016: Jung Wooyoung özgüvensiz (M)

Engel olamıyorum
Her şeyi sorgulamama engel olamıyorum

Wooyoung, vücudunu göstermenin kötü bir şey olduğuna inandırılarak büyümüştü ve zamanla vücudunu göstermekten korkar olmuştu. Hatırlayabildiği kadarıyla beden eğitimi dersinde soyunma odasına diğer öğrenciler geldiğinde kıyafetlerini onlardan ayrı bir yerde değiştirmeyi tercih ederdi, hatta plaja ya da halk havuzuna gittiğinde ve tişörtünü çıkartmak zorunda kaldığında bile sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissederdi.

Ve öğrenmişti ki bunun bir ismi vardı. Jimnofobi deniliyordu ya da diğer adıyla Çıplaklık Korkusu. Hızlı bir Google araştırması özgüvensiz olduğunu kanıtladığında Wooyoung, gelecek yıllarını vücudunun küçük bir kısmını bile olsa göstermesini gerektiren sosyal etkinlikleri geri çevirerek geçirmişti.

İlk başta kendi anne babasının vücudu için ara sıra söylediği can yakan sözlerinden dolayı olduğunu fark etmişti ama Wooyoung kısa süre sonra, vücudunu gizlemekte bu kadar kararlı olmasının nedeninin sadece kendinden nefret etmesi olduğunu keşfetmişti. Eğer kendi görünüşünü kendisi sevmiyorsa diğer insanların da büyük ihtimalle ondan iğreneceğini düşünmüştü.

Wooyoung uzun bir süre o düşünceye bağlamıştı kendisini çünkü gerçeğin o olduğunu düşünüyordu. Ona bakmak mide bulandırıcıydı, o yüzden hiç kimse ona bakmaz ve onun güzel olduğunu düşünmezdi.

Ve şimdi, San'ın bir eli saçlarında, diğeri vücudunun kıvrımlarında gezerken Wooyoung, San'ın gerçek hislerinin ne olduğunu merak etmeden edememişti.

San, üzerinde kırmızı çiçeklerin olduğu kabarık pijamasını giymişti, Wooyoung'un giydiği gökyüzü mavisine oldukça benziyordu. Ve her ne kadar Wooyoung pastel renklerin büyük bir hayranı olmasa da San'ın sıcak kolları tarafından sarılmış halde yumuşak pijamalarının içinde çok rahat hissediyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu San, çikolata kahvesi gözlerindeki içtenlik Wooyoung'un yan taraftaki pencereye kısa bir anlığına bakmasına neden olmuştu. Camlar simsiyahtı ve aşağı süzülen karı sergiliyorlardı.

"Hiçbir şey düşünmüyorum," diye cevapladı Wooyoung ama bunun yalan olduğunu ikisi de biliyordu.

San ona daha da sokuldu ve alnına bir öpücük kondurduğunda onu şaşırttı. San tam bir temas bağımlısıydı ve ona karşı her zaman sevgisini gösteriyordu fakat her ne kadar Wooyoung bunu dert etmese de kendisine bu şekilde davranılmasına değer olmadığını hissediyordu.

"Aklında bir sürü şey var," dedi San, yatak odasının loş ışığı yüz hatlarının üzerinde gölge düşürüyordu. Ama karanlıkta bile Wooyoung gözlerindeki saf açlığı görebiliyordu. "Aklının dağılmasına yardımcı olabilirim."

Wooyoung'un nabzı beklentiyle hızlandı ama şakaya vurmaya karar verdi. "Pekala, nasıl yapacaksın onu?"

San ona kocaman gülümsemesini sunarken ellerini genç çocuğun üst pijamasından içeri soktu ve tenini okşarken bu kadar yakın olmalarından dolayı içinde bir anlığına panik hissi belirdi. Ama çok uzun sürmedi çünkü San, ona bu evreni şereflendiren en nefes kesici şeymiş gibi bakıyordu.

Daha ne olduğunu anlamadan Wooyoung'un üzerindeki pijamanın düğmeleri açılmıştı ve San'ın dudakları kendi dudaklarının üzerinde, onu şehvetle ve tatlılıkla öpüyordu; sanki onun zevkine varmaya çalışıyor gibiydi.

Wooyoung'un başını döndürürken kalbi bir kez daha kaldıramayacağı kadar çok şey hissediyordu. San onu harika bir şekilde öpüyordu, dudaklarını emiyor ve ayak parmaklarını kıvırmasına neden olacak şekilde yavaşça karnına doğru iniyordu.

San'ın dokunuşları aç dokunuşlara dönmüştü ama yine de naziklerdi. San bir eliyle kalçasını kavrayıp diğer eliyle erkekliğini avuçlayıp okşamaya başladığında Wooyoung titremesine engel olamamıştı.

Wooyoung'un erkekliği anında canını yakacak kadar  sertleşmişti ve San onu tekrar öpüp nefesini kesince Wooyoung, bedeninin çıplak kaldığını düşünme şansını elde edememişti. Yüksek sesle inledi, San kulak memesini ısırırken altında resmen eriyordu ve kendisine sürekli San'ın dokunuşlarından iğrenmediğini hatırlatıyordu.

"Daha..." dedi San, sıcak gözleriyle Wooyoung'un tüm bedenini incelerken sesi boğuk ve derindi. "...daha ileriye gitmek ister misin?"

Aslında Wooyoung kararsızdı ama daha bir şey diyemeden geniş odanın diğer tarafından bir şey çalmaya başladı; sesi sinir bozucu ve kulak tırmalayıcıydı. Wooyoung o anki pozisyonunun daha da farkına varırken San sesin geldiği yöne bakınca tüm vücudunu sert bir soğukluk kapladı.

"Telefonum çalıyor," diye mırıldandı San ama elleri bırakmak istemezcesine hala Wooyoung'un bedenindeydi. "Galiba Joongie."

Soğukluk daha da artarken Wooyoung'un içi buz tutmuştu. Cevap verme. Bana odaklan, demek istemişti ama biliyordu ki öyle bir şey söylemeye hakkı yoktu. O yüzden yattığı yerde dikildi ve örtüyü üzerine çekerken hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya çalıştı.

"Git konuş onunla," dedi Wooyoung. "Muhtemelen sana söylemesi gerek önemli bir şeyi vardır."

San telefonu cevaplamak için vakit kaybetmedi ve kısa süre sonra Hongjoong'un sesi yatak odasının duvarlarında yankılanmaya başladı.

"Sannie, selam! Nasılsın?"

San, sırtını duvara yaslayasıya kadar geriledi, iPad'in ışığı güzel gülümsemesini olduğundan daha da çok parlamasını sağladı. "Selam Joongie! İyiyim, sorduğun için teşekkürler. Ne zaman dönüyorsun? Yılbaşına sadece birkaç gün kaldı."

"Aslında yarın Kore'ye döneceğim için aradım."

Saf, çocuksu bir heyecan o anda San'ın yüzünü kaplayınca Wooyoung ona bir kez daha hayran kaldı ama... aynı zamanda garip, iğrenç bir his kalbindeki buzu keskinleştirmişti.

"Gerçekten mi?" San çok mutlu göründüğü için Wooyoung bir anda öyle hissettiği için kendisinden utanmıştı. "Ne zaman geliyorsun?"

"Akşam. Saat yedi gibi... sanırım." Hongjoong da gülümsüyor gibiydi ve o korkunç his tekrar geri dönmüştü.

"O kadar uzun zaman oldu ki seni görmek için sabırsızlanıyorum," dedi San. Wooyoung'un bacağının yanına uzanırken gözleri Wooyoung'u takip etti, başparmağıyla genç çocuğun yanağını okşadı.

"Yanında birisi mi var?" diye sordu Hongjoong. "Wooyoung orada mı?"

Wooyoung, San'ın erkekliğini pijamasının üzerinden avuçlayınca San'ın nefesi tıkandı.

Midesindeki belli belirsiz endişeyi görmezden gelirken elini yavaşça San'ın pijamasının içine soktu ve kaya gibi sert erkekliğine masaj yapmaya başladı.

"Sannie, iyi misin?" diye sordu Hongjoong iPad'in diğer ucundan ama San daha fazlası için kalçasını kaldırırken sadece yutkundu.

"İ-iyim. Sadece—" Wooyoung pantolonunu aşağı indirince San'ın sesi çatladı, başparmağıyla uzunluğu boyunca aşağı yukarı okşuyordu.

Wooyoung ne yaptığını –ya da yaptığı şeyin doğru olup olmadığını– gerçekten bilmiyordu ama San'ın şehvetle kaplanmış gözlerine ve sürekli inip kalkan kasığına bakılırsa doğru bir şey yapıyordu.

"Bir sorun mu var?" diye sormaya devam etti Hongjoong ama o sırada Wooyoung sadece aramayı sonlandırmasını istiyordu. "Bunu söylememden nefret ettiğini biliyorum ama son zamanlarda senin için çok endişeleniyorum. Benim için çok değerlisin San ve her zaman mutlu olmanı istediğimi biliyorsun."

Hongjoong'un San'a söylediği ciddi ve samimi sözler, öyle hissetmesi için hiçbir nedeni olmamasına bilmesine rağmen Wooyoung'u daha kötü hissettirmişti.

"Sen de benim için çok değerlisin Hongjoong."

O anda Wooyoung'un dudakları San'ın erkekliğini kavrayınca adamın neredeyse iPad'i düşürmesine neden olmuştu. Kalbi hem heyecanla hem de endişeyle hızlanmıştı.

Siktir, gerçekten yapıyorum bunu galiba, diye düşündü Wooyoung ve o anda birkaç saniyeliğine saf panik içini yiyip bitirdi çünkü San'ın iri erkekliği artık ağzının içindeydi ve bu kesinlikle alışması gereken garip bir histi. Yine de sakinliğini koruyunca uzun erkekliğini boğazının derinliklerine değesiye kadar ağzına aldı.

Her şey Wooyoung'un beklediğinden çok daha hızlı olmuştu. San bir anda iPad'i bir yere fırlattı ve Wooyoung'un saçını kavrayarak erkekliğini kasıtlı olarak ağzına doğru ittirdi. Zorlayıcı değildi ve Wooyoung bunun için gerçekten memnun olmuştu. Dün gece San'dan gördüklerini tekrar ederek tamamını ağzına aldı ve San'ın her bir anı hissettiğine emin oldu.

"Siktir," diyerek inledi San, ve bu o kadar çekiciydi ki Wooyoung tüm kanın yüzüne toplandığını hissetti. "Devam et. Çok... harika gidiyorsun."

Wooyoung, San'ın iltifatlarından sarhoş olmuş halde onu emmeye devam etti.

"Sana yapmak istediklerim hakkında hiçbir fikrin yok..." diye fısıldadı San, sözleri Wooyoung'u daha da tahrik ediyordu. "S-siktir Wooyoung."

"Yap o zaman hepsini," dedi Wooyoung, San'ın üzerine tırmanarak. San'ın gözleri çıplak göğsünde ve bedeninde gezerken elleri sırtını okşuyordu. "Her ne istiyorsan..."

San ikisini de ters çevirdi, şimdi Wooyoung alttaydı ve San bacaklarını tamamen açıp erkekliğini okşamaya başlayınca ürperdi.

"Ben..." diye mırıldandı San, Wooyoung'un boynunu öperken, "Seni becermek istiyorum. Hem de çok. Ama eğer hazır değilsen yapabileceğimiz başka bir şey var."

Wooyoung dudağını ısırırken biraz gergindi. San eliyle aşağı yukarı hareketlere devam ederken Wooyoung'un erkekliğinden akan zevk suyu San'ın eline bulaşmıştı. "Başka bir şey mi?"

San komodinlerden birine doğru ilerledi, çekmeceyi açtı ve içinden bir şişe kayganlaştırıcı çıkardı. Wooyoung'un uzandığı yere döndüğünde onu şehvetli bir şekilde tekrar öptü.

"Gergin olduğunu görebiliyorum," diye mırıldandı San ateşli bir halde onu öperken, "... o yüzden fazla ileri gitmeyeceğiz. Sorun olmayacak."

Wooyoung, San'ın şişeyi açışını izlerken yüzünde baştan çıkarıcı bir gülümseme belirdi. San parmaklarına şeffaf sıvıyı döküp ardından elini deliğine götürmeden önce düşünceleri tamamen karmakarışıktı.

Buz gibi soğuktu. Wooyoung'un bedeni arzuyla kasıldı.

"Parmaklarımı kullanacağım, seni genişletmek için," dedi San ve genç çocuğun bacaklarını daha da açtı. "İlk başta garip hissettirecek kabul ediyorum ama sonrasında çok iyi hissedeceksin. Güven bana."

San'ın bir parmağının girdiğini hissettiğinde Wooyoung kasılınca San duraksadı, yabancı hisse alışması için ona zaman tanıyordu.

Wooyoung derin soluklar alırken kalçasını eline doğru ittirince parmağın daha derine girmesine neden oldu. San anında inlerken Adem elması inip kalkmıştı.

"Siktir, Woo..." San bir parmağını daha ekledi ve Wooyoung'un bir bacağını kendi omzuna attı. Parmaklarını sabit hızda sokup çıkartırken Wooyoung midesinde hissettiği sıcak zevkle inledi. "Çok darsın..."

San parmaklarını çıkardı ve Wooyoung'un sertleşmiş erkekliğine ve parmaklarına kayganlaştırıcıyı tekrar döktükten sonra bir eliyle erkekliğini kavradı ve diğer eliyle de onu parmaklayınca hissettiği harika hisle birlikte Wooyoung'un gözyaşları akmaya başlamıştı.

San daha hızlı, daha derine girerken bir parmağını daha ekledi. O belirli noktaya ulaştığında vücudunu saran yeni coşku dalgasıyla Wooyoung'un kasları gerildi ve kısa süre içinde boşalınca içinde oluşan tüm baskıyı serbest bıraktı.

Ama San'ın onunla işi henüz bitmemişti. Eğildi ve az önce parmaklarının bulunduğu yeri bu sefer dili devraldı. Beklenmedikti ama Wooyoung'un alışması uzun sürmedi.

San erkekliğini avuçlarken sıcak diliyle harikalar yaratıyordu ve Wooyoung hayatında daha önce hiç bu kadar iyi hissetmemişti.

San bir kez daha parmaklarını kullanınca Wooyoung inledi, San'ın koyulaşmış gözleri her bir noktasını inceliyordu.

Ve San, yarı kapalı gözleriyle, çilli boynunu saran uzun saçlarıyla ve dolgun, parlak dudaklarıyla o kadar büyüleyici görünüyordu ki Wooyoung bir daha hiç kalkmamak üzere tekrar düşüyormuş gibi hissetmişti.

Bana neler oluyor böyle?

San ona zevk vermeyi bir an olsun bırakmadı, Wooyoung'u  tekrar doruklara çıkarıp yapışkan sıvı bacaklarına ve çarşafa doğru akasıya kadar onu memnun etmekte kararlıydı.

"Çok güzelsin Wooyoung-ah," diye fısıldadı San, gözlerindeki aşk o kadar canlıydı ki Wooyoung'un kalbini tekletti. "Dehşet güzelsin."

Ve o anda, Wooyoung kendisinin ona inanmasına izin verdi.

✤✤✤

Wooyoung nereye bakarsa baksın kehribar ışıkların altında parıldayan büyük altın avizelerle, pürüzsüz, yansıyan mermer zeminde her bir yanına beyaz kumaş serilen cilalı masa ve sandalyelerle ve birkaç yüz kişiyi doyuracak kadar çeşitli yiyeceklerle karşılaşıyordu.

Hızla gözlerini kırpıştırdı ve kendisini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. San'ın onun için tuttuğu şık süit odanın ortasında dikilirken, şimdiye kadar tanıştığı kişilerden hiç kimse onun normal bir üniversite öğrencisi olduğunu anlamasa bile oraya hiç ait değilmiş gibi hissetmişti. Hatta şaşırtıcı şekilde 'koruma' olarak gözüktüğü için kimse ona bir şey dememişti.

San, o gece ellinci kez önemli biri gibi gözüken orta yaşlı adamı selamladıktan sonra ona baktığında Wooyoung, onu buraya getirdiği için kötü hissetmemesi için yüzüne kocaman ve doğal gözüken bir gülüş yerleştirdi.

Ama tabii ki o anda Wooyoung'a Yılbaşı arifesini nerede geçirmek istersin? diye sorarsanız orası hariç her yer, diyerek cevap verirdi ama biliyordu ki bunu dile getiremezdi; zaten San bile mecburen orada olmak zorundaydı ve Wooyoung'un sadece hayalini kurabileceği zenginlikteki ve statüdeki insanlarla bir arada olmak zorundaydı.

"Burayı sevmediğini görebiliyorum," dedi San Wooyoung'u kaotik düşüncelerinden kurtararak. "Ve açıkçası ben de buradan nefret ediyorum. Ama Hongjoong hyung ve ben burada olmak zorundayız. Özellikle de ben."

Wooyoung, o gece milyonuncu kez San'a hayran olarak baktı. Wooyoung'un giydiği kırmızı ve siyah kıyafetlerinin aksine San gümüş ve kırmızı giyinmişti ve resmen parlıyordu. Boynuna sarılmış dantelli choker, sol gözünün altında gözyaşı gibi gözüken yakut taşı ve hafif pırıltılı makyajıyla bu dünyaya ait olamayacak kadar meleksi görünüyordu.

San onu izlediğini fark edince Wooyoung'un nabzı hızlandı ve boğazını temizleyip elindeki beyaz şarap dolu uzun bardakla ilgileniyormuş gibi yaptı. "Bir sorum var. Hayır, ya da iki yapalım."

San kıkırdadı ve etrafına baktıktan sonra Wooyoung'a doğru yanaştı. "Gönder gelsin."

"Yunho nerede? Yani Hongjoong birkaç kişiyle konuşuyor ama Yunho'yu hiç buralarda görmedim."

San gergin bir şekilde alt dudağını ısırdı ve gözlerini yere indirdi. "Ee... birkaç yakınıyla birlikte zaman geçiriyor."

Wooyoung, San'ın cevabının yeterli olduğunu düşünürken neden o kadar suçlu göründüğünü anlayamamıştı. Adamın yüzündeki gülüş tamamen kaybolduğunu görünce Wooyoung hemen ortamı neşelendirmek için yollar aramaya başlamıştı.

"Haklı. Bu insanlarla konuşmaktansa akrabalarımla vakit geçirmeyi tercih ederdim."

San kıkırdadı. "Hadi ama. O kadar da kötü değiller."

"Peruk takmış gibi görünen bir adamla konuştum. Beni cidden korkuttu. Eminim kimden bahsettiğimi biliyorsundur. Yüzüne bütün pudrayı boca eden bir karısı var adamın."

"Wooyoung... aman tanrım." San, Wooyoung'un omzunu kavrarken bir eliyle de ağzını kapattı. "Burada öyle şeyler söyleyemezsin. Ya birisi seni duyarsa ne olacak?" Ama San da gülüyordu ve biraz öncekinden çok daha mutlu görünüyordu.

Bu Wooyoung'u biraz daha cesaretlendirmişti. "Ağzımı kapatan sensin. Eminim şu anda bir sürü kişi bize bakıyordur."

San onu dürterken kıkırtısı kulağına müzik gibi geliyordu. "Sessiz ol."

Wooyoung omuz silkerken içeceğinden hızla bir yudum aldı. "İkinci soru: Eğer götürmek için yanıma bir sürü yiyecek alsam başım belaya girer mi?"

San sırıttı, ilk başta Wooyoung'un omzunu okşadıktan sonra elini sırtına doğru kimsenin göremeyeceği yere indirdi. "Başının belaya gireceğini sanmıyorum. Ama birkaç kişinin dikkatini çekebilir. Buradaki insanlar seni her şey için yargılar."

"Çok harika insanlar," dedi Wooyoung alay ederek.

"Tabii ki," dedi San düz bir sesle. "Benim hakkımda konuştukları her şeyi biliyorum."

Aralarındaki eğlenceli hava sönmüştü ve Wooyoung'un yüzündeki gülümseme San'ın son sözlerinin ağırlığını fark etmesiyle kaybolmuştu.

San'ı neşelendirebilecek bir şey söylemek için dudakları aralandı ama deniz köpüğü rengi Dior takımlı ve koyu mavi saçlı yeni birisinin girmesiyle gözleri direkt üzerine çekmişti.

"Joongie," dedi San rahatlamış bir ses tonuyla Hongjoong ona doğru yürürken. Wooyoung ise hafifçe kendisini belli eden kıskançlığını savuşturmak için yutkundu.

"O da burada," dedi Hongjoong, Wooyoung'a gülümseyerek. "MK şirketlerinin CEO'su; seneye ilkbahar koleksiyonu için işbirliği yapmayı planladığımız kıyafet markası. Seninle konuşmak için ölüyor."

"Ah..." San'ın yüzü daha da düşerken hiçbir duygu ifadesi kalmamıştı. Bu Wooyoung'u endişelendirirken bakışlarını aşağı indirip adamın kolunun içindeki renkli bileklikle tekrar oynadığını görünce endişesi daha da artmıştı.

"Hey," dedi Hongjoong, onun da yüzü endişeyle kaplıydı. "Sorun olmayacak. En fazla beş dakika falan sürecek. Daha fazla uzamasına izin vermeyeceğim."

"Wooyoung da gelebilir mi? Benimle olmasını istiyorum."

Wooyoung'un gözleri büyürken aniden üzerine dönen bakışlarla kalp atışları hızlandı. Şimdi hem San'ın hem de Hongjoong'un gözleri üzerindeyken gerilmişti.

Hongjoong'un gözleri belirsizliği yansıtıyordu ve bu şekilde hissetmek için bir nedeni olmadığını bilse bile bu Wooyoung'u etkiliyordu. Oradaki diğer herkesin aksine onun elinde hiçbir şey yoktu. Yüksek kesimden kimseyle iletişim kuramazdı.

"Büfenin orada takılacağım ben," dedi Wooyoung hızla yüzüne zoraki bir gülüş yerleştirerek. "Oradaki yiyecekler harika gözüküyor."

Hongjoong başıyla onaylarken San yenilgiye uğramış gibi görünüyordu. Bu Wooyoung'u çok kötü hissettirse de başka bir seçeneği olmadığını biliyordu.

İkisinin gidişini izlerken o sırada konuştukları herkesi inceliyordu. Aptal, özgüvensiz benliği birkaç kadının San'ı süzdüğünü her yakaladığında köpürüyordu. Ayrıca San'ın ve Hongjoong'un zenginlikleriyle, görünüşleriyle, kişilikleriyle –her şeyle—birbirlerini fazlasıyla tamamladıkları da bariz belli oluyordu.

Hongjoong, San ile çok daha uyumlu ve bunu sen de biliyorsun, dedi Wooyoung'un zihnindeki ses. Anında kaşları çatılırken kendisini yumruklamak istedi. Sese çenesini kapatmasını söyledi ama kapatmıyordu, aksine özgüveniyle uğraşan bir sürü şeyler söylüyordu.

Choi San senden neden hoşlanıyor ki?

Wooyoung gördüğü ilk çikolata şelalesine ilerledi ve çubuğa geçirilmiş bir çilek alırken zihni çoktan karman çorman olmuştu bile.

"Şey, öylece bakmak yerine çileği şelaleye batırmayı deneyebilirsin belki."

Wooyoung hızla başını çevirirken gözleri daha önce hiç tanışmadığı kişiyle karşılaştı. Karamel rengi saçları vardı ve teni oldukça koyuydu, ayrıca yuvarlak kahverengi gözleri sinsi sinsi bakarken o Wooyoung'u inceliyor, Wooyoung da onu inceliyordu.

Adam sırıtınca bir sıra inci gibi dişleri gün yüzüne çıktı. "Selam," dedi ve ellerini oldukça pahalı görünen mor kadife takımının ceplerine soktu. Gözleri tekrar Wooyoung'u süzdü. "Şimdi seni bu kadar yakından görünce Choi San'ın kesinlikle bir tarzı olduğunu söylemem lazım."

"Pardon?" dedi Wooyoung gözlerini kısarak. Damarlarına panik pompalanmaya başlamıştı. Ya önündeki adam ve diğer insanlar onu ve San'ı biliyorlarsa?

Adam kıkırdayınca Wooyoung kemiklerine kadar ürperdiğini hissetti. "Ah, kendimi tanıtmamam büyük kabalık. Ben Lee Haechan, Güney Kore'nin bir numaralı güzellik dergisi Mist'in genel yayın yönetmeniyim. Ayrıca Choi San'ın eski erkek arkadaşıyım."

Wooyoung o anda buz kesti. Dikkatsizce çilek çubuğunu yerine geri koyarken diğer adamın bakışlarını tamamen görmezden geliyordu. "Öyle mi..."

"Sen Jung Wooyoung'sun, değil mi? Koruması." Haechan son kelimeyi sanki duyduğu en saçma şeymiş gibi söyleyince Wooyoung ellerini yumruk yaptı.

"Özür dilerim ama," diye başladı Wooyoung sözlerine, içindeki öfke resmen kaynıyordu, "...neden benimle konuşuyorsun? Ne istiyorsun?"

Lee Haechan tabağına birkaç meyve koyarken Wooyoung'un ağzından çıkan sözlerle hiç etkilenmemiş gibi gözüküyordu. "Bu kadar savunmacı davrandığına göre eminim ikinizin arasında bir şeyler var."

Wooyoung'un yüz ifadesi ne kadar şaşırdığını belli etmiş olmalıydı çünkü Haechan sadece gülerken gözlerinde acımasız bir şey dans ediyordu.

"Merak etme. Kimseye söylemeyeceğim. Kore daha o kadar ileri düşünceli değil; o çok sevdiğin kişinin güç bela kazandığı pozisyonunu kaybetmesini istemeyiz, değil mi?" Haechan ağzına bir tane üzüm atarken devam etti. "Her neyse, sana birkaç tavsiye vereceğim."

Onu yalnız bırak. Onunla konuşmayı kes, diye bağırıyordu Wooyoung'un zihni, çünkü başkalarının mutlulukla parladığını görmekten nefret eden insanları çok iyi biliyordu ama ayakları ona ihanet edercesine pürüzsüz, parlak zemine yapışmış gibi hareketsiz kalmıştı.

"Choi San çok çabuk aşık olur ve bir o kadar da çabuk soğur," diye açıkladı Haechan, gözleri sanki her bir zayıf noktasına kadar okuyabiliyormuş gibi Wooyoung'un gözlerinin içine bakıyordu. "Daha önce çıktığımız için biliyorum tabii bunu. Seni özel ve seviliyormuşsun gibi hissettirir; seni şımartır. Fakat sonra sıkılır, senden neden hoşlandığını merak etmeye başlar."

Bu doğru değil. Kapa çeneni, kapa çeneni, kapa çeneni! demek istiyordu Wooyoung; Lee Haechan'ın yüzüne bağırmak istiyordu. Kim olduğunu sanıyordu da gecesini mahvetmeye çalışıyordu ki? Ama adamın kendini beğenmişliğini görmezden gelemiyordu. Sözlerinde oldukça dürüst gibiydi.

"Siktir git," dedi Wooyoung tükürürcesine ama sözlerin onu etkilemesine izin veremeyecek kadar kötü bir haldeydi. Sesi çok acınası çıkmıştı; yaralı bir hayvan gibi yorgun ve acı içinde.

O anda hızla uzaklaştı, Lee Haechan'a gözlerindeki yaşları görme zevkini yaşatmamak için bir kez bile arkasına bakmamıştı. Aklında gideceği belirli bir yer olmadan yürümeye devam ederken yüzünün halini kimseye göstermemek için bakışlarını yerde tutuyordu.

"Wooyoung? Wooyoung!"

Bir el bileğini kavrayıp daha fazla uzaklaşmasını engellerken Wooyoung dişlerini sıktı.

"Wooyoung, nereye gidiyorsun?" San'ın kendisiydi ve sesini duymasıyla boğazındaki yumru daha da büyümüştü. "CEO'yla konuşmam az önce bitti ve seni hiçbir yerde göremedim. Hey... sen iyi misin?"

San önüne doğru adımlayıp yüz ifadesini incelerken Wooyoung bakışlarını yan tarafa çevirdi.

"Wooyoung..." San bulut kadar yumuşak parmağıyla çenesine dokunup ona bakması için yüzünü hafifçe kaldırınca Wooyoung sıçradı. "Sorun ne?"

"İnsanlar var." Wooyoung uzaklaştı ve papyonunu düzeltti, kirpiklerindeki gözyaşlarından kurtulmak için sürekli gözlerini kırpıştırıyordu. "Burada öyle şeyler yapamazsın."

San kaşlarını çatarken dudaklarını büzmüştü. Başka bir gün ve başka bir anda olsalar Wooyoung karşısındaki görüntüyle erirdi ama bugün o gün değildi. Bu kadar ümitsiz hissederken yapamazdı.

"O zaman dışarıda konuşalım," dedi bu sefer San ve parmaklarını Wooyoung'unkilere geçirdi. "Canını sıkan neymiş öğrenelim. Seni bu halde görmekten nefret ediyorum, bunu biliyorsun değil mi?"

Wooyoung'un çenesi kasıldı. Lee Haechan kim? diye sormak istedi ama o anda gri saçlı ve üzerine yapışan lila renkli elbiseli bir kadın belirdi ve dikkatleri üzerine çekti. Wooyoung içinden çığlık atarken eve gitmekten başka bir şey istemiyordu.

"Choi San, sonunda seninle bu gece konuşabildiğim için çok mutluyum," dedi kadın.

"Ben de öyle," dedi San nazikçe, fakat içindeki endişe gözlerine yansıyordu.

"Sen Jung Wooyoung olmalısın," diye devam etti kadın sözlerine Wooyoung'a samimi bir şekilde gülümserken. "Eğer bir sakıncası yoksa oldukça çekici olduğunuzu söylemem gerek. Gerçi San Bey henüz bana hiçbir resminizi göndermedi ama kendisi ve Hongjoong benim modellerimle birkaç kez çalıştığı için iyi bir seçici olduğu konusunda ona güvenirim"

Wooyoung'un öfkesi yok olurken yerini şaşkınlık bu sefer. Bir açıklama için San'a baktı ama San hareketsiz dururken far lambası karşısındaki ceylan gibi görünüyordu.

"Benzersiz gözlere sahip olduğunu söylemişti ama sanırım bu gece onları gizlemişsin," dedi kadın. Kadının ela gözleri şaşkınlıkla parladı. "Ah... kusura bakma. Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Kang Mirae, modellik şirketi Interstellar'ın müdürüyüm."

Bir anlığına, her şey yavaşlarken Wooyoung hareket edemiyor gibi hissetmişti. Ama çok geçmeden yeniden canlandı ve şaşkınlığı çok daha şiddetli bir şeye dönüştü. Daha da öfkeliydi.

Dünyası başına yıkılırken göz açıp kapayıncaya kadar villadan dışarı çıktıktan sonra elleri saçlarında park alanına doğru koşturmaya başladı.

San ismini bağırıyor, ona sıkıca sarılıyordu ama Wooyoung istemiyordu.

"Dokunma bana," diye tersledi sertçe San'a bakarken. San'ın yüz ifadesi bozulup gözleri şaşkınlıkla büyüdü ama Wooyoung için hiçbir anlamı yoktu. "Yalnız bırak beni."

"W-Wooyoung, lütfen," diye yalvardı San ve genç çocuğa uzanmak için bir kez daha yeltendi. "Sana söyleyecektim, yemin ederim söyleyecektim. Sadece... o kadının bugün burada olacağını bilmiyordum. Siktir. Sorun etmezsin diye dü-düşünmüştüm."

"Bana sormadan ya da iznimi almadan benim için sorun olmayacağını mı düşünmüştün?" Wooyoung muhtemelen aşırı tepki verdiğini biliyordu ama aklındaki her bir düşünceyle ve Lee Haechan'ın o gece söylediği her bir sözle tamamen patlamasına çok az kalmıştı. "Sana hiç modellik yapmak istediğimi söyledim mi? Hayır, söylemedim. Ama sen benim fikrimi bile sormadan arkamdan işler çeviriyorsun. Ah elbette sen ne istersen yapabilirsin, değil mi? Seninle karşılaştırıldığımda ben bir hiçken sen her şeye sahipsin."

San'ın yüzündeki tüm kan çekilmişti ve gözleri yaşlarla dolmuştu. "Nasıl..." Derin bir nefes alırken üzüntü sesine yansıyordu. "...bana böyle bir şeyi nasıl söylersin? Senin için yaptığım onca şeyden sonra nasıl böyle konuşursun? Hangi cesaretle?"

"Hayır! Asıl sen hangi cesaretle Choi San. Sen hangi cesaretle!" Wooyoung artık durması gerektiğini biliyordu ama yapamıyordu. O da incinmişti. Öfkeliydi ve canı yanıyordu. Hem de çok.

"Bu gece Lee Haechan adında biriyle tanıştım. Daha önce seninle çıktığını söyledi."

Wooyoung, San'ın nasıl bir tepki vermesini beklediğini bilmiyordu ama gözlerindeki üzgün, kırılmış ifade midesini burmuştu. Boğuluyormuş gibi hissediyordu.

"Seninle ilgili bir sürü şey... söyledi," diye ekledi Wooyoung, çünkü bir parçası San'ın onunla hiçbir bir ilişkisinin olmadığını inkar etmesini istiyordu, bu sayede belki –bir ihtimal—Wooyoung kendisinden biraz daha az iğrenirdi. Ama San sessiz kalmaya devam ederken en büyük korkusunu kabul ediyordu.

"Kabul ediyorum söyledikleri beynimin içine etti," diye fısıldadı Wooyoung, boğazındaki yumru neredeyse boğuyordu onu. "V-ve düşünmeden duramıyorum. Her ne kadar düşünmemek için kendime engel olmaya çalışsam da."

O anda engel olamadığı hıçkırık dudaklarının arasından kaçınca bir avucunu hızla ağzına kapattı ve yerin yarılıp onu tamamen yutmasını istedi.

San'ın kollarını bedeninde hisseder hissetmez çiçeksi kokusu diğer her şeyi yok ederken Wooyoung daha da çöktü ve o anda sadece ölmeyi diledi.

"Aklına her ne soktuysa sil onları." San onu daha sıkı sararken içindeki suçluluk hissi daha da büyüyordu. "Onun yaptığı şey bu; her şeyi mahveder. Seni yalnız bırakıp onunla karşılaşmana neden olduğum için özür dilerim. Çok özür dilerim."

Fakat Wooyoung ağlamasına engel olamıyordu ve bundan nefret ediyordu "Eve gitmek istiyorum."

"Seninle geleceğim," dedi ve telefonunu alabilmek için Wooyoung'u bıraktı. Wooyoung'dan daha iyi görünmüyordu, gözleri ve burnu kırmızıydı ve yanaklarıysa hafifçe pembeleşmişti. "Bay Kim'i arayacağım."

Yaptığın şeye bak. Anne babanın evliliğini mahvettiğin gibi onun da gecesini mahvediyorsun. Wooyoung bir adım gerilerken ellerini ceplerine soktu. "Hayır. Sen burada Hongjoong hyung ve diğerleriyle kal. Yeni yıla mutlu girmeyi hakkediyorsun."

"Yılbaşımı seninle geçirmek istiyorum."

"Hayır, San," dedi Wooyoung başını sallayarak. "Benimle olman sadece moralini bozacak. Kendine bir bak, benim yüzümden ağlıyorsun. Lütfen, geceni daha fazla mahvetmeme izin verme."

Ama San dinlemiyordu. Telefonunu kulağına dayarken Bay Kim'in telefonu açtığını belli eden ses duyuldu.

Neyse ki Bay Kim'in gelmesi uzun sürmemişti. Wooyoung direkt arabaya binerken San ve Hongjoong dışarda bir şeyi konuşuyorlardı.

Beyni o anda San'ın ve Hongjoong'un ne kadar yakın olduğuyla ilgili senaryolar kurarken zaten karmakarışık zihnini gereksiz şeylerle doldurarak daha da mahvediyordu. İçindeki kıskançlık dikenleriyle kalbini delik deşik ediyordu.

Ve canını yakıyordu. Hem de çok.

San birkaç dakika sonra arabaya bindiğinde Bay Kim'in varlığını umursamadan kollarını Wooyoung'a sardı ve şakağını öptü ama genç çocuğun aklı çoktan çok uzaklardaydı.

Seni özel ve seviliyormuşsun gibi hissettirir; seni şımartır. Fakat sonra sıkılır, senden neden hoşlandığını merak etmeye başlar.

___________________________________________________

Wooyoung sen neymişsin be 🥵 San'a zaten bir şey diyemiyorum...

Hikayeye Haechan'ın girişine şaşırdınız mı? Bu tarz karakterler genelde Lucas oluyordu gsksns o yüzden Haechan olmasına şaşırmıştım. Bu arada nct biasım olur kendisi 😍

Sizce Woo, San'ın yaptığına bu kadar tepki vermekte haklı mı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top