24. Bölüm⚜️
Size bir tavsiye: Kendinizden başla hiç kimseye değer vermeyin. En sonunda kaybeden de üzülende siz oluyorsunuz. Ne olursa olsun...
"İzgi? Ne işin var senin burada?"
Alayla güldüm. O an sadece bunu yaptım. Çok tuhaf ve komik bir durumun içerisindeydik.
"Beni eve davet etmeye ne dersiniz Ilgaz Bey?"
Ilgaz kelimesine özellikle vurgu yapmıştım. Bu anında yüzünün değişmesini sağlamıştı.
Ellerimi havaya kaldırarak iki yana açtım ve devam ettim. "Siz misafirlerinize böyle mi davranıyorsunuz?"
Bu cümleyi söylediğimde aklıma onun evime ilk gelişi aklıma gelmişti. Onları karşımda görmenin şaşkınlığıyla tuhaf tepkiler vermiştim. Doğal olarak. Ve Ilgaz Yargıç'tan buna benzer cümleler işitmiştim.
Aklıma gelen anıyla burukça gülümsedim.
Gözleri kararsızlıkla yüzüme bakarken ses etmedi. Yavaşça kapıyı araladı. Ve içeriye geçmem için yol verdi.
Gözlerimi gözlerine dikerek eve girdim. Ela gözlerini kahvelerimden kaçırdı. Arkamdan kapıyı kapattı. Ne yapacağını bilemeyerek etrafa bakındı. Sessizliğini korumaya devam ederken bana doğru sırtını dönerek uzun koridorda ilerlemeye başladı.
Arkasında kalırken omuzlarım düşmüştü. Burada olmak düşündüğümden katbekat daha zordu.
Bacaklarımı zorla hareket ettirerek peşine takıldım. Girdiği kapıdan geçince durdum. Burası mutfaktı. Beyaz tonlarının hakim olduğu oldukça ferah ve büyük bir mutfak.
Sırtı bana dönük bir şekilde tezgaha ilerledi. Uzun boyu sayesinde rahatlıkla üst dolaplardan iki büyük kupaya uzandı. Sırasıyla onlara bir şeyler doldurmuştu.
Elinde bulunan kupalarla arkasına döndü ve anında göz göze geldik. Hala kapının girişinde ayakta dikiliyordum. Ne yapmam gerektiği ile ilgili beynim kendi içerisinde bir savaş verirken ben saçma bir şekilde karşımdaki adamın hareketlerini seyrediyordum. Dengem şaşmıştı artık.
Elindeki kupaları mutfağın ortasında bulunan uzun ince mermer masanın üzerine bıraktı. Büyük ellerinden birisini önündeki sandalyeye koyarken diğer eliyle de karşısındaki sandalyeyi işaret etti.
Kısa bi' an gösterdiği sandalyeye ardından da ona baktım. Omuzlarımı dik tutmaya çalışırken ayaklarımı harekete geçirdim. İstediği gibi gösterdiği sandalyeye oturdum. İkimizde oldukça sessizdik. Neydi bu? Fırtına öncesi sessizlik mi?
Önünde bulunan kupalardan beyaz olanı bana doğru masanın üzerinden itekledi. Kafamı kaldırmadım. Gözlerimi önüme iteklediği kupaya diktim. Burnuma buram buram kahve kokusu geliyordu. Kokuya karşın gözlerimi kapatmamak için kendimi tutmam gerekmişti. Beni nereden vuracağını biliyordu! Bu adil değildi!
Aramızdaki sessizlik devam ederken beyaz kupayı avuçlarımın arasına aldım. İlk başta avuç içlerim sızlasada umursamadım. Çoktan avuç içlerimin kızardığına emindim.
"Sessizsin."
İlk konuşma girişini ondan gelmişti. Sesi kısık ve çatlak çıkmıştı. Nedeni neydi? Söylediği yalanların pişmanlığı altında mı eziliyordu?
Dudağımın sağ tarafı alayla yukarıya doğru kıvrıldı. Gözlerimi kısarak kupaya bakmaya devam ettim. "En az senin kadar."
Başımı ağırca kaldırdım ve kahve gözlerimi elalarına diktim. Eğer gözlerim bir bıçak olsaydı karşımda oturan şu andan itibaren bir ölü olurdu.
Yavaşça yutkunuşunu seyrettim. Yüzümdeki alaylı ifadeyi bozmadan ellerimin arasında bulunan kupayı dudaklarıma dayadım ve dakikalar sonra ilk yudumumu aldım.
Yavaş yavaş soğumaya yüz tutan kahve mideme doğru yol alırken gözlerimi ona kilitledim.
Gözlerime her zamankinden farklı bakıyordu. Ne diyordu gözleri? Benimle mi konuşuyordu? Gözlerinin dili... Bilmediğim bir dildi. Yeşil, mavi ve kahverengi karışımı olan gözleri çok farklıydı. Anlam veremeyeceğim kadar değişik. Konuşmak için dudaklara veya dile ihtiyaç yoktu. Bir insan gözleriyle de konuşabilirdi.
Ellerinin arasında bulunan yeşil kupayı çevirmeye başladı. Gözleri yüzümde dolaşmaya başlamıştı.
Sakindik. Hiçbir şey olmamış gibi.
Dişlerimi sıkarken dayanamadım. Daha fazla tutmadım kendimi.
"Bir insanı öldürdüm,"
Cümlem üzerine hareket eden eli durdu. Gözleri yüzümde takılı kaldı. Yüzümü buruştururken devam ettim. "Bir insanı öldürmek zorunda kaldım."
Önümde bulunan beyaz kupayı sıkıca kavradım ve gözlerimi gözlerinden ayırmadan havaya kaldırdım. Bir an bile düşünmeden yere bıraktım. Bardak yüksek bir sesle yerle buluşup kırılmıştı. Kırılan parçalardan birisi elime denk gelmişti. Elimdeki acıyı umursamadım. Yüzümde tek bir mimik bile oynamadı.
Elim havada öylede asılı kalırken gözlerini sımsıkı yumdu.
"Darmaduman etti beni, içim aynı bu bardak gibi paramparça oldu." Ellerimi mermer masanın üzerine koydum ve üzerinden ona doğru eğildim. Gözlerini yavaşça araladı.
"Anlıyor musun beni?"
Gözlerini yüzümden kaçırdı anından. Ona doğru iyice eğildim. "Kendimden nefret ediyorum, kendimden tiksiniyorum. Suçlu veya suçsuz bir insan. Kim olduğu umurumda değil. Tek ilgilendiğim şey nefesini kesen o mermiyi benim ateşlemem. Dediklerimi anlıyor musun Ilgaz Yargıç?"
Ona ismiyle hitap etmemden midir neden bilmem başını aniden kaldırdı. Gözleri suçlulukla titriyordu. Onun pişman olması her şeyi geriye alır mıydı? Eski haline döner miydi? Bunların cevabını bence hepimiz çok net biliyoruz.
"Beni daha ne kadar kandırabilirsin diye düşünürken her seferinde yere çakılıyorum. Sana güvenmemi istiyorsun ancak bendeki o güveni kendi ellerinle yok ediyorsun,"
Ellerimi havaya kaldırdım, parmaklarımı hafifçe bükerek birbirlerine yaklaştırdım. Sanki ellerimin arasında bir şey vardı ve ben onu sıkıyormuşum gibiydi. "Her defasında güvenimi eline alıyorsun ve paramparça ediyorsun. Hayal kırıklığı ile kırık parçaları birleştirerek tekrardan sana güvenmeyi deniyorum. Eskisi gibi olmuyor ama deniyorum işte. Bakıyorum sonra güvenim yine senin ellerinde ve yine paramparça."
Yüzü gittikçe kötüleşiyordu. Ela gözlerinin hüzünle titreyişine şahit oldum. Avuç içlerimi masanın soğuk zeminine yasladım.
"Sen ne yapıyorsun bana Ilgaz Yargıç? Ne istiyorsun benden? Canımı mı?" Ellerimi ona doğru uzattım. "Al, sahip olduğum bir canım var. Alın onu da. En azından bu hayat denen eziyetten kurtulmuş olurum."
Şiddetle başını iki yana sallamaya başladı. Ona doğru uzattığım ellerimi yakaladı. "Deme böyle İzgi. İçim gidiyor. Canım yanıyor. Seni böyle görmek beni mahvediyor. Çıkmaz bir sokağa sapıyorum her seferinde."
Gözlerini benden kaçırdı. Dudaklarının arasından ılık bir nefes kaçtı. "Hayatım karanlık. Yapayalnızım,"
Durdu. Devam etmek için ağzını açtı ancak söyleyeceklerinden vazgeçmiş olacak ki anından dudaklarını birbirine bastırarak sustu.
"Bana söylemediğin daha ne var?"
Sorum üzerine durdu. Sessiz kaldı. Omuzları düşerken hüzünle gülümsedi.
"Seninle konuşmamız gereken çok şey var. Hiçbir zaman hayatına gitmek gibi bir amacım olmadı. Ama kader defalarca kez yollarımızı birleştirdi. Sana her şeyi zamanı geldiğinde tek tek anlatacağım. Söz veriyor-"
Sinirle ellerimi ellerinin arasından çektim.
Oturduğum sandalyeden hiddetle ayaklandım. Bu şekilde davranmamı beklemeyen Ilgaz da benimle birlikte oturduğu yerden fırlamıştı. Endişeli gözlerle çıldırmış olan bana bakıyordu.
"Ne sözünden bahsediyorsun sen ya?! Neyi anlatıyorsun?! Bunca zaman gözümün içine baka baka yalan söylemişsin bana!"
Sertçe ellerimi birbirine vurdum ve alkış tuttum. "Bravo! Sizi ayakta alkışlıyorum!"
Ona doğru bir adım attım. İşaret parmağımı göğsüne dayadım. "Ne istiyorsun sen benden ya?! Amacın ne senin?! Benden daha ne saklıyor olabilirsin?!" Sertçe yakalarımı çekiştirdim. "Ben yalanlardan oyunlardan bıktım artık! Yoruldum ben! Yeter!"
Sol tarafımda bulunan raflardaki bütün bardakları elime geldiği gibi karşımdaki kolona doğru fırlatmaya başladım. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Onları tutamıyorum. O da herhangi bir girişimde bulunmuyordu. Omuzları çökmüş bir vaziyette gözüm dönmüş bir şekilde etrafı devirişimi izliyordu.
Dudaklarımın arasından büyük bir çığlık koparken rafı kendime doğru asıldım. Büyük bir gürültüyle raf ayaklarıma doğru düşerken belime dolanan büyük bir kolun beni geriye doğru çekişini hissettim.
Ayaklarım yerden kesilirken diğer kolunu da belime dolamıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Ayaklarımı şiddetle sallayarak ona vuruyor diğer yandan da ellerimle belimdeki kollarını çekmeye çalışıyordum. Başaramıyordum. Benden güçlüydü. Bedenim kollarının arasına hapsolmuştu.
Yavaşça yere doğru çöktüğümüzü fark ettim. Sesli bir şekilde ağlamaya devam ederken sırtımı göğsüne dayamıştı. Kolları hala belime sarılmış bir haldeydi.
"Sakin ol,"
Melodi gibi çıkan kısık sesiyle eş zamanlı olarak bir hıçkırık daha koptu dudaklarımın arasından. Gözlerimi sımsıkı yumarak ağlamaya devam ettim.
Ne yeri ne de bulunduğumuz konumu düşünmedim. Sadece kendimi düşündüm ve ağladım. Bağırdıkça rahatladım. Gözümden akan her bir yaşla omzumdaki yükün hafiflediniz hissettim. Yıllardır kendimi suçlamanın yüküyle yaşıyordum. Defalarca kez ağlamıştım. Defalarca kez...
Hiçbirisi bu kadar rahatlatmamıştı. Nedendi? Arasında bulunduğum kollar mıydı bunu yapan?
Saçlarımın arasından hissettiğim elle gözlerimi araladım. Gözyaşlarından kaynaklı bulanıklaşma görüntüden kurtulmak adına gözlerimi art arda birkaç kez kırptım. Ağlamam durmuştu sadece yerini iç çekişlerime bırakmıştı.
Titreyen ellerimin tersiyle ıslak yanaklarımı sertçe sildim. Dudaklarımın arasından titrek bir nefes kaçarken arkamdan bir kol uzandı. Avuç içerisine kadar çekilmiş olan kazağının koluyla yavaşça yanaklarımı silmeye koyuldu. Önce sağ yanağımdan başladı. Gözaltlarımı, elmacık kemiklerimi ve çenemin altını incitmeye korkar gibi sildi. Dokunuşları o kadar narin ve o kadar hafifti ki bir an bu anı kafamda kurduğumu düşündüm. Sadece kazağın tüylerinin yüzümde dolaşmasını ve yüzümde oluşturduğu hafif kaşıntıyı hissetmiştim.
Burnumu çekmekle uğraşırken ondan uzaklaştım. Ellerimden destek alarak geriye doğru kaydım. Yanaklarımı silen eli havada kalmıştı. Bir kez daha burnumu çektim ve hızla ayağa fırladım. İlk bir an hızlı bir şekilde ayaklandığım için başım döndü. Gözlerimi art arda kırparak bu iğrenç baş dönmesinden kurtulmaya çalıştım. Ve birkaç saniyenin ardından en nihayetinde kurtulmuştum. "Lavabo ne tarafta?"
Sesli bir nefes vererek ayaklandı. "Sağ taraftaki koridorun en sonundaki kapı." Ona bakmadan başımı salladım ardından da aceleci adımlarla bulunduğum yerden ayrıldım. Tarif ettiği gibi ilk önce sağ taraftaki koridora girdim ve koridor boyunca durmadan ilerledim. Bir yandan yürürken diğer yandan da bulunduğum yere bakınıyordum. Duvarlarda birkaç tablo ve çerçeve içersinde resimle bulunuyordu.
Bir an ayaklarım bir fotoğrafın önünde durdu. Fotoğrafta bir kadın, bir adam ve biri erkek diğer kız olmak üzere iki çocuk bulunuyordu. Erkek çocuğunun gülen yüzü ve bakışları ile kim olduğunu anında tanımıştım. Yüzümde buruk bir tebessüm yer ederken ne yaptığımın farkına sonradan vardım. Yüzümdeki gülümseme solarken başımı iki yana sallayarak silkelendim.
Başımı bir suçlu gibi önüme eğerek ileride bulunan kapıya ilerledim. Elim kapı koluna giderken başta tereddüt etmiştim ancak bunun saçma bir dürtü olduğunu düşünerek kapıyı açtım. Doğru kapıyı açmanın verdiği rahatlıkla omuzlarım çöktü. İçeriye girerek ardımdan kapıyı kapattım.
Aceleci hareketlerle lavabonun önüne geçtim. Musluğun sol tarafını açtım ve kollarımı dirseklerime kadar sıvadım. İlk birkaç defa kendime gelmek adına soğuk suyu yüzüme çarptım. Ardından sudan dolayı soğuk olan ellerimi önce alnıma sonrada enseme bastırdım. Bu birazda olsa kendime gelmemi sağlamıştı. Musluğu kapatarak doğrulduğumda etrafıma bakındım. Kapının arkasında bir tane beyaz el havlusu bulunuyordu. Ancak ben onu kullanmak yerine ıslak ellerimi üzerime silmeyi tercih ettim.
Saçlarımı düzgünce toplayarak tepeden atkuyruğu yaptım ve ellerimle ıslak yüzümü sıvazladım. Kapıdan çıkmadan hemen önce dirseklerime kadar sıvadığı kollarımı indirdim. Banyodan koşar adımlarla çıkarak mutfağa ilerledim. Mutfağın kapısının önüne gelince durdum. Sesli bir nefes aldım ve hızla yükselen göğsümü kontrol altına aldım.
Mutfağa adımımı attığım anda bakışları beni hedefine almıştı. Ayaklarım istemeye istemeye oturduğu sandalyenin karşısındaki boş sandalyeye yürüdü. Yüzümü buruştururken memnun olmayan bir ifadeyle sandalyeye oturdum. Ellerimi birbirine kenetleyerek masaya koydum. "Ailen hakkında yazanlar da yalan mıydı?" Elimi havaya kaldırarak güldüm. "Ya da dur! Senin hakkında doğru olan ne var Ilgaz Yargıç?"
Alayla ona bakmayı sürdürürken kollarını göğsünde bağlayarak arkasına yaslandı. Ela gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Hakkımda bildiğin çoğu şey doğru İzgi. Sadece..."
Susması üzerine tek kaşım havalandı. "Ailem... onlar hakkında birkaç bilgi farklı. Onun dışında sadece gerçek ismimi bilmiyordun."
Gözlerimi kısarak masanın üzerinden ona doğru eğildim. "Neden ismin farklı? Kimden saklamıyorsun? Neyden kaçıyorsun? Aslında sen kimsin Ilgaz Yargıç? Kimsin sen ve benden ne istiyorsun?" Her bir sorumla yüzünün değişimini seyrettim. Eli çenesine gitti, ağır ağır çenesini okşamaya başladı. "Bunla çok uzun hikaye İzgi. Sana anlatmam için doğru zamanın gelmesi gerekli. Şimdi zamanı değil-" Elimi sertçe masaya vurdum. "Doğru zaman bu zaman değilse ne zaman? Söyle bana! Onu söyleyemem İzgi bunu söyleyemem İzgi! Bilmek benim de hakkım! Olayların içerisinde bende varım ama hiçbir konu hakkında minikte olsa bir fikrim yok! Öğrenmek hakkım!"
Ellerini masanın üzerine koydu, sırtını doğrulttu. "Öğrenmek mi istiyorsun?" Sorusu üzerine bir an bile düşünmeden başımı salladım. "Bak... nereden nasıl başlanması gerektiğini bilmiyorum tamam mı? Ama birisi var. Senelerdir ikimizinde peşinde. Amacı bizi öldürmek falan değil. Onun amacı sadece bizim acı çektiğimizi görmek. Senin aileni de benim..." Sustu. Susmasıyla daha da meraklandım. Şu an bu konuları konuşmak belki de onun için zordu, bilmiyorum. Ancak bunları dinlemekte benim için zordu. İkimizde kolay şeyler yaşamıyorduk. Peşinde olduğumuz psikopat bir katil vardı ve kesinlikle kolay lokma değildi.
"Senelerdir peşindeyim. Kendimce bir plan kurdum. İlk önce kendimi haberlerde ölmüş olarak gösterttim. Birkaç da kaza ile ilgili görüntü falan. Sonrasında isim değiştirerek bir süre ortadan kayboldum. Birkaç ay boyunca katilden ses seda yoktu ancak her ne olduysa bir anda tekrardan ortaya çıktı ve aklınca bize ulaşmak adına masum insanlara kıymaya başladı. Onları farklı yollarla öldürüyor ve yanlarında bizim için bir not bırakıyordu. Bu olayla senin ilgilenmeni istiyordu ancak hesaba katamadığı birisi vardı. Başsavcı..."
Duyduğum kişiyle kaşlarım çatıldı. "Başsavcı mı?" Başını olumlu anlamda sallayarak devam etti. "Başsavcı biliyor İzgi. Senelerdir onunla çalışıyorum. Başsavcı bu katilin sana ulaşamaması için olayı başka bir Savcıya devretti. Ancak katil durmadı ve Savcıyı öldürerek ne kadar ciddi olduğunu bize gösterdi. " Elimi havaya kaldırarak onu durdurdum. Aklıma takılan bir yer vardı. "Bir dakika, bir dakika. Başsavcı bu katilin benimle ve seninle alakası olduğunu nereden biliyordu?"
Gözlerini kısarak arkasına yaslandı. "Bu olaylar başlamadan önce sana, bana ve Başsavcıya birer video kaydı göndermiş. Başsavcı o an anlamış."
"Ama ben görmedim." Dediklerimi desteklemek adına gözlerimi yumup açtı. "Evet, çünkü senin dışarıda olduğun bir anda odana girerek bilgisayardan ben sildim." Gözlerimi kısarak ona kötü kötü baktım. Ancak o bu bakışlarımı zerre umursamadı. "Daha sonrası da senin bildiğin gibi işte."
İşaret parmağımı havaya kaldırarak ona doğrulttum. "Peki, tamam. Güney bu işin neresinde?" Ondan bahsetmek onunda benimde hoşuma gitmiyordu. İlk önce yüzünü buruşturdu sonrasında sıkıla sıkıla cevaplamak zorunda kaldı. "Kendisinin dediği tek bir şey doğru o da kuzen oluşumuz. Onun dışında birbirimizden haz etmeyiz. Ama bizi katilimize götürecek kişinin de o olduğunu düşünüyorum."
Tek kaşım sorgulayı bir şekilde havalandırınız görünce gözlerini devirdi. "Aklımda birkaç kişi var."
Tam yeni bir soru sormak için hazırlanırken çalan zille ikimizinde bakışları kapıya döndü. Sessizce sandalyeden kalkarken merakıma yenik düşerek arkasından ayaklandım ve mutfaktan çıktım. O kapı koluna uzandığında birkaç adım gerisinde durdum. Kapıyı açtığı anda üzerine atlayan kızla hızla onlara ilerledim.
Ilgaz şaşkınlıkla ona sarılan kıza kollarını doladı. "Hayal?"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top