25. Bölüm⚜️
Hayal edebiliyorsan, yapabilirsin...
"Hayal?"
Gözlerim şaşkınlıkla irileşmişken geriye doğru adımladım. Kız doladığı kollarını çözerek bir adım geriledi ancak hemen ardından tekrardan sarıldı. "Çok özlemişim seni ya. Nerelerdeydin?!"
Ilgaz gülerek kızdan ayrıldı ve saçlarını karıştırdı. "Ne oldu çok mu özledin?"
Hayal yüzünü buruşturarak dil çıkardı. "Vazgeçtim! Özlememişim!" İkili arasındaki garip diyaloğu dinlerken Hayal'in gözleri Ilgaz'ın arasından onlara anlamsız bakışlar atan bana döndü. Ancak hemen ardından gözleri şaşkınlıkla açıldı ve tekrardan Ilgaz'a döndü. "Sevgilin mi?"
Hayal'in beklenmedik sorusuyla dudaklarımın arasından bir şaşkınlık nidası döküldü. "Hayır, İzgi meslektaşım." Hayal'in bakışlarında bir değişiklik olmamıştı. Daha çok üzülmüş gibi bir ifade yerleşmişti gözlerine. "Uzun zaman sonra hayata döndüğünü düşünmüştüm." Ilgaz'a dudak büzdükten sonra bana elini uzattı. "Memnun oldum İzgi. Bende Hayal," gözleriyle Ilgaz'i işaret etti. "Şu yanında duran koca adamın kız kardeşiyim." Ilgaz Yargıç'ın sakladığı bir gerçek daha... Elini tutarak gülümsemeye çalıştım. "Memnun oldum."
Elimi bırakırken yanımdaki Ilgaz'a memnun olmayan bir ifadeyle baktı. "Kalbimi kırdın." Kollarını göğsünde bağladı, sırtını bize doğru döndü ve birkaç adım ötesindeki kapıdan içeriye girdi. Ne kadarda değişik bir kızdı.
Arkasından şaşkınlıkla bakmayı bırakarak Ilgaz'a döndüm. "Ben artık gitsem iyi olur." Kapıya doğru adım attığım sırada kolumdan yakalayarak durdurdu. "Eğer Hayal'den çekiniyorsan gönderebilirim-" elimi havaya kaldırarak sözünü kestim. "Böyle bir şeye gerek yok. Konuşmamıza daha sonrada devam edebiliriz diye düşünüyorum. Siz biraz zaman geçirin. Benimde duyduklarımı ve yaşadıklarımı sindirmem için biraz zaman ihtiyacım var." Gözleri beni her ne kadar onaylamasa da kolumu serbest bıraktı, bir adım geriledi. "Pekala, herhangi bir şey olursa ararsın."
Alayla dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Telefon numaranı verecek misin?" Sorumu anlamamıştı. Elimi havaya kaldırarak boşlukta salladım. "Hani diyorum ki, belki bana verdiğin numara sana ait değildir falan." Parmaklarımı şıklattım. "Anladın?"
Gözlerini devirdi. "Herhangi bir şey olursa ara."
Aynı onun gibi gözlerimi devirdim. "Tamam, tamam. Anladım. Herhangi bir şey olursa seni aramayacağım." Arkamı dönmek için hareketlendiğimde bu sefer omzumdan tutarak durdurdu beni. Dudaklarımın arasından bir 'of' çıktı. "İzgi!"
Uyaran sesine karşın baş parmağımı havaya kaldırarak sırıttım.
Ilgaz'ın evinden ayrıldığımdan beri aralıksız yürüyordum. Kafam sürekli bir yerlere gidiyordu. Kendimi hep bir şeyleri düşünürken buluyordum. Kafamın içi darmadağınıktı ve ben toplayamıyordum. Her taraf birbirine girmişti. Aradığım soruların cevaplarına herhangi bir karşılık yoktu. Bulunduğum parkta boş bir banka oturdum. Ellerim ceplerimde geriye doğru yaslandım.
Bugün en içten dilediğim tek bir şey vardı, bana yol gösterecek birisi...
Tek isteğim, tek ihtiyacım buydu. Bana yol gösterecek birisini istiyordum. Kendi yokumu kaybetmiştim. Yolumdan sapmıştım. Birisinin bana öncülük etmesine ihtiyacım vardı. Belki saçma ve çocukça bir istekti, bilmiyorum. Ama tek isteğim buydu.
Göğsümü daraltan histen kurtulmak adına derin bir nefes çektim ciğerlerime. Karşıdan gelen pamuk şekerciyi görünce gözlerim orada takılı kaldı.
Anne! Pembe şeker alalım!
Gözlerimi serçe yumdum. Küçükken annemle parka gelirdik. Pamuk şeker istediğim zaman her ne kadar bana zararlı olduğunu iddia etse de her zaman alırdı. Kalbimin kırılmasından ve üzülmemden korkardı. Bana karşı hep çok dikkatli ve titiz olmuştur. Şimdi bir kez daha anlamıştım annemin varlığının değerini. O şimdi yanımda olsaydı, başımı omzuna yaslasaydım, elleri saçlarımın arasında dolaşırken bana o güzel sesiyle her zamanki şarkılarından birisini söyleseydi. Buna şu an çok ihtiyacım vardı. Gözlerimi açtım, gökyüzüne baktım. Seni çok özledim anne.
Kulağımda ki çınlamanın geçmesini bekledim bir müddet. En sonunda gözlerimi araladığında pamuk şekerci başka bir yöne doğru gidiyordu. Yanağıma doğru süzülmekte olan yaşı sertçe elimin tersiyle silerken oturduğum banktan fırladım.
Pamuk şekerciye yetiştiğimde adam beni fark ederek durdu. "Bir tane alabilir miyim?"
"Hangisinden istersin abla?" Gözlerimi pembe ve mavi olan pamuk şekerlerin üzerinde gezdirdim. "Pembe olsun."
Adam başını onaylayarak şekerlerden birisine uzandı. Bende o sırada çantamdan cüzdanımı çıkararak parayı uzattım. Adam şekeri verdikten sonra oradan ayrılarak parkın içerisinde yürümeye başladım.
Aslında şu an parktan çıkmayı düşünüyordum ancak az ilerimde bankta tek başına oturan kız çocuğunu görünce vazgeçtim ve ona doğru yöneldim. Ona doğru yaklaştıkça ağladığını fark ettim.
Kumral saçları örülmüş bir şekilde omzunda duruyordu. Beyaz teni ile beyaz elbisesi kızı minik bir meleğe benzetmeme sebep oluyordu. Yanına giderek önünde çöktüm.
"Ne oldu sana böyle? Neden ağlıyorsun sen?"
Ellerini gözlerinden çekerek sulu ela gözleriyle baktı. "Düştüm." Yüzümde minik bir tebessüm yer edinirken elimdeki şekeri yere bıraktım. Çantamdan bir tane peçete çıkartmaya koyuldum. "Neren acıyor bakalım?"Elimde peçeteyle ona döndüğümde eliyle dizimi gösterdi.
İlk önce elimdeki peçeteyle yarasına doğru yaklaştım. "Acırsa bana söyle olur mu?" Yanağındaki yaşları silerken başını olumlu anlamda salladı. Yarasına üfleyerek yavaşça akan kanları temizlemeye başladım. Kurumuş kanları kısa sürede temizledikten sonra peçeteyi bir kenara bıraktım ve paketten bir tane daha aldım. Elimi çenesinin altına koydum ve büyük bir dikkatle yanağında ki yaşları da temizledim.
"İşte bu kadar!" Dişlerimi gösterecek şekilde ona gülümsedim. Ela gözleri sevinçle parlarken yerdeki şekeri alarak ona uzattım. "Al bakalım!"
Küçük kız elimdeki şekeri büyük bir heyecanla alarak kucağına bastı. Onun bu tatlı hallerini hayranlıkla seyrediyordum. "Teşekkür ederim!" Boynuma sarılmasıyla başta afallasam da kollarımı küçük bedenine doladım. Birkaç saniyenin ardından benden ayrıldığında elindeki şekeri yanına bıraktı, ellerini kucağında birleştirdi. Yanakları mı kızarmıştı onun? "Şey... sen melek misin?"
Sorusuyla kısık seste güldüm. "Hayır, değilim."
"Ama sen çok güzelsin! Hemde bana yardım ettin ve bana şeker verdin! Bence sen meleksin!" Söyledikleriyle yüzümdeki gülüş büyüdü. "Pekala, sırf senin için melek olacağım." Ellerini çıkararak çocuksu sesiyle kıkırdadı.
"Sedef!"
Küçük kız sesin geldiği tarafa doğru döndüğü an hızla banktan indi. Koşarak bize doğru gelmekte olan kadına gitti. Kadın korku dolu yüz ifadesiyle küçük kızı kucakladı. Çöktüğüm yerden ayaklanarak ellerimi cebime koydum ve karşımdaki anne-kıza hasetle baktım. Aralarında bir şeyler konuştuktan sonra kadın, küçük kızı saçlarından öptü. Bana doğru geldiklerini görünce ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma bakındım.
"Teşekkür ederim."
Yakından gelen sesle olduğum yerde sıçradım. Hangi ara yanıma gelmişlerdi? Kızına bakarak gülümsedi. "Parkta oynuyordu, bir anda ortadan kayboldu. Çok endişelendim. Size çok teşekkür ederim."
"Ne demek."
Gitmeden hemen önce durup küçük kıza döndüm. Hafifçe işaret parmağımın ucuyla burnuna vurdum. Bu onu güldürmüştü. "Bir daha anneyi endişelendirme tamam mı küçük melek?" Gözleri parladı bir anda.
"Bende mi meleğim?!" Başımı hızlıca salladı. "Elbette! Hemde en güzel meleksin!" Ellerini çırparak döndü. "Meleğin dediğini duydun mı anne?! Bende melekmişim!" Kadın gülerek küçük kızını seyretti.
Onlarla kısaca vedalaştıktan sonra parktan ayrıldım. Eve girdiğimde üzerimdekileri çıkartarak vestiyere astım. Yorgunluktan bacaklarım ağrıyordu. Hiçbir yere sapmadan direkt mutfağa geçtim ve kendime en güzelinden bir kahve yaptım.
Elimdeki fincandan yükselen kahve kokusunu içime çekerken salona girdim. Tam bir adım daha atacakken adımım hava da kaldı. "Hoş geldin. Gözüm yollarda kalmıştı." Karşımda ukala bir şekilde gülen adamla sinirle gözlerimi yumdum. Elimdeki kupayı televizyon ünitesinin üzerine bıraktım. Aramızda mesafe bırakacak şekilde ona doğru döndüm. "Çık git evimden Semih Güney Yargıç!"
Dudaklarını büzerek oturduğu koltuktan ayaklandı. Elini göğsünün üzerine koyarak bana doğru bir adım attı. "Kalbimi kırdın ama." Gözlerimi devirdim. "Kalbin umurumda değil. Çık ve git." Elini göğsünden indirirken yüzündeki o alaylı ifade gitmişti, şimdi ise yerine oldukça ciddi ve sert bir ifade gelmişti. "Kalbimin içinde sen varsın, bunu dememeliydin." Kurduğu cümleler sadece midemi bulandırmıştı. "Alınma ama senin kalbinde olmaktansa ölmek kulağa daha cazip geliyor."
Geri geri adımladım ve daha demin koyduğum kahve bardağını elime aldım. Yüzündeki o değişimi izlerken keyifle kahvemden bir yudum aldım. Kalçamı duvara yaslayarak uzağımda kalan adama baktım. Burada ne işi olduğunu anlamamıştım. Ondan korkmuyordum ancak yapabilecekleri beni ürkütüyordu. Çatlağın tekiydi. Tam bir deliydi. Ne yapacağı belli olmuyordu bu delinin.
Başını omzuna doğru yatırdı, gözlerini kıstı. "Bazen acı çektiğini görünce kalbim sıkışıyor. Ama bazen de diyorum ki hak ediyor." Yüzümü buruşturdum. "Nasıl bir tür hastasın sen ya?" Gülerek ellerini birbirine vurdu. Bana doğru gelmeye başladı. Eğer arkamda duvar olmasaydı kesinlikle geriye doğru kaçardım ancak sıkışmıştım. Önümde durunca elini yüzüme doğru uzattı. "Sakın dokunmaya kalkma! Deyse kullanacak bir elin kalmaz!"
Dediklerim onu memnun ederken elini indirdi. "Bir gün İzgi Erçin... bir gün elime düşeceksiniz. Ama ben size acımayacağım."
"Bu nefret nereden geliyor?" Sorumla birlikte yüzüme doğru eğildi. Başımı geriye doğru çektiğim anda kafamı duvara vurmam bir oldu. Başımdan enseme doğru yayılan acıyla birlikte yüzümü buruşturmamak için dişlerimi dudaklarıma geçirdim. "Bunu sana keyifle anlatmak isterim," elini yüzüme uzaklaştırdığını görünce bir an bile düşünmeden elimdeki kahve dolu bardağı karnına döktüm. Acı dolu haykırışla benden uzaklaştı. Eliyle üzerisindeki gömleği tutarken elimdeki kahve bardağı sertçe bıraktım. "Derhal çık git evimden! Ruh hastası çatlak!"
Eliyle gömleğini tutmaya devam ederken başını kaldırdı. Ona yaptığım şeye rağmen yüzündeki kızgınlıktan eser yoktu. Son bir kez daha baktıktan sonra bir şey demeden salondan çıktı. Birkaç saniye sonra ise evin içerisinde kapı sesi yankılandı. Dudaklarımın arasından rahat bir nefes çıkarken elim kafama gitti. Elime gelen hafif şişlikle yüzümü buruşturdum.
Salondan çıkarak odama geçtim. Üzerime montumu ve çantamı aldıktan sonra evden çıktım. Ancak apartmandan ayrılmadan önce kapıyı kilitlemeye ihmal de etmedim.
Ellerim ceplerime koyarak caddeye çıktım ve en yakın eczaneye yürümeye başladım. Kısa süre sonra vardığım eczaneden kafamdaki şişlik için bir krem alarak oradan ayrıldım. Hava kararmıştı artık. Saatin kaç olduğundan ise bihaberdim. Elimdeki poşeti çantamın içerisine koydum. Ellerimi tekrar ceplerime koyduğumda yürüdüğüm kaldırımda etrafıma bakındım. Gözlerimi cadde üzerinde bulunan dükkanlar üzerinde sabırla gezdirmeye başladım. Sadece birkaç dükkanın ardından gözlerime ilişen market ile o tarafa yöneldim.
Canım acayip bir şekilde dondurma çekmişti. Bu havada belki de saçmaydı. Bilmiyorum. Ama canım çok çekmişti işte. Çok fazla zaman kaybetmeden markete girdim. Dondurma reyonuna geldiğimde hayal kırıklığı ile dudaklarımı büzdüm. Çünkü sadece bir kutu dondurma vardı. Dondurma kurusunu elime aldım, arkasını çevirerek son tüketim tarihine baktım. Ancak birkaç hafta önce bitmişti. Sinirle kutuyu geri yerine koydum. Marketlerde en sinir olduğum şeylerden birisi de buydu işte. Son tüketim tarihi geçen ürünlerin reyonda ne işi vardı?!
"Galiba sonuncusunu ben kapmışım?"
Arkamdan gelen ince ses ile yerimde sıçradım. Sesin sahibine döndüğümde elindeki dondurma kutusuyla sırıtarak bana bakıyordu. Gözlerimi kısarak bie dondurmaya bir de ela gözlerine baktım. "Şanssız bir insanım." Gülerek havaya kaldırdığı dondurma kutusunu indirdi. Omzundaki saçlarını geriye doğru attı.
Gözlerini hınzırca kıstı bana doğru büyük bir adım attı. "Bence benim dondurma arkadaşım olabilirsin."
O gözlerime istekli bir şekilde bakarken dayanamayarak gülmeye başladım. Ben kahkahalar ile gülerken o da sırıtarak bana bakıyordu. Yanımda durdu ve omzuyla omzuna vurdu. "Hadi ama! Abim yüzünden zaten doğru düzgün bir arkadaşım yok! Lütfen!"
Gülmemi zar zor durdurduğumda tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Kollarımı göğsümde bağladım ve bilmiş bir eda takındım. "Sence de tanımadığın bir insana arkadaşlık teklif etmek ne kadar güvenilir ve doğru?" Sorum üzerine olduğu yerde bir ileri bir geri sallanmaya ve gözlerini kaçırmaya başladı.
"Yani abimin tanıdığı, sözde sadece meslektaşı olan ve evine kadar aldığı bir kişiye elbette güvenebilirim." Ela gözlerini marketin içerisinde gezdirmeye bir son vererek gözlerime baktı.
"Hadi! Beni kıracak mısın ama?"
Dudaklarını büzerek benden bir cevap beklemeye başladı. Kararsız bir ifadeyle gözlerimi kaçırdım. Gitmem doğru olur muydu? Ya evinde olmamdan rahatsız olursa? Sonuçta insan istemediği birisini evinde görünce rahatsız olur. Belki de kardeşi ile baş başa vakit geçirmek istiyordu. Son düşündüğüm şey ile başımı olumsuz anlamda salladım. "Size rahatsızlık vermek istemem."
Kırgınlıkla omuzlarını düşürdü. "Tamam, düşündüğün için yine de teşekkür ederim. Ben şimdi eve gider suratsız bir abi ile zaman geçirmek zorunda kalırım." Arkasını dönerek reyonların arasında yürümeye başladı. Arkasından baka kalırken içime bir öküz oturdu. Sinirle ayağımı yere vurdum. Bu kız çok güzel duygu sömürüsü yapıyordu!
"Tamam!" Yürümeyi kesti, olduğu yerden yavaşça arkasını döndü ve kocaman sırıttı. İşaret parmağımı ona doğru çevirdim. "Sadece canım çok fazla dondurma çekti."
Koşar adımlar ile yanıma geldi ve koluma girdi. "Sadece birkaç bir şey daha almam gerekiyor. Hemen sonrasında bize geçeriz."
Elimdeki poşetleri yorgunlukla tezgahın üzerine bıraktım. Kalçamı tezgaha dayandığımda yanımda poşetler ile ilgilenen Hayal'e baktım. "İyi ki sadece birkaç bir şey aldın(!)" Dediklerime sadece gülmekle yetindi. Aldıklarını poşetten çıkarttığını görünce olduğum yerde daha fazla durmak istemedim. Ona yardım etmem ile kısa sürede poşetleri boşaltmış, Hayal'in yönlendirmesi ile yerlerine yerleştirmiştik. Eve girdiğimiz andan itibaren Ilgaz ile karşılaşmamıştım. Büyük bir ihtimalle evde değildi. Yani benim tahminimce.
"Hadi sen salona geç, ben hemen birkaç bir şey hazırlayıp geliyorum."
Ona itiraz etmek için ağzını açsam da bu kız karşısında bir şansım yoktu. Bunu bilerek hemen araladığım ağzımı kapatarak onu onayladım. Mutfaktan çıkarak salona geçtim. Televizyonun karşısındaki tekli koltuğa oturduğumda ne kadar yorulduğumu fark ettim. Ellerim her iki yanımdan aşağıya doğru sarkarken yan koltukta buluna bir dergiyi elime aldım. Hayal gelesiye kadar biraz bununla oyalanabilirdim.
Dergiye bakmaya dalmışken Hayal salona girdi. Dergiyi burnuma indirerek ona baktım. İkimizin ortasına bir sehpa koyduktan hemen sonra hazırladığı tabakları üzerine bıraktı. "Neye bakıyorsun?"
Sorusuyla tekrardan dergiyi göz hizama kaldırarak boş boş sayfaya baktım. "Bende bilmiyorum neye baktığımı."
Usanmış bir şekilde gözlerimi dergide gezdirirken onun sesini duydum. "Hayal?"
Dergiyi gözlerimin altına kadar indirdim ve yüzümün yarısını kapattım. Ilgaz kapıda durmuş şaşkınlıkla bir Hayal'e bir de bana bakıyordu. İnanmak ister gibi hali olduğu söylenemezdi. "Abicim lütfen bana kendini klonlamadığını söyle. İkinci bir Hayal'i kaldıramam." Gözlerinde gördüğüm korku ile yüzümdeki dergiyi indirerek kahkaha attım.
Benim gülmeye başlamam ile Hayal de bana katılarak gülmeye başladı. İkimiz katıla katıla gülerken kapıda kalan Ilgaz hayretler içerisinde bize bakıyordu. Gülmemi durduramazken elimi havaya kaldırarak salladım. "Merhaba Savcım." Gözleri şaşkınlıkla bakarken Hayal'e döndü.
"Bakma öyle abi. İzgi ile markette karşılaştık. Bizde kız kıza bir şeyler yapalım dedik."
Başını olumlu anlamda salladı. "İyi yapmışsınız."
Hayal ayağa kalkarak abisinin yanına gittiğinde ben hala bıyık altından gülüyordum. "Hadi sen git ve bizi yalnız bırak." Ilgaz bir kolunu tutan Hayal'e bir de gülmekten kızaran suratıma baktı. "Tamam."
Ilgaz'ın gidişinin ardından Hayal koltukta yerini aldı. Eline aldığı kumanda ile televizyonda gezinirken gözünün ucuyla bana bir bakış attı. "Neden abimle sadece meslektaş olduğunuza inanamıyorum?" Dalgın dalgın televizyona bakan gözlerimi ona çevirdim. "Ne alaka?"
Elindeki kumandayı kucağına bırakarak televizyonda gezinmeye bıraktı. "Daha öncesinde de abimle aynı adliyede çalışan birisiyle görüştüm. Ama seni karşıladığı gibi karşılamadı. Neden seni eve davet ettiğim için kızmadı?"
Sorusu üzerine durakladım. Çatılmış kaşlarımla gözlerimi ondan çektim. Buna verebilecek bir cevabım elbette yoktu. Bunu ben bilemezdim ki. "Bunu gidip abine sormalısın. Ben müneccim falan değilim Hayal." Başını sallayarak gülmeye başladı. Bu kız neden beni ciddiye almıyordu? Salak konumuna düştük İzgi! Gözlerimi devirdim İç Sese karşı.
Aradan dakikalar geçmişti. Ve biz Hayal ile koltukta yan yana, aynı battaniyenin altında, bir elimizde peçete diğer elimizde dondurma ve çikolata ile televizyondan Titanik izliyorduk. Hayal'in dudaklarından bir hıçkırık kaçarken ona bakmadan elimdeki peçeteyle burnunu sildim. Başını omzuma koyduğunda hafifçe başını okşadım. "Ağlamasana kızım, beni de ağlatıyorsun bak." Gözümden akan yaşlara sinir olurken daha fazla ağlamaya başladım. "Ağlama o zaman sende ben ne yapayım ağlıyorsan." Elimin altındaki kafasına acıtmayacak şekilde vurdum.
Karanlıkta yüzüme yansıyan televizyon ışığında önümüzde tabaktan cips alarak ağzıma attım. Saçma bir şekilde gözümden akan yaşlarla burnumu çektim. "Salak bunlar." Dediğim şeyle Hayal omzumdan başını kaldırdı ve alık alık yüzüme baktı. "Ne bakıyorsun? Yalan mı?"
"Salak değil aşık." Yüzümü buruşturdum. "Tamam işte salak." Hayal gözlerini devirerek geri omzuma yattı. Filmin son dakikalarında artık birbirimize sarılmış bir şekilde ağlıyorduk. İkimizde bir yandan ağlarken diğer yandan da dünyandan soyutlanmış bir şekilde televizyona bakıyorduk. Ta ki beklemediğimiz bir anda salonun ışıkları yanasıya kadar. Işıkların açılmasıyla ikimizde çığlık atarak battaniyenin altında saklandık. "Ne yapıyorsunuz siz öyle?"
Ilgaz'ı duymamazlıktan gelerek battaniyenin altından Hayal'e baktım. "Ne yapacağız biz? Yakalandık." Hayal gözünün önüne düşen saç tutamından doğru üfledi. "Konuşur konuşur gider o. Kendi haline bırak sen onu." Dediklerine gülmemek için dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Ilgaz'dan herhangi bir ses gelememişti. Galiba gitmişti. "Gitti mi?" Hayal durdu ve dikkatle seslere kulak kesildi. "Galiba gitti."
"Hep sesin yüzünden bunlar. Ne vardı korku filmini izleseydik?"
"Korku filmleri korkunç." Sitemli haline bıkkınca göz devirdim. "Adı üstünde korku filmi. Ne bekliyorsun?" Dudaklarını büzerek hüzünlü hüzünlü baktı. "Ama korkuyorum. " Kınayan bakışlarlar cıkladım. "Bir de kocaman kız olacaksın, utan be kendinden."
"Çıkalım mı?" Sorusuna olumlu verdiğim cevapla yavaşça başımızı battaniyenin altından çıkardık. Anacak karşımdaki koltukta oturan beden ile çığlık atmam bir oldu. Sırtım korkuyla koltuk ile buluşurken Hayal de çığlık atarak kollarını bana dolamıştı. Ilgaz kollarını göğsünde toplamış, bir bacağını kırarak diğer bacağının üstüne atmış öylece bize bakıyordu. Göğsüme saklanan Hayal kedi yakarışı gibi alttan alttan abisine bakarken açılasına rağmen gözlerimi kıstım. "Ne bakıyorsun be tip tip?"
Sessiz kalarak bir bana bir de Hayal'e bakmaya devam etti. "Dünyadan Savcımıza! Burada mısınız?"
"Ne bu haliniz?" Sorusuyla birlikte anından göğsüme sokulan Hayal ile göz göze gelmemiz bir oldu. "Ne varmış halimizde?"
"Evet ne varmış halimizde abi?" Hayal'e baktığımda destek olarak göz kırptı. Bende ona karşılık olarak sırıttım. "Bakıyorum da hemen kaynaşmışsınız."
Tek kaşını kaldırmış dik dik bakıyordu bize. Sanki yaptığımız yanlışmış gibi."Niye bakıyorsun sen öyle?" Sorduğum soruyla gözleri bir farklı bakmaya başladı. Adamın damarına basmış olabilir misin acaba İzgi? Ne yaptım ki? Sadece soru sordum. Alt tarafı basit bir soruydu. Neden öyle bakıyordu?
"Nasıl bakıyormuşum ben?"
"Git de aynaya bak o zaman anlarsın." Benden önce Hayal'den gelen cevapla Ilgaz'ın tuhaf bakışlarının odağı o oldu. "Senin uyku saatin gelmedi mi?"
"Yuh abi! Çocuk değilim ben! Ne uyku saati ya?!" Ilgaz gözleriyle saati işaret ettiğinde saate baktım. Saat gece yarısı ikiydi. "Sadece beş saat sonra dersiniz var küçük hanım. Şimdi naş naş yatağınıza." Şaşkınlıkla Ilgaz'a bakarken Hayal hışımla yanımdan kalktı. "Nefret ediyorum senden!"
Üzerimizdeki battaniyeyi alarak ayaklandı. Omzunun üzerinden bana döndü ve öpücük attı. "İyi geceler İzgi'cim. Tekrarlayalım bunu." İlk başta yüzümü buruştursam da başımı olumlu anlamda salladım. Hayal sürüne sürüne salondan çıktığında ayaklanarak ortalığı toplamaya koyuldum. Elimdeki tabakları tezgaha koyduğum sırada yanımda beliren Ilgaz'da salonda kalan son tabakları getirmişti. "Kahve?"
Zaafımdan vurmuştu. Reddetmedim ve kabul ettim. O kahveleri hazırlarken bende getirdiklerimizi boşaltarak makineye yerleştirmeye koyuldum. Sadece bir on dakika kadar sonra mutfak masasında sessizce karşılıklı oturuyorduk. "Neden bana kızmadın?" Kahvemden bir yudum almak üzereyken durdum. "Ne için kızmam gerekiyordu?"
"Sana yalan söylediğim için." Tepkimi bakmak için başını kaldırdı ve gözlerimin içerisine baktı. Omuzlarım düşerken elimdeki kupayı masaya koydum. Bu sefer ben başımı eğere onu gözlerimden mahrum bıraktım. "Kızdım sana, hemde çok. Ama içimden kızdım."
Ellerimin arasındaki kupayı çevirmeye başladım. "Sadece yalan söylemene değil de benden saklamana kırıldım en çokta. Bana güvenmemene." Başımı kaldırdım ve üzgün gözlerimi elalarına diktim. "Hani hep sana güvenmemi istiyorsun ya. Ben sana hep güvenmeyi denedim Ilgaz. Ama sen bana bir kez bile güvenmemişsin. Ben bunu çok iyi anladım. Defalarca kez beni hayal kırıklığına uğrattın."
"Böyle olmasını hiçbir zaman istemedim İzgi. Bakışlarından beni anladığını biliyorum. Gözlerine baktığım zaman benim hakkımda ne düşündüğünü anlıyorum. Seni kırdım, seni üzdüm. Biliyorum ama inan çok üzgünüm bende. Bunları yapmaya mecburdum."
Masanın üzerinden ona doğru elimi uzattım ve büyük elini kavradım. "Sana sadece bir kez soracağım. Benden sakladığın başka bir şey var mı?" Sorumla birlikte gözleri arkamı buldu. "Siz Hayal ile nerede karşılaştınız?"
Sorumu görmemezlikten gelmesiyle içim paramparça oldu. Hayal kırıklığı ile elimi çektim. "Markette." Soğuk çıkan sesim beni bile üşütmüştü. "Ben gitsem iyi olacak."
"Burada kalmalısın. Saat çok geç."
Bir şey demeden mutfaktan çıktım. Kalbim sızlıyordu. Nefes alamazıyordum. Daralıyordum. Salona girdiğim gibi kenarıda duran yastığı aldım ve koltuğa uzandım. Arkamdan gelen adım seslerini umursamadan gözlerimi yumarak uykuya dalmak için uğraştım. Aradan biraz zaman geçtiğinde üzerime çöken sıcak bir ağırlıkla tamamen mayıştığımı hissederek uykuya atıldım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top