014: Jung Wooyoung hissediyor (M)
≪Tek istediğim sensin≫
Wooyoung'un gözleri fal taşı gibi açılırken San'ın gözleri titreşerek kapandı; ipek gibi dudakları yaz esintisi gibi belli belirsizdi.
Wooyoung'un o anda duran kalbi gibi etrafındaki diğer her şey de durmuştu. Suyun altında boğulup donmuş gibi hissederken yüzeye asla ulaşamıyordu. Ama ulaşmak zorundaydı; oradan çıkmak zorundaydı.
Kalın buzu kırmak için Wooyoung sonunda gücünü kazandı ve uyandı. Kalbi tekmeler atarken avuçlarını San'ın omuzlarına bastırdı. Ardından adamı üzerinden ittirince dokunuşundan geriye kalan ateş sonsuza dek tenine işlenmiş gibiydi.
Kendisini ayağa kalmaya zorlayıp nefes almaya çalışırken San yerde kaskatı oturuyordu ve yüzünde Wooyoung'un daha önce hiç görmediği bir ifade vardı.
"B-bu neydi?" Wooyoung son hızla atan kalbinden kendisini zor duyuyordu, sesi titriyordu. Her an kalbi göğsünden fırlayacağından adı gibi emindi. Yumruklarını sıktı. "San..."
"Ha-hataydı," dedi San aniden. O da şimdi ayaktaydı, ellerini devamlı sıkıp serbest bırakırken çok fazla titriyorlardı. "Öyle bir şey yapmak i-istememiştim... sadece—" Dudağını sertçe ısırırken arkasını döndü. "Özür dilerim. Çok özür dilerim."
Wooyoung'un ilk aklına gelen aralarındaki mesafeyi kapatıp San'ı sakinleştirmek olmuştu. Ama adamın eğilip onu öptüğü an tekrar zihninde belirirken yerine mıhlanmış bir halde dikiliyordu. Dudaklarını hala kendi dudaklarının üzerinde hissedebiliyordu; kalbi o anda paramparça olmaya çok yakındı.
"Bir şey söyle..." dedi San etraflarını saran ağır sessizliği bölerek. Eklemleri bembeyaz olmuş, tenine tırnaklarını geçirmekten yara olmuştu. "Bir şey söyle Wooyoung. Lütfen. Beni... beni böyle boşlukta bırakma."
Fakat Wooyoung ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ya da nasıl söylemesi gerektiğini bilmiyordu. O yüzden saniyeler akıp giderken öylece dikiliyor, zihnindeki düşünceler fırtınalar oluşturuyordu. Ne yapacağını bile bilmiyordu.
San ona bakınca Wooyoung gözlerindeki paniği ve korkuyu gördüğüne emindi çünkü omuzları düşmüş ve gözlerine endişe verici ve karanlık bir şey yerleşmişti.
"Seni öptüğüm için özür dilerim," diyince Wooyoung zorla yutkundu. San ona yaklaşmak için adım attığında Wooyoung da geriye doğru adımlayınca adamın gözlerinde kalan son ışık kırıntısı da kaybolmuştu.
Yine de San konuşmaya devam etmişti, yenilgiye uğramış ses tonu Wooyoung'un zihninin en derinliklerine işliyordu. "Bir anda sahip olduğumu düşündüğüm o fırsatı ya da her ne ise kullandığım için özür dilerim. Bu kadar aptal olduğum için özür dilerim. Sana karşı hisler beslediğim için özür... dilerim."
O anda Wooyoung'un kalbine bir şey saldırırken geriye hiçbir şey kalmayana kadar parçalara ayırıyor ve her bir parçasını da etrafa fırlatıyordu. Çok acı vericiydi; hatta işkenceydi. O kadar acıyordu ki kalbinin artık yok olmasını istiyordu.
"Senden hoşlandığım için özür dilerim," diye devam etti San ama Wooyoung devam etmesini istemiyordu. Sadece durmasını istiyordu. "Wooyoung, ben—"
"Unutalım gitsin," diyerek araya girdi Wooyoung bakışlarını San'ınkilere çevirerek. İçinden paramparça oluyormuş gibi görünmediği umdu. "Hataydı, oldu bitti. Sen... sen benim patronumsun. Başka bir şey olmamalı. Olamaz. Üzgünüm."
San'ın gözleri yaşarırken damlalar yanaklarından yavaşça akmaya başlamıştı. Karşısındaki manzara Wooyoung'un kalbini sıkıştırıyordu.
Farkına varmadan uzandı, muhtemelen San'ın gözyaşlarından kalan izleri silmek istemişti ama adam izin vermedi. Başını sola çevirirken yavaşça kendisi sildi, çenesi kaskatı, dudakları ise dümdüzdü.
"Üzgünüm," diye fısıldadı San burnunu çekerek. Sürekli yere bakıyordu. "Neden ağladığımı bile bilmiyorum. Tanrım, eziğin tekiyim."
"Sorun yok," diye cevapladı Wooyoung. Ama vardı ve ikisi de bunu biliyordu. Az önce Choi San'ı reddetmişti ve bu her bir hücresini şaşkınlığa uğratmıştı. San'ın –ondan hoşlandığını itiraf eden adamın—odasında vakit geçirdikçe sanki sınırlarını aşmış gibi hissediyordu. Artık orada istenmiyormuş gibi hissediyordu.
"Gitmem lazım."
San hızla ona baktı. "Wooyoung."
Wooyoung bakışlarından kaçındı. "Makyaj temizleme mendiline ihtiyacım var. Mingi gelmeden önce yüzümü yıkamam lazım."
"Wooyoung," diye tekrarladı San, dudakları titriyordu. Bu sefer ses tonunda farklı bir şey vardı, sanki genç çocuğun odasından dışarı adım atmasını istemiyor gibiydi. "Benden nefret ediyor musun? Ediyorsun, değil mi?"
"Etmiyorum."
"Bakışlarını benden kaçırıyorsun," dedi titrek sesiyle. "Her şeyi mahvettim, değil mi? Arkadaşlığımızı mahvettim."
"Hiçbir şeyi mahvetmedin," diye karşı çıktı Wooyoung ama yalan söylüyordu çünkü mahvolan şeyin kendisiymiş gibi hissediyordu. "Şimdi gitmem lazım. Ayrıca şu mendillere de ihtiyacım var."
San cevap vermedi. Odasının içinde yavaşça uzaklaşırken hafif ayak sesleri Wooyoung'un zihninde yankılanıyordu. Ardından geri dönünce avucuna soğuk ve sert bir şeyin bastırıldığını hissetti.
"Misel su," diye açıkladı San boğuk sesiyle. "Mendillerden daha iyi. Seni uğraştırdığım için üzgünüm."
Wooyoung dudağını dişlerken kalbinin sıkışmasını geçiştirmeye çalışıyordu. "Teşekkür ederim."
San başını sallarken dudaklarına yamuk bir gülümseme yerleşti. "Önemli değil."
O anda çalan kapı zili evin içinde yankılanınca ikisi de irkildi.
Siktir. "Mingi olmalı." Wooyoung, San'ın ellerine dokunduğunu fark ettiği an ellerini indirdi ve boğazını temizledi. "Ben, ee, gidip yüzümü yıkayayım. Birazdan yanınıza gelirim."
Sesinin biraz olsun normal çıktığını düşünmüştü ama San'ın incinmiş ve yavru köpek gibi bakan gözleri titreşiyordu.
Wooyoung kendisine içinden küfrederken San'ın istikrarlı bakışlarının vücudunu ateşe vermiyormuş gibi davranarak odadan çıktı.
Wooyoung, gerçekleşen felaket yüzünden kendisini suçlarken banyoda gereğinden daha fazla zaman harcamıştı. Söylediği şeyler ve San'ı o şekilde geçiştirdiği için pislik gibi hissediyordu.
Ama onu öpen kişi San'dı. Her ne düşünürse düşünsün San öpmüştü onu. O anda verdiği kararın nasıl sonuçlanacağını kesinlikle umursamıyor gibiydi çünkü kendisinin sebep olmadığı bir şey için suçlu hissetmemeliydi.
Wooyoung yüzüne biraz daha su vurdu ve soğuk damlalar çenesine doğru akarken aynaya baktı. Gözleri kendisine bakarken deniz yeşili ve kahverengi gözlerinden acı ve kararsızlık yansıyordu ve Wooyoung o anda güçsüz hissetmişti. Hayır, zaten güçsüz birisiydi.
Ve anlayamıyordu. San'ın neden onu öptüğünü anlayamıyordu? Adam onda ne görmüştü ki? Onun gibi biri için neden hisler besliyordu ki?
Wooyoung tekrar San'ın dudaklarını düşününce midesindeki kelebekler kalbini kemiren kan emicilere dönüştü ve ciğerlerine yapışarak nefesini kestiler. Bir elini tişörtünün üstünden göğsüne bastırırken parmaklarının altında kalp atışlarını hissetti.
Ayaklarının altındaki yerin açıldığını hissetti; dizleri banyonun mermerlerine çarparken sırtı duvara vurdu. Ciğerlerine yeterli oksijeni çekmekte zorlanırken başını ellerinin arasına alarak oracıkta yere yığıldı.
Ve ağlamaya başladı.
✤✤✤
"Sadece bir pankek mi?" diye sordu Mingi Wooyoung'un nerdeyse boş tabağını görünce. Mutfaktalardı, yiyecekleri çoktan hazırlamışlar ve masaya oturmaya hazırlanıyorlardı. "Daha fazla istemediğine emin misin?"
"Pankek pek benlik değil," dedi Wooyoung ama doğruyu söylemiyordu. "Aç değilim."
Mingi başıyla onayladı. Birkaç saniye daha Wooyoung'a baktıktan sonra ekledi: "Yüzüne bir şey mi yaptın? Biraz solgun görünüyorsun."
Mingi'nin bu kadar soru sorması Wooyoung'un canını sıkmıştı ama belli etmedi. "San çok istediği için bana makyaj yaptı," diye cevapladı ve o sırada San gelince nefesi tıkandı. San bakışlarını yakalamadan gözlerini Mingi'ye çevirdi. "Çıkarmak için yıkadım."
"Anladım."
Wooyoung ardından hiçbir şey söylemedi ama San'a en uzak olan sandalyeye otururken Mingi'nin çatılan kaşlarını fark etmişti.
Çünkü elinde değildi; gergin ve kafası allak bullaktı. San'la olan öpüşmesini düşünmeden duramıyordu ve San sadece birkaç adım uzağındayken durumu çok daha kötü bir hale getiriyordu.
Ortamdaki gerginlik elle tutulur cinstendi, kahvaltı bitesiye kadar da devam etmişti. Mingi bile fark etmişti çünkü San koridora ilerleyip gözden kaybolur kaybolmaz kaşlarını çatarak Wooyoung'u yakına doğru çekti.
"Pekala," diye başladı Mingi, "... neler oluyor?"
"Ne demek istiyorsun?"
"San'la aranda bir şeyler olmuş," diye açıkladı Mingi. Sesindeki sert ton Wooyoung'u daha da germişti çünkü onu tanıdığı süre boyunca hiç bu kadar sert konuşmamıştı.
Wooyoung zorla yutkunurken gözlerini kaçırdı. "Neden bahsettiğini bi-bilmiyorum."
Mingi'nin yüz ifadesi daha da sertleşti. "San'a bir şey mi yaptın? O da kendisinde değil gibiydi ve sürekli sana baktığını gördüm. Neler oldu?"
Wooyoung'un kalbi sıkıştı. Köşeye sıkışmış gibi hissediyordu ve bundan nefret etmişti. "Ona hiçbir şey yapmadım."
"O zaman neden ikiniz de bu kadar garip davranıyorsunuz?" diye sordu Mingi, öfkesi genç çocuğu korkutmuştu. Gözleri kısılırken Wooyoung'un yüzünde delikler açıyordu. "Ne oldu Wooyoung? Eğer San'ı incitecek bir şey yaptıysan bunu hiç hoş karşılamam."
Kalbi daha da hızlanırken Wooyoung geriye doğru adımladı. Duyduğu şeylere inanamıyordu ve Mingi'nin sert bakışları onu korkutuyordu. "Hiçbir şey yapmadım. Gerçekten yapmadım."
Bir an Mingi doğruyu söylemediğini düşünüyormuş gibi görünmüştü ama hemen ardından omuzları düşerken gözleri yumuşamıştı. Tezgaha doğru yaslanırken bir elini turuncu saçlarına daldırdı.
"Özür dilerim. Bir anda kendimi kaybettim," dedi Mingi, gözleri özür dilercesine bakıyordu. San'ın gittiği yöne doğru baktı ve iç çekti. "Onu böyle üzgün görmeye dayanamıyorum. Sana tüm hikayeyi anlatamam ama San... çok fazla şey yaşadı."
Wooyoung başıyla onayladı. Söylediği şeylerden sonra San'ın ağlamaya başladığını hatırlayınca midesi bulanmıştı. Tanrım, aptalın tekiyim.
"Dürüst olmak gerekirse," diye devam etti Mingi Wooyoung'a bakarak. "San'a 'bakması' için Hongjoong hyung'un başka birisini getirmesini hiç istememiştim. Seninle tanışmak için de pek istekli değildim ve senin de diğerleri gibi olup San'ı senden hemen nefret ettirecek bir şey yapacağını düşünmüştüm. Senden bir önceki kişi iki hafta sonra kovulmuştu."
Wooyoung bakışlarını yere indirirken parmaklarıyla onayladı. "Oh..."
"En uzun sen durdun ve San gerçekten seni sevmiş gibi görünüyordu o yüzden bu sabah San'ı öyle görmek beni şaşırttı. Galiba o yüzden biraz savunmacı oldum," dedi Mingi. "Böyle olsun istememiştim."
"Sorun değil," dedi Wooyoung iç çekerek, Mingi tekrar neler olduğunu sormadığı için rahatlamıştı.
"Yani, eğer benim de yakın arkadaşım olsaydı ben de ona kötü bir şey olmasını istemezdim."
Mingi gülümsedi. "Biliyor musun, çok iyi bir çocuksun."
"Çocuk mu?" diye sordu Wooyoung şaşırarak. "Yirmi iki yaşındayım."
Bazen bu yaşa geldiğine inanmakta zorlanıyordu, özellikle de tek yaptığı geçmişinde kaybolup, zihni hala küçüklüğünde takılıp kalmışken nasıl bu kadar büyüdüğünü merak ederken.
"Ve ben de sadece üç yaş büyüğüm," diye cevap verdi Mingi, gülümsemesi daha da büyümüştü. "Ama sen çok daha küçük duruyorsun."
Wooyoung hafifçe kıkırdadı. "O zaman sana hyung mu demeliyim?"
"Yoo. Bu beni daha yaşlı hissettirir."
"Anlaşıldı." Wooyoung her ne kadar arada üç yıl olsa da kendisini yirmi beş yaşında hayal edemiyordu. Hatta bu o yaşı daha da korkutucu gösteriyordu. Fakat iki yıl önce de şimdiki yaşıyla ilgili böyle düşünüyordu ve işte o yaşa gelmişti bile.
O an zamanın durmasını diledi.
✤✤✤
Yılbaşına yaklaşan günlerde evin asıl sahibi Wooyoung gibiydi çünkü San resmen ortalıktan kaybolmuştu.
Elbette Wooyoung bu tarz bir kaçınmayı bekliyordu o yüzden kendisinin küçük, bencil bir kısmı San'ın onu asla öpmemesini dilemişti. Neden öpüp her şeyi bu hale getirmişti ki? Ve neden Wooyoung'un aklından asla çıkmıyordu?
Noel Arifesinden bir gün önce Hongjoong arayıp San'ın ailesini ziyarete gittiğini söylemişti böylelikle Wooyoung da Noel'de istediği şeyi yapabilecekti ama Wooyoung aldığı haberin onu ne kadar hayal kırıklığına uğrattığını itiraf etmek için cesaret edememişti.
Tıpkı önceki yıllar gibi bu sefer de tek başınaydı.
Ertesi gün şehirde gözüne takılan bir kar küresi almıştı ve son dakika bir tane daha almıştı. Normal boydakilere göre oldukça büyüktüler ama kaliteli tasarımı ve çok sevimli olmaları boyunu telafi ediyordu.
Eve döndüğünde onları koltuğa koyup öylece bakmıştı. Birisi lila rengiydi; basit bir zencefilli kurabiyeden yapılma ev ve mutlu bir kardan adam vardı ve onlara bakarken Wooyoung hafifçe gülümsemişti. Diğer kürede de bir ev vardı ve altın rengindeydi, sahte karın altında dikilen üç kişilik bir aile vardı.
Wooyoung ikisini de incelerken birisinin San eve geldiğinde onun harika olacağına karar vermişti.
-Wooyoung
Hey, hyung?
-Wooyoung
Umarım ailenle güzel vakit geçiriyorsundur
Şimdiye kadarki her şey için teşekkür ederim
-Wooyoung
Şimdiden mutlu Noeller
( ◠‿◠ )
Wooyoung üzerinde düşünüp silmeden önce mesajları gönderdi fakat San hepsini okuyup cevap vermese de kendisinin üzülmesine izin vermedi.
İki gün sonra okul kulübünde birkaç kez beraber proje hazırladığı üniversiteli arkadaşı tarafından davet almıştı ve maalesef Wooyoung zamanını başka nasıl harcayacağını bilmediği için kabul etmeye mecbur kalmıştı.
Fakat Wooyoung o kadar aptaldı ki gittiği ilk dakikada sanki oksijen gibi bir sürü içkiyi kafasına dikmişti. Arada diğerleriyle de muhabbet ediyordu ama zamanının büyük bir kısmında bar kısmında oturmuştu ve artık önünü göremeyecek kadar kafası bir milyon olmuştu.
Ama iyi de gelmişti; en azından sarhoşken San'ın dudaklarının kıvrımını hatırlayamıyor ya da ona her dokunduğunda kalbinin nasıl hızlandığını düşünemiyordu. Likör tüm bedenini uyuştururken bir kez olsun sırf yaşıyor olduğu için başarısızmış gibi hissetmiyordu.
Ama eninde sonunda hava kararmış, içkinin geçici etkisi sona ermişti ve Wooyoung yine bok gibi hissetmeye başlamıştı. Beraber takılmak için onu çağıran arkadaş grubuna ait olmadığı biliyordu, o yüzden gitmek için ayaklandığında hiçbirinin bir kez olsun ona bakmamasına şaşırmamıştı.
O haldeyken bir taksi tutmayı başarmıştı ve San'ın evinin birkaç sokak uzağında indiğinde biraz daha kendisine gelmiş gibi hissediyordu.
Evin önüne geldiğinde yaklaşık otuz saniyesini şifreyi girmekle uğraşmıştı, içerdeki ışıkların yanık olduğunu fark etmek için dikkati çok dağınıktı.
İçeri sendeleyerek girdiği an önünde Choi San'ın dikildiğini görür görmez donup kalmıştı. Kalp atışları hızlanıyordu.
"Wooyoung..." dedi San, beyaz tişörtünün eteğini yumruklarıyla kavrıyordu. Oturma odasının ışıkları sönüktü, yüzü sadece mutfaktan gelen ışıkla aydınlanıyordu. Ve Wooyoung'un görebildiği kadarıyla pek de mutlu değildi. "Nereye gittin?"
Wooyoung sağ tarafa doğru adımladı ama dengesini kaybedince kalçasının üzerine düştü. "Hiçbir yere," diye cevap verdi sertçe, başının arkasında kendisini hissettiren ağrıyı savuşturmak için gözlerini kapattı sıkıca.
"Hiçbir yere," diye tekrarladı San, çenesi kaskatıydı. Kolları göğsünde bağlı bir halde otoriter bir ebeveyn gibi görünmeye çalışıyordu ve bu Wooyoung'u biraz sinirlendirmişti. "Saat gecenin ikisi."
Siktir, bunca zamandır dışarıda mıydım? diye düşündü Wooyoung ama neyse ki sesli düşünmemişti. San'ın yanından geçmeye çalıştı ama San hızla kolunu kavrayarak geçmesini engellemişti.
"Bırak beni," dedi Wooyoung tükürürcesine. Ama geveleyerek konuştuğunu düşününce sesinin pek de tehditkar çıkmadığına adı gibi emindi.
San'ın yüzü düştü. "İçtin mi?"
"Bırak!" diye bağırdı Wooyoung ve sertçe San'ın kolunu savuşturdu. San onu tekrar tutunca iyice çıldırmıştı çünkü tutuşu o kadar sıkıydı ki babasını hatırlatmıştı. "Bırak beni San."
San dediğini yapınca Wooyoung hızla odasına doğru ilerledi. Ama San arkasından kovaladı.
"Sarhoşsun Wooyoung," dedi San sertçe. "Ne kadar içtin?"
Wooyoung onu tamamen görmezden gelirken montunu çıkardı.
"Bana cevap ver Wooyoung."
"Sana verecek cevabım yok," diye tersledi Wooyoung ama sesinin ağlamaklı çıkmasına engel olamamıştı. "Annem değilsin."
"Eve nasıl geldin? Neden şoförlerden birini aramadın? Bu saate kadar dışarıda kalmak zorunda mıydın?" San soru ardına soru sormaya devam ederken Wooyoung da her birini duymazdan gelmeye devam ediyordu. Kendisinin öfkelendiği kadar San'ın da öfkelendiğini görebiliyordu Wooyoung, o yüzden San o anda bıkıp alınları birbirine değecek kadar yakınlaştığında keskin gözlerine bakarken Wooyoung hiç de şaşırmamıştı.
"Ne kadar içtin Wooyoung?" diye sordu San, sesi kısık ve sakindi.
"Sen benim mesajlarıma cevap vermezken," dedi Wooyoung, "...ben sana neden cevap vereyim?"
"Bu farklı Wooyoung."
"Hayır değil!" Wooyoung kemerini çözüp kot pantolonun içinden çıkarken San'ın gözlerini üzerinde hissediyordu.
"Ne yapıyorsun?"
"Soyunuyorum. Daha önce duydun mu hiç?" Wooyoung vurdumduymaz davranıyordu ama umurunda değildi. San bunu hak ediyordu.
Pantolonunu tekmeledikten sonra kendisini yatağa atarken baksırının bacaklarının yarısından çoğunu açıkta bıraktığını fark etti. San'ın resmen gözünü dikerek bakması onu düşündüğü kadar etkilememişti; ya da sadece alkolün etkisiydi.
"Wooyoung," diye yalvardı San, "...beni görmezden gelmeyi kes."
Wooyoung gömleği omuzlarından düşesiye kadar düğmelerini açtı, San'ın üzerinden bir an olsun ayrılmayan bakışlarını fark etmiyormuş gibi davranıyordu.
"Kes şunu."
Wooyoung başının üzerinden çıkarmayı planlıyormuş gibi siyah atletinin kumaşını kavradı. "Neyi keseyim?"
San aralarındaki mesafeyi kapatırken ellerini Wooyoung'un atletini kavrayan yumruklarının üzerinde koydu. Dokunuşu Wooyoung'un göğsüne sıcaklık yayıyordu. "Her ne yapıyorsan... kes şunu."
"Sadece kıyafetlerimi çıkarıyorum," diye soludu Wooyoung. Gözleri San'ın dudaklarına indiğinde midesindeki kelebekler çıldırdı. "Eğer bir sorunun varsa git o zaman."
San gitmedi ve bir anlığına etraflarındaki sessizliği hızla alıp verdikleri nefesleri doldurmuştu.
"Mesajlarına cevap vermediğim için özür dilerim," dedi San ama Wooyoung özürlerini dinleyecek havada değildi.
Onun yerine, yatağında yatarken bir elini baksırının içine doğru indirdi.
San anında tepki verirken gözleri kocaman olmuştu. "Wooyoung..."
Soğuk eli kendi etrafına sarılırken Wooyoung'un omurgasından soğuk bir ürperti tırmandı; yeni hisse alışmaya çalışırken nefesi tıkanmıştı.
San'ın gözleri kopkoyuydu; o kadar koyuydu ki Wooyoung kendisini görebiliyordu. "W-Wooyoung, lütfen dur."
Wooyoung'un nefesi kesiliyordu, yarı kapalı gözleriyle direkt San'a bakarken erkekliğinin başında başparmağını gezdirmeye başlamasıyla alt dudağını ısırdı.
San'ın gözleri yüzünden ayrılmıyordu ve bu o kadar sarhoş ediciydi ki Wooyoung'un o gece içtiği tüm içkilerden daha güçlüydü.
"Wooyoung, yapma... yapma bunu," dedi San dudaklarını yalarken, gözbebekleri büyümüştü. "Sarhoşsun... sarhoşsun ve pişman olacaksın."
Wooyoung, San'ın elini kavradı ve erkekliğinin üzerine koydu. "Dokun bana."
San yutkunurken bakışlarını kaçırdı. "Wooyoung..."
"Yap hadi," diye yalvardı Wooyoung. San'ın sürekli karşı çıkması onu deli ediyordu, çünkü şu anda ona dokunmasından başka bir şey istemiyordu. "Hissettiğim şeyin sadece zihnimde varolmadığına inanmaya... ihtiyacım var."
San kendisiyle çatışırken dudağını ısırdı. Ama yüzündeki şehvet gün gibi ortadaydı. Elleri Wooyoung'un belini kavrarken ilk başta utangaç ve dikkatliydi ama ardından nazikçe baksırını aşağıya sıyırıp çıkardı.
Erkekliğinin üzerinde San'ın elinin sıcaklığını hissetmesiyle Wooyoung'un göğsü sıkışırken adamın eline doğru sürtünmek için kalçasını içgüdüsel olarak havaya kaldırıyordu.
San başını yavaşça erkekliğine doğru eğince Wooyoung hızla ensesindeki saçları kavradı, sıcak ve ıslak ağzı onu kolaylıkla alıyordu. Şehvet içinde yükselirken Wooyoung derin sesiyle inledi. Çok iyi hissettiriyordu; San'ın dudakları üzerinde, uzunluğu boyunca tüy gibi hafif öpücükler konduruyordu.
"H-hyung..." diye kekeledi ve sanki hissetmiş gibi San daha fazlasını aldı ağzına. San'ın dudakları sertliğini kavrarken dikkatle emiyor ve tüm bu süre boyunca koyu gözleri ona bakarken Wooyoung uzun süredir hiç hissetmediği kadar harika hissediyordu.
İlk başta yavaşça aşağı yukarı yapmaya başladı ama daha fazlasını istercesine San hızlandı, başı aşağı yukarı hareket ederken bir kez olsun öğürmemişti.
"Ge-geliyorum..." diye uyardı Wooyoung, San onu emmeye, öpmeye, boğazının en derinliklerine kadar almaya devam ederken Wooyoung'un görüşü karıncalanmaya başlıyordu. Boşalırken göğsü inip kalkıyordu ama San hareketsiz duruyor ve hepsini yutuyordu.
San'ın gözbebekleri büyümüş gözleri parlarken az önce yaptığı şeye rağmen yanaklarına yayılan pembelikle çok masum görünüyordu.
Ama San durmadı. Wooyoung'un erkekliğini öpmeye devam etti ve sanki her bir noktasını zihnine kazımak ister gibi bacaklarına doğru ilerledi.
Wooyoung adamın pantolonundaki kabarıklığı fark edince gözleri San'ınkilerle buluştu.
"Çok rahat görünmüyorsun," dedi ama San başını salladı.
"Woo, bir şey yapman gerekmiyor," diye karşı çıktı, dudakları normalden daha kırmızıydı ve saçları Wooyoung çekiştirdiği için dağılmıştı. Sadece o görüntü bile erkekliğinin zonklamasına neden oluyordu. Onu bu hale ben getirdim.
"Sana yardım edeceğim." Wooyoung daha fazla ısrar etmesine gerek kalmadığını fark etti çünkü San o an teslim olmuştu ve sıkı ve kaslı vücudu artık altında uzanıyordu. Wooyoung daha fazla zaman kaybetmeden kıyafetlerinden kurtulmaya başladı.
San'ın sağ omuzundan aşağıya doğru inen ve koltuk altının hemen altında biten yara izini görünce donakaldı ama San gözlerini sımsıkı kapatıp dokunuşlarında kaybolurken Wooyoung tek bir kelime bile etmemeye karar verdi. En azından şimdilik.
Wooyoung parmaklarını San'ın erkekliğinde aşağıya doğru hareket ettirince San cennet gibi sesiyle inledi; Wooyoung hissettiği kalınlıkla ve sıcaklıkla şaşırmıştı. Onun için çok yeni bir şeydi ve daha önce hiç böyle bir şey yapmadığı çok belliydi ama elinin her hareketiyle San inlerken ve bir hayal gibi görünürken hiçbir şeyin önemi yoktu.
"Daha önce kimseyle oral seks yapmadım," diye itiraf etti Wooyoung, San'ın ağzından çıkan kirli seslerle kan yanaklarına hücum ediyordu. Sesler zihnine işlerken tekrar sertleşiyordu.
"Sorun değil," dedi San derin bir nefes alarak, Wooyoung'u parlayan gözleriyle izliyordu. "Sadece... sadece her ne yapıyorsan devam et. Benim için bu yeterli."
Wooyoung'un zihninin derinliklerinden istenmeyen bir ses durması için resmen çığlık atıyordu. Ama sesi umursamayarak onunla daha sonra uğraşmaya karar verdi.
Wooyoung, San'ın bacaklarını aralayınca San sesli bir şekilde inledi. Göğsü hızla inip kalkarken Wooyoung erkekliklerini birbirine yavaşça sürtmeye başlayınca San genç çocuğun belini kavradı.
San, Wooyoung'un atletini başından çıkardıktan sonra göğüsleri birbirine çarptı ve hızla dudaklarını Wooyoung'un göğüs ucuna indirerek hafifçe ısırmaya başladı.
Wooyoung o anda vücudunu hissedemiyordu; San açıkta olan teninde emdiği her yerin üzerini şehvetle öperken Wooyoung, San'ın kollarına sıkıca sarılmış bir halde dudaklarından derin inlemeler kaçıyordu. Dudakları hariç her yeri öpüyordu ama Wooyoung umursamadı. Hatta o da bu şekilde olmasını tercih ediyordu.
San bir an olsun onu bırakmıyordu, hayal edebildiği her yeri öpüyor, emiyor ve ısırıyordu ve boşaldığı anda bile gevşeyen omuzları ve terden ıslanan saçlarıyla hala Wooyoung'a sarılıyor, boynunun kıvrımını aşk ısırıklarıyla dolduruyordu.
"Temizlenip duş... almalıyız," dedi Wooyoung kelimeleri zorla telaffuz ederken. Dünyası hiç hayal etmediği şekilde alt üst olmuştu ve tek istediği şey bir an önce uykunun kollarına sarılmaktı.
"Birazdan..." San ona baktı, gözlerinde ciddi bir ifade vardı. O kadar yoğundu ki Wooyoung gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. "Bir süre... böyle kalalım."
"Yatağım tamamen kirlendi," dedi Wooyoung ama hafifçe gülüyordu, az önce San'la arasında olan şeylere inanamıyordu.
"Daha sonra temizlenir." San da kocaman gülümseyince Wooyoung utandı.
"Seninkini bacağımda hissedebiliyorum." Wooyoung doğru olup olmadığına bakmak için aşağıya doğru bakınca San onu dürterek kıkırdadı. "Bu... çok garip."
San'ın gülümsemesi kayboldu. "Garip mi?"
"Yani... iyi anlamda garip. Sanırım," dedi Wooyoung. Bakışları adamın yara izine düşünce yutkundu. "İyi hissediyorum." Gerçekten de çok iyi hissediyordu, kalp atışı olanlar yüzünden hala düzensizdi.
Cevap San'ı tatmin etmiş gibiydi çünkü onu daha yakınına çekerek kollarına bedenine sardı. San önce saçını ardından boynunu ve en sonunda yanağını öpünce Wooyoung'un göğsü sıkıştı.
Hareketleri, sana değer veriyorum, diye bağırıyordu. Ve bu Wooyoung'un kalbini ısıtıyordu.
Bu gece kesinlikle asla unutamayacağı bir geceydi.
___________________________________________________
Çevirdiğim woosan ficleri içinde en detaylı smut sahneydi 😮💨 okurken sıkıntı yok da çevirmesi gerçekten çok zor gsksjs
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top