35. Bölüm⚜️

Hayat bir gölgedir. Gezinip duran.

Bir güne daha gözlerimi açmıştım. Güneş ışıkları perdenin arkasından odaya sızmak için sabırsızlanıyordu. Cama doğru ilerledim. Perdeyi sıyırmamla birlikte güneş ışığının yüzüme vurması bir olmuştu. Yüzümü buruşturdum. Camı açmak ve derin bir nefes solumak isterdim. Tabi kilitli olmasaydı. Resmen hapis hayatı yaşıyordum.

Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya geçtim. İşlerimi bitirdikten sonra elime gelen ilk şeyleri giyindikten sonra banyodan çıktım. Bir yandan saçlarımı toplarken diğer yandan da merdivenlerden iniyordum. Son basamakları da inmek üzereyken Semih'in evde olduğunu hatta birileriyle konuştuğunu işitince olduğum basamakta kaldım.
"Benimle oynama! Böyle bir şeyin imkanı yok! Sana kendi gözlerimle gördüm diyorum!"

Sert adım seslerinden anladığım kadarıyla oldukça sinirliydi. Ki bu sesine de oldukça fazla yansıyordu. "Anlamıyorsun! Anlamıyorsun!" Bir anda sustu, sesli bir nefes verdi. "Bak, kendi gözlerimle gördüm. Oradaydım. Nefes almıyordu tamam mı? Bu söylediklerin imkansız şeyler. Boş yere beni oyalama."

Duyduklarımdan ne çıkartmam gerekiyordu bilmiyorum. Semih inatla telefonun karşısında konuşan kişinin söylediklerine inanmayı reddediyordu. Bir şeyden mi korkuyordu?

Yakalanmamak için sessizce birkaç basamak geriledim. Sonrasından sesli adımlarla tekrardan inmeye başladım. "Kapatıyorum, bunu sonra konuşacağız seninle."
Benden saklaması gereken bir şey demek ki. Bazı zamanlarda yanımda telefon görüşmesi yapmışlığı olmuştu. Daha öncesinde benim yanımda bir şey konuşmaktan çekindiği de olmamıştı. Ne haltlar karışıyorsun Semih Güney Yargıç?

Onun yüzüne bakmadan yanından geçtim, tekli koltuğa oturdum. Hemen yakınımda olan kitaplıktan kitabı aldım. Sanki o yokmuş gibi davranıyordum.

Arkama yaslanarak kitabı açtım ve okumaya başladım. Gözlerimi sayfanın üzerinde dolandırıyordum. Hatta okuyor bile sayılırdım. Ancak okuduklarımı anlamıyordum. Gözledim öylece sayfanın üzerinde boş boş geziniyordu. O kadar. Kafam karışıktı. Sürekli aklım dün gece gelen nota kayıyordu. Kara'yı nereden bulacaktım? Ya bu da Semih'in oyunu ise?

Yine beni kandırmaya çalışıyorsa? Durdum. Gözlerim kitabın üzerinde bir noktada sabit kaldı. Nefesim kesildi. Suilet. O olabilir miydi? Bana yardım edeceğini söylemişti? Ondan gelmiş olabilir miydi? Bu düşünce anında kalbimin hızlanmasına neden olmuştu.

Derin bir nefes alarak yaramaz kalbimi durdurmaya çalıştım. Ama imkansızdı. Seneler sonra, hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkmıştı. Bana dokunmuş, benimle konuşmuştu.
Kitabı göğsüme bastırıp çığlık atmamak için kendimi çok zor tutmuştum.

"İzgi?" Semih'in sesiyle içimde yaşadığım bütün heyecan tuzla buz oluverdi. Başımı kitaptan kaldırmadım. Çatık kaşlarımla devam etmesini bekledim. Hemen bacaklarımın önüne diz çökmesiyle irkildim. Ellerini dizime koyduğunda sertçe yanağımın içini dişledim. "Bugün babam geliyor. Önce onu seninle tanıştırmak istiyorum." Ellerimin arasında bulunan kitabı sertçe kapattım.

Bacaklarımı hareket ettirmemle elini geri çekti. Bunu fırsat bilerek koltuktan kalktım. Kitabı bile koyma zahmetine girmeden kapıya yönelmiştim ki Semih'in kolumdan yakalamasıyla olduğum yerde çakılı kaldım. "İzgi." Uyarı dolu sesine inatla ona doğru dönmedim. Kolumu kendime doğru çektim. Ancak kurtulamadım yine de ondan. "Bırak."

"Neden bana bir şans vermiyorsun? Neden bir kere bile olsa denemiyorsun?" Kolumu sertçe çektim kendime doğru ancak bu onun daha sıkı tutmasına neden olmuştu. Derin bir nefes vererek omzumun üzerinden döndüm. Sert bakışlarımı gözlerimin içerisine diktim. "Tamam."

Benden beklemediği bu cevapla afalladı. Öyle ki kolumu tutan elinin gevşemesini fırsat bilerek ondan kurtuldum. Elimdeki kitabı yavaşça avuç içime vurdum. Şaşkınlıkla bana bakarken hafifçe omuz silktim. "Evlenmek mi istiyorsun? Tamam, kabul ediyorum."

"Sen..." dediklerimi anlamıyormuş gibiydi. Onu o halde arkamda bırakarak merdivenlere yöneldim. Odaya girmiş, tam kapıyı ardımdan kapatıyorken araya giren bir el buna engel oldu. Korkuyla geriye doğru sıçramamla Semih odaya girdi.
"Neden kabul ettin?"

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bunların hepsi elbette oyundu. Yanımda getirdiğim kitabı umursamazca yatağa fırlattım. Ona doğru bir adım attım. "Bunu istemiyor muydun?"

Gözleri kısıldı. Benden şüpheleniyordu. Doğal olarak. Kollarımı göğsümde bağladım. Şu an onun yüzüne bile bakmak zorken karşısında gerçekçi bir oyun sergilemek daha da zordu. "Bıktım artık böyle yaşamaktan. Bende insanım, anlıyor musun? Daraldım bu hapis hayatından." Sertçe yakalarımı çekiştirdim. "Ne yani? Benimle evlenerek bu hayattan kurtulmayı mı umuyorsun?" Ellerini beline koymuş, dediklerimi anlamaya çalışıyordu.

Ellerimi iki yana açtım, yavaşça yutkundum. "Bak senden nefret ediyordum. Ama bunları geride bırakmam gerektiğini anladım artık. Sıkıldım artık senden kaçmaktan, yoruldum. En iyisi akışına bırakmak." Derin bir nefes vererek havada asılı olan ellerimi indirdim.

İfadesiz bir halde öylece bana bakıyordu. Lütfen inan. Lütfen.

İlk önce kaşları havalandı, ardından dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Bunu fark etmene sevindim İzgi." Bana doğru büyük bir adım atmasıyla nefesimi tuttum. Elini saçlarıma uzattığında ise gözlerimi sıkıca yumdum. Yavaşça kulağıma doğru eğildi. Ilık nefesini saçlarımın arasında hissediyordum. "Teşekkür ederim." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı, gerileyerek benden uzaklaştı ve saniyeler içerisinde odadan çıktı.

Dişlerimi birbirine bastırmaktan çenem ağrımıştı artık. Gözlerimi açtığımda kendimi yüz üstü yatağa attım. Yüzümü yastığa gömerek büyük bir çığlık attım. "Umarım bu bir oyun değildir! Eğer senin oyununsa Semih Güney Yargıç benim elimden daha çok çekeceğin var demektir!"

Yumruğumu yatağa sertçe indirdim. Bir süre nefeslerimin düzene girmesini bekledim. 

Yavaşça yataktan kalktım. O an da kafamın içerisinde bir ışık yandı. Kameralar! Beni izliyor olabilirdi. Sanki bedenimi esnetiyormuş gibi yaparak gözümün kenarıyla kameraya doğru bakındım. Doğru tahmin. Beni izliyordu. Bedenimi iki büklüm yaptım, parmak uçlarımla ayaklarıma değdirecek kadar eğildim. Sonra doğruldum. Belimi geriye doğru katladım. Başımı iki yana doğru çevirdim.

Bir anda yerimde zıplamaya başladım. Sanki çok mutluymuşum gibi davranmaya başladım. Yatağın üzerinde duran yastığı kaptım, sanki bir insanmış gibi dans etmeye başladım. Kollarımı uzatarak yastığı yüz hizama kadar kaldırdım. Ayaklarımı bir ileri bir geri hareket ettiriyor, etrafımda dönüyordum.

En sonunda başımın fazla dönmesiyle elimdeki yastığı yatağın üzerine fırlattım. Seke seke banyoya girdim. Ardımdan kapıyı kapatır kapatmaz sırtımı kapıya yasladım. Kayarak yere oturdum. Elimi alnıma koyarak bir süre başımın dönmesini geçirmeye çalıştım. Hemen sağ tarafımda ki ikili dolaba uzandım. Kapaklarını açtım, gizli bölmeye elimi daldırarak telefonu çıkarttım.

Dizlerimi karnıma doğru çektim. Telefonun kapatma tuşuna uzunca basarak açılmasını bekledim. En nihayetinde açıldığında şifremi girdim hemen ardından vakit kaybetmeden mesajlaşma yerine giriş yaptım. Tek bir isim vardı. O ismin üzerine tıkladım. Gözlerim yavaş yavaş dolarken parmaklarımı klavyenin üzerinde hareket ettirdim.

Kendimi çok kötü hissediyorum Ilgaz

Galiba sana ihtiyacım var

Galiba değilmiş, gerçekten sana ihtiyacım var

Yavaşça burnumu çektim. Elimin tersiyle burnumun ucunu kaşıdım.

Ya bu da onun oyunuysa?

O zaman ne yapacağım ben?

Gözümden yaşlar akmaya başladığında kendimi serbest bıraktım.

Neden gittin ki?

Bak nefes alamıyorum

Şimdi yanımda olsaydın, kollarını sıkıca dolasaydın kulağıma yanındayım diye fısıldasaydın

Ne olurdu ki?

Ağlamam gittikçe şiddetlenerek hıçkırıklara dönüşmüştü. Sırtımı dayadığım kapının çalınmasıyla oturduğum yerde irkildim. "İzgi?"
Hızlıca elimdeki telefonu kapatarak gizli bölmeye attım. Hemen elimi yüzümü yıkadım.

Banyonun kapısını açtığımda Semih ile göz göze gelmem bir olmuştu. Bu sefer ağlamamı bastırabilecek bir bahanem yoktu. Şimdi ağlamama sebep olan bir kılıf bulmalıydım. "Neye ağlıyorsun?"

Elimin tersiyle burnumun ucunu kaşıdım. "Normal böyle ağlamam." Kurduğum cümle karşısında kaşları havalandı. Tam olarak ne dediğimi anlayamamıştı. "Anlamadım?" Gözlerimi devirerek yanından geçtim ve yatağa oturdum. "Beni yalnız bırakabilir misin?"

Tam karşımda durdu, gözleri şüpheyle beni süzüyordu. Kafasının içerisinde evlilik hakkında bir şeylerin döndüğüne emindim. Arkamdaki yastığı alarak ona fırlattım. "Çık git Semih Güney Yargıç!" Şaşkınlıkla bir adım geriledi. "Neyin olduğunu söylemeden çıkmayacağım!"

İkimizinde sesi olması gerektiğinden yüksek çıkıyordu. Arkamdaki yastıklardan birisini daha alarak ona fırlattım. "Özel günümdeyim tamam mı Allah'ın belası! Şimdi şu odadan çık git!"

Birkaç saniye bir şey demedi. Öylece baktı. "Sen-" cümlesini yarıda kesen şey ona fırlattığım bir diğer yastık olmuştu. "Çık!"

Başka bir şey diyemedi ve istediğim gibi çıktı. Odadan çıkmasıyla rahatlamıştım. Gözümün önüne düşen saç tutamlarını parmak uçlarımla geriye itekledim. "Adamla böyle oynarlar işte."

Arkamda kalan son yastığı düzelterek sırtımı yasladım. Ayaklarımı uzattı ve birbiri üzerine attım. "Şimdi oynama sırası bende."

...

Koltukta arkama yaslanmış, ellerimi karnımın üzerinde birleştirmiş rahat bir tavırla oturuyordum. Belki de heyecanlı ya da stresli olmam gerekirdi. Ancak bunların zerresi yoktu bende.

Semih karşımda ki koltukta oturmuş, bacak bacak üstüne attığı ayağını havada yavaşça sallıyor diğer yandan da elindeki telefonuyla ilgileniyordu. Gözlerimi devirdim. Aslında her an telefonuyla uğraşması bayağı işime geliyordu. Telefonu ile ilgilenirken benimle konuşmuyor ya da göz teması kurmak gibi çabalara girişmiyordu.

Evin içerisini dolduran zil sesiyle yerimde sıçradım. Bu evde iki aydır tutsaktım ve ilk defa zilin çaldığında şahit oluyordum. Semih zil sesini duyunca keyifle oturduğu koltuktan ayakalandı.

Bana kısa bir bakış atarak salondan çıktı. Gelen kişinin kim olduğunu tahmin edebiliyordum elbet. Ama gelen kişi umurumda değildi açıkçası. Bacak bacak üstüne atarak iyice oturduğun koltukta yayıldım. Acaba kötü gelin rolüne mi girseydim? Aslında kulağa kötü gelmiyordu. Hınzır bir ifadeyle çenemi okşadım. Güzel fikirdi.

Kendine kendime sessizce kırkırdarken adım seslerinin salona yaklaştığını fark ettim. Aklımda bambaşka şeyler kurmuştum. Şimdi onları işleve geçirme zamanıydı.

Semih ve babasının konuşarak salona girmesiyle ayağa fırladım. Adam beni gördüğünde durdu, yanında ki Semih'e döndü ve onun duyabileceği bir şeyler fısıldadı. "Hoş geldiniz."

Bana doğru yaklaştı ve elini uzattı. Yaşlı bir adam değildi aksine dışarıdan bakıldığında oldukça genç gözüküyordu. Yüzümü buruşturmamaya çalışarak uzattığı elini önce çeneme oradan da alnıma koydum.

Elini bıraktığımda adamın yüzüne baktım. Gayet memnun olmuş bir ifadeyle bana bakıyordu. "Hoş buldum." Hafif kır saçları, top sakalı ve siyaha kaçan koyu kahverengi gözlerinden kesinlikle kötü enerji almıştım. Buna rağmen yavaşça gülümsedim.

Hep beraber koltuklara geçtiğimizde yine aynı rahatlık üzerimdeydi. "Bu kadar çabuk evlilik haberi beklemiyordum açıkçası." Adamın gözleri yavaşça bana kaydı. Bir şeyler ima ettiği açıktı. "Semih senin çok inatçı olduğundan yakınıyordu."

Sahte bir gülüş sundum. "Ah, biraz öyle oldu."
Yavaşça gözlerimi Semih'e çevirdim. Merakla ne diyeceğimi bekliyordu. "Ama en nihayetinde inadım kırıldı. En önemlisi de bu değil mi?" Adam yavaşça başını salladı. "Evet,"

Onunda bakışları Semih'e kaydı. "Semih beni aradığında bayağı şaşırdım, yalan yok. O da en az senin kadar inatçı."  Yalandan takındığım gülücükleri saçmaya devam ettim. Yüzüme yapışmıştı resmen. Aklıma bir şey gelmiş gibi şaşırdım , elini dudaklarımın üzerine kapadım. "Nasıl unuturum?"

Semih şaşkınlıkla oturduğu yerde doğruldu. "Bir sorun mu var?" Sanki gerçekten alınmış gibi dudaklarını büzdüm. "Ben alışverişe gidecektim. Malumunuz nikaha şurada birkaç gün kaldı, bir şeyler almam gerek değil mi?"

Her bir cümlemle Semih de babası da şaşıyordu. Adam yavaşça güldü. "Ah siz kadınların alışveriş sevdası."

"İzninizle." Adam başını sallayarak müsaade edince seri adımlarla salondan çıktım. Merdivenleri çıkarken yumruk yaptığım elimi havada savurdum. Ah yüzüne bir yumruk indirebilseydim. Her ikisini de durmaksızın yumruklamak istiyordum. Bu seferde yumruğumu öbür elimin avuç içine indirdim. Gözlerimi kısarak alt dudağımı dişledim. Ah nerede bend o şans.

Odaya girer girmez kapıyı ardımdan kapadım. Gözüm anında kameraya kaydı. Kırmızı ışık yanıyordu. Sesli bir nefes vererek cama yöneldim. Bir şekilde bu camdan da kurtulmalıydım. O an aklıma bir fikir geldi. Avuç içimi alnıma vurdum. Neden daha önce aklıma gelmemişti ki?

Hızlı adımlarla odanın bir köşesinde bulunan makyaj masasına ilerledim ve küçük kutuların içerisinde tel toka arayışına giriştim. En nihayetinde küçük koyu mavi bir kutunun içersinde bir tanesine denk gelmiştim.

Kameranın kapalı olduğuna emin olduktan sonra koşarak cama ulaştım. Elimdeki tel tokayı ortadan ikiye ayırarak ucunu dışarıya doğru büktüm ve kilide soktum. Bir sağa bir sola doğru çevirmeye başladım. Açılmıyordu!

Oflayarak bir kez daha denedim. Açılmadı. Son bir kez daha.
Pekala. Bir kez daha denedim... Tel tokayı bütün dikkatimle soktum ve bir sağa bir sola doğru oynatmaya başladım. Olmalıydı. Olması gerekiyordu. Ben tel tokayı çevirmeye devam ederken delikten bir ses geldi. Ve olmuştu. Sevinçle yerimde zıplamaya başladım. İşte şimdi benden kork Semih Güney Yargıç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top