012: Jung Wooyoung suçlu değil


Hatalarını kabullenmek cesaret ister
Hatalı olduğunu kabullenmekse
daha fazla cesaret ister

Wooyoung göğsündeki acı verici ağırlıkla ve zihnini alt üst deşen düşüncelerle birlikte uyuşuk bir halde uyandı.

Telefonunun alarmının sabahın beşini gösterdiğini görünce alarmı kendi kurmasına rağmen inledi. Dün gece notlarını gözden geçirip ardından internette dolaşırken gereğinden daha fazla zaman geçirmişti. Ama ikisi bugünün planını yaptıktan sonra San ve kendisi için kahvaltı hazırlayabilmek için erkenden uyanmanın verdiği ağırlığı omuzlarından savuşturdu.

Ya San fikrini değiştirdiyse? İnatçı ses yine Wooyoung'un zihninde belirmişti. Çocukken arada sırada izlediği hava durumunu sunan kadının sesine benziyordu; tamamen gerçekçi ve özdü. En sinir bozucu sesti. Ya San çoktan eşyalarını toplamış ikinizi de Seul'a götürmek için hazırsa?

Wooyoung o düşünceleri umursamadı –en azından umursamamaya çalıştı— çünkü gittikçe göğsü o kadar çok sıkışıyordu ki bayılacak gibi hissediyordu.

Çığlık atan bacaklarına rağmen yataktan kalktı, mahmur gözleriyle komodinin üzerine gelişi güzel atılmış lenslerin kutusunu buldu. Kutuya bakarak bir iki kere gözlerini kırpıştırdıktan sonra ayaklarına terliklerini giydi ve bir gözüne lensini takmadan odadan çıkarken bir eliyle ensesindeki saçlarını düzeltti.

Wooyoung çok yorgundu, bu kadar erken kalkmanın verdiği bitkinlikten bahsetmeye gerek bile yoktu. San'ın kapısını tıklattıktan sonra içeri girdi ve adamı hiçbir yerde göremeyince banyoya gitmiş olabileceğini düşündü

Wooyoung'un bakışları yatağın üzerine döndü, yerinde olmayan yastıkları ve dağılmış pelüşlerle kırışmış çarşafı fark etti ve kendisine engel olamadan hepsini yerine koyarak düzeltti. Bunu neden yaptığını bilmiyordu –ya da belki de biliyordu, çünkü utanç içini kemiriyordu. Dün gece olanlardan sonra özellikle her şeyin felaketle sonuçlanabileceğini düşünürken San'la nasıl yüz yüze geleceği hakkında hiçbir fikri yoktu.

San'ın yatağı artık toplu haldeyken Wooyoung komodinin üzerindeki ilaç şişelerini gördü. Vicdan azabı anında daha da artmıştı. En başından buraya asla gelmemeliydi ama işte burada, San'ın izni olmadan odasını istila ediyordu.

Hissettiği daha fazla suçlulukla hızla odadan çıktı. Dar koridora adımını atar atmaz burnuna tatlı, hoş bir koku geldi.

Wooyoung yürümeye devam etti ama mutfaktaki ocakta bir şeyin cızırdadığını duyunca duraksadı. Bir anda panikledi, çünkü sabahın beşinde bir şeyler pişirmek için eve başka biri girmediği sürece mutfaktaki kişinin San olduğuna oldukça emindi. Fakat her iki senaryonun da pek hoş olmayan sonuçları vardı. Siktir.

Wooyoung oradan geri dönüp odasına koşmayı düşündü. Ödlek olmayı kes. Er geç San'la yüz yüze gelmek zorunda kalacaksın, dedi kadının sesi tekrar zihninde belirerek. Dişlerini gıcırdattı çünkü biliyordu ki ses haklıydı –ya da kendisi haklıydı çünkü düşünceler onun kendi düşünceleriydi. Bu durumdan gerçekten nefret ediyordu.

San muhtemelen ayak seslerini duyduğu için yavaş gitmenin bir anlamı olmadığını bildiği halde elinden geldiğince yavaşça ilerledi. Salyangoz hızıyla mutfağa çıkan köşeyi dönerken kendisini bir hırsız gibi hissediyordu. Baştan çıkarıcı koku olduğundan daha yoğun geliyordu burnuna artık.

Wooyoung, San'la karşı karşıya gelir gelmez donakaldı, adamın kıyafetlerini idrak ettikten sonra gözleri kocaman açıldı. Çilek kırmızısı bir şortla geniş omuzlarını daha da belirginleştiren ve kolları ellerine kadar gelen siyah bir gömlek giyiyordu. Bacaklarının büyük bir kısmı açıktaydı, yumuşak tenindeki birkaç benle birlikte bacakları uzun ve dümdüzdü.

Wooyoung yutkunurken gözlerini kaçırdı. "Şey, günaydın hyung."

San cevap vermedi. Ocağın önünde dikilmeye devam ederken spatulayla bir şeyi çeviriyordu.

Wooyoung'un kalp atışı yavaşlamıştı resmen. "Sa-sanırım benden daha erken uyandın. Ee, kahvaltıyı hazırlamak istemiştim ama sanırım benden önce davrandın."

Sessizlik.

Wooyoung sertçe dudağını ısırınca acımaya başladığını hissetti. "Özür dilemiş o-olsam da dün öyle davrandığım için özür dilerim. A-ama gerçekten ciddi olduğumu bilmeni istiyorum. Eğer... eğer bana hala öfkeliysen, anlarım. Özür dilerim."

San tepki vermiyordu. Arkasına bile dönmüyordu, her ne yapıyorsa hala ona odaklanmış haldeydi. Tepkisizliği Wooyoung'un endişesini artırıyordu çünkü açıkça onu umursamıyordu.

Wooyoung artık hayal edebiliyordu; o akşam o ve San Kore'ye geri döneceklerdi ve adam pılını pırtısını toplayıp evinden defolup gitmesini söyleyecekti. Wooyoung kovulacaktı ve kalmak için düzgün bir yer bulasıya kadar sokaklarda yatacaktı. İlişkilerinin sonu böyle olacaktı.

Wooyoung ellerini sıkarken kalbi göğüs kafesinin içinde düzensizce atıyordu. "San... ben..."

San döndü ve gözleri buluştu. Yüzü şaşkınlıkla aydınlanırken omuzları gerildi. Elindeki spatulayı ocağın üzerindeki tavaya koymadan önce elinde beceriksizce çevirirken dudaklarından hafifçe bir kahkaha döküldü. "Ah, selam..." Hızla kulaklarından bir şey çıkardı. Wooyoung o an onların kulaklık olduğunu fark etti.

"Selam." Wooyoung kahkaha atmak... ve ağlamak istiyordu. San onu duyamadığı için tepki vermemişti ve büyük bir cesaretle dilediği özürler boşa gitmişti. Kendisini yumruklamak istiyordu.

San ocağın altını kapattı, şaşkın hareketleriyle Wooyoung'dan daha gergin görünüyordu. "Ben, ee, üzgünüm. Kulaklıklarım takılıydı ve çıkartmakla uğraşmadım. Bir şey mi demiştin?"

Wooyoung başını sallarken aralarındaki gerilimden nefret etmişti. "Sorun değil. Ben de yeni uyandım."

"Pekala." San ensesi ovaladı.

"Rahat uyudun mu?"

San gömleğinin yakasını düzeltti. "E-evet, uyudum. Sen?"

Wooyoung da başıyla onayladı. San'ın lenssiz gözlerini incelediğini hissedebiliyordu ve dürüst olmak gerekirse şu anda pek de umurunda değildi. Boğazını temizledi. "Peki... neler yaptın?"

San rahatlamış görünüyordu, sanki Wooyoung'un istemediği bir şeyi söylemesini bekliyormuş gibiydi. "Şey," arkasını işaret etti, "Omlet yaptım."

Ortamdaki kokudan belli olsa da Wooyoung şaşırmıştı.

Yüz ifadesi San'ı rahatsız etmiş olmalıydı çünkü adam hemen ardından ekledi: "Yani... Mingi yokken bana sürekli sen bir şeyler hazırlıyorsun o yüzden ben de sana karşılığını vermek istedim. Merak etme, omlet yapma sanatını en ince detayına kadar araştırdım."

"Ciddi misin?" diye sordu Wooyoung bir an bile düşünmeden.

San'ın gözlerindeki parıltı sönmüştü. "Bekle... omlet sevmiyor musun yoksa? Aman tanrım, bu işe kalkışmadan önce sana sormalıydım. Ya da belki de... ben yaptığım için tadına bakmak istemiyorsundur?"

"Hayır," dedi Wooyoung soruların hepsine cevap vererek, fakat bir yandan da doğum gününde San'ın onun için yaptığı kekler aklına geliyordu. "Öyle bir şey yok. Sadece..."

"Sadece ne?" San öyle gergin görünüyordu ki Wooyoung dünkü hissettiğinden çok daha kötü hissetmeye başlamıştı.

O yüzden cevap vermek yerine, San ikisi için yaptığı omletlere bakmak için ocağa doğru ilerledi. San kenara çekildi ama genç çocuğun tepkisini izlerken gözleri Wooyoung'un yüzüne odaklanmıştı.

Normalde, özellikle de ortamı yumuşatması gerektiğinde Wooyoung espri patlatma fırsatını kaçırmazdı, ama San'ın o anki tedirginliği o kadar belirgindi ki Wooyoung sadece onu memnun etmek istiyordu.

"Çok iyi görünüyorlar. Ayrıca çok da güzel kokuyor," diye iltifat etti Wooyoung gülümseyerek. San'ın tedirginliği uçup gitmişti. "Yemek dergisine kapak olacak kadar güzel görünüyorlar."

"Pekala... şimdi abarttın," dedi San gülerek, iyice rahatlamıştı.

Wooyoung, yakınlığının farkına varınca San'ın gözlerine utanarak bakarken omletlerin üzerindeki gördüğü şeyleri işaret etti. "Onlar sebze mi?"

"Okuduğum tarifte sebzeli daha güzel olduğu yazıyordu," diye kendisini savundu San hemen.

"Teşekkür ederim," dedi Wooyoung ciddiyetle. "Bunları yapmak için ne kadar erken kalktığını hayal bile edemiyorum." Bakışlarını kaldırınca San'ın direkt ona baktığı gördü. "Ve... özür dilerim."

San'ın yüzü yumuşadı. "Ne için?"

"Dünkü davranışım için."

"Özür dilemesi gereken benim. Sebepsizce sana sinirlenip seni endişelendirdim," diye cevap verdi San gözlerini yere indirerek. "Ben sadece... duygularıma yenik düştüm. Düzgünce düşünemiyordum."

Wooyoung ne diyeceğini bilemiyordu. Tavsiye vermekte ve diğer insanları rahatlamakta her zaman çok kötü biri olmuştu o yüzden San'ın ani itirafı karşısında şaşakalmıştı.

"Hey." San elini tuttu ama bir saniye sonra bıraktı. "Bir şey demene gerek yok. Hadi yiyelim."

"Kahve yapacağım," diye cevap verdi Wooyoung kahve makinesine ilerleyerek.

"Sorun değil. Ben yaparım, sonuçta bugün ben hazırlıyorum her şeyi."

Wooyoung'un midesinde o an her ne varsa takla atmıştı resmen. Sersemlemiş gibi hissediyordu. "Hayır, ben yapacağım."

"Wooyoung, lütfen."

Wooyoung karşı çıkmak istemişti ama biliyordu ki karşı çıkarsa sesini yükseltecek ya da San'ı sinirlendirecek ya da korkutacak bir şey yapacaktı. Sabırlı olup San'ın istediğini yapmasına izin vermesi gerekiyordu; travma yaşayan insanlarla nasıl ilgilenmesi gerektiğini araştırdığında internette okuduğu yazı böyle diyordu. Asla ona söylemeyecekti tabii, çünkü onun kişisel sorunlarına burnunu soktuğu için San'ın öfkelenmesini istemiyordu.

"Peki," diye cevap verdi Wooyoung ve San ona neşeli bir şekilde gamzeleriyle birlikte gülümseyince kaslarındaki gerginlik hafifledi. "Yakma ama."

San gülerken gücenmiş gibi görünüyordu. "Kahveyi neden yakayım ki?"

Wooyoung omuzlarını silkti ama San kahkaha atınca o da kıkırdadı.

"Otur masaya. Senin özel garsonun olacağım ve siparişini hemen getireceğim," dedi San ve bir prens gibi önünde reverans yapınca Wooyoung şaşırdı.

San'ın tekrar rahat olmasıyla birlikte hem mutlu olmuş hem de cesaret bulunca Wooyoung şaka yapmaya karar vermişti. "Hey, öyle reverans yapmayı nereden öğrendin? Kraliyet şatosunda mı? Böyle deyince, aslında Flynn Rider'a benziyorsun. Ya da Prens Eric'e."

San gözlerini devirdi. "Ah kapa çeneni. Onlar benden çok daha seksiler. Ve, şey, babam bu tarz kibar hareketlere önem veriyordu."

Wooyoung karşısındaki adama baktı; varlıklı ve inkar edemeyecek kadar çekici bir adamdı ve nazik ve sevgi dolu kişiliğinden bahsetmeye bile gerek yoktu. Choi San'a baktıkça aslında ne kadar gerçek dışı olduğunu fark ediyordu.

San ona gülümsedi ve Wooyoung'un kalbi o anda hızlanmaya başladı. "Ne var?"

"Seksisin."

San donakalırken sanki hareketsiz bir nesne gibi görünüyordu. Nefes bile almıyor gibiydi. "Ne?"

Aman tanrım. Wooyoung yüksek sesle boğazını temizledi. "Sen de seksisin. Yani şey... Flynn Rider ya da Prens Eric'ten kesinlikle çok daha seksisin, o yüzden kendini bu kadar küçük görme. Onlar gerçek değil ama sen gerçeksin ve şey... öyle işte."

San iç çekti. "Öyle mi?"

Wooyoung aceleyle kendisine bir sandalye çekti ve oturdu. Mutfağın sıcak dekorasyonuna tekrar hayran olurken ellerini pantolonun üzerine sildi. "Bir an önce yemeliyiz. Yemek soğumadan önce yani."

"Ah... doğru." San kahvaltıyı getirmek için hızla mutfağa gitti.

Omlet Wooyoung'un beklediğinden çok daha iyiydi, özellikle de o kek fiyaskosundan sonra. Tadı o kadar iyiydi ki yarısını saniyesinde bitirmişti bile. San'ın bakışlarını üzerinde hissedince yanında oturan adama baktı. "Hm?"

"Hiç," dedi San başını sallayarak, dudaklarında içten bir sırıtma vardı. Kendi tabağındaki yemeğe hiç dokunmamıştı ve tabağı Wooyoung'un önüne ittirince Wooyoung yüzündeki şaşkınlığı gizleyememişti.

"Hayır. Ben yiyemem. Bunu sen yaptın senin yemen gerekiyor. Aç duramazsın." Wooyoung bahane üstüne bahane sıralarken San'ın gülüşü gittikçe daha da büyüyordu.

"Sabahları zaten çok fazla bir şey yemiyorum. Ayrıca dışarı çıktığımızda da bir şeyler alabiliriz, merak etme. Kahve yeter bana." Ardından San ayağa kalktı, Wooyoung'un yüzündeki ifadeyi görünce kahkahaya boğuldu. "Hemen geleceğim. Odamdan bir şey almam gerekiyor."

Wooyoung'un aklına ilk gelen şey San'ın içtiği Prazosin'di ve bunun için kendisine vurmak istemişti. Beni ilgilendirmez. "Tabii. Çok oyalanma ama."

'Çok oyalanma mı?' Ne saçmalıyorsun?

San kıkırdadı ve başıyla onayladı. Ardından parmağıyla 'tamam' işareti yaptı ve gözden kayboldu.

San'ın işi uzun sürmemişti ama geldiğinde kahvesi muhtemelen çoktan soğumuştu. Kulağında telefonla gelmişti ve yüzünde Wooyoung'un birkaç kez tanık olduğu o nazik gülümseme vardı. Elinde Wooyoung'un tabağının yanına koyduğu orta boyda kahverengi bir defter vardı.

"Evet Joongie. Bu akşam eve dönüyoruz," dedi San telefona. Bakışları buluştuğunda gözlerini ilk çeken Wooyoung olmuştu, farklı renkteki gözlerinden dolayı hala utanıyordu. "Hım, evet. Sen de yılbaşından önce geliyorsun, değil mi?"

Wooyoung yanlış bir şey yapmadığını düşünerek defteri açarak kendisini meşgul etti. Sonuçta önüne defteri koyan San'dı. İlk birkaç sayfayı çevirdiğinde küçük, dolgun yanaklı yüz çizimlerini görünce kıs kıs gülmesine engel olamadı. Defterin ne için olduğunu merak etmişti.

"Evet..." San duraksayınca Wooyoung, San'ın yüzündeki gülümsemenin kaybolduğunu fark etti. Ona baktığını fark etmeden önce gözlerini üzerinden çekti. "Evet, biliyorum. Gitmem lazım... Ama gerçekten istemiyorum. Şimdi değil. Siktir."

Gitmek mi? Merak duygusu Wooyoung'un içini kemirirken orman yangını gibi büyümüştü. Sormamak için kendisini engellemeye çalışırken defterde yeni bir sayfaya geçmişti.

Bugünün amaçları:

a) alışverişe gideceğiz (sevimli pijama almamız lazım!!)
b) yemek al ve manzara izlemeye git
c) sahil zamanııı \ (••) /
d) yıldızlarla bir şey yap()

"Siktir, bugün bizim için planladığın her şeyi öğrendim," dedi Wooyoung, San Hongjoong'la olan konuşmasını bitirir bitirmez. Bakışları birbirine kitlenince Wooyoung adamın yüzündeki çatık kaşlarını biraz olsun rahatlatmak için hafifçe gülümsedi.

San gülümsemesine karşılık verdi ama gülümsemesi gözlerine yansımamıştı. Genelde canlı bir şekilde parıldarlardı ama şimdi koyulaşmışlardı. Wooyoung'un hiçbir fikri olmadığı bir şeye odaklanmışlardı. "Birkaçını silerek... ya da başka fikirler ekleyerek bana yardımcı olursun diye umuyordum."

Direkt olarak ona bakmasa bile Wooyoung, San'ın hançer gibi sivri bakışlarının ateşini hissetmişti. "Şey," alt dudağını ısırırken başparmağını kağıdın üzerinde gezdiriyordu, "...öncelikle, el yazın çok sevimli; kesinlikle bir CEO'dan beklenmeyecek bir şey."

San parmaklarıyla sağ kulağıyla oynadı. Wooyoung bir süre sonra kulaklarının hafifçe pembeleştiğini fark etti. "Gerçekten mi?"

"Evet. Çok sevimli."

San'ın kulaklarındaki pembelik yanaklarına yayılmıştı. "Ee, teşekkürler."

"Rica ederim," dedi Wooyoung hissettiği tuhaflığı geçiştirmeye çalışarak. "Ayrıca 'sahil zamanı' seçeneğini çıkarmalısın."

"Neden?"

Wooyoung omuzlarını silkti. Burnunda akşam esintisinin taşıdığı sert tuz kokusunu hissedebiliyordu, ayaklarındaki nemli kumu ve babasının karısı olmayan başka bir kadını öptüğünü gördüğünde göğsünde hissettiği acı verici, mide bulandırıcı hissi hala hissedebiliyordu. Anı o kadar canlıydı ki üzerinden yıllar geçmesine rağmen göz kapaklarının arkasına dövme gibi işlenmiş gibiydi. Annesine koşuşunu hatırladı, kalbi boğazında atarken düşünceleri karman çormandı. O gece dalgalanan denize bakarken içinde boğulmayı istemişti.

"Ne oldu? Ne... neden ağlıyorsun? Wooyoung cevap ver bana. Wooyoung!"

Wooyoung kolunda sıcak ama sert bir şey hissetti. Bedeninin sallandığını fark edip gözlerini kırpıştırdığında endişenin dolup taştığı ama o gece hissettiği yıkıcı soğukluğa sahip olan tanıdık kahverengi gözlerin ona baktığını gördü.

"Woo?"

Wooyoung sıktığı ellerine baktı. Hayalet gibi bembeyazlardı.

"İyi misin?"

"İyiyim," dedi Wooyoung zorla.

"Sahil seçeneğini silebiliriz." San şortunun cebinden siyah bir kalem çıkardı. Tam üzerini çizmek üzereyken Wooyoung onu durdurdu. San kocaman olmuş gözleriyle genç çocuğa baktı. "Wooyoung?"

"Sorun değil." Wooyoung kimi kandırmaya çalıştığını farkında değildi. San sahilden bahsedince verdiği fazla tepkiyle bir sorunun olduğu apaçık ortaydı. Adam muhtemelen delirdiğini falan düşünüyordu. Harika.

"Sahile gidebiliriz istiyorsan," diye ekledi hızla. "Gerçekten gitmek istiyor gibisin."

San bir süre sessiz kaldıktan sonra cevap verdi. "Yüzmek için hava aşırı soğuk. Sadece biraz yürür ve konuşuruz."

Wooyoung başıyla onaylarken derin bir nefes aldı. Boş kahve bardağıyla dikkatini dağıtmaya çalıştı. "Güzel. Öyle yapabiliriz."

Ardından çok fazla konuşmadılar ama böylesi daha iyiydi. Wooyoung hayatının büyük bir kısmında olan şeyler gibi az önce olanlarla ilgili de konuşmak istemiyordu.

✤✤✤

Etraf kalabalıktı; insanlar konuşuyor ve gülüyorlardı ve Wooyoung nereye bakarsa baksın sürekli hareket ediyorlardı. Kardan, süslemelerden ve gürültüden Wooyoung neredeyse boğulacak gibi hissediyordu ama San'ın avucunu dizinin kenarına koymasıyla şimdiki zamana geri dönmüştü.

"Yola odaklan."

"Ah, doğru." Wooyoung dediğini yaparken San'ın tarifiyle birlikte döndü. Şu anda arabayı sürüyor olması hala gerçek üstü hissettiriyordu. Olurda araba almak için para biriktirebilir diye birkaç ay önce ehliyetini aldığında San'ın arabasını süreceği aklının ucundan bile geçmemişti. "Tam olarak nereye gidiyoruz?"

"Kıyafet mağazasına," dedi San hafifçe sırıtarak.

"Evet onu biliyorum ama adı ne?"

"Şşş," dedi San dalga geçerek, başparmakları telefonun ekranında hareket ederken siyah maskesini düzeltti. Şu anda oyun oynadığına inanamıyordu. "Sadece devam et... çekil önümden WizardTwister208! Bütün bonuslarını çalacağım!"

O andan itibaren Wooyoung hiçbir şey söylememeye karar verdi.

Sürmeye devam ederken çevresine ve San'ın söylediği sözlere dikkat ediyordu. Birkaç dakika boyunca her şey yolunda gibiydi; ayaz kış havasında kar taneleri yavaşça süzülüyordu ve San yanında, sonunda yarıştığı oyuncuları yendiğinde yüzündeki sevinçli ifadeyi engellemeye çalışsa da gül pembesi rengin yanaklarını kaplamasına engel olamamıştı.

"Wooyoung-ah, yol."

Utanmış bir halde Wooyoung önüne baktı. İyi ki de bakmıştı çünkü bakmasaydı aniden kendi şeritlerine geçen gri arabayı asla atlatamazdı.

Wooyoung ayağıyla frene yüklenirken kalbi panikle hızlandı. Kötü bir şey olmamıştı. "O da neydi öyle?"

San'a baktı ama San'ın gözleri hala telefonuna odaklanmış bir haldeydi. Sadece... artık hiçbir şeyi oynamıyor ama telefonu kavrayışı çok acı verici görünüyordu. Yüzündeki bütün renkler çekilmişti.

"San? İyi misin?"

"Y-yol. Lütfen." San'ın sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı ama kelimelerindeki korku gün yüzü gibi ortaydı.

Wooyoung ona itaat ederek dediğini yaptı, kendisi de saniyeler önce olan şey yüzünden hala şaşkındı. Eğer San zamanında uyarmasaydı ya da bir saniye olsun geç davransaydı ne olurdu diye düşünmeden edemedi. Düşünmeyi kes artık.

Neyse ki San'ın kendisine gelmesi için yol yeterince uzundu. Artık ne gülüyor ne de kahkaha atıyordu ama en azından oynadığı oyunla dikkati dağılmıştı.

San'ın talimatlarını takip ederek Wooyoung diğer arabalarının yanındaki özel park alanına girdi ama dikkatini en çok çeken şey bu değil San'ın bahsettiği kıyafet mağazasıydı ama dürüst olmak gerekirse daha çok küçük alışveriş merkezi gibiydi.

Arabadan ilk San inmişti, önceki gibi heyecanlı değildi artık. Wooyoung ise yavru köpek gibi büyük binaya doğru onu takip ederken yeni çevresine hiç de alışık değildi.

✤✤✤

Wooyoung ne beklediğini bilmiyordu ama kesinlikle San'ın bu kadar çok para harcamasına şaşırmamalıydı.

Özellikle de onun için.

"Bence bu sana mükemmel olur," dedi San ve Wooyoung'un bir yıllık maaşından bile daha pahalı görünen mavi bir mont çıkardı. "Mavi sana çok yakışıyor. Bedeni de sana olur gibi."

"Monta sadece bir kere baktım," dedi Wooyoung, kesinlikle abartmıyordu. Yanından geçerken öylesine bakmıştı ve San o anı yakaladığı için onu istediğini düşünmüştü. İstiyordu aslında ama konu bu değildi tabii. "Benim için almana gerek yok, sorun olmaz."

"Ama çok güzel. Sanırım yeni de." San montu çevirdi ve tasarımını inceledi. "Eminim Yunho'nun fikridir."

"Bekle..." ded Wooyoung saniyeler sonra. "Burası senin kıyafet mağazan mı? Burası Choi's Highlight mı?"

San ellerini havaya kaldırdı. "Ta da! Burası şubelerimizden birisi. Anlamanın bu kadar uzun sürmesine şaşırdım ama."

Wooyoung boğazını temizlerken utanmıştı. "Pijamaları almalıyız."

"Önce bu montu denemeni istiyorum."

Denediği kıyafet sayısı birden dörde çıkmıştı ve en son denediği Wooyoung'u biraz germişti. Ama kötü anlamda değil, aksine iyi anlamdaydı.

San onun için kırmızı bir gömlek, siyah bir kumaş pantolon, aynı renkte papyon ve smokin seçmişti ve bir çift Oxford ayakkabılarla da tamamlamıştı. Wooyoung kendisini aynada gördüğünde tamamen başka bir insana bakıyormuş gibi hissetmişti. Elit görünüyordu... ama çok da elit değildi.

"Bitti mi?" diye sordu San giyinme kabininin dışından.

"Ee, evet..." Wooyoung zayıf çıkan sesinden nefret etmişti. San içeri girip yanında dikildiğinde tamamen utanmıştı. İnci beyazı kazağının ve kot pantolonun içinde San kendisinden çok daha normal biri gibi görünüyordu ve bu dünyanın en garip şeyi olabilirdi.

San'ın bakışları aynada olsa da kendi yansımasına baktığı gerçeğinin farkındaydı. "Papyonun," dedi San kısa süre sonra.

Wooyoung elindeki papyonu kaldırırken bağlamakta pek iyi olmadığını kabul etmek istememişti.

San papyonu eline aldı, parmakları birbirine dokunduğunda Wooyoung'un kolundan yukarı bir şey tırmanmıştı.

"Kabul ediyorum, papyonlar biraz kafa karıştırıcı olabilir," dedi San, gevşek papyonu yakasının etrafında bağlamadan önce bakışları Wooyoung'un yüzündeydi. "Ama benim giymeyi en sevdiğim şeylerden biri çünkü tüm takımı tamamlayabiliyorlar."

San'ın parmakları çok hızlıydı, saniyeler içinde papyonu bağlayabilmişti. Düzeltti ve ardından Wooyoung'un omzuna vurunca Wooyoung neredeyse nefes alamıyormuş gibi hissetti. "Çok yakışıklısın."

Wooyoung'un nefesi tıkandı. Ama konuşmaya devam ettiği için San'ın onunla işi birmiş gibi görünmüyordu.

"Gerçekten çok iyi görünüyorsun. Eğer gerçekten istiyorsan model falan olabilirsin."

"Kendimi daha iyi hissetmem için yaptığın iltifatlardan biri mi bu?" diye sordu Wooyoung ve cesurca San'dan tarafa baktı. Neyse ki adam yine aynaya bakıyordu.

"Evet." San'ın daha fazla şey söylemek istediği belliydi ama sessiz kalınca Wooyoung rahatlamıştı.

"Teşekkürler. Ama cidden bunu bana almana gerek yok. Çok pahalı ve—"

"Hadi ama Woo. Hepsi sadece birkaç bin dolar yapıyor."

"Siktir."

Ancak San yine de kendi dediğini yapmıştı ve kendisi için harcadığı miktar Wooyoung'a harcadığı parayla karşılaştırıldığında bir hiç kalsa da sonunda ikisi de pijama bölümüne gidince San biraz çıldırmıştı.

Her zaman üzerinde sevimli hayvanların basılı olduğu tatlı pijamaları seçiyordu ve Wooyoung her ne kadar rengarenk pijamaların çok büyük bir hayranı olmasa da yine de o gün San'la çok eğlenmişti.

✤✤✤

O gün akşam Wooyoung'un fikriyle lezzetli sokak yemekleri yedikten sonra San'la birlikte sahile gitmişlerdi. Küçük ama diğer birkaç kişinin olduğu gözlerden uzak bir yerdi ve sıkıcı yeşilliğine ve kasvetli ortamına rağmen Wooyoung daha önce hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemişti.

"Daha iyi bir yer olabilirdi ama burada çok fazla yıldız var," dedi San beraberinde getirdiği battaniyeleri kayalıkların üzerine sererken. "Birkaç saat içinde ayrılmadan önce burada biraz zaman geçirmek eğlenceli olacak."

Wooyoung başıyla onayladı. Bedeni rahat kıyafetleriyle sarmalanmış haldeyken üşütmek istemiyordu. Aslında omuzları ve bacakları birbirine değerken San'la birlikte otururken çok iyi hissediyordu, fakat denizin sakin hışırtısı unutmak istediği görüntüleri tekrar canlandırıyordu.

San da fark etmiş olmalı ki hemen ardından ekledi, "Bugün sahile gidelim dediğimde pek mutlu görünmüyordun." Kelimeleri çok yavaş ama dikkatliydi. "Meraklı gibi görünmek istemem ama," deyince Wooyoung kıkırdadı, "Merak ettim."

Esinti Wooyoung'un saçıyla oynayınca saçlarını düzeltmekle uğraşmıştı. Ama San boştaki örtüyü Wooyoung'un başına örttüğünde kalbi hızlandı. "Vay canına."

"Şimdi ısınırsın. Saçlarının yüzüme gelmesini istemiyorum," diye dalga geçti San.

"Kapa çeneni."

San da güldü ve Wooyoung örtünün saçlarını korumasına izin verdi.

"Hiç mantıklı değil ama," dedi Wooyoung. "Senin saçların benimkinden daha uzun."

"Rüzgar bana ayrıcalık yapıyor."

Wooyoung San'ı ittirince San da onu ittirdi. İkisi de gülümsemeye başlamıştı, ta ki Wooyoung adamın gözlerindeki merak parıltısını göresiye kadar. Ardından derin bir iç çekti.

"Eğer istemiyorsan anlatmak zorunda değilsin," dedi San hızla.

"Yani... o kadar da etkileyici bir şey değil." Wooyoung kararan gökyüzüne baktı. Yıldızlar o kadar parlaktı ki sanki uzansa kendisi için çekip alabilecekmiş gibi görünüyorlardı. Gerçekte ne kadar sıcak olduklarının gayet farkındaydı ama güzel bir yıldızı tutarken küllere dönüşmek yok olmak için pek de kötü bir yol gibi durmuyordu.

"Ama..."

"Ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum," diye bitirdi Wooyoung sözlerini. En küçük detayından o gece döktüğü her gözyaşına kadar her şeyi hatırlayabiliyordu ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın kelimelere dökemiyordu.

"İşte buna, dostum, 'duygusal kabızlık' diyoruz."

"Harika isimmiş."

San yüksek sesle gülerken burnunu kırıştırdı. "İnanılmazsın. Ama evet tam olarak dediğim gibi."

"Ben duygusal kabız falan değilim," diye inkar etti Wooyoung.

"Öylesin ve bunda yanlış olan hiçbir şey yok. Sadece doğru kelime için biraz ıkınman gerek."

Neyi ıkınmak? diye soracaktı ki San bu sabah ona gösterdiği defteri çıkardı. Bu sefer mavi kalem vardı.

"Cidden mi?" Wooyoung'un bir kaşı havaya kalktı.

"Evet. Cidden," diye yanıtladı San sırıtarak. Rüzgar omuz hizasındaki saçlarına doğru eserken dudakları ve yanakları hafifçe pembeleşmişti ve o an Wooyoung bir kez daha bir prense ne kadar çok benzediği fark etti.

San yepyeni bir sayfaya Wooyoung'un görmesine izin vermediği bir şeyler yazarken Wooyoung bekledi. San'ın yapmayı planladığı şeyden gerilmediğini söylese yalan söylemiş olurdu.

Ardından San defteri ve kalemi ellerine doğru uzattı. "Hislerini dışarı vurmak senin için zorsa kağıda yazabilirsin. Eğer çok özel olduğunu düşünürsen okumam."

İlk satırda San'ın düzgün el yazısıyla Sahili sevmemene sebep olacak ne oldu? yazıyordu.

Wooyoung bunun ona nasıl yardım edeceğini bilmiyordu ama yine de denemeye karar verdi.

'Doğum günümde sahildeyken babam annemi aldattı. Daha on bir yaşıma girmiştim.' yazdı Wooyoung. O an zihninde belirince aldığı her nefesle birlikte tuzun ve kumun kokusunu içine çekti. 'Bir kadınla arabasının yanında gördüm onu ama anneme söylemedim. Annemi birçok kez aldatışının ilki seferiydi.'

Seni nasıl hissettirdi?

Wooyoung cevaplamadan önce duraksadı. Yazacak bir şeyim yok, diye düşündü.

'Çok kötü. Yetersiz. Sanki annem ve ben onun için yeterli değilmişiz gibi. Sanki kalbim yok olasıya kadar parçalara ayrılmış gibi hissettim. Can yakıcıydı.' Hissettiklerini kağıda dökmek zordu ama konuşmaktan çok daha kolay olduğu kesindi. 'Ben de çok kötü hissettim. Yani aldatılmanın nasıl hissettirdiğini hayal bile edemem ama eminim çok korkunçtur. Er geç öğrenmesine rağmen anneme söylemediğim için çok boktan hissetmiştim. Hala aklımdan çıkaramıyorum.'

O hissi değiştirmek için ne yapabilirsin?

San'ın üzerindeki bakışlarıyla fark ettiğinden yüzde yüz emin olsa da Wooyoung ellerinin titremesini saklamaya çalıştı.

Gözyaşları Wooyoung'un gözlerine batarken derin bir nefes aldı ve San'ın önünde bir ezik gibi ağlamamak için kaslarını gevşetti.

'Hiçbir şey. Üzerinden yıllar geçti ve ben istesem de hala aklımdan çıkaramıyorum.'

"Yaptığım en saçma şey," dedi Wooyoung defteri San'a uzatarak. Direkt ona bakmasa bile adamın şok olmuş ifadesi hissedebiliyordu.

"Wooyoung," diye fısıldadı San. "Okumam gerekmiyor..."

"Merak ediyorsun. Sıkıntı yok," diye araya girdi Wooyoung. San'ın kelimeleri okumaya başladığını görünce göğsündeki ağrının onu yutmaması için ortamdaki kasvetin hafiflemesini istedi. "Bu soruları nereden buldun ki?"

San buruk bir şekilde gülümsedi. "Psikiyatri."

Siktir siktir siktir. Neden sormak zorundaydım ki? Wooyoung içinden kendisine sövdü. San cevapların devamını okurken bu kadar zayıf oluşundan nefret ederek sessizliğini korudu.

San okumayı bitirdiğinde Wooyoung'a gözlerindeki parıltıyla baktı. "Öncelikle, her şeyi çok iyi anlatmışsın."

Wooyoung hafifçe koluna yumruk attı. "Kapa çeneni."

"İkinci olarak, tüm bunları benimle paylaşacak kadar rahat hissettiğin için çok... sevindim," diye devam etti San, çok samimi konuşuyordu. "Daha iyi hissediyor musun?"

"Daha kötü hissediyorum."

"Yalan söylüyorsun."

Fakat Wooyoung yalan söylemiyordu. Göğsü ağrıyordu ve dolan gözyaşlarını savuşturmak için gözlerini kırpıştırmak zorunda kalıyordu ama aynı zaman da garip bir şekilde... hafiflemiş hissediyordu. Sanki üzerindeki yük kalkmış gibiydi. Bunu kulağa garip gelmeyecek bir şekilde nasıl dile getireceğini bilemediği için üzerindeki örtüye iyice sarındı ve sakin denizi izledi.

"Her ne kadar sen öyle olduğunu düşünsen de anne babana olan şeyler senin hatan değil," dedi San bir süre sonra ve elini Woyoung'un omzuna koydu. "Sen onlardan farklısın. Sen sensin ve kendine ait bir hayatın var. İnanması zor olsa da suçlu olan sen değilsin."

San bunları öyle içtenlikle söylemişti ki Wooyoung o kelimelerin düşündüğünden daha kişisel olduğunu düşündü.

Ardından Wooyoung cevap verdi. "Sen de. Yani... hayatında neler oluyorsa ya da daha önce neler olduysa... senin hatan değil."

San'ın gülüşü titrerken gözlerine yansıyan duygular Wooyoung'un nefesini kesiyordu. "Teşekkür ederim."

__________________________________________________

Bu bölümü çeviriyorum diye bir sonraki bölümü çevirmem.... normalde dün atacaktım bölümü 🥲

Bu arada okulu başlayan kişiler için başarılı bir yıl diliyorum 🌸  benim okulum da 27'sinde açılıyor ve ünide son senem bana da başarılar dileyin ihtiyacım var hehe 🥲🥲🥲

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top