018: Jung Wooyoung çok da farklı değil
≪Belki bencillik ediyorum
Ya da sadece hak etmiyorum≫
San arabanın camından dışarı baktı, öğleden sonra soğuk hava yüzünü okşayıp burnunu gıdıklayınca hafifçe dudaklarını büzdü. Bakışları dikiz aynasına çevrildiğinde yanaklarına hafif bir pembelik kapladığını görünce iyice somurttu.
Gündüzleri aşırı derece sıcak geceleriyse sinir bozucu derece serin olduğu için yaz mevsimi en sevmediği mevsim olabilirdi. O anda giydiği beyaz boğazlı kazağı ve ceketi de cabasıydı; pahalı kıyafeti aldığı her nefeste onu boğuyordu.
Neden bu kadar uzun sürdü? San telefonu çıkardı ve saate baktı, pastanenin önündeki göt kadar yere park edeli otuz dakika olduğunu fark edince kaşları iyice çatıldı, üstelik abisi hala içerden çıkmamıştı. Ne yapıyor?
San öfkesinin gün yüzüne çıkmaması için çabaladı. Deri koltuğuna iyice yaslandı, zaman geçirmek için parmaklarını direksiyona vururken tüyleri ürpermişti. Bir kez daha küçük pastaneye bakarken çenesi kasıldı, abisi hariç diğer müşteriler teker teker çıkarken öfke dolu bir nefes aldı.
Tüm bunların hepsi San'ı sinirlendiriyordu. Bu gece, hatta Haeundae'deki iki haftalık otel süitinde kalışının geri kalanı boyunca tanıdığı kişileri eğlendirme gibi bir planı yoktu, sadece boktan günlük yaşantısına geri dönmeden önce biraz rahatlamak istemişti.
Kendine ayırdığı tüm bu vakit boyunca sadece bir yengeç gibi kendisini battaniyesinin altına gizleyecek ve kimseyle iletişime geçmeden sadece Netflix izleyecekti fakat sabah Jongho'nun aramasıyla 'acilen' ona ihtiyacı olduğunu öğrenmişti. Kahvaltıya gitmek için yapılan basit bir yolculuk, hızla sınırını aşan bir alışveriş çılgınlığına dönüşmüştü ve adamın tatil yerinin kendisininkine bu kadar yakın olması önerisini hiç dikkate almaması San'ı pişman etmişti. San oteline geri dönmek istiyordu. Hem de hemen şimdi. Telefonun siyah ekranında bir mesaj baloncuğu belirdi.
-seni neden hâlâ engellemedim
selam, şu anda otelde misin?
seni özledim
-seni neden hâlâ engellemedim
hadi yine biraz eğlenelim, tıpkı önceden eğlendiğimiz gibi
San öfkesinin had safhaya çıktığını hissedebiliyordu. Seo Rihyeon'u yatağına alması başlı başına bir hataydı. O zamanlar sarhoştu, babasının yakın olduğu birkaç adamla ayarladığı görüşmeden sonra hayal kırıklığıyla birlikte tamamen hissizleşmişti. En çok rağbet gören manken de aynı mekandaydı ve her şey çok hızlı gelişmişti.
Güzel bir kızdı ama ondan etkilenmemişti. Hem de hiç. Fakat arada sırada bir eğlence istediği için ondan hoşlanmaması onunla birkaç kez yatmasını engellememişti. Ama artık sıkılmıştı. Ve kız da San için biraz fazla yapışkan olmaya başlamıştı.
-san
bana mesaj atmayı bırak
uzaklaştırma emri çıkartmamı falan mı istiyorsun?
-seni neden hâlâ engellemedim
zoru oynamayı bırak, sadece beni güzelce becermeni istiyorum
neredesin?
San camdan dışarı bakarken yanağının içini ısırdı. Pastanenin iç mekan ışıkları hafiften loştu ama saydam camdan kapının ardından yiyeceklerini alıp dışarı çıkmaktansa orada oturmaya karar veren bir avuç dolusu müşterileri görebiliyordu. Ellerini yumruk yaparken San'ın gözleri Jongho'yu aradı ve orada çalışan birkaç kadınla muhabbet ettiğini görünce dişlerini sıktı.
San gözlerini sımsıkı kapatırken o anda abisini arayıp ona bağırmamak için zor tutuyordu kendisini. Arabanın kapısını açıp dışarı çıkmak üzereydi ki telefonuna tekrar bakıp Rihyeon'un mesajlarını görünce yaptığı şeyden pişman olmuştu.
-seni neden hâlâ engellemedim
san?
sessiz kalmaktansa bana cevap vermen gerekiyor
zaten defalarca birlikte olmuşken benden uzak durmak için neden bu kadar kararlısın?
San uzun ve yorgun bir nefes verdi.
-san
en son iki ay önce görüştük
eğer bilmiyorsan söyleyeyim ilişkimiz bitti
-san
bana mesaj atmayı kes ve git yapacak daha önemli şeyler bul
-seni neden hâlâ engellemedim
vay canına
şerefsizin tekisin
Öyle olduğunu zaten biliyordu. İnsanların arkasından ne kadar acımasız ve ukala olduğundan babasına ve abisine nazaran ne kadar başarısız ve yüz karası olduğuna kadar her şeyi fısıldadıkları için hepsini biliyordu.
En başından beri oraya ait olmadığını biliyordu, peki Seo Rihyeon ne yapmaya çalışıyordu?
-seni neden hâlâ engellemedim
götün teki olduğunu biliyorsun, değil mi?
ya başkalarına söylersem, ha? Beni vücudum için kullandığını ve adını bile hatırlayamayacak kadar kör kütük sarhoş olduktan sonra defalarca kollarımda ağladığını herkese anlatırsam?
-san
tek bir kelime dahi edersen avukatımla yüzleşmeye hazır ol
San daha fazla konuşmaktan bıktığı için kızın numarasını telefonundan sildi.
Yine de ellerini saçlarına daldırırken acınası bir halde ellerinin titremesine engel olamamıştı. Rihyeon'un biliyor olduğu gerçeği yüzünden tir tir titriyordu ama hiçbir şeyin açığa çıkmayacağına kendisini ikna edercesine tekrar tekrar hatırlatıyordu.
"Siktir!" Bir eliyle sertçe direksiyona vurdu, ani darbeyle acı parmak uçlarına kadar ulaştı. Titreyen ellerine rağmen telefonunu açmayı başardı ve Jongho'yu aramak üzereyken gözünün kenarından bir şey dikkatini çekti.
Pastanenin kapısı iki yana açılıp bir figür dışarı doğru çıkınca San'ın telefonu kavrayan eli gevşedi.
Nasıl biri olduğunu bilmese bile tanıdık gelmişti. Bir dakika öncesine kadar bir kadınla konuşuyordu ama şimdi işte orada, sanki tüm dünyayı sırtında taşıyormuşçasına eğik bir halde hızla dışarı çıkıyordu.
Birkaç saniye boyunca San sadece izledi, kendi problemlerini unuturken sadece çocuğa odaklandı. Genç görünüyordu, koyu kahverengi saçları yanaklarına ulaşıyor ve akşam esintisinde birbirine girerek karışıyordu. Vücudunu kaplayan eskimiş siyah kapüşonlusunun ceplerine ellerini soktu ve yaklaşan gecenin içine doğru ilerleyerek gözden kayboldu.
Gözlerini kırpıştırdı. Bir anlığına arabasından inip o çocukla konuşacakmış gibi hissetti ama gerçeklik hızla yüzüne vurdu. Neden onu izliyordun ki? Ürpertici olmayı kes.
San, Rihyeon'un tehdidini ve o tanımadığı çocuğu düşünmemeye çalışarak gözlerini kapattı fakat yine de düşüncelerini istila ediyorlardı.
Bir şeyin cama vurmasıyla San hayal dünyasından gerçekliğe döndü. Başını yana çevirdiğinde sanki en derin düşüncelerini ve arzularını biliyormuş gibi sırıtan Jongho'yu gördü.
San'ın kaşları tekrar sertçe çatıldı. "Beni korkuttun. O neydi öyle?"
Jongho gülümseyince San o saatte nasıl böyle neşeli ve güleç olabildiğini merak etti. Onu kıskanıyordu. "Seni boş anında yakalamanın eğlenceli olacağını düşündüm."
San gözlerini devirirken Jongho hızla yolcu koltuğuna oturdu. "Anlamıyorum," diye söze girdi San, Jongho aldıklarını kucağına yerleştirdikten sonra. "Benim yerime neden Yunho'yu şoför olarak çağırmadığını anlamıyorum."
"Of bu kadar zor olma San." Yine o sıfat. "Yuyu'yu neden benimle birlikte getiremeyeceğimi biliyorsun. Ailesinin evinde, ayrıca geri döndüğünde ona tüm sevdiği şeylerle birlikte sürpriz yapmak istiyorum."
San, Jongho'nun sözde sevgilisine taktığı isme gözlerini devirme isteğiyle savaştı. Tatlı biri olsun ya da olmasın San çocuğu çok az tanıyordu ve onunla tek bir kelime bile etmemişti. Ama yine de fark etmiyordu; Jongho'nun özel hayatı onu ilgilendirmiyordu.
"Evet, her neyse," diye cevap verdi San ve geri geri giderek yola çıktı. Küçük bir parçası o çocuğun ne tarafa gittiğini merak ediyordu. "Ama beni sabah aradın ve şu an saat neredeyse akşam altı. Ama tabii senin aramana cevap vermek benim hatamdı."
"Hey." Jongho boştaki elini savunurcasına havaya kaldırdı. "Bebek kardeşimle takılmak istememin nesi yanlış?"
San kahkaha attı ama kısa ve sert bir kahkahaydı. "Daha çok, 'Şu anda kendim yapamadığım için kişisel şoförüm olması için –ne tesadüf ki- kusursuz araba süren kardeşimi kullanmamın nesi yanlış?' olmalıydı."
"San."
"İnkar etmene gerek yok. Sonuçta işten sonra benimle asla zaman geçirmezsin."
"Çünkü ne zaman seninle konuşmaya çalışsam ortalıktan kayboluyorsun," diye açıkladı Jongho ve bıkmışçasına uzun bir iç çekti. "Ve seninle görüşmek için plan yaptığımda beni ekip neden gelmediğine dair bahaneler üretiyorsun. Choi's Highlight dışında yaptıklarıma ilgi göstermek için asla uğraşmadın."
Pastanenin ters yönüne doğru ilerlerken San'ın elleri direksiyonu daha sıkı kavradı. Kalbi göğsünün altında tehlikeli derecede bir hızla atarken sessizce cevap verdi: "Dedi her boş zamanımda yaptığım şeye burun kıvıran kişi. Bazen yanımda olmandan nefret ediyorum hyung. Her şeyin tadını kaçırıyorsun."
Jongho'nun kaşları çatıldı. San'ın sözlerini yanlış anladığı belliydi ve muhtemelen kendisini daha iyi biri gibi göstermek için bir şekilde sözleri çevirecekti.
"Öyle davrandığım için beni suçlayamazsın, özellikle de liseden mezun olmana aylar kala neredeyse uyuşturucuyla yakalanacakken." Bingo.
"Merak etme," San'ın sırıtışı samimilikten yoksundu. "Artık uyuşturucu bağımlısı bebek kardeşin değilim. Bu yüzden benden ne kadar utanıyorsundur tanrı bilir."
"San, kes şunu," diye uyardı Jongho.
"Ne? Doğru değil mi?" San'ın çenesi kasılırken kan hızla kulaklarına kadar çıkmıştı. Önlerindeki yol sonsuz gibi gözüküyordu, bilinmeyene giden siyah bir deniz gibiydi. "Bunu birkaç kere yüzüme de söylemiştin."
"Tanrım, San," dedi sertçe Jongho, bacağının üzerindeki ellerini öyle bir sıkıyordu ki bembeyaz olmuşlardı. "Geçmişte kaldı. Zaten özür diledim, hem de defalarca. Üzgün olduğumu söyledim ve hâlâ da üzgünüm. Hâlâ herkesin senden nefret ettiğine inanan tek kişi sensin."
San köşeden dönerken başı da öfkeden dönüyordu. "Etmiyorlar mı? Sen bile ediyorsun. Babam bile. Herkes olduğum yerde çalışmak için uygun olmadığımı düşünüyor ve herkes seninle birlikte çalışmayı hak etmediğimi düşünüyor. Kendin de söyledin. İşten kaytarıp parayı har vurup harman savururken neden babamın şirketinde çalışayım ki?"
"Çünkü çok daha iyisini yapabileceğini biliyorum San!" dedi Jongho bağırarak. "Okulda notların çok iyiydi ama üniversiteyi bıraktığında babam ve ben hiçbir şey demedik— "
"Babamın şirket imparatorluğunun tahtına geçmesi için sadece sevgili büyük oğluyla ilgilendiğini çok iyi biliyorsun."
"Yaptığın haltı ve bizi soktuğun belaları görmezden geldik," diye devam etti Jongho San'ın sert sözlerine rağmen ve bu genç adamı daha da delirtmişti. "Derslerinin seni ne kadar zorladığını gördüm ve babam yapamadığında işte ilerleyebilmek için uğraşırken sana elimden geldiğince yardım ettim. Uyuşturucu bağımlılığının üstesinden gelebilmen ve kendi ayaklarının üzerinde durabilmen için ülkenin en iyi rehabilitasyon merkezine seni ben yerleştirdim. Neden içmeye devam edip hareket eden her şeyi yatağına almaya devam edince sinirlenmeyeyim peki?"
Ortam hızla buz keserken San kalbinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Göğsü iyice ağırlaşmıştı, sanki üzerine acımasızca basılıyor ve her nefes alışı dayanılmaz hale geliyordu. Yanaklarından akmakla tehdit eden gözyaşlarını geçiştirmek için gözlerini hızla kırpıştırırken bu kadar acınası olduğu için kendisine sövüyordu.
"Çok özür dilerim San," dedi Jongho. Bakışlarındaki alevler sönmüştü, artık suçluluk ve endişeyle doluydular. Ama olan olmuştu artık. "Bir anda olduğunu anlamadım. Sadece... son zamanlarda zor zamanlar geçiriyorum." Duraksadı. "Arada bir babamı ziyarete gelsen cidden çok iyi olur."
San boğazındaki acı verici yumruyu yuttu. Derin bir nefes alırken ciğerleri acıyordu. "Ne anlamı var? Benim kim olduğumu unutan biri eminim beni etrafında istemez."
San evine yaptığı son ziyaretini hâlâ çok iyi hatırlayabiliyordu. Kendi babası memnuniyetsizliğini defalarca sözlü bir şekilde ifade etmişken nasıl hatırlamasındı ki?
"Bu doğru değil."
San içten içe ölüyormuş gibi hissederken gülmesine engel olamadı. "Peki."
"San, böyle yapma."
"Tek bir kelime daha etme," dedi San kavşaktan dönerken. Jongho'yu sevgilisiyle birlikte kullandığı yazlığa bırakmak için sabırsızlanıyordu, sonunda biraz nefes alabilecekti. "Sana yalvarıyorum. Başka bir şey daha duymak istemiyorum."
Jongho'nun daha fazlasını söylemek istediği belliydi ama neyse ki dudaklarını kapalı tutmuştu. San rahatlamıştı çünkü adam konuşmaya devam ederse ağlamadan daha ne kadar dayanabilirdi bilmiyordu.
Bir süre ortamı sessizlik kapladı ki San bundan çok memnundu. Jongho'nun ona attığı her bakışı görmezden gelmişti, ne kadar acınası göründüğünü ona belli etmek istemiyordu.
"Bunu söylediğim ilk kişisin ama... şey," Jongho ensesini kaşıdı. "Bu Noel'de Yunho'ya evlenme teklif edeceğim."
San'ın kalbi teklerken yutkundu. "Güzel. Umarım evet der."
"Umarım," dedi Jongho gülümseyerek, sağ elindeki altın yüzükle oynadı. "Eğer her şey yolunda giderse denizaşırı bir yerde evleneceğiz. Ve ben... senin sağdıcım olmanı istiyorum."
San'ın boğazındaki yumru daha da büyüdü. Zorla gülümsedi. "Bence Kim Hongjoong sağdıç için daha uygun biri olur."
Jongho kıkırdadı. "Hayır. Yanımda olmanı istiyorum. Hongjoong da senin sevgilin gibi falan yanında gelebilir."
San anında yüzünü buruştururken kendi tükürüğünde boğuluyordu. "Hayatta olmaz."
"Senden hoşlandığını söyledi bana."
"Hayır öyle bir şey söylemedi."
"Peki, söylemedi," diye kabul etti Jongho San'a sırıtırken. "Ama sonuçta ikinizde aynı bölümde çalışıyorsunuz. Çok da kötü olmazdı, biliyorsun..."
"Hayır, hyung."
"Pekâlâ, pekâlâ."
San gerçekten otel odasına geri dönüp tekrar düşüncelerinin içinde kaybolmak için sabırsızlanıyordu. Ve bu düşünceyle sessiz sedasız yolda biraz daha hızlı sürmeye başladı.
"Biraz dikkatli sürsen iyi olacak," dedi Jongho ama ses tonu sert değil gayet normaldi. Sadece bir öneri gibiydi. "Elimde pasta tutuyorum sonuçta."
"Pastanın canı cehenneme."
Jongho gözlerindeki içtenlikle kardeşine bakarken kahkaha attı. "Hey San—"
San ne demek istediğini asla duyamadı. Arabanın yanından bir şey çarparken öne doğru savruldu, başının döndüğünü hissederken sanki vahşi bir hayvan ısırmış gibi daha önce hiç tatmadığı bir acı sağ omzuna saplandı.
Neler olduğunu anlayamadı. Ağır duman havayı doldururken gözleri yaşardı, yanık metal ve kan kokusu midesini bulandırınca kusmak istedi. Başı acıyordu.
Uzuvları ateş gibi yanarken acıyan gözlerini açtı. Jongho yanında, uyuyormuş gibi tamamen hareketsiz duruyordu. Yüzünün yarısı kanla kaplanmıştı. Çok fazla kan vardı.
San çığlık atmak istedi, yardım için bağırmak istedi ama ağzından hiçbir ses çıkmadı. Hareket bile edemiyordu, saniyeler önce onunla konuşan ama şimdi gözünün önünde ölen abisini izleyen hareketsiz bedeninin içinde sonsuza kadar sıkışıp kalmıştı.
Jongho'nun sadece uyuduğuna inandırdı kendisini; uzaktan gelen siren sesleri duyulmaya başlarken kaybolan bilinciyle bile başka türlüsünü düşünmek istemiyordu.
San acıyla inlerken tekrar kendine geldi, kaybettiği tüm oksijeni içine çekmeye çalışıyordu. Sağ omzunu kaplayan yara zonkluyordu, iki yıl önce acısına katlandığı o işkenceyi hatırlatıyordu.
Titreyen elleri sertçe gömleğini kavradı, kalp atışları kulaklarında davul gibi yankılanıyordu. Vücudunun tüm kontrolünü kaybetmiş gibi hissediyordu; tıpkı kendi gözlerinin önünde o çok sevdiği kişinin ölümünü izlediği o arabada sıkışmış gibiydi.
San yanaklarından aşağıya akan gözyaşlarını durdurmak için uğraşmadı, omuzları bedenini olduğundan daha küçükmüş gibi gösterircesine bükülmüştü. Belki o zaman saklanabilirdi; hiç var olmamış gibi davranabilirdi.
Üzerindeki örtü hışırdadı, az önce yanında uzandığı yerden bir gölge yükseldi. Bulanık görüş alanına Wooyoung'un yorgun yüzünün girdiğini fark etmesi San'ın uzun bir zamanını aldı. O halini görmemesi için yüzünü hızla yana çevirdi.
"San?" Wooyoung'un sesi yumuşacıktı ama gıcırdayan tekerlek ve patlayan cam sesleriyle o yumuşaklık yok olmuştu. Parmaklarının arasını sıcak bir şey doldurduğunu hissettiğinde San kasıldı. "İyi misin?"
San gözyaşlarını silmek için yeltenirken yanaklarına daha da çok akan gözyaşlarından dolayı kendisinden tiksinmişti.
O anda kulak tırmalayan acı bir sesle metal başına vurdu ve kalp atışları durdu. Dehşet içinde geri çekildi, durması için başına defalarca vurdu. Artık durmasını istiyordu.
"San," diye seslendi Wooyoung. Artık ona dokunmuyordu ama varlığını hâlâ hissediyordu, fırtına olmuş düşüncelerinin içinde hareketsiz bir çapa gibi duruyordu. "San, sorun yok. Her ne görüyor ya da duyuyorsan gerçek değil. Gü-güvendesin. Benimlesin."
"Öleceğim."
"Hayır. Hayır ölmeyeceksin." Wooyoung daha da gerilmiş gibiydi ama sesi hâlâ sakince mırıldanıyormuş gibi geliyordu. San'ın midesindeki düğümlerin çözülmesini sağlıyordu. "Şu anda benimle birlikte, yatağındasın. İkimiz de güvendeyiz. Canının yanmasına izin vermeyeceğim."
San'ın kulaklarının derinlerinde vızıldayan siren seslerini hâlâ duyabiliyor, abisinin kanla kaplı yüzünü hâlâ görebiliyor ve onu farklı yönlere çeken yabancı elleri hâlâ hissedebiliyordu. Onu kendi hayatından çekip almak istercesine gafil avlıyorlardı ama Wooyoung yanındayken o kadar da korkunç görünmüyorlardı.
"Hiçbir şeyin yok. Ben de çok iyiyim, gördün mü?" Wooyoung, San'ın çenesini avuçlarının içine aldı ve yüzünü kendisine çevirdi, başparmağı dikkatli ama yumuşacıktı. "Derin nefes al. Ve bana odaklan. Bir..."
Kanın kokusu San'ın burun deliklerini doldurdu, kendisinin ve Jongho'nun yara dolu bedeninin görüntüleri zihnini ele geçirmişti. Fakat her ne kadar zor olsa da kaybolmalarına izin verdi, tekrar düzgünce nefes alması için onu yönlendiren Wooyoung'a sıkıca tutundu.
San'ın gözleri Wooyoung'un yüzüne döndü. Gözleri ışığın altında kahverengi ve küllü yeşildi, çekici kirpikleriyle çevrelenmişlerdi ve huzur ve samimiyet yayıyorlardı. Sol gözünün altındaki ben hâlâ oradaydı, burnunu ve sevimli pembe dudaklarını tamamlıyordu.
Evet, Wooyoung burada, diye düşündü San. Gerçekten burada. Hiçbir yere gitmeyecek. Gözleri çıplak omuzlarının nazik kıvrımlarından göğsüne ve kollarına doğru ilerledi, bir kez daha saf güzelliğiyle etkilenmişti.
Puslu ay ışığı Wooyoung'un yüzüne ve çıplak bronz tenine vuruyor, resmen parıldıyordu ve San bu adamın gerçekten onun olduğuna inanamıyordu.
San bir an olsun düşünmeden yüzüne uzandı ama Wooyoung hareketsizce durdu. Parmaklarını dudaklarının üzerinde gezdirince nefesinin kesildiğini duyabiliyordu ve San sarılmak için onu kendisine çektiğinde ona karşılık verdi.
"Gayet iyisin Sannie."
Onu bırakmak istemiyordu, ellerini ipeksi saçlarına daldırdı.
"Uykuya dönmek ister misin?"
San gıcırdayan tekerlekleri ve abisinin hareketsiz bedenini düşündü ve hızla hayır dercesine başını salladı. Hayal ediyormuş gibi hissediyordu ama Wooyoung'un bedeni hafifçe geriye doğru çekildi.
"Pekâlâ. Ne yapmak istersin o zaman?"
"U-uyuyalım ya da," dedi San bu sefer. "Yorgunsun."
"Hayır," dedi Wooyoung başını sallayarak, parmaklarını tembelce San'ın saçlarına daldırdı. San dokunuşuyla resmen erirken başka bir şey istemiyordu. "Ben iyiyim. Bu gece seninle ilgileneceğim."
San gülümsedi. Wooyoung'un elini saçlarında hissetmesiyle omurgasına hoş bir ürperti girdi. "Teşekkür ederim."
"Nasıl zaman geçireceğimize dair bir önerin var mı?" diye sordu Wooyoung ve San'ın boynuna bir öpücük kondurdu.
San hareket etmedi ve genç adamın tenine öpücükler kondurmasına izin verdi. Buna bayılıyordu; tıpkı Wooyoung ile diğer yaptığı her şey gibi buna da aşıktı. "Şey..." Başını hafifçe çevirdi ve Wooyoung'un ona sunduğu öpücüğe karşı gülümsedi. "Bana kitap okuyabilir misin?"
Bir saniye geçti ama o kadar uzun bir saniyeydi ki gerginlik San'ın midesini bulandırırken o isteğini sesli bir şekilde söylememiş olmayı diledi. "Başka bir şey de yapabiliriz—"
Wooyoung burnuna kondurduğu bir öpücükle onu susturdu. Wooyoung bu kadar fazla fiziksel temas gösteren biri olmadığı için biraz garipti ama her bir saniyesi kalbini ısıtıyordu. Gerçekten çok hoşuna gidiyordu.
"Sana kitap okuyacağım," dedi Wooyoung. Şimdi San direkt onunla yüz yüzeyken Wooyoung'un gözlerinin altındaki morluklarını fark etmişti. Gerçekten iyi bir uykuya ihtiyacı var gibi duruyordu. "Kitapların nerede?"
"Uyumak istemediğine emin misin?"
"Sen rahat ettikten sonra," diye cevap verdi Wooyoung. Sırf bu söylediğiyle bile San'ın ona olan hayranlığının ne kadar büyüdüğünden bihaberdi.
"Şey... kitaplarım giyinme odasının solunda."
Wooyoung bir anlığına tereddüt etti ama sonunda yataktan kalktı. "Eminim orada kocaman bir kütüphane vardır. Nasıl bir kitap okumamı istiyorsun?"
"Klasikler güzeldir." San, Wooyoung'un vücut yapısına bakmaktan kendisini alamıyordu. Çok zayıftı ama yumuşacıktı da, San'ın yapbozunu tamamlayan kayıp parçaydı. Mükemmel.
Wooyoung onun bakışlarını yakaladı ama utanmazcasına bakışlarını kaçırmadı.
"Sapık." Wooyoung'un kulaklarının ucu kiraz kırmızısıydı.
"Çok güzelsin. Engel olamıyorum kendime."
Wooyoung cevap vermedi, hızla geniş kıyafet odasının içinde gözden kaybolurken San üzerinde gülen küçük baykuşların olduğu yumuşak örtünün içine daha da girerek onu bekledi. San anında her şeyin çok daha huzurlu ve sakin olduğu bir ruh haline girdiğini hissetti.
Ve Wooyoung elinde bir sürü kitapla vücudunun gereken yerlerini sarmalayan ipek sabahlığıyla geri döndüğünde San cennetteymiş gibi hissetmişti.
"İstediğini seç," dedi Wooyoung kitapları komodinin üzerine bırakarak. San onu kollarının arasına çekme isteğine karşı koymaya çalıştı.
San, Jane Eyre'yi seçti. "En sevdiklerimden."
Wooyoung gülümsedi, gamzelerini gösterecek kadar kocamandı gülümsemesi. "Ben de seviyorum onu. Gerçi en son orta okuldayken falan okumuştum sanırım." Kendi söylediğine kahkaha atınca San da ona katıldı.
"Kitap okumayı seven biri olduğunu düşünmezdim hiç," dedi San. Evet, Wooyoung belki de gizemli, 'düşüncelere dalmış' bir tip olabilirdi ama bu kitaplarla geçirdiği zamanları sevmediği anlamına gelmiyordu.
"Benim hakkımda bilmediğin bir sürü şey var San."
Wooyoung'un söyleyiş tarzıyla bunun bir şaka olması gerekiyordu ama San'ı gafil avlamıştı çünkü doğru söylüyordu. Wooyoung hakkında çok fazla bir şey bilmiyordu ve bu onu biraz üzmüştü.
"Şey," dedi dudaklarını bükerek, "...bana her şeyi anlatabilirsin."
Wooyoung kıkırdadı ama daha çok bıyık altından gülmek gibiydi. Kendisini San'ın yanına attı ve romanı açtı. "Benim hikayemde çok fazla kötü bölüm var San. Birçoğu benim çok iyi bir insan olmadığımı gösteriyor. Ayıca ilginç bir şey de yok, bu kitap gibi değil yani."
"Fark etmez," diye cevap verdi San, her kelimesinde samimiydi. "Senden nefret edebileceğimi düşünmüyorum."
Wooyoung ona baktı, sorgulayıcı benzersiz gözleri yıldız tozlarını andırıyordu. San gözlerini ondan alamadı. "Ben itici birinin tekiyim."
"Değilsin."
"Evet öyleyim," diye ısrar etti Wooyoung ve bir anda San bir zamanlar kendisinin de buna inandığını hatırladı. "Bunu sırf nefes alıyorum diye hayatımı mahveden kişilere sor bir de."
"Onlar götün teki. Herkes onlar gibi değil. Bazı insanlar seni gerçekten önemsiyor, bazen inanması zor olsa da," dedi San Wooyoung'a, gözlerindeki itiraz ateşi ona kendisini hatırlatıyordu.
Wooyoung'un gözleri kısıldı ama San'a bakmıyordu bile. Aksine başta tarafa, San'a çok uzak tarafa bakıyorlardı. "Tabii."
"Seni çok önemsiyorum Wooyoung," dedi San, çünkü Wooyoung'un onu ciddiye almayan tavrı onu alarma geçirmişti ve son derece samimi olduğu bir konuda ona inanmasından başka bir şey istemiyordu.
Onun için dünyaları ifade ettiğini bilmesini istiyordu.
Wooyoung'un yüzündeki itiraz ifadesi yok olmuştu ve yerini gözle görülür hüzne bırakmıştı. Canının yandığını fark etti San, karşısına çıkan herkes ona adil olmayan şekilde davranmıştı. Taktığı duygusuzluk maskesi onun kalkanıydı, onu desteklemesi gereken insanlar tarafından yıllarca darbe almıştı. Ve San bunu anlıyordu. Çok iyi anlıyordu.
"Evlatlık alındım," diye başladı San, Wooyoung onu izlerken San bakışlarını aşağıya indirdi. "Herkese söylediğim bir şey değil bu, o yüzden kendisini şanslı saymalısın bence. Her neyse, bir süre eşeledikten sonra öğrendim bu gerçeği ve kısa süre içinde de pişman oldum çünkü sahip olduğum her şeyi aslında hak etmiyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Yani, gerçek anne babam beni istemediyse başka kim isterdi ki?"
Wooyoung sessiz kaldı ama gözleri San'ın üzerinden ayrılmıyordu. Ve San da buna minnettardı çünkü eğer Wooyoung onu sözlü bir şekilde teselli etmeye çalışsaydı ne yapardı bilmiyordu.
"Abimle ve babamla birçok kez kavga ettim." Bu cümlesiyle San kalbinin acıdığını hissetti. "Minnettar olmam gerektiğini bilmeme rağmen bana verilen hayatı beğenmedim. Hiçbir zaman hemfikir olmadık... çok katılardı ve tabii ki ergenliğe girdiğimde onlardan uzaklaşmak için geceleri gizlice evden kaçmaya başladım."
Wooyoung gülümsedi ama gözleri endişe doluydu. "Gerçekten mi? Sen mi evden kaçıyordun? İnanmam."
"Çünkü o zamanlar bambaşka birisiydim," dedi San çünkü doğruydu. Bir parçası o kadar insanın içinden sadece Wooyoung ile kendisinin bu yanıyla ilgili konuşmasından mahcup hissetmek istiyordu ama buna izin vermedi. "Sigara içtim, içki içtim, her türlü uyuşturucuyu kullandım, o anda beni kendimden uzaklaştıracak her kim varsa onunla yattım. Asla olmayacağıma dair yemin ettiğim o tipik seks manyağının teki oldum.
"Abim daha çok sevilmeye başladığında işler daha da kötüye gitti. Benden beş yaş büyük ve ben lise son sınıftayken o çoğunlukla Choi's Highlight ile meşgul oluyordu."
Wooyoung hâlâ sessizliğini koruyordu, kolları San'a ihtiyacı olan tüm desteği verircesine beline dolanmıştı.
"Babam evlendi ve bir kardeşim oldu," diye devam etti San ve işte bu noktada midesindeki kelebekler eşekarısına dönüşmeye başlıyordu. "Ve, şey... hafızasında gelgit yaşamaya başladığında, nerede ve kim olduğunu unuttuğunda..."
"Hey, daha fazlasını anlatmak zorunda değilsin," dedi Wooyoung, San'ın başını göğsüne yasladı. Sanki asıl uzun boylu olan, daha kalıplı olan oymuş gibi onu sarmalamıştı ve San buna hayran kalmıştı.
"Kısa süre sonra onun için daha iyi bir evlat olmam gerektiğini fark ettim. Biyolojik babam değildi ama gerçek babamın desteklediğinden daha fazla destekledi beni. A-abim de, Jongho hyung—" San derin nefes alırken Wooyoung'un sabahlığını kavradı. "Ona karşı da daha iyi olmalıydım. Belki... belki o zaman onu her hastanede ziyaret ettiğimde bu kadar iğrenç hissetmezdim."
"Hastane mi?" dedi Wooyoung kaşlarını kaldırarak.
"Evet." San burnunu çekti, bu kadar çok burnu aktığı için nefret ediyordu. "Sana bahsettiğim kazayı hatırlıyor musun? Yönetim bunu gizli tutuyor. Ama artık çok az da olsa bilinci yerinde."
Wooyoung gerildi. "Aman tanrım. Çok üzgünüm."
"Hayır, hayır gerek yok," dedi San gülerek, en azından kalbinin ağırlığını biraz da olsa hafifletmeye çalışıyordu. "Bunu sen üzül diye anlatmıyorum. Sadece... kendilerince sana değer veren insanların olduğunu görmeni sağlamak istiyorum. Abim değer verdi, babam da verdi. İkisi de bana değer verdiler ama ben... ben onlara hiçbir zaman minnettarlığımı göstermedim. Onları ne kadar çok sevdiğimi ve hayatımda onlara sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumu asla dile getirmedim. Çok geç kaldım."
"San..." Wooyoung bir yaprak gibi titriyor ve ona hayatı pahasına sıkıca tutunuyordu.
"Keşke daha fazla zamanım olsaydı. Ama hayat bu işte, değil mi?" San'ın soğukkanlılığı zayıflarken yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi. "Hayatın önüne neler getireceğini asla bilemiyorsun."
"Çok özür dilerim hyung," diye fısıldadı Wooyoung ama San başını salladı.
"Özür dileme." San başını Wooyoung'un başına yasladı, önündeki adamın her mükemmel detayını zihnine kazıdı. Wooyoung'u Wooyoung yapan şeylerin hepsini seviyordu. "Sadece... şansını kullanmak için asla tereddüt etme. Ne düşündüğünü açıkça söyle, çokça sev. Seni daha iyi tanımak isteyen insanlar var. Biliyorum çünkü ben de onlardan biriyim. Sana her zaman destek olacağım."
Seni seviyorum.
Wooyoung'un dudakları titreşti. "Neler diyorsun? Neden? Senin için hiçbir şey yapmadım ama... ama sen sanki bensiz ölecekmişsin gibi bakıyorsun bana."
"Bence bu oldukça doğru bir varsayım," diye dalga geçti San ama kalbi maraton koşuyor gibi atıyordu. "Yani, bir süredir senden hoşlanıyorum. Beni gerçekten mutlu ediyorsun ve bu uzun zamandır hissetmediğim bir duygu."
Wooyoung'un yüzünü pembenin en tatlı tonu kaplarken San daha da fazla hayran oluyordu. "Ne zamandan beri?"
"Hm?"
"N-ne zamandan beri benden hoşlanıyorsun?"
"Bana atıştırmalık alıp benimle video oyunu oynadığın zamandan beri," diye cevap verdi San ve o anıyla birlikte gülümsedi. "İlk başta belki de sadece seni affetmemi istediğin için yaptığını düşündüm ama sonra benim için hiçbir şey yapmadan sadece özür de dileyebileceğini fark ettim."
Wooyoung'un eline uzandı ve parmaklarını birbirine geçirdi. "Bana değer verdin. Sana karşı bir şeyler hissetmem için bu yeterdi."
Wooyoung dudağını ısırırken başparmağını San'ın parmak boğumlarında gezdirdi. "Öyle mi?"
"Öyle..."
Wooyoung çaktırmadan gözlerini ovaladı, gözyaşlarını belli etmemeye çalışıyordu. San yanağını dürttüğünde sessizce kıkırdadı ama bir saniye sonra yüzünü ekşitti. "Sana... sana tüm kalbimle inanıyorum. Gerçek bir randevuya çıkalım."
San o anda içinden havai fişeklerin patlayacağını sandı. "Bu ifadeyle mi?"
"San."
"Eğer randevuya çıkarsak bu benim sevgilim olmak istediğin anlamına mı geliyor?"
Wooyoung yüzünü daha da buruşturdu. "Evet."
San'ın sırıtışı o kadar büyüdü ki neredeyse yüzünü ikiye bölecekti. "Güzel."
"Güzel." Wooyoung sabahlığının kuşağıyla oynarken başka nasıl tepki vereceğini bilemiyordu.
"Peki ya şu hikayeye ne oldu?"
"Ah." Wooyoung unuttukları romanı eline aldı. "Bu mu?"
San başını sallarken Wooyoung'un aklı karışmış yüz ifadesine baktı. "Hayır. Senin hikayen."
✤✤✤
____________________________________________________
Uzuun bir aradan sonra selam!
O kadar çok özledim ki bu hikayeyi çevirmeyi 🥺
Boş zamanımda bir an önce çevirebilmek için biraz hızlı çevirdim ama umarım San'ın flashback'indeki Jongho ile olan anısını ve kaza anının hissettirdiği o duyguyu hissettirebilmişimdir size. Orijinalliğini ve duygusunu çok fazla kaybetmemesi için kelimeleri çok dikkatli seçerek çevirdim umarım başarılı olmuşumdur. ❤️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top