nužnost
Sabaha az kaldı. Gün doğacak, gece sönecek. Bense karıştırdım hepsini birbirine. Ne zaman uyku uyunur, ne zaman kahvaltı edilir, çayın rengi ne... Unuttum. Her gece oturduğum masada zift suyu kahveyle geçirdiğim günleri hesap etmeye çalışıyorum. Yapamıyorum. Pencereden etrafa bakıyorum. Gökyüzü lacivert. Sabaha 'bir'az var.
Günlerimin değiştirilemez parçalarından biri olan masa ve kahveden sonra okul yolunda yürürken fark ediyorum evden çıktığımı. Elimdeki termosa bakıyorum. Parmaklarımla tuttuğum yerin boyası aşınmış. Adımlarımı kısa ve yavaş atıyorum. Bitmesini istemiyorum bu yolun. Hayatımın diğer kısımlarında yürüyebilirim. Yürümek. Çantamı kıyafetlerle doldurup dağ bayır yürümek geliyor aklıma. Hatta o kadar geliyor ki sorduğum ilk soruya olumsuz cevap alırsam ders çalışmayı bırakıp evden kaçmayı düşünüyorum. Sokağın kenarındaki bir simitçi oluyor bu talihli. Olumsuz cevap verebileceği bir soru arıyorum.
"Söyle evlat," diyor. Otuzlarının başında duran adamın hitap biçiminden hoşlanmıyorum.
"Simit alabilir miyim?"
"Tabi," diyor. Kendime verdiğim sözü unuttuğumu fark ediyorum. Adama öyle sinir oluyorum ki. Fakat o hiçbir şey yapmadı. Derin bir solukta buluyorum teselliyi. Zaten çok saçma bir karardı, yerine getirmeyecektim.
"Kaçıncı sınıfsın?"
"On iki." diyorum. Gülümseyip elimdeki kahveye bakıyor. İki tane simit uzatıyor.
"Al bakalım, birini de sıra arkadaşına verirsin, benden olsun."
Başımı sallayıp gülümsüyorum. Kağıda sarılı simitler bu sefer mideme indikten sonra aklımda da yer edecek gibi. Okulun bahçe kapısından sonra giriş kapısına geldiğimde her zamanki yerinde oturan dokuzuncu sınıf öğrencisine bakıyorum. Yine okulun arkasında kalan tepelere ve gökyüzüne bakıyor. Böyle rahatça hareket edebilmelerini kıskanıyorum alt sınıfların.
Sınıfa her sabah erken gelen Ecrin'den önce simitlere bakıyorum. Sırama oturduktan sonra kağıdı ikiye bölüp simidin birini veriyorum. Başını sallıyor, gülümsüyor. Yüzüne bakıyorum. Daha önce hiç dikkatlice bakmamıştım. İnce uzun bir burnu, iri gözleri, soluk dudakları ve zayıf yanakları var. Ona baktığımın farkında ama gözlerini etrafta gezdiriyor.
"Bu sabah neden bu kadar çok çabaladığımı sorguladım."
Söyledikleriyle sabah düşündüklerim geliyor aklıma.
"Bir ay önce babam öldü ve ben babam gibi iş güvenliğimin olmayacağı bir yerde çalışmaktan korktuğum için deli gibi ders çalışıyorum. Annem neşeliymiş gibi davranıyor, iki yaşındaki kardeşim bir babasının olduğunu bile hatırlamayacak. Ben hâlâ formülleri aklımda tutmakla uğraşıyorum. Formüller o kadar aklımı dolduruyor ki babamın yüzüne yer kalmıyor. Bir ay önce ölen babamın yüzünü bir araya getiremiyorum zihnimde."
Bana neden anlattı tüm bunları? Onunla pek samimi değildik, sadece sabahları ikimiz de erken geliyorduk ve birbirimize günaydın dercesine bakıyorduk.
"Haklısın." diyorum. Zil çalıyor.
-
*teškoća
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top