them



İlk defa kafasını çevirdiğinde, onu hala arkasından bakıyor halde görmek mutlu etmemişti. Ona gitmesini söylüyorken ciddiydi, şu anda aralarında olan şey birkaç dakika sonra yaşanacak şeyleri kaldırmayacak seviyedeydi. Laurel, köşe başından dönen tanıdık arabayı görünce tekrar dönüp ofis kapısının önünde kendisini izleyen kadına baktı.

Araba kendisine yaklaştıkça yavaşlarken Laurel'in bakışları ikisi arasında geziniyordu. Gün sonunda bir karar vermesi gerektiğinde hangisini seçecekti bilmiyordu. Şu anda üzerinde durduğu çizginin nereye kadar gideceğini göremiyordu ve anlık heyecanlar için güven alanından çıkmak da istemiyordu.

Robert, onun dışarıda fazla kalmasının sebebini yanlış anlamış ve arabadan çıkıp onun için kapıyı açmıştı. Eşinin yüzüne bile bakmadan binen Laurel'ın gözleri kısa bir süre arabanın önünden dolaşan adamın üzerinde gezinse de bakışları tekrar Helen'in olduğunu sandığı yere döndü.

Çoktan gözden kaybolmuş kadının yerinde hiçbir şey kalmamıştı.

-----

O gün Fletcher ailesinin en küçüğü Luke'un doğum günüydü. Hafta sonuna denk gelmesini fırsat bilen Robert, kutlama planını Laurel'a sormadan, kendi evlerinde düzenlemeyi teklif etmiş ve bu hemen bütün aile tarafından kabul edilmişti.

Laurel doğum gününden iki gün önce, Luke'u ve sevgilisini arayıp akşam yemeğine davet etmişti. Laurel'a göre, doğum günü aile kutlamalarında erken yapılması gereken bir şeydi. Geç yapılan doğum günü kutlamaları kendisine göre değerini yitiren kutlamalardı. Ayrıca Robert'ın aksine, Laurel için doğum günleri eğlenceli ve özenilmesi gereken günlerdi. Bu yüzden eşinin, kardeşi için böyle bir şey düzenlemek istemesi onun için de önemliydi. Bu yüzden eve gelen yardımcıyla beraber olabilecek en güzel şekilde hazırlandı.

İlk misafiri beklenenin aksine Luke'un nişanlısı Daphne'ydi. Üzerinde kapşonlusu ve altında siyah pantolonuyla genç kadın, sevgilisinin ailesiyle ilk kez tanışmasına hiç de hazır görünmüyordu.

"Merhaba Daphne, biraz erken gelmişsin." Laurel, elini içeriye doğru uzatarak, genç kadını davet etti.

Kadın çantasını girişteki vestiyere bıraktıktan sonra açık sarı saçlarını gevşekçe topladı. "Yardım etmeye uğrayayım demiştim, umarım rahatsızlık vermiyorumdur."

Laurel, onu da peşinden sürükleyeceğini bilerek mutfağa girdi.

"Hayır, rahatsızlık vermiyorsun ama zaten yardımcımız vardı." dedi kibar olmaya özen göstererek.

Daphne meraklı gözlerle tezgahın üzerinde hazırda bekletilen yiyeceklere bakıyordu. "Ben bugün çok erken uyandım,"

Laurel çırptığı pasta kremasına birkaç saniye ara verip kendisinden en az 6 yaş küçük genç kadına baktı.

"Dairemi temizledim, Luke'un hediyesinin fiyonkunu tam 13 kere tekrar bağladım ve kedilerimin kumunu temizledim." Daphne sıkıntıyla nefes vererek kendisine baktı. "Ben sanırım biraz gerginim ve ne yapacağımı bilemedim."

Büyük ihtimalle onu en iyi kendisi anlayabilirdi, bu yüzden konuşmadan önce samimiyetle gülümsedi. "Üzerine meyve mi dizmek istersin yoksa çikolata sosu dökmek mi?"

Genç kadının kahverengi gözleri birkaç saniye mutfağın içinde dolandı. "Luke çikolatadan nefret eder, meyveler nerede?"

Birkaç saat içerisinde Daphne ile beraber hazırlıkları tamamlamış ve bir bardak kahve bile içmişlerdi. Daphne, hazırlanmak için evden çıktıktan tam iki saat sonra Luke ile beraber geri dönmüştü.

İlk geldiği halinden farklı olarak günlük giyiminin yerini hoş, kahverengi çiçekli bir elbise almıştı. Yarım kollu, sevimli elbisesiyle kesinlikle Julia'nın beğenisini toplayacaktı. 

Robert'ın anne ve babası çoktan gelmiş ve misafir sayıları, aile dostlarıyla beraber dokuza çıkmıştı. Luke ve Daphne gelmesiyle beraber ortamın sıcak sohbet havası dağılmış ve yerini Daphne'nin aileyle tanışma gerginliği almıştı.

Birkaç saat içerisinde yenen yemeklerin ardından kutlamalar gerçekleşmiş ve her şeyin sonunda yorgunluktan bulduğu ilk köşeye kıvrılan Laurel kalmıştı.

Robert, çok fazla içen babasının araba sürmesini istemediğinden dolayı onları evlerine bırakmaya gitmiş ve ortalığı toplamada ısrar eden Daphne ve Luke'u, kafasının daha fazla sesi kaldırmayacağını düşündüğünden dolayı onları da direkt yolcu etmişti.

Laurel, sırasıyla tezgahın içinde birikmiş bulaşıkları yıkarken Robert arkasından yaklaşmış ve belinden sarıldığı genç kadının korkuyla irkilmesini sağlamıştı.

"Belki de şu reklamlarda gördüğün bulaşık makinesini almalıyız, ne dersin?"

Robert'ın kafası, omzunda bir ağırlık yaratırken geçen sene neredeyse kendisinin bir maaşı kadar ücrete aldıkları tabak takımını özenli bir şekilde yıkamaya devam ediyordu.

"Büyük ihtimalle düzgün bir şekilde yıkamıyordur." diye söylendi huysuz bir şekilde.

Robert biraz daha eğilip bu sefer dudaklarını, eşinin kolsuz elbisesinin açık bıraktığı tenine bastırdı. "Annem memnunmuş."

"Peki annen bu akşamki kutlamadan memnun kalmış mı?" Annesinin bütün gece boyunca asık olan yüzü ve Daphne'ye olan dik bakışlarına yönelik sorduğu bu soru, eşi tarafından kısa bir gülümsemeyle yanıtlanmıştı. "Pastayı çok beğendiğini söyledi."

Kafasını eşine döndürdüğünde, omuzlarından aldığı öpücük yukarıya yönlendirilmiş ve gafil avlanmıştı. Elindeki tabak alınarak tezgahın üzerine bırakıldığında, ıslak ellerini dolabın kapağında asılı havluyla gelişi güzel kurulayıp öpülüşüne karşılık verdi.

İlk önce kendisini çeviren eller, sonrasında onu poposunun hemen altından kavradı ve merdivenlerden birkaç kere düşme tehlikesi yaşayarak yukarı kadar taşıdı.

Robert yatağın ucuna oturduğunda elleri yukarıya, elbisesinin fermuarına çıkmıştı.

"Annem, Daphne hakkında ne düşündüğünü sormamı istedi." Elbisenin fermuarı yavaşça aşağı inerken Laurel kafasını gömdüğü eşinin boynundan çıkarıp, kollarını yukarıya doğru kaldırdı.

Eşinin elleri bacakları boyunca sürterek elbisesinin eteklerini topluyorken, bu onun gıdıklanmasına sebep oluyordu. "Hoş birisine benziyor, Luke bu sefer düzgün birisini bulmuş gibi."

"Kaçığın tekiymiş." Robert, Laurel'in siyah kadife elbisesini hızlıca çıkardı ve sonraki hamlesi, Laurel'in sıcak teninin soğuk çarşaflar yüzünden irkilmesini sağlamak olmuştu fakat üzerine kapanan eşinin teni sayesinde tekrar ısınması saniyeler sürmüştü. "Luke birkaç kere ondan bahsetmişti ama evet bizim ailemize uygun birisi gibi görünüyor."

Laurel bacaklarıyla onu sararken, daha fazla konuşmaması için dudaklarını onunkilerin üzerine kapattı.


Ertesi günün hafta sonunun son günü olmasının rahatlığıyla eşiyle beraber oldukça geç uyanmışlardı. Normalde öğlen geç saatlere kadar uyumayı sevse bile Laurel, evlendiğinden beri bu şekilde tembellik neredeyse hiç yapamamıştı. Robert tatillerde bile erken uyumaz ve hep o gün ne yapacağını planlardı, bu yüzden onu hala yanında uyurken görmek şaşırtmıştı.

Laurel eşini uyandırmamak için dikkatli bir şekilde kalkıp dün akşamdan kalan pastadan biraz yemiş ve eşi kalkana kadar dün yarım kalmış işini tamamlamıştı. Eşinin yukarıdan gelen seslerini duyduğunda kendisine çıkardığı kupaya bir tane daha ekleyip, kahve hazırlamaya devam etmişti.

"Günaydın." 

Eşinin huysuz sesi mutfak içerisinde duyulurken, Laurel onu gülümseyerek karşılamıştı. Göbeğine dolanan eller kahveler hazırlanana kadar kalmış ve sonrasında dolu kupaları alıp salona doğru geçmişti.

"Bu akşam beraber vakit geçirelim mi?" Laurel, onun arkasından ilerlerken konuştu.

Robert koltuğa oturup eşini de kolunun altına çekti. "Biraz işim var ama sonrasında çıkabiliriz, ne yapmak istersin?"

"Hmm," Laurel elini eşinin göğsüne koyarken, önerisini sundu. "Belki sinemaya gideriz ve sonrasında kötü bir hamburgeciye gideriz."

"Kulağa güzel geliyor." Laurel saçlarının arasına aldığı öpücükle kolunun altında olduğu eşine biraz daha yaklaştı.

Birkaç saat sonrasında, evlerinden çıktıklarında, hava şanslarına açıktı. Çok soğuk esmeyen rüzgar, randevu akşamlarının en azından yürüyüş kısmını keyifli geçirmelerini sağlamıştı.

Şehrin ortasındaki, Laurel'ın üniversitedeyken neredeyse her hafta geldiği sinemaya gittiklerinde, birkaç saniyeliğine Robert'ın yanına geldiği zamanlardaki gibi hissetmişti. Film seçimini Robert'a bıraktığında, hayal kırıklığını da garantilediğini bilse bile filmin sonuna kadar dayanabilmişlerdi. Hem bunun karşılığında Robert, Laurel'e patlamış mısır bile almıştı.

Film arkasından çok da uzakta olmayan bir hamburgerciye gitmişler ve tıpkı Laurel'ın istediği gibi kötü hamburgerlerini yerken yine de eğlenmişlerdi.

Bu akşam onlara lise zamanlarını hatırlatmıştı. O zamanlar da Laurel'ın ailesi izin verdiğinde akşamları dışarıda yemek yiyip, sinemaya giderler ve sonrasında Doncaster sokaklarında gezinirlerdi.

Robert yanında savsak adımlarla ilerlerken, Laurel ona bir şeyler anlatıyor ve elindeki eşinin kendisine aldığı çikolatalı çöreğini yavaş yavaş yiyordu. Tam ısırık alacakken köşeden dönen kişi, afallamasına sebep olmuştu. Helen'in kendisini fark etmesi beklediğinden çabuk oldu.

Helen gittikçe kendisine doğru yaklaşırken Laurel'ın adımları, Robert'ınkilerin aksine yavaşlamış ve ikisini de olabildiğince süzmüştü. Helen yanındaki, hoş giyimli esmer kadının omzuna kolunu atmış ve birbirlerine son derece yakın yürüyorlardı. Yanından geçtikleri sırada Helen'in yüzündeki gülümseme onu selamlarken karşılığında tepkisiz bir şekilde onlara bakmaya devam etmişti.

Duraksadığını ancak arayı açmış eşinin yanına gelmesiyle fark etmişti.

"Hayatım," Robert nazikçe eşinin kolundan tuttu. "bir şey mi oldu?"

Son kez arkasına bakıp hala çok yakın bir şekilde yürüyen iki kadına baktı ve önüne döndüğünde eşinin elinden tutup gülümsedi. "Eve dönelim mi artık?"


Hızlandırma bölümü derken böyle bir şeyden bahsetmiyordum ama here we are djfnsjfn 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top