Son söz: Geri geliyorlar
✤✤✤
✤Yedi ay sonra
"Mingi, neden yine buraya geldik?" diye sordu Wooyoung, arkadaşı duvardaki çerçeve içindeki resimleri salyangoz hızında incelerken kollarını birbirine bağlamıştı.
"Off, benimle birlikte sanata hayran olmak için," dedi uzun boylu arkadaşı, en son resmi incelerken parmağıyla çenesini ovuyordu. Kırmızıya boyanmıştı ve yüzeyinde karmaşık siyah şekiller vardı. Görünüşe göre buna soyut sanat deniyordu ama açıkçası Wooyoung hiç de ilgilenmiyordu. "Sana iki gün önce falan buraya geleceğimizi söylemiştim."
Wooyoung etrafına baktı, diğer insanlar sanki eserler gökten inmiş gibi hepsini inceliyorlardı. Onun için çok anlamsızlardı. İyice sıkılırken offladı. "Sanırım unuttum ama beni suçlayamazsın. Bu günlerde çok meşgulüm."
"Aynen," dedi Mingi kıs kıs gülerek ve büyük bir gülümsemeyle yüzünü ona döndü. "Orada burada fotoğraf çekimleri yapmakla meşgulsün. Ah, yakışıklı ve bir çift benzersiz gözlere sahip olmanın nimetleri."
Griye boyanmış saçının bir kısmını büyük bir şefkatle okşadığında Wooyoung ters bakışlarla Mingi'ye baktı. "Mingi bu resmen taciz."
Mingi iç çekti, genç çocuğun kelime seçiminden dolayı şaşırmıştı. Ardından kahkaha atarak geçiştirdi ve Wooyoung'a daha fazla resimlerin olduğu farklı bir bölümü işaret etti.
"Özellikle bunlardan birini görmek için çok heyecanlıyım. Açılış için bir hafta öncesinden programımı bile ayarladım," dedi Mingi sessiz koridorda ilerlerken. Wooyoung da binanın yapısını incelerken yavaşça peşinden onu takip etti.
Çok fazla boş alan vardı ama bir sürü eserlerle dolu duvarlar o alanı dolduruyordu.
"Wooyoung!" Mingi aniden fısıldayarak bağırdı ve Wooyoung'un dikkatini çekti. Wooyoung döndüğünde Mingi yüzündeki en büyük gülümsemeyle el sallıyordu.
"Of, şimdi ne var–" Wooyoung Mingi'nin tutkuyla bahsettiği resmi görünce inlemesini yarıda kesti.
Önünde ay ışığı altında verimli bir otlağı andıran bir şey vardı. Kenarında tüm bölgenin yarısı büyüklüğünde oturan bir erkek vardı, gece vakti bir siluetten ibaretti. Fakat saçlarında mavi kelebekler vardı, göğsünün sol tarafından çıkan ve önündeki birkaç ağacı aydınlatan altın rengi bir ışık vardı. Işığın aydınlattığı yerlerde çiçekler büyüyordu.
"Çok güzel, değil mi?" diye sordu o anda Mingi.
Wooyoung onaylamasına engel olamadı, resmin karmaşıklığı nefessiz bırakmıştı. Gölgeli çocuktan açan çiçeklere kadar, hatta renkli tuvalin üzerindeki parlayan eğimli ay dahil her bir çizgisi sanki bir şey ifade ediyordu ve Wooyoung her birinin cevabını bulmak istiyordu.
"Sanırım ressamın burada sergilenen ilk resmi bu," dedi Mingi, yüzünde küçük bir gülümseme vardı. "Hiç kimse ressamın kim olduğunu bilmiyor ama kendisi oldukça büyük bir ilgi topladı."
Wooyoung bakışlarını resimden ayırdı. "Gerçekten mi?"
"Hmm."
"Yani, bu insanların neden geldiklerini görebiliyorum. Gerçekten..." Wooyoung tekrar tüm detayları incelemeye başladı. "Seni etkilemiş."
Mingi memnun görünürken mırıldandı. Çerçeveli resme bir adım daha yaklaştı, alt dudağını dişlerinin arasına almış ısırıyordu. "Üzerinde numaralar var."
"Ne?" Wooyoung, Mingi'nin işaret ettiği yere doğru yaklaştı. "Ben hiçbir şey göremiyorum ama."
"Daha yakından bak."
Mingi'nin oldukça yararsız tavsiyesinden sonra Wooyoung tam gözlerini devirecekti ki çiçeklerin pembe ve turuncu canlı renklerinin üzerine dokunmuş işaretleri gördü. Resimdeki boyutu çok daha gerçekçi gösteriyordu ama şekillere de ayrıca dikkat çekiyordu. Wooyoung fark etmesinin bu kadar uzun sürmesine inanamıyordu. "...İkilik."
Mingi parmağını şıklattı. "Bingo."
Wooyoung aşağıya çizilmiş imzaya yakından baktı, eserin kalitesini bozmayacak şekilde küçük, beyaz renkte bir işaretti. Küçüklüğüne rağmen kaligrafi bile mükemmeldi ama onu asıl kifayetsiz bırakan şey harflerdi.
MtSn.*
Yanında bir klik sesi duydu ve o anda Mingi telefonunu onu neredeyse kör edercesine yüzüne doğru tuttu.
"Ne yapıyorsun?" diye bağırdı Wooyoung kısık sesle ama herkesin gözü üzerlerine dönmüştü bile. "Mingi, telefonlar yasak değil mi?"
"Resim çekmedim," dedi Mingi. "Ama numaraları başladığı yerden itibaren yazdım. Bunu cidden görmelisin."
Wooyoung telefonu gizledi ve ardından ekrana baktı. Ve resmen çenesi düştü.
'Sunset's Dusk. Son yaprak düşmeden önce seni görmek istiyorum.'
Bakışları birleştiğinde Mingi'nin o bilindik sırıtışını gördü.
"Bundan haberin var mıydı?"
"Ne? Öylesine gülüyorum ben."
✤✤✤
Sunset's Dusk, kapısının önündeki KAPALI yazısı haricinde çok fazla değişmemişti. Dökülen sararmış yapraklar ve sert rüzgar Wooyoung'un omurgasına ürperti girmesine neden oluyordu. Hyeopjae Sahili de çok kalabalık değildi ve Wooyoung sayısız kez etrafını kontrol edip San'ı göremeyince kaybolan gülümsemesine rağmen orada öylece durup etrafındaki tablo gibi manzaranın tadını çıkarmaya karar vermişti.
O anda önüne bisikletli bir çocuk gelip ardından günaydın deyince çocuğa bakarak kocaman gülümsemesi garip hissettirmişti. Bana neler oluyor?
Wooyoung ne kadar uğraşırsa uğraşsın heyecanını bastıramıyordu. Bunca zaman bunun için beklemişti ve San'ın kendisine değer vermesi için verdiği tavsiyeden sonra onu tekrar görmek için her zamankinden çok daha hazır hissediyordu.
-mingii
gelmedi mi hala?
-wooyoung
hayır
-yeosung
ahh çok kötü
-mingii
ona mesaj attım ve yolda olduğunu söyledi
-mingii
şimdi tekrar mesaj attı
bir kitapçıya uğrayacağını söyledi
belki de sana bir şey almak istiyordur
-yeosung
çok tatlı
-wooyoung
neden bana değil de sana mesaj atıyor
-yeosung
belki de senin gibi gergindir o da
-mingii
kitapçının adresini atacağım sana
ona orada sürpriz yapabilirsin
tepkisini bir hayal etsene aman tanrımm
-wooyoung
iyi bir plana benziyor
-mingii
çok tatlı!
Wooyoung Mingi'ye en başından beri neden tamamen güvenmemesi gerektiğini anlamıştı çünkü birkaç dakika yürüdükten sonra kararan gökyüzünü büyük bulutlar kaplamıştı. Daha sonra yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamış ve saniyeler içinde Wooyoung'un hırkasını sırılsıklam yapmıştı.
Paniklerken korunmak için bir yer arayarak etrafını kontrol etti ama hiçbir yer yoktu. Yağmur damlaları sağır eden sesiyle birlikte tenine çarparken Wooyoung o anda yerin yarılıp içine düşmesini dilemişti. En azından San'la bu halde karşılaşmak–
O anda birisi onu kavrayarak Kore dizilerindeki aşırı klişe sahneler gibi hızla arkasına doğru döndürüp karşısındaki kişinin göğsüne çarparak dünyasının yavaşlamasına neden olmuştu.
Artık yüzüne yağmur vurmuyordu ama üzerine kalkan olan, damlaların hafif patırtılarla düştüğü ve kenarlarından aktığı transparan şemsiyeyi fark etmesi çok kısa bir süresini almıştı. Tek görebildiği gri kapüşonun içinden ve kırmızı-siyah tutamlarının ardından bakan çok tanıdık ama aynı zamanda çok yabancı bir çift gözdü.
"Selam," dedi San, sesi arka plandaki her şeyi susturmuştu.
Wooyoung'un kalbi ölçülemeyecek derecede hızlanırken rüya görüp görmediğini merak ederek gözlerini kırpıştırdı.
"Zamanında gelemediğim için üzgünüm," diye özür diledi San. Gözleri Wooyoung'un yüzünü asla terk etmiyordu, her bir noktasını inceliyor gibiydi. "Hava sabahtan beri bir değişik."
"Mingi..." Wooyoung ne söyleyeceğini hatırlamak için bir süre duraksadı. "Mingi bana kitapçıya gideceğini o yüzden orada sana sürpriz yapmanın güzel bir fikir olduğunu söylemişti."
San'ın kaşları şaşkınlıkla çatıldı. "Buralarda hiç kitapçı yok, bildiğim kadarıyla tabii."
Gözleri San'la buluşur buluşmaz aptalca şakasına kandığı için Mingi'ye olan öfkesi anında yok olmuştu. "Gerçekten burada olduğuna i-inanamıyorum."
"Ben de... Bunca zaman geçtikten sonra seninle iletişime geçtiğim için bana kızarsın sanmıştım." San duraksadı ve Wooyoung'a gülümsedi. "Hala çok güzelsin."
Wooyoung'un yanaklarına sıcaklık akın etti. "Bakıyorum da benimle flört etmeye çalışıyorsun."
"Sadece gerçekleri söylüyorum." Ve San her bir kelimesinde samimiydi. "Gri saçını çok beğendim. Ayrıca artık lensleri takmıyorsun."
Wooyoung başıyla onaylarken San'ı yakınına çekme dürtüsüne karşı koymaya çalışıyordu. "Evet... Saklamaktan çok sıkıldım. Buna değmeyeceğini fark ettim."
San yanaklarını kavrayınca Wooyoung ona daha fazla dokunmasını isteyerek dokunuşunun altında eridi. Ama şu anda, geçen onca aydan sonra sadece bu da yeterliydi. Yeter de artardı bile.
"Buluşmak için ne kadar yaratıcı bir fikir," dedi Wooyoung San'ın hayran olduğu gözlerinin içinde boğulurken. "Resmin için mesaj koymak mı? Böyle bir şey kimin aklına gelirdi ki?"
"Ne diyebilirim ki?" San kahkaha attı ve sesi Wooyoung'un kalbini ısıttı. "Biraz özel birisiyim."
"Gerçekten öylesin."
San sağ kolunu sıyırdı ve tam orada adamın ona hediye ettiği kelebekli bilekliği gördü ama bu sefer kanatları koyu maviydi. Gergin bir gülümseme dudaklarında belirdi. "Seninkini hala takıyor musun?"
"Cebimde," diye cevap verdi Wooyoung, mutluluğunu gizleyemiyordu.
"Güzel." San'ın bakışları o kadar içten, o kadar sevgi doluydu ki gerçeküstüydü resmen. "Göster bana."
San şemsiyeyi tutmaya devam ederken Wooyoung bilekliğini aradı ve sonunda çıkardığında San bilekliği alıp bileğine takarken tenine değen yumuşak parmaklarını öylece izledi.
"Sadece yaratıcı değil tek elle bile kesinlikle yeteneklisin," dedi Wooyoung sırıtarak.
San müstehcen şakaya kahkaha atarken bir süre ıslak caddeye doğru baktı. "Şu anda seni öpsem senin için sorun olur mu?"
Wooyoung'un kalbi tekledi. Lanet olsun sakin ol. "Ah, hayır."
San yaklaştı ve alnına saf bir öpücük kondurdu. Hissettiği temasla birlikte Wooyoung'un ayak parmakları kıvrılırken kalp atışları hızlanıyordu.
Tekrar yanakları kızardı. "Gülümsememi engelleyemiyorum," dedi.
"Ben de."
Bir saniye sonra Woyoung, San'ı bu sefer dudaklarından öptü. San iç çekerken yanakları pembeleşmişti.
"Hey, sakın kalp krizi geçirmeye kalkma yaşlı adam," diye dalga geçti Wooyoung ve San koluna yumruk attığında sırıttı.
"Daha yirmi altı yaşındayım. Yaşlı değilim."
"Tabii." Wooyoung başka bir şey söylemek için hazırlandı ama San onu ardı ardına öperek sözünü kesti.
"Seni özledim..." dedi San, Wooyoung'un boynuna doğru, boşta olan kolu tembelce beline sarılmıştı. "Her ne kadar özlememişim gibi davranıp Japonya'ya gitsem de her gün seni düşündüm."
"Ben de seni düşündüm," diye itiraf etti Wooyoung, boğazındaki düğüm gittikçe büyüyordu. "Sürekli."
"Şu anda bunu istemek çok fazla olacak bi-biliyorum ama hiçbir sözleşme ve CEO işleri olmadan bu çıkma işini seninle tekrar denemek istiyorum desem... evet der misin?"
Wooyoung önündeki adama, kendisini dünyadaki en özel kişi gibi hissettiren adama baktı. Geçmişte sevdiği, hala sevdiği ve muhtemelen gelecek günlerini onu severek geçireceği adama baktı. Ve bu sefer onu yanında tutmak için her şeyi yapmaya hazırdı. Kendisinin başka birisine aşık olduğunu hayal edemiyordu.
Gülümsedi, kara bulutların ardından ortaya çıkan ve tüm gücüyle parlayan bir güneş gibiydi.
"Elbette. Milyon kere"
✤✤✤
—————————————————————————-
*MtSn, Mountain (Dağ) San'ın kısaltması.
Ve mutlu son 🥲 Bunu kesinlikle hak ediyorlardı.
Bu kitabın bitmesini asla istemiyorum ama ben 🥺 çevirdiğim her kitabı sanki kendim yazmışım gibi sahipleniyorum resmen hskdk ama bu kitap benim için başkaydı. Daha ilk bölümünü okurken bile dedim ki benim bu kitabı çevirmem lazım! Kitap oldukça betimlemeli ve duygu yüklü bir kitap ve umarım size tüm duyguları çevirimle aktarabilmişimdir.
Okuyan, yorum yapıp oy veren herkese teşekkür ederim. Kitabı kendim yazmışçasına her biri, özellikle de yorumlarınız beni aşırı mutlu ediyor ve çeviri yapmak için beni daha da motive ediyor 😌
Neyse çok uzattım gsksjs başka çevirilerle geleceğim, beklemede kalın 😏
Son olarak, Woosan is real! ❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top