we
Görseldeki gerçek olsa dm'inde olacağım Laurel için jigolouis 'e teşekkürlerimizi iletelim lütfen ❤️
Robert'ı orada insan içerisinde gördüğünde hissettiği gururun onunla ilgili bir şey olmadığını fark etmesi Laurel için yıkıcıydı. Şirketin üçüncü senesi için düzenlenen gecede Robert'ı ilgi odağı olarak görmek Laurel için övünülecek bir şeydi. Etrafında dolaşıp omzuna dokunan güzel elbiseli ve makyajlı kadınlar, eşi olarak Laurel'i kıskandırmıyor, aksine onure ediyordu. Bu normal mi, sorusuna kafasında uzun süredir yer bırakmıyordu.
Ne zamandır içindeki sevgi ve kıskançlık yerini gurura bırakmıştı, emin değildi. Ondan ne zaman bu kadar uzaklaşmıştı ve ölü bir ilişkiyi çıkara dayalı devam ettiriyordu, bilmiyordu. Etrafındaki hoş görünümlü üç kadına rağmen eşinin gözleri kendisini bulduğunda suçluluk duygusu geri gelmişti.
Fakat asıl suçluluk hissi, bu gecenin bitip yarın Helen'in kollarına döneceği anı bu kadar istekle beklemesiyle ortaya çıkıyordu.
Ofise girdiği gibi Mr. Wheatly'nin kendisini çağırmasını beklemiyordu. Boynuna defalarca doladığı atkısını yavaş yavaş çözerken, sorgular bir şekilde etrafına baktı. Ofiste normal bir gün seyrediyordu, geç kalan birkaç kişinin masası boştu ve diğerleri çoktan haftalık kendi üzerlerine düşen iş yükünü ayırmış, inceliyorlardı. Paltosunu da çıkarıp sandalyesine çok da düzgün olmayan bir şekilde bıraktı ve ayağındaki kısa topuklu ayakkabıların sesi rahatsız eder diye düşünmeden hızla çağrıldığı odaya doğru ilerledi.
"Mr. Wheatly," Laurel selam vererek odaya girdiğinde, adam eliyle koltukları işaret etmiş ve önündeki kağıt yığınını karıştırmaya devam etmişti.
"Derginin ilk hazırlık günü çok karışık ve yorucu oluyor," Mr. Wheatly sanki Laurel'la değil de, kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. "Helen'e uyup James'i yollamamalıydım sanırım."
"En azından şimdi bana sahipsiniz." Laurel'in samimi gülümsemesi, sayfalarla boğuşan adam tarafından görülmemiş ve en azından sesli bir şekilde aldığı onaylamayla kalmıştı.
Mr. Wheatly'nin ilgisinin üzerine kayması için bir süre beklemesi gerekmişti. "Laurel," Kendisine seslenildiğinde genç kadın oturuşunu dikleştirip, can kulağıyla dinlemeye başlamıştı. "Getirdiğin yazıları okudum ve oldukça beğendiğimi söylemeliyim. Zaten başarılı olduğun yaptığın işlerden de belliydi ama yazma becerin de oldukça kuvvetliymiş,"
Aldığı övgüyle beraber yüzünde beliren gülümsemeyi durduramamış olsa da sadece basit bir teşekkürle cevap vermiş ve Mr. Wheatly'nin cümlesine devam etmesini beklemişti çünkü böyle cümlelerde mutlaka bir 'ama' olurdu.
"ama oldukça fazla yazarımız var ve sana da bir köşe ayırmak olası değil."
Laurel gülümsemesini, yenilgi haberine rağmen yüzünde tutmak için çok fazla çaba sarf etmişti. Özellikle geçen gün James'in yazılarının beğenilmesiyle beraber daha fazla yazı yazmasına izin verildiğini duyduğundan beri zaten alacağı sonucun olumsuz olmasına kendisini hazırlamıştı.
"Fakat istersen daha küçük bir şeyler ayarlayabilirim. Kısa bir süreliğine tabii."
Laurel bu teklifi kabul ederken kafasında sadece 'hiç yoktan iyidir.' düşüncesi yer alıyordu. En azından derginin yazar bölümünde de adı geçecekti. Bu habere ne üzülmüş ne de sevinebilmişti.
Dergilerde yazarlık yaptığı kısa süre içerisinde Laurel'in öğrendiği(ve belki de önemsediği) en önemli şey isimdi. Yazdığın yazılar sadece belirli bir grup içerisinde dergiye ait olurdu ki Londra'daki rekabet gittikçe kızışmaya başlarken ismini duyurmak her şeydi. Özellikle Laurel gibi eşi her yerde saygı gören, kendisini kanıtlamış biriyken Laurel'in neler yaptığı asla önemli olmayacaktı, kendisini kanıtlamadığı sürece.
Odadan çıktığında masasına dönmeden önce soluklanma ihtiyacı hissetmişti. Bu yüzden mutfak bölümünde camdan dışarısını izleyip, içeceğini içen June'un yanına ilerledi.
Kafasını uzatıp June'un elinde tuttuğu kupanın içine doğru baktı ve kadın refleks olarak kupasını kaçırmıştı. "Eşime bundan bahsetme, lütfen."
"Merak etme, kesinlikle aramızda." Laurel kendisine bir bardak kahve alıp June'un yanına döndü ve konuşmaya devam etti. "Annelik işleri nasıl gidiyor?"
"Yorucu, gece belli belirsiz uyuyabildim." Kadın aklına bir şey gelmiş gibi devam etti. "Fakat doğduğundan beri ilk defa gülümsedi."
Laurel içini ısıtan anları dinlerken elinden gelen tek şeyi yaptı. Özenmeyi hissederken bunu çocukları çok sevmesine bağlıyor ve diğer seçenekleri düşünmüyordu bile. Düşünseydi ne olacaktı ki, bu karar sadece ona kalmış bir şey değildi ve eşiyle evlenmeyi, onun çocuk sahibi olmayı asla istemediğini bilerek kabul etmişti.
Robert'ın çocukları katlanılması zor bulması Laurel için büyük bir problemdi. Onunla bazı açılardan farklı görüşte olsalar bile her zaman ortak bir nokta bulabilirlerdi ama bu zamanla çözülemeyen tek konu olarak kalmıştı. Her ne kadar ilişkileri için yaptığı fedakarlıklar gözüne batmasa bile aile kavramında böyle bir ayrıma düşmeleri aklına takılmadan da edemiyordu.
June bebeğinden bahsederken bir yudum bile almadığı kahvesini suçlulukla tezgaha döktü. "Eski güzel alışkanlıklarım bir süre daha beni beklemeli." demiş ve sonrasında masasına doğru ilerlemişti.
Arkada kalan Laurel, düşünceleriyle tek başına bırakılmıştı.
Yarıya indirilmiş kupasıyla masasına geçtiğinde kafasını dağıtmak için masasına bırakılmış dosyaları kullanmıştı, ta ki Helen ıslak saçlarıyla içeri girene kadar.
Üzerinde onu korumadığı belli olan yağmurluğunu, sularını etrafa saçmasını umursamadan üzerinden çıkarıp masasının arkasında bulunan askılığa asmıştı. Kızarmış burnunu sürekli çekiyor ve her hareketinde yüzüne yapışan ıslak saçlarını her defasında bıkkınca ses çıkararak yüzünden çekiyordu.
Laurel uğraşsa da dikkatini asla tam olarak kağıtlara yöneltemiyor ve gözleri sürekli söylenen kadına kayıyordu. Bu, onu arkadaşıyla beraber yanından geçip gittiğinden beri ilk görüşüydü, fakat hakkında ilk düşünüşü olmamıştı.
En son hangi arkadaşının omzuna kolunu atmasına izin vermişti bilmiyordu ama böyle bir durumda kendisi gibi bir yabaniyi kıyaslamak saçma olurdu. Sonuçta en son ne zaman, June dışında, birisiyle dışarıya çıkıp zaman geçirdiğini hatırlamıyordu.
Helen saçlarını dağınık bir şekilde tepede topuz yaparken bakışları bugün ilk defa kendisine dönmüştü.
"Günaydın." Sesinin huysuz çıkmasına karşın söylediği şey Laurel'in burada çalışmaya başladığından beri ondan ilk defa duyduğu bir şeydi.
Bu yüzden aynı şekilde karşılık verirken sesine yansıyan garipsemeyi engelleyememişti. "Günaydın."
Bu onunla, beklentisine rağmen, öğlene kadar kurduğu tek iletişimdi. Sonrasında masasına yerleşmiş ve önünde her dokunuşunda oldukça fazla ses çıkaran klavyede bir şeyler yazmaya dönmüştü.
Laurel, Mr. Wheatly'nin yaptığı teklifi kabul etmesinden sonra yazması planlanan kısımlara göz atmış ve ileriki sayıda yazabileceği fikirler oluşturmaya saatlerini ayırmıştı. Düşüncelerinden bunaldığı her arada başını kaldırıyor ve Helen'in orada olup olmadığını kontrol ediyordu ki bu, düşüncelerinden tamamen uzaklaşmasını sağlıyor ve bir çıkmaza sokuyordu. İçindeki o akşamla ilgili konuşma isteğini bir türlü söküp atamamıştı ve sorması durumunda alacağı tepkinin terslemeden farklı bir şey olması Helen'den beklenmezdi.
Öğle yemeğinde neredeyse tamamen boşalan ofis, onun için mükemmel çalışma ortamı sağladığından çalışmaya başladığı ikinci yazarın yolladığı yazıları düzenlemeye başlamasına sebep olmuştu. Bu yüzden onun verdiği mola daha kısa ve en verimsiz olandı.
Sabahki huysuzluğunun aksine Helen'in geri gelişi daha güçlü ve daha etkiliydi. Laurel'in durduğu yerden gözüken işlek sokakta arabalar hızlı bir şekilde geçiyor ve yayalar ışığın kendileri için yanmasını bekliyordu. Laurel, orada durup ne kadar süre sokağın bu işleyişini izlediğini bilmiyordu, tıpkı Helen'in tezgaha yaslanıp onu izlediğini bilmemesi gibi.
"Yerime bu kadar erken göz diktiğini bilmiyordum."
Laurel olduğu yerde sıçradı ve bu sıçrama bir ses duymasından dolayı değil, direkt olarak sesin sahibinden dolayıydı.
Toparlanması bir süre alsa da beyni duyduğu şeyi hızlı algılamış ve sindirmişti. "Yerinle ilgilenmiyorum, yazarlık konusunda farklı noktalardayız biz."
Kupasının dibinde kalan soğumuş ve acımış kahveyi hızlı bir şekilde tezgaha boşaltıp, aynı hızda sabunlu süngeri kupanın ilk önce içinde ve sonrasında dışında gezdirdi.
"Yazarlığın da editörlüğün gibi sanıyordum."
Laurel zaten sabahtan beri enerji bulmakta güçlük çekiyorken bir de Helen'in aşağılamaları, onu daha çok dibe çekiyor ve içerisinde öfke birikmesine sebep oluyordu. Bu yüzden cevap verip konuşmayı uzatmaktansa duruladığı kupanın, sabundan düzgün arınıp arınmadığını kontrol etmeden yerine bıraktı ve mutfaktan çıktı.
"Hey, kızma ama," Bir de takip mi ediliyordu yani? "sadece takılıyorum, James gittiğinden beri burada odağımı dağıtacak kimse kalmamıştı."
Laurel sandalyesine oturduğunda Helen de masasının yanına gelip, elini masanın ucuna yaslamıştı.
"Hem bu arada itiraf etmeliyim ki yazdıklarını çok beğendim."
Laurel, beklenmedik iltifatla yumuşamasını engelleyemedi. "Teşekkürler."
"Geçen gün senin hakkında düşündüm," Helen, masanın etrafında yürüyüp kalçasını masaya yasladığında, Laurel duyduğu şeyle tüm ilgisini hafifçe üzerine doğru eğilmiş kadına vermişti.
"Belki de biraz daha konuşmalıyız, böylelikle sokakta karşılaştığımızda en azından selam verirsin."
Laurel sabahtan beri açmak istediği konuda neden şu an konuşacak bir şey bulamıyordu, emin değildi. Sormak istediği çok şey vardı ve sorma konusunda bir türlü cesaretini toparlayamıyordu.
"Belki yanındaki insanlarla da tanıştırırsın, belli ki ofis dışında samimi birisin."
Değildi, emin olabilirdi. Laurel aksine ofis içerisinde konuşkan birisi olduğunu itiraf edip ona istediği şeyi vermeyecekti.
"Gerçekten kimdi peki o?" Helen'in bakışlarında görmeyi beklediği ikiyüzlülük yoktu.
"Arkadaşım." diye açıklamasını engelleyemedi.
Bu konu üzerine hiç düşünmemişti bile. Buraya geldiğinde soyadını saklama konusunda emindi, fakat evli olduğu da saklaması gereken bir şey miydi? Robert'ın adı burada duyulsa, yeni aldığı terfiyle bağdaşlacağına emindi ve burada kendisine yöneltilecek tek bir kötü bakış bile Laurel'in tekrar aynı şeyleri yaşamasına sebep olacaktı.
Laurel buraya girdiğinde derginin satışının artması bir tesadüf veya Laurel'in başarısı değildi. Tamamiyle Robert'ın çevresi ve maddi durumuyla alakası vardı ve bunun ofis içerisinde duyulması Laurel'e artı bir etki sağlamayacaktı. Laurel tekrar kendisini kanıtlamaya çalışmak istemiyordu.
"Senin yanındaki kimdi?" Helen'in düşünceli bakışları birkaç saniyeliğine kendisi üzerinde durduğunda Laurel nasıl gözüktüğünü düşünmeden edemedi. Acaba saçı düzgün mü görünüyordu? Rujunu tazelemişti ve şu an sadece umduğu tek şey dişlerine bulaşmamış olmasıydı.
"Arkadaşım, evet arkadaşım sanırım."
Laurel onaylayarak kafasını salladığında Helen bir süre daha orada dikilmiş ve sonrasında hiçbir şey demeden masasına dönmüştü. Gün sonuna kadar aralarında göz kontağı dışında bir iletişim oluşmamış olsa bile ikisinin de kafasında arkadaş tanımı dönüp durmuştu.
Heyy, uzun bir vize haftasından sonra buradayım, umarım hikayeden keyif alıyorsunuzdur.
Bu arada görseldeki Laurel'in saçlarını tamamiyle kızıl olarak düşünmenizi istiyorum, benim kafamda tamamiyle o şekilde ve bu hikayedeki Laurel kızıl fetişimi başlattı ddsnmfsd
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top