı artırdım. Arkamda ki adım sesleri de hızlanmıştı. Göğsüm daralıyordu. Bacaklarımda güç kalmamıştı artık.

Önüme çıkan parka bir umutla girdim. Ağaçların arasında bütün gücümle koşmaya devam ederken ayağımın bir taş parçasına çarpmasıyla dizlerimin üzerine kapaklandım.

Aynı şekilde avuç içlerimin üzerine de düşmüştüm. Ellerim acıyordu. Avuç içlerim ve diz kapaklarım sızlıyordu. Olduğum yerde oturakaldım. Bir çocuk gibi dizlerimi kendime doğru çektim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Buraya kadarmış. Benim kurtuluşum yokmuş.

Boş parkın içerisinde yankılanan adım sesleriyle eş zamanlı olarak dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı. Kaçamayacaktım. Buraya kadardı işte. Önümde bir çift erkek ayakkabısı belirdiğinde burnumu çektim. Göz yaşlarımdan dolayı görüntüm bulanıktı. Gözümün önünde beyaz bir şey belirdi. Başımı kaldırıp peçeteyi uzatan kişiye bakmak istedim. Yavaşça dizlerinin üzerinde çöktü elinde ki peçeteyi dizlerime bastırdığına gözlerimi sıkıca yumdum.

Dejavu...

Aklıma düşen geçmişe ait parçalarla hızla gözlerimi araladım. İşte o anda dünya benim için durdu. Gözlerim tam on yıl önce ki gibi yüzüne tırmandı. Bu sefer ağlayan tek bendim. Ela gözleri merhametle parlıyordu. Hayal olmalıydı. Düştükten sonra bayılmış olmalıydım. Bu yaşadığım gerçek olamazdı. O, ölmüştü.

Ama şimdi karşımdaydı. Ela gözleriyle bana bakıyor ve gülümsüyordu. "Hayalsin." hafifçe tebessüm etti, başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Değilim." gözlerini gözlerimden ayırmadan elimi tuttu ve tam kalbinin üzerine koydu. Kalbi çok hızlı atıyordu. "Gerçek." gözlerim kalbinin üzerinde duran elime kaydı. Az öce acıyla kavrulan avuç içlerim şimdi onun kalp atışlarıyla doluydu. "Buradasın."

"Buradayım."

Buradaydı. Ilgaz Yargıç ölmemişti. Tam karşımda, burada, bana bakıyor ve gülümsüyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top