015: Choi San hayatta kalan kişi
≪Birçok kötü şey yaptım
Nasıl başarısız olmadım?≫
Choi San hatırladığı kadarıyla her zaman düzgünce düşünmeden ya da davranışlarının sonuçlarını umursamadan hareket etmişti.
Dürtüsellik onun ikinci adıydı ve insanlar ne düşünürse düşünsün ve arkasından ne söylerse söylesin kendi istediğini yapmıştı –yakalanacağını bilse bile.
Ama bu her zaman kötü bir şey olmamıştı. Çocukken diğer çocukların da yaptığı aptalca şeyleri yapmıştı; evden kaçmak gibi, sinir krizi geçirmek gibi, baskıya karşı meydan okumak gibi... Eğlenceliydi, özellikle de diğer çocukların paçayı kurtaramadığı çoğu şeyden paçayı kurtardığı zamanlarda. Çünkü kendi ailesi diğerlerinin ailesinden çok daha varlıklıydı.
En başından beri her zaman babası, abisi ve kendisi var olmuştu. Annesiyle ilgili pek bir şey bilmiyordu çünkü daha henüz bebekken ölmüştü ve hakkında bildiği çok az şeyi de babasından öğrenmişti.
Ve birkaç yıl boyunca sahip olduğu bilgiyle memnundu, artık hayatında olmayan bir kadın uğruna daha fazla şey öğrenmekle uğraşmamıştı. Fakat ergenliğe geçtiğinde ve asiliği ön plana çıkmaya başladığında annesinin gerçekte kim olduğuna dair merakı onu ele geçirmişti.
Fakat annesi hakkında daha fazla bilgi edinme dürtüsü çok da mantıklı bir hareket değildi; aniden ortaya çıkan annesinin kim olduğunu ve nereden geldiğini bulma isteğinin önüne geçmişti, ancak babası onunla annesi hakkında daha fazla bilgi paylaşmamaya karar verdiğinde ve üstelik abisi de babasından yana olunca San olayı kendi ellerine almaya karar vermişti.
Ama kısa süre sonra bu işe hiç bulamamış olmayı dilemişti.
'Annesinin' gerçek annesi olmadığı ortaya çıkmıştı. Annesi olarak bildiği kadın abisi doğduktan birkaç yıl sonra ölmüştü. Hiçbir fikri olmadığı gerçek annesi ise ona veda bile etmeye gerek duymadan bir barınağa bırakıp giden cılız bir gölgeden başka bir şey değildi.
Evlatlık edinilmişti.
Tabii ki bu yeni haber onu çok fazla şaşırtmamıştı. Küçüklüğünden beri babasına ve erkek kardeşine ne kadar az benzediğinin farkındaydı ama sadece ölen annesine daha çok benzediğini varsaymıştı. Diğer yetimlerden çok daha şanslıydı; her çocuk başarılı bir işadamı olması için evlat edinilip büyütülmüyordu, o yüzden San minnettar olmalıydı.
Ama San olayı çok yanlış tarafa çekmişti. Bu durum kafasını o kadar çok kurcalamıştı ki, uyanık olduğu her saniyeyi ona değer vermesi ve ilgilenmesi gereken kişi tarafından reddedilecek kadar neyin yanlış olduğunu merak ederek geçirmişti. San'ın kurallara karşı azalan sabrı, artan ergenlik asiliğiyle birleşince gece geç saatlere kadar dışarda kamaya, okuldaki diğer ayrıcalıklı züppe çocuklarla takılmaya ve hatta giderek babası ve abisiyle daha fazla tartışmaya başlamıştı.
Her şey ve herkes San'a daha fazla sinir bozucu gelmeye başlamıştı ve artık dayanamaz hale gelmişti. Her gün uyanıp insanlarla konuşmak zorunda olmak gittikçe rahatsız eder hale gelmişti ve bundan nefret etmişti.
"Neden geldin yine? Sadece bu hafta üçüncü kez gelişin San." Karanlığın içinden, ebeveynlerinin büyük kalesinin gölgeliklerinin altına gizlenmiş, endişe ve ihtiyatla ateşlenen çatılmış gözler, San'a baktı.
San ellerini yırtık Balenciaga marka kot pantolonun ceplerine sokarken aslında ellerinin titremesini saklamaya çalışıyordu. Önündeki mavi saçlı kıza bakarken yüz ifadesi kaşlarını çatarak sertleşti. "Umurundaymış gibi davranma Ryan. Her zaman vaktinde ödüyorum."
Ryan'ın da kaşları çatılırken kış mevsiminin artan soğuğundan korunmak için ellerini ipek montunun ceplerine soktu. San bir anlığına onu bu kadar geç saatte aradığı için suçlu hissetmişti ama kendisini engelleyememişti. Bu hafta onun için özellikle çok zor bir hafta olmuştu ve bir an önce dozunu almalıydı.
"San... kullanmaya devam ettikçe bağımlı olma riskinin arttığını biliyorsun," dedi Ryan. San aralarındaki mesafeyi kapatınca kız dudaklarını sıktı.
"Ver şunları Ry," diye fısıldadı San, ilk kez bir sene önce tanıştıklarında kullandığı ismi kullanmıştı. Ve kızın yuvarlak, kehribar rengi gözlerinin yumuşamasından ve bakışlarının dirseğindeki San'ın ellerine inmesinden San kızı ikna ettiğini anlamıştı. "Sana her zaman iyi para ödediğimi biliyorsun..."
Kız elbette San'ın belirli ilaçları sevdiğini diğer herkesten çok daha iyi biliyordu. *Opioids, *LSD, esrar; yani ne var ne yoksa. San aptal değildi, hepsinin yan etkilerini ve onları fazlasıyla kullanan insanların neler yaptığını çok iyi biliyordu o yüzden kullandığını belli etmeyecek miktarlarda siparişini veriyordu.
Ryan'ın onları nereden getirttiğini bilmiyordu, tek bildiği her istediğinde ve vaktinde getirttiğiydi.
"Kendine dikkat et, tamam mı?" dedi aralarındaki alışveriş tamamlandıktan sonra. Kızın gözleri hala kısıktı, bakışlarındaki endişe varlığını koruyordu. "Babanın ve Jongho'nun öğrenmesini istemezsin, değil mi?"
"Bir uyuşturucu satıcısı benim bağımlı olmamı istemiyor yani? Garip, özellikle de beni bununla tanıştıran kişi senken," diye cevap verdi San, dudaklarında alaycı bir sırıtış vardı. Ancak Ryan, San'ın aksine bunun eğlenceli olduğunu düşünmüyordu.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu, sesi kısıktı. Anne babası erkenden uykuya dalmışken kızlarının favorisi olan eğlencesinden bihaberlerdi.
"Hyunjin arkadaş grubundaki herkesin katılmasını zorunlu kıldığı bir parti veriyor," dedi San ve elindekileri ortadan kaldırmak için çantasına attıktan sonra fermuarını kapattı. "Pek gitmek istemiyorum ama yapacak daha iyi bir şeyim yok."
Bu bir yalan sayılmazdı. Ya zengin çocuklarla dolu bir partiye gidiyordu ya da sıkıcı evinde tek başına takılıp, neredeyse her zaman başarılı olmasına rağmen, gözlerini oymak istemesine neden olan okul işleriyle uğraşıyordu.
"Eğer yalnız hissedersen her zaman bana gelebileceğini biliyorsun San," dedi Ryan. Endişeli tonu dağılarak yerini biraz daha oyuncu bir ses tonuna bıraktı.
San onun ilgisine karşılık verebilirdi; arkadaş olduklarından beri kız kendisine karşı bir şeyler hissediyordu. Ayrıca sadece o da değildi. San, çoğu kız olan, onun yaşındaki diğer öğrencilerin ona attığı istekli bakışlara yabancı değildi, hatta bazen birkaç tanesiyle eğlenirdi de; uyuşturucu dışında dört gözle beklemek için kendine bir şeyler vermek istediğinde onlarla ilgileniyormuş gibi davranırdı. Ona hayal kırıklığı ve ruhsal acıdan başka şeyler hissettirecek bir şeyler isterdi bazen.
Ama bu Ryan'dı, arkadaşlığını bir nebze de olsa sürdürmeyi başardığı ender insanlardan biriydi. San zaten hiç istemediği için onunla olan ilişkisini bir çapkınlık uğruna mahvedemezdi.
Aslında kızlarla hiç o şekilde ilgilenmemişti fakat bir erkeğe aşık olmak, içinde bulunduğu şartlar düşünüldüğünde söz konusu bile olamazdı.
O yüzden San ona sadece hafifçe gülümsemekle yetindi. "Gitmem lazım Ry."
"Pekala." Ryan'ın mağlubiyeti çok belliydi ama San hiç umursamamaya alışmıştı. Onu kandırıp arkadaşlıklarını bozmaktansa böylesi daha iyiydi. "Daha sonra görüşürüz o zaman."
San kızın evinden girdiği şekilde çıktı; güvenlik kameralarının onu asla göremeyeceği noktadan, evin arkasından ve ağaçlara tırmanarak çıkmıştı.
O gece hava dondurucu derecede soğuktu, ürperti kalın kazağının içinden girerken tüm vücudunu kaplamıştı. Bazen, gece hava kararıp yollar boşaldığında San yaptığı şeyin gerçekten değip değmediğini düşünürdü. Ama ilk dozunu aldığında ve dünyadaki hiçbir şeyi umursamayacak kadar kafası güzel olduğunda uyuşturucuların aslında ne kadar yararlı olduğunu hatırlıyordu.
Onu daha rahat, daha mutlu yapıyorlardı. Her ne kadar yapay ve geçici olsalar da San onlar için yanıp tutuşuyordu. Rahatlamak için tek kaçış yoluydular, diğer her şey paramparça olurken onu tek parça halinde bağlayan iplerdi. Diğer insanlarla konuşmasını kolaylaştırıyorlardı; üstündeki yüklerin taşımasını kolaylaştırıyorlardı. San bağımlı değildi ama eğer aniden elinden alınırlarsa nasıl sağ çıkacağını bilmiyordu.
Yaklaşık bir saat sonra San, Hyunjin'in partisine girdi ve kafası gittikçe güzelleşirken on yedi yıllık hayatındaki en güzel anını yaşamaya başladı.
Ta ki San, Hyunjin'in 'arkadaşlarım' dediği birkaç erkekle bilardo oynarken kırmızı suratı ve gözlerindeki öfkeyle yanında belirip canını acıtacak derece kolunu sıkasıya kadar.
"Neler oluyor Hyunjin?" dedi San sertçe ve hızla çocuğun elini uzaklaştırdı. Ondan korkmuyordu, bu onun ilk kez sebepsiz yere öfkelendiğini görüşü değildi zaten.
"Bunun özel bir toplaşma olacağını sanmıştım," diye fısıldadı Hyunjin kulağının yanında, ses tonundan alışkın olmadığı kızgınlık damlıyordu resmen. "O zaman kardeşin burada ne halt ediyor?"
San bir kez olsun öfkeli çocuğa bakmadan hızla yanından geçti, diğer öğrencilerin içinde bulunduğu korkunç durum düşünülürse Jongho'nun orada olması düşüncesiyle midesi bulandı. Nereye gittiğimi nereden biliyor?
Neyse ki Hwang malikanesinden hızla çıkarken kimse onu umursamamıştı.
Birkaç adım ilerde Jongho siyah Jaguar'ın yanında kolları göğsünde bağlı, ciddi yüz ifadesiyle ve pahalı takım elbisesiyle dikiliyordu. San onu görmekten nefret ediyordu.
"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu San öfkeyle Jongho'nun dikildiği yere hızla adımlarken. Boyu daha uzun olduğu için adama bakışlarını kaldırarak bakmak zorunda kaldığında öfkesi daha da derinleşmişti.
"Bunu benim sana sormam lazım." Jongho'nun ses tonu soğuk, San'ın ani çıkışından neredeyse hiç etkilenmemiş gibi çıkmıştı ama gözlerindeki endişe belli oluyordu. Gözleri küçük kardeşinin yüzünde gezerken onu inceliyordu.
San bakışlarını kaçırırken kalp atışları göğüs kafesinin içinde yankılanıyordu. "Git."
"Benimle geliyorsun ve bu son sözüm," diye cevapladı Jongho.
San gülerken bulundukları durumu umursamıyormuş gibi davranmaya çalışıyordu. Ama tek duyabildiği kulaklarında yankılanan kalp atışlarıydı ve ceplerine soktuğu ellerinin nazik derisine tırnaklarını geçirmekle meşguldü. "Pardon ama sen benim patronum değilsin. Defol git buradan."
Jongho ona bakmaya devam ediyordu ve San bundan nefret ediyordu. Sanki onu aldığı nefesine kadar okuyabiliyor gibiydi ve bu üvey kardeşinin San'ı gerçekten endişelendiren tek özelliğiydi.
"Git dedim!" diye bağırdı San bir adım geri atarak. "Ve geri gelme. Seni burada istemiyorum."
Jongho'nun yüzündeki ifadesiz maskesi kırıldı ve altından ümitsizlik dolu yüzü ortaya çıktı. İlk başta San'ı şaşırınca Jongho hızla bileğini kavradı ve onu arabaya doğru sürüklemeye başladı.
"Bırak!" diye gürledi San kardeşinin parmaklarını kolundan koparmaya çalışırken.
"Gözlerine bir bak San," diye karşı çıktı Jongho, gözleri hayal kırıklığına benzeyen bir ifadeyle kararmıştı. "Kan çanağına dönmüşler, gözbebeklerinin feri kalmamış. Son günlerde ne kadar solgunlaştığını fark etmedim mi sanıyorsun San? Kaç kilo verdin? Tanrı aşkına uyuşturucu ve ot kokuyorsun. İnsanlar öğrenirse ne olacak? Babamın kulağına giderse ne olacak?"
"Ne düşündüğü umurumda bile değil," diye cevap verdi San her zamanki asiliğiyle. Ama bu sefer Jongho'nun sabrı kalmamış gibiydi.
"Arabaya bin."
"Hayır."
"Arabaya bin San."
"Defol git hyung! Senden nefret ediyorum!" diye bağırdı San sonunda sakinliğini kaybederek. Artık dayanamıyordu. Tam bir pislik gibi davrandığını biliyordu; Choi adını lekeleyen küstah ve yüz karası biriydi. Diğer insanların onun hakkında ne dediklerini biliyordu, ona göre abisinin ne kadar kusursuz ve düzgün olduğunu biliyordu ve bundan bıkmış usanmıştı.
Sadece Choi Jongho'nun hayatından defolup gitmesini istemişti.
"Öfkelisin ve ayrıca... kardeşim olduğun için babama tek kelime bile etmeyeceğim," dedi Jongho. Sakin sözleri San'ın gözlerinin yaşarmasına neden olmuştu. "Ama bu gece benimle geliyorsun. Ve bil diye söylüyorum, sana olan tüm güvenimi tamamen kaybettim."
O gece San hayatında ilk kez kalbinin kırıldığını hissetmişti.
Ve şimdi, San'ın gözleri kırpışarak açılırken çıplak kolları Wooyoung'un soğuk, boş yastığına doğru uzanıp hiçbir şey hissedemediğinde aynı şeyi yaşamıştı; midesinde ölü kelebekler onu ölümüne boğuyordu.
Hissettiği acı daha fazla dayanamaz hale gelmeden önce San doğruldu ve yatağın yanında katlanmış kıyafetleri görünce duraksadı. Aniden San bir önceki gece Wooyoung'la birlikte aldığı duşu hatırladı, ikisi de uyumadan önce kıyafetlerini giymek için çok yorgun düşmüşlerdi.
O yüzden Wooyoung'un bu düşüncesi her ne kadar küçük bir şey de olsa San'ın kalbini hızlandırmıştı. San ister istemez Wooyoung'un tişörtünü burnuna doğru götürdü ve genç çocuğun odunsu kokusunu içine çekti. Koku içini ısıtırken kalbi teklemişti.
San, Wooyoung'dan çok az uzun ve daha kaslı olduğu için onun kıyafetleri üzerine tam olmuştu, vücudunu saran yumuşak kumaşı karmaşa içindeki düşüncelerini sakinleştirmişti.
Omuz kemiğinin üzerindeki pembe renkteki çirkin yarayı umursamadan Wooyoung'u bulmak için odadan çıktı.
Dün gece olanlardan sonra San, Wooyoung'la karşılaşmak için biraz gergindi. Ya Wooyoung neler olduğunu hatırlamıyorsa? Ya her şeyden pişman olduysa? Ya arkadaşlıkları –ya da aralarındaki şey her ne ise— umursamazca davrandıkları için darbe aldıysa? Her ne kadar kendisini tam tersi için ikna etmeye çalışsa da tüm bunları düşünmek San'ı neredeyse deliye çevirecekti. Eğer yaptıkları şey yüzünden Wooyoung onu tekrar reddeder ve bir daha konuşmazsa bu onu mahvederdi.
Koridorda ilerlerken San boğazını temizledi, baktığı yerlerde Wooyoung'u göremeyince daha da endişelenmişti. Sorun yok, diye düşündü sürekli içinden kelimeleri tekrar ederken.
"...Wooyoung?" diye seslendi köşeyi dönerken. O anda evin daha küçük olmasını diledi, böylece genç çocuğu ararken kendisini boş yere endişelendirmek zorunda kalmamış olacaktı.
Eğer birkaç yıl öncesi olsaydı San sesini yükseltmekten hiç çekinmezdi. Hatta ona zamanınca cevap vermediği için Wooyoung'a sinirlenebilirdi bile ama sorun şuydu ki San artık önceki benliğinin yarısı bile değildi. Artık farklıydı ve yaptığı hataların farkına varması için başına trajik bir olayın gelmek zorunda olması çok kötüydü.
Geçmişin düşüncelerinde tekrar kaybolmadan önce spiral merdivenlerden birisinin indiğini fark etti, adım sesleri San'ı aniden durdurmuştu.
Uzun, gri bir hırka, siyah bir tişört ve pijama altı ve pofuduk terliklerin içindeki kişi Wooyoung'du. Koyu saçları her zamankinin aksine bu sefer alnına dökülmüştü ve benzersiz renkteki gözleri parıldıyordu.
San nefesinin boğazında tıkandığını hissetti. "Selam."
Wooyoung gülümsedi ama gözleri hiç samimi değildi; rahatsız ediciydi. Ama çok güzellerdi ve onları görmek bile San'ın kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu. "Selam."
"Yukarı ne yapıyordun?" diye sormaya karar verdi San, Wooyoung'un hala hareket etmediğini fark etti. Bir şey yok, dedi San kendisine tekrar ve tekrar.
"Şey... yüzümü yıkıyordum." Wooyoung boğazını temizledi, yumuşacık sesi San'ın boynundan yukarı doğru sıcaklığın yükselmesine neden olmuştu. O anda inleme sesleri zihninde yankılanınca yanaklarına akın eden kanı fark etmeden bakışlarını Woyoung'dan kaçırmak zorunda kalmıştı.
"Ben, şey... benim için aldığın kozmetik ürünlerini gördüm," dedi Wooyoung, San'ın hiç de masum olmayan düşüncelerinden bihaberdi. Alt dudağını çiğnerken gözleri büyüdü. "Eğer, bana onlarla sürpriz yapmak istediysen üzgünün."
"Hayır," dedi San gülerek, biraz aniden ve yüksek sesle tepki vermişti. Bir elini göğsüne koyarken kalbinin bu kadar gürültülü atmasına yüzünü buruşturdu. "Sorun değil. Kızgın falan değilim. Beğendin mi?"
Wooyoung'a doğru baktı ve dudaklarına yerleşen gülümsemeyi görünce içine su serpildi. Böyle anlarda San, Wooyoung'un ne kadar güzel olduğunu tekrar tekrar farkına varıyordu. Turkuaz-kahverengi saçlarından tatlı sesine kadar, hatta sol gözünün altındaki bene kadar çok güzeldi. San onun erkeksi cazibesini, içten gülümsemelerini ve arada sırada patlattığı eski şakaları çok seviyordu.
Wooyoung ne derse ya da ne yapsa San'ın dünyasının ekseni şaşıyordu ve onunla zaman geçirdikçe ona daha fazla aşık oluyordu. Kendisini tutmaya ve duygularına kapılmamaya ne kadar çok çalışırsa o kadar çok aşık oluyordu. Artık onun için bir umut yoktu, özellikle de hiçbir kaçış yolu bulamadan Wooyoung'da boğulurken.
"Beğendim," diye cevap verdi Wooyoung ellerini ceplerine sokarak. Sonunda merdivenlerin son basamağına ulaştı ve San'a sadece santimetreler kala durdu.
San göğsüne yerleşen ağır ve acı verici hisse rağmen zorla gülümsedi. İkisi de kaçınılmaz olanı ertelemeye çalışıyordu.
Dün gece yaşadıkları şeyler havada asılı kalırken çevrelerini saran atmosfer daha ağır ve garip bir hal almıştı. San'ın hiç hoşuna gitmemişti ama nasıl devam edeceğini bilmiyordu.
"Hongjoong hyung'dan Noel için aileni ziyarete gittiğini duydum," dedi Wooyoung, ağır atmosferi kırmaya çalışan ilk o olmuştu.
"Evet." San lekesiz mermer zemine bakarken bir an önce konuyu değiştirmek istiyordu. "Güzeldi."
"Öyle mi?" Wooyoung'a kısaca bakması adamın dediği şeye inanmadığını belli etmişti. Onunla ilgili korkutucu olan da buydu; insanların içini görerek gerçek düşüncelerini ortaya çıkarıyordu. San, o anlarda yaptığı şeyin Wooyoung'un farkına bile varmadığını düşünüyordu.
Ona erkek kardeşini hatırlatınca San tekrar yıkılmamak için yumruklarını sıkmak zorunda kaldı.
"Bana gönderdiğin mesajlara cevap vermediğim için özür dilerim," diye ekledi San, gerçeği söyleme baskısını daha fazla kaldıramamıştı. Yanında Yunho ile klimalı hastane odasında, elinde canı pahasına tuttuğu telefonundan gözleri yaşlı halde Wooyoung'un attığı mesajları okuduğu anki anıları gözlerinde tekrar canlanınca San yutkundu. "O... o anda pek kendimde değildim."
Şimdi yere bakma sırası Wooyoug'undu. Yüz ifadesini pişmanlık benzeri bir şey kaplamıştı. "Özür dilerim."
Sakin ol, sakin ol, sakin ol. San'ın elleri titredi. "Ne için?"
"Dediğim... şeyler için," diye cevap verdi Wooyoung. "Seni dinlemedim ve bizim...." Bakışlarını kaldırdı ve San'ın bakışlarıyla buluştu. "Dün gece yaptığımız şey için. Siktir, pisliğin tekiyim."
"Pislik falan değilsin," dedi San ve bir an olsun düşünmeden ileri doğru adımladı. Elleri Wooyoung'un kollarındaydı, genç çocuk bakışlarından kaçıyordu.
"İğrenç birisiyim," diye kendisine hakaret etmeye devam etti Wooyoung ve sanki her birisini ona söylüyormuş gibi etkilemişti San'ı. "Benim sorunum ne?"
"Senin hiçbir sorunun yok, tamam mı?" San doktorların ve psikiyatrilerin ofisinde geçirdiği günleri, sorununun ne olduğunu teşhis etmek için onu mahveden binlerce soruya cevap vermek zorunda kaldığı zamanları düşündü. Hayatının kesinlikle en korkunç zamanlarıydı ve en büyük düşmanının bile başına gelmesini istemeyeceği bir şeydi. "Kendine şunu söylemeyi kes."
"Seni kullandım."
O anda umutsuzluğa oldukça benzer bir şey San'ın yüzüne kaya gibi çarpmıştı. Kendi durumuna rağmen Wooyoung'u yakınında tutarken genç çocuğun dokunuşlarında eridiğini hissetti.
"Beni kullanmadın." Her kelime sivri bir iğne gibiydi ve bedeninde binlerce delik açıyordu. "Dün gece ne yaptığımın farkındaydım. Sorumluluğunu üstleniyorum."
Wooyoung, San'ın omzunda hızlı ve derin nefesler almaya başlayınca onu tek yatıştıran şey San'ın saçlarına daldırdığı parmakları olmuştu.
"Seni zorladım."
"Pişman mısın?" İçten içe paramparça olurken sesinin nasıl bu kadar sakin çıktığını San kendisi bile anlayamamıştı. "Sana dokunmama izin verdiğin için... pişman mısın? Sana sarılıp tüm o şeyleri yapmama izin verdiğin için pişman mısın?"
San, Wooyoung'un cevabından korkuyordu. Onu öptüğünde Wooyoung'un reddetmesi kalbini binlerce kez kırarken nasıl korkmasındı ki? Ama bilmek zorundaydı. Wooyoung'un hissettiklerine karşılık vermesini istemesinin gerçekten bir anlamı olup olmadığını bilmek zorundaydı. Her ne kadar onu çok korkutsa da San, Wooyoung'un da aynı şekilde hissedip hissetmediğini bilmek zorundaydı.
O anda Wooyoung'un ne düşündüğünü tanımlaması zordu ama dudağının kenarındaki hafif gülümsemesiyle ve yaşlı gözleriyle San'a baktığında San çoktan cevabını öğrenmişti.
"Woo..." San devamını getirememişti çünkü Wooyoung parmak uçlarında uzanıp direkt dudaklarından öpmüştü.
İlk başka sadece bir öpücüktü ama Wooyoung onu tekrar, bu sefer daha derin öpmüştü. San'ın kalbi çığlıklar atıyordu.
Wooyoung başını San'ın sağ omzuna koydu, başparmağıyla San'ın yarasının olduğu bölgeyi okşuyordu. Hissettiği şeyle San ürperdi.
"Wooyoung," dedi San içindeki mutluluğa engel olamadan, "...sen ciddi misin? Sen... bu gerçek mi? Ben –yani az önce beni öptün ama..."
Wooyoung kollarını San'ın boynuna dolayınca San ona bir kez daha aşık oldu. "Ben... sanırım senden hoşlanıyorum hyung."
San kıkırdarken göğsü sıcaklıkla dolup taşıyordu. Wooyoung'a daha da sarıldı çünkü her şeyin bir hayal olup gerçekliğe geri dönerek onu, onu sevdiği gibi kendisini hiç sevmeyecek olan Wooyoung ile karşılaşmaktan çok korkuyordu.
Ben de senden hoşlanıyorum Wooyoung. Hem de çok, demek istedi San, hatta haykırmak istiyordu ama sesi yüzünden başarısız olmuştu. O yüzden onun yerine Wooyoung'a tüm gücüyle sarılmaya devam etti.
"Aslında, senden hoşlandığıma eminim," diye devam etti Wooyoung, parmakları endişeyle tişörtünü –San'ın tişörtünü sertçe kavradı. "Ama..."
"A-ama?" San'ın sesi çok kısık ve acınası çıkmıştı.
"Daha önce hiçbir ilişkim olmadı. Daha önce bir erkekle beraber de olmadım," diye itiraf etti Wooyoung ve yüzünü San'ın boyun kıvrımına gizledi. "Hatta sen... sen beni öpen ilk kişisin. Kulağa çok acınası geliyor ama gerçeği söylüyorum."
"Kendine bir bak. Nasıl kimse seninle birlikte olmak istemedi? Muhtemelen bu kadar çekici olduğun için kör olmuşlardır." San, Wooyoung'un sesindeki hüznü duyunca şaka yapmaya karar vermişti. "Neyi kaçırdıklarından haberleri yok."
Wooyoung sessizce güldü. "Teşekkür ederim o zaman. Her neyse," dedi boğazını temizleyerek, elleri San'ın beline doğru indi. "Birisiyle çıkma konusunda sıfır deneyimim var. Ve... sen de sen olunca galiba... yapabilir miyim bilmiyorum."
"Ben ne olunca?" diye sordu San, fakat ikisi de Wooyoung'un neyi kastettiğini biliyordu.
Wooyoung iç çekti. "Bazen inanması zor olsa da sen CEO'sun San. Eğer Hongjoong bizi bir araya getirmeseydi yollarımız asla kesişmezdi. Hayatlarımız o derece farklı. Sadece... bilmiyorum. Bilmiyorum işte."
San o anda yüzüne çarpan o gerçekliğin yok olmasını dileri. Tek istediği şey Wooyoung'du; tek istediği onu sarmalamak, öpmek, onu sevmekti. Wooyoung'u sevmek istiyordu ve onu kendisine ait yapmak istiyordu, onları yargılayacak gözlerden uzak sadece onunla olmak istiyordu fakat San imkansız bir şeyi istediğini biliyordu. Ve bundan nefret ediyordu.
"Hepsini aşacağız. Birlikte," dedi San ona güven vererek fakat kendi içinden acı çekiyordu. "Şimdi bunu düşünmeyelim olur mu? Noel'in üzerinden daha iki gün geçti ve Yılbaşı yaklaşıyor. Her şey yoluna girecek, Wooyoung."
Yaşadıkları şeyleri düşündüğünde San verdiği sözün ne kadar gerçek olacağını kesin olarak bilemese de Wooyoung'un buna inanmasını umut etti.
"Her şey iyi olacak," diye tekrar etti Wooyoung gözlerini San'ın gözlerinden çekerek. Ve o anda San kendisine engel olamadı. Genç çocuğun yüzünü ellerinin arasına aldı ve alnını alnına dayadı. "İyi olacağız."
San başıyla onaylarken başparmağıyla Wooyoung'un yanağını okşadı. "Hıhı."
"Se-senin için bir şey aldım," dedi Wooyoung aniden ve San'a koridoru işaret etti. "Odamda."
San bir kolunu Wooyoung'un beline indirirken diğer eli saçının bir tutamıyla oynuyordu. "Gerçekten mi? Ne aldın?"
Wooyoung utançla kızardı. "Kahvaltıdan sonra göreceksin."
"Ama şimdi görmek istiyorum!" dedi San çocuk gibi mızmızlanarak. Yaşından küçük gibi davranırken Wooyoung hiç kötü tepki vermemişti o yüzden ona karşı olan davranışlarında daha da rahat hissetmeye başlamıştı. Ve bu San'ı ona çeken pek çok şeyden sadece biriydi.
Wooyoung onu susturdu ve mutfağa doğru ilerledi. San kaybolmuş yavru köpek gibi onun peşinden giderken ona tekrar sarılma isteğini bastırmaya çalışıyordu.
San bir erkek için böylesine çok nadir hissetmişti. Daha çok kısa süren takılmaları ve birkaç kez çok gizli olan tek gecelik ilişkileri olmuştu ama Wooyoung... Wooyoung içindeki tüm aşkı ona sunmak istemesine neden oluyordu.
"Mingi burada olmadığı için kahvaltıya ne hazırlayalım?" diye sordu Wooyoung çenesini ovalayarak. "Ya da ona mesaj atmalıyım, bana biraz fikir verir ve – S-San?"
San, Wooyoung'a arkasından sarıldı, kollarını hızla beline sararken genç çocuk anında kollarının arasında gevşemişti. San daha da yakınlaşarak kulağını öptü. Wooyoung'un dudaklarından kaçan kadifemsi inlemeyle San memnuniyetle mırıldandı.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu Wooyoung.
"Sana sarılmayı seviyorum."
"Konuyu değiştirmek için garip bir yol," dedi Wooyoung kıkırdayarak ama omuzları gerilmişti. "Sandviç olabilir. Sandviç yapalım."
San gözlerini kırpıştırdı. Wooyoung bir şey demese de rahatsız olduğu çok belliydi.
"Şey..."San Wooyoung'un kaskatı duruşuna bakarken duraksadı. "Dokunuşum seni rahatsız mı ediyor? Eğer öyleyse lütfen söyle. Dururum."
Wooyoung alt dudağını ısırdı. "...Biraz. Yani... bu benimle alakalı bir sorun, seninle ilgisi yok. Sadece bu tarz sevgi gösterisine alışkın değilim."
"Öyle mi?"
Wooyoung yüzünü San'a döndü. "Alışırım yakında, merak etme."
"Sorun değil. Baskı yok." San çok fazla yapışkan olmamak için kendisini tutmak zorunda olduğunu biliyordu ama ne zaman Wooyoung'a baksa onu gözlerinin önünden ayırmamak özellikle çok daha zor oluyordu. Kendisini engellemek zorundaydı.
Wooyoung sırıtırken beliren gamzesiyle San'ın kalbi tekledi. "Teşekkür ederim." Dolabı açtı ve dilimli ekmek paketini aldı. "Acele edelim. Çok acıktım."
"Aynen." San genç çocuğun yanında dikilirken narin elleriyle sandviç için gerekli olan malzemeleri çıkartışını izledi. "Madem buradayız kek pişireyim mi?"
Wooyoung'un gözleri panikle parladı. "Kek mi?"
"Evet. Doğum gününde sana yaptığım kekleri unuttun mu?" San gülümserken Wooyoung'un yüz ifadesini yakından izliyordu. O gün Wooyoung okula gittikten sonra artan keklerden birisini yediği için tadının ne kadar iğrenç olduğunu elbette biliyordu. Wooyoung'un gerçek düşüncelerini söylememek için neden yalan söylediğini bilmiyordu ama bu San'ın ona olan düşkünlüğünü daha da arttırmıştı. "Tadı iyiydi ya. Öyle olduğunu söylemiştin. O yüzden ben de tekrar yapabilirim diye düşünmüştüm...
"Hayır!" diye bağırdı Wooyoung. "Yani... gerek yok. Sandviçler yeterli. Başka bir şeye gerek yok."
"Tabii, tabii," diye cevap verdi San kendi kendisine sırıtırken.
✤✤✤
Hızlı ve sessiz geçen kahvaltı ve diş fırçalamadan sonra San, kucağında Wooyoung'la deri koltukta otururken ona hediye ettiği kar küresiyle oynuyordu.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok güzel," dedi San gözlerini Wooyoung'a indirerek. "Pek ucuza benzemiyor."
Wooyoung omuzlarını silkti. "Beğendin mi?"
"Beğenmek mi? Aşık oldum." San parmaklarını camın üzerinde gezdirirken içinden direkt ona bakan üç kişilik aileye gülümsedi.
"Sen her şeye aşık oluyorsun," dedi Wooyoung kahkaha atarak, güzel gözleri kayifle parlıyordu.
"Sen de dahil." Sözler San kendisine engel olamadan dudaklarından dökülmüştü ama Wooyoung o sözlere karşı bir tepki vermedi.
"Bir şey sormak... istiyorum."
San kar küresini masanın üzerinde koyarken parıldayan yapan karın mutlu ailenin üzerini örtmesini izledi. "Evet?"
"...Yara izin. Özeline girmek istemiyorum ama... nasıl oldu?"
San, Wooyoung'un meraklı gözlerine bakmamak için bakışlarını uzaklara çevirdi. "Ben... bir kaza geçirdim." Kalbi patlayacak gibiydi, göğüs kafesini parçalara ayırıyordu. Ciğerleri havasızlıktan acı çekerken aniden duman harici hiçbir şeyin kokusunu almamaya başladı.
"Ne-neredeyse sağ kolumu kaybediyordum. Aylarca kolumu hissedemedim ve..." San sert bir nefes aldı. "Fizyoterapi görmek zorunda kaldım."
"Hyung."
"Kazadan sonra gözümü hastanede açar açmaz ölmüş olmayı diledim," diye devam etti San. Eliyle göğsünü kavrarken hızla atan kalp atışları beyninde yankılanıyordu.
"Daha fazla anlatma." Wooyoung oturduğu yerde dikildi ve San'ı kucağına çekerek sıcak vücuduyla onu rahatlatmaya çalıştı. "Bu kadar yeterli."
San, gözlerinin kenarında biriken sıcak gözyaşlarını savuşturmak için gözlerini kırpıştırdı. "Çok çirkin, değil mi? Yaram."
Wooyoung onu yavaşça öptü. Dudakları yumuşacık ve nazikti ve San'ın hüznünü hızla alıp uzaklara götürüyorlardı. "Çirkin değil," diye mırıldandı elmacıkkemiğini okşayarak.
San onu daha derinden öperken kalbi hissettiği birçok duyguyla dolup taşıyordu.
Wooyoung ondan uzaklaştıktan sonra ayaklarını San'ın bacaklarının üzerine yerleştirdi ve ardından oynattı. "Bir şey fark ettin mi?"
"Ne kadar güzel oldukları dışında mı? Hayır." Wooyoung hızla göğsüne vurunca San sırıttı ve hemen parmaklarını birbirine geçirdi.
Wooyoung bir elini bileğine indirdi ve o zaman San bal rengi teninin üzerine yayılan solgun yara izlerini fark etti.
Şaşkınlıkla genç çocuğa baktı.
"On beş yaşında çok aptalca şeyler yaptım," dedi Wooyoung bakışları hala kendi ayağındayken. "Ben de o zamanlar zor zamanlar geçirdim. Başka kimseye belli etmeden yaşadığım acıdan kurtulmanın bir yolunu bulmak istedim."
"Wooyoung..." San'ın içinde hissettiği acı sesine yansımıştı.
"Bana öyle bakma San," dedi Wooyoung başını sallayarak. "Artık iyiyim. En azından o zamankinden çok daha iyi iyiyim, tamam mı?"
San ona sarıldı ve kendisini tekrar bu kadar sırnaşık olduğu için azarlamadan önce Wooyoung sarılışına karşılık vererek kollarını San'ın etrafına sardı. "Bu tarz bir acıyı yaşadığın için üzgünüm."
"Artık önemi yok." Wooyoung bakışlarını San'a çevirdi, yüzünde büyüleyici bir sırıtış vardı. "Yaralarımı hiç umursamıyorum, aynı şekilde seninkileri de. Yani, birbirimizi çıplak gördük. Her şeyi çoktan gördüm zaten."
San, Wooyoung'un bu kadar dobra olmasına hayran kalmıştı. "Teşekkür ederim."
"Seni çıplak gördüğüm için mi?"
"Hayır." San'ın yüzü pancar kırmızısına döndü. "Beni kabul ettiğin için. Bana katlanıp hislerime karşılık verdiğin için. Bu kadar kişisel olan bir şeyi benimle paylaştığın için. Teşekkür ederim."
Wooyoung omuzları çökmüş gibi görünüyordu; diyecek bir şey bulamadığında hep öyle görünüyordu. Ama San bir cevap alabilmek için ona baskı yapmadı.
Sadece ona sarıldı.
✤✤✤
*Opioid: Morfin tarzı uyuşturucu
*LSD: Halüsinojen bir madde.
_______________________________________________
Wooyoung da hoşlandığını itiraf ettiğine göre kalkın halay çekiyoruz 💃🏻
Wooyoung'un masumluğu çok güzel diyeceğim de aklıma bir sonraki bölüm geliyor ve diyorum ki wooyoung mu masum hehe 👀 (gidip bir sonraki bölüme bakmayın he darılırım çevirirken çok heyecanlandım ve utandım... 🤦🏻♀️)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top