011: Jung Wooyoung bir seçim yapar

Günün sonunda
Tek kalan kişi sensin

Wooyoung bunların gerçek olduğuna hala inanamıyordu. Ama onu kim suçlayabilirdi ki? Sadece beş saat içinde artık Güney Kore'de değil Jeju Adası'ndaydı ve daha çok balo salonu gibi gözüken özel rezidansa, tam yanında San'ın ta kendisiyle birlikte eve rahatça girmişlerdi.

"Dünyadan Wooyoung'a?" dedi San elinde ikisinin bavulunu taşırken. Bastıkları yer diğer her yer gibi boyanmış, sanki altın tozuyla kaplanmış gibi görünüyordu. "Yine daldın galiba?"

Aklına çocukken anne babasından aldığı en iyi hediye gelince Wooyoung dikkatini ona verememişti. Bir kar küresiydi ama gördüğü en güzel kar küresiydi. O kadar çok sevmişti ki odasına koymuştu ve ne zaman zor zamanlar geçirse ona bakardı. Hala eve adım attığı anda annesiyle kavga eden babasının yüzünden duvarda parçalanışını çok iyi hatırlıyordu.

"Defol buradan, seni orospu çocuğu!"

"Eğer artık bu evde yaşamıyorsam o zaman kendi paramla aldığım her şeyi mahvedeceğim!"

"Hey... Wooyoung?" San'ın sesi genç çocuğu kendisine getirirken yumuşak kahverengi gözleriyle birlikte anne babasının öfkesi de yok olmuştu.

San bir elini Wooyoung'un yüzünün önünde sallarken dudaklarında muzip bir gülümseme vardı. "Dünyadan Woo'ya? Burayı o kadar çok mu sevdin? Hayallere dalmış gibisin?"

"Şey, üzgünüm," dedi Wooyoung boğazını temizleyerek. Gözleri tekrar evin tasarımına kayınca tekrar hayran kalmıştı. Sadece bir oturma odasıydı ama sonra başka bir boyuta geçmiş gibi hissettirmişti. San'ın Kore'deki evi fazlasıyla büyüktü ama bir yuva gibi hissettiriyordu fakat bu yer sadece iki kişilik lüks bir otele benziyordu. Oldukça... mahremdi.

"Burası beklentini karşıladı mı?" diye sordu San, çoktan ayakkabılarını çıkarmış terliklerini giymişti bile.

"Yirmi beş yaşından büyük gibi konuşuyorsun," dedi Wooyoung bedenini saran gerginliği az da olsa savuşturmak için dalga geçerek.

"Hayır. Liseden yeni mezun olmuş gibi görünüyorum," dedi San ona karşılık olarak ama o da gülüyordu, gözlerinin kenarı kırışmıştı. O sırada Wooyoung'un ona baktığından tamamen bihaberdi.

"Eğer öyle olsaydın aşırı tuhaf olurdu," dedi Wooyoung, San ona bakınca gözlerini üzerinden çekti. "Liseden yeni mezun olmuş gibi yani. Sen on sekiz yaşında olurdun ben de yirmi iki ve... öyle işte."

Saçmalıyordu ve o da bunun farkındaydı. Düşünceler zihnine akın ederken parmakları hafifçe titriyordu. O da terlikleri giydi ve ayağına tam olduğunda rahatladı.

"Neden tuhaf olsun ki? Yani, aramızda sadece dört yaş olurdu." San'ın sesi aniden çok yakınında... Wooyoung'un beklediğinden çok daha yakınından geldi ama arkasına dönme isteğini dizginlemişti. "Ne? Bizi çıkarken falan mı hayal ettin? Ben kendi adıma senin daha büyük olma fikrini sevdim."

Wooyoung zoraki ve şiddetli bir kahkaha attı. Eliyle alkışlarken hızla uzaklaştı. "Haha, iyiydi bu. Yemek var mı? Biraz acıktım."

"Burası beklentini karşıladı mı diye sorduğumda cevap vermedin ama."

"Şöyle söyleme," diye ısrar etti Wooyoung ama San kıkırdayınca Wooyoung da kocaman sırıtarak gülmeye başladı. "Burası dehşet bir yer."

"Daha odaları görmedin." San da kocaman sırıtarak ikisi de küçük çocuk gibi bavullarıyla koridorda koşarak ilerlediler.

San yatak odalarını gösterdiğinde Wooyoung bir başka merak dalgasıyla karşılaşmıştı.

İlki küçük ama karanlıkta solgun lila renginde parlayan halısıyla ve kraliyet moru rengindeki yatak örtüleri ve perdelerle rahatlık hissi veriyordu. İkincisi çok daha büyüktü ve içeride neredeyse her şey kral kırmızısı ve altın sarısıydı. Gerçek bir kaleye adım atma şansı elde etseydi tam olarak Wooyoung'un kraliyet ailesine ait bir odayı hayal edeceği gibi görünüyordu.

"İlk seçim hakkı benim," dedi San'a bir kez bile düşünmeden. Wooyoung kendi odasını seçmeyi hak etmediğine dair tüm şüpheler ve düşünceler zihnine hücum etmeden önce San ona gülümsedi.

"Ah, büyük olanı seçeceğini bilmeliydim," dedi San. Eğleniyormuş gibiydi ve Wooyoung kendi istediği odayı seçtiği için hiç de rahatsız olmuş gibi değildi. "Düşünme tarzını sevdim, tam senlik."

Wooyoung'un boynu kızardı ama adamın söylediği şeyleri duymazdan gelmeye karar verdi. "Şey, beni buraya getirdiğin için tekrar teşekkür ederim," dedi cevap olarak.

"Woo, cidden no problemo." San omzuna vururken Wooyoung söylediği şeyle burnunu kırıştırdı. "Sana doğum günü hediyem, şey portrem haricinde tabii."

"Cehennemin koridorlarına ilk adım attığında gördüğün şeyi mi diyorsun yani?"

San'ın kahkahası ikiye katlandı. "Aman tanrım, siktir git. Götün tekisin."

"Evet evet, bir götüm var," dedi Wooyoung sırıtarak. Cesaretin nereden geldiğini bilmiyordu ama San'ın onu komik bulduğu gerçeği güzel bir şey yapıyormuş gibi hissettiriyordu.

San'ın yüzündeki sırıtışı Wooyoung'un midesinin takla atmasına neden oldu. Adam çenesini okşarken bir adım attı. "Evet. Bir götün var. En güzel olanından."

Wooyoung atkısını San'ın yüzüne fırlattı. "Aman tanrım."

San tekrar kahkaha atarken sesi evin her yerinde yankılanıyordu. "Ne var? Gerçekleri söylüyorum."

Wooyoung'un nefesi sıkışırken adamın kalçasına baktığını yakalayınca kalbi bir şeyler yapmıştı. "Yemek! Yemek yiyoruz, hadi."

San yüzüne fırlatılan atkıyı boynuna sararken yüzünde yamuk bir sırıtış vardı. "Aynen yemek yiyeceğiz."

Wooyoung o anda zihninde canlanan şeylerden nefret etmişti. San'ın vücudu hakkında bulunduğu yorumların onu etkilemiyormuş gibi davranırken daha dün adamla ilgili gördüğü rüyayı zihninin en ücra köşesine itekledi ve mutfağa doğru ilerledi. Evin diğer yerleri gibi pürüzsüzdü.

San vakit kaybetmeden yanına geldiğinde sessizlik oluştu ve adam öylece yüzüne baktı.

"Aslında duş almalıyız. Uçakta iki saat geçirdik ama biraz iğrenç hissediyorum," dedi Wooyoung ve ardından San kahkaha attı.

San parmaklarıyla 'tamam' işareti yaptı. "Tabii. Öyle yapabiliriz. Ama akşam için ne yiyeceğiz bilmiyorum. Buraya sadece özel durumlarda geldiğim için çok fazla yiyecek bir şeyin olduğunu sanmıyorum."

Buraya sadece özel durumlarda geldiğim için... Wooyoung cümleyi zihninde tekrar etti. Bir anlamı yok, dedi kendisine ama San'ın ona olan gülüşünü gördüğünde kendi söylediğine inanmak özellikle daha zordu. Şimdi onu düşününce adamın daha önce bu kadar çok gülümsediğini hiç görmemişti.

Ve bu güzel bir şeydi. Gülüşü yüzünü aydınlatıyordu.

"Ne var?" diye sordu San boş tezgaha doğru yaslanırken.

Wooyoung gözlerini kırpıştırdı. "Hı?"

"Bana bir şey söylemek istiyormuş gibi duruyorsun," dedi San elleriyle işaret ederken. "Söyle hadi."

"Aslında ben—" Wooyoung hafifçe öksürürken boğazındaki yumruyu hafifletmeye çalışıyordu. "Yok bir şey."

"Hadi ama. Bir şey gizlediğini biliyorum," dedi San eğilerek, daha küçük, daha hoş bir gülümseme yüz ifadesini kaplamıştı. "Merak etme, seni yargılamayacağım. Sadece merak ettim de—"

"Hayır," dedi Wooyoung lafını bölerek. Hızla gözlerini kırpıştırıyordu. "Söyleyecek bir şeyim yok. Sadece... bir anlığına daldım." Gülümsediğinde aydınlanan yüzünle ya da mutluyken gözlerinin yarım ay oluşuyla ve parlayışıyla ilgili hiçbir şey söyleyemem. Her güldüğünde derinleşen gamzelerinin o güzel görüntüsü karşısında Ariana Grande bile kıskanır. Ve bana karşı her sırıttığında göğsümde hissettiğim o garip şeyle ilgili gerçekten konuşamam.

"Ah." O tek kelimeden San'ın nasıl hissettiğini çıkaramamıştı ve Wooyoung yüzüne bile bakmadığı için yüzünde nasıl bir ifade var hiçbir fikri yoktu. Yüzüne bakmadığı için rahattı; kendi duygularının belli olmasındansa çok korkuyordu.

"Gidip biraz temizleneceğim," dedi Wooyoung başını zıt yöne çevirerek. O anda San hiç göstermediği için banyonun nerede olduğunu bilmediğini fark etti. Yüzü utançla kızarmıştı. "Şey, hyung..."

San'ın sessiz kıkırtısını duyunca kalbi takla attı.

"Üst katta sol taraftaki ilk kapının yanında."

"Teşekkürler." Wooyoung San'a baktı ve bakar bakmaz kendisine küfretti.

San sadece birkaç santim uzaktaydı, Wooyoung'un atkısı hala kendi boynuna sarılıydı. Gözleri resmen parıldıyordu ve gülümsememesine rağmen tıpkı güneş gibiydi, parlaklığı ve sıcaklığı bir olmuştu. Ya da cildini aydınlatan şey lambalardı belki de ama tıpkı...

"Sıcak. Ateşli görünüyorsun... yani ateşlenmişsin gibi. İyi misin?" San endişeyle sorarken Wooyoung'un alnına koyduğu eliyle birlikte kaşları çatıldı. "Tanrım. Ateşin mi var?"

Wooyoung geriye adımladı, göğsü sanki ölümden dönmüş inip kalkıyordu. Sanki yanlış adımı atmış da tutunacak hiçbir şeyi olmadan aşağı doğru düşüyormuş gibiydi. "Ben... ben iyiyim."

"Klimayı açacağım," dedi San, Wooyoung cevabını duymamış gibiydi. "Ben hiç terlemesem de senin erimeni istemiyorum, ayrıca—"

"İyiyim dedim San," diye tekrar etti Wooyoung sözlerini bu sefer daha yüksek bir sesle. Ayrıca sesi çok sert çıktığı için irkilmişti. Siktir, bugün sürekli bir şeyleri berbat ediyorum.

San somurttu ama ardından dudakları ince bir çizgi halini aldı. "Özür dilerim."

"İyiyim," dedi San. "Bir anda öyle tepki verdiğim için üzgünüm ama resmen kış mevsimindeyiz. Daha fazla soğuk hissetmek istemiyorum."

"Sadece," dedi San somurturken bakışlarını aşağı indirerek. "Sadece sana göz kulak olmak istedim. Kendi evinde gibi... hissetmeni istedim."

Wooyoung kendisini daha kötü hissederken yutkundu. "Özür dilerim."

"Gidip duş alman gerekiyor," dedi San Wooyoung'un atkısını çekerken. Ciddi bir şey olmasa bile atkıyı çıkarışını görmek karnına yumruk yemiş gibi hissettirmişti. "Ben de alacağım. Ardından da akşam yemeğini yiyebiliriz."

Eğer başka bir an olsaydı Wooyoung aralarındaki boşluğu kapatıp ona sarılabilirdi. Ama şu anda yapamıyordu. Dakikada bir kilometre koşturan kalbiyle, karamsar düşüncelerle dolu zihniyle ve dün gece gördüğü o rüyayla kesinlikle yapamazdı. Her şeyi mahvedip ya da San'la birlikte güç bela kurdukları arkadaşlıklarını bozamazdı. Hiçbir şey yapamazdı.

Wooyoung yanından ayrıldı ve banyoya adım attığı an tekrar nefes alabildiğini hissetti.

San'ın tahmin ettiği gibi evde yiyecek çok bir şey yoktu ama Wooyoung tost yapmak için biraz ekmek, biraz pastırma ve kahve makinesi bulduğunda sorun olmayacağını düşündü. Sonuç olarak akşam yemeğinde kahvaltı yapacaklardı.

Kısa süre önce Wooyoung'un bir pislik gibi davranmasına rağmen ihtiyacı olduğunda San hevesle ona yardım ettiği için yemeği hazırlamaları kolay olmuştu.

"Her şeyin bu kadar çıplak olmasından biraz utanıyorum," diye konuştu San iki dakikalık sessizlikten sonra. "Yani, burada çok az vakit geçirdiğimi biliyorum ama her yer bomboş."

Yaptıklarından hala suçluluk duyan Wooyoung kelimelerini dikkatle seçti. "Yarın alışveriş yapabiliriz. Yani iki güne yetecek şeyler alırız." Duraksadı, söyledikleri kulağa çok evcimen gelince panikledi. "Ya da sadece yemek sipariş eder ya da dışarda yeriz... tatildeki bir çok insanın yaptığı gibi."

"İyi fikir," dedi San yağlı tostundan bir ısırık aldıktan sonra. Yine pijamalarının içindeydi, üzerinde sayısız gri bulutlar vardı ve saçları da gevşek atkuyruğuyla toplanmıştı. Yine ona baktığını fark edince Wooyoung bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Ve... ah! Sahile gidip biraz gezebiliriz. Sahil kenarında yemek ve içmek için çok güzel restoranlar var. Ama dışarda çok fazla zaman geçirmeyelim, sen de dersine çalışabilirsin."

Bu kadar düşünceli olması o hissinWooyoung'un içinde tekrar belirmesine neden oldu ve onu resmen nefessiz bıraktı. Kupayı tutan eli kasılırken tırnakları bardağın yüzeyini neredeyse çizecekti.

"Pazar günü kıyafet alışverişi de yapabiliriz," diye devam etti San sözlerine. "Ne istersen alacağım."

"Gerek yok."

"Ben öyle istiyorum. Gerçekten." San'ın kahverengi gözleri Wooyoung'a sıcak çikolatayı hatırlatmıştı. İçtenlikle parıldıyorlardı. "Sana bir şey alarak seninle ilgilenmeme izin ver. Lütfen."

"Neden?" Wooyoung kendisini durduramadan soru ağzından çıkmıştı bile. Parmaklarına baktı ve bembeyaz olduklarını gördü. "Özür dilerim. Öyle demek isteme—"

"Hayır, sorun değil," dedi San. "Ne istersen sor bana. Rahatça konuşabilmemizi istiyorum. Yani, bana soru sormaktan korkmamalısın."

"Korkmuyorum," dedi Wooyoung kendisini savunarak. "Seninle konuşmaktan korkmuyorum."

San gülümsedi. "Güzel. Senden bana... nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü söylemeni istiyorum."

"Dürüst olmamı istiyorsun."

"Evet. Aynen," dedi San başıyla onaylayarak pastırmasıyla oynarken. Gülen yüz yapıyordu. "Sadece çok sert olup duygularımı incitme..."

Wooyoung dudağını çiğnemeye başladı. San'a böyle bakarken sanki adam bir anda ondan küçük gibi görünmüştü. Cildinin çok güzel olduğunu fark etti Wooyoung, ne kırışıklık ne de sivilce vardı. Ve şimdi yine somurtunca çok masum görünüyordu.

"Buraya geliş amacım o olmamasına rağmen neden bana bir şeyler almaya çalıştığını bilmiyorum," diye başladı Wooyoung yavaşça. Yüzümü görmekten bıkana kadar seninle çalışmak için buradayken.

"Çünkü bana eşlik etmeni seviyorum. Seninle vakit geçirmeyi seviyorum ve sen yanımdayken... yalnız hissetmiyorum," diye itiraf etti San, cevabı Wooyoung'un beklemediği bir cevaptı. "Eminim sadece Joongie ve Mingi'yle ve bazen de Yunho'yla konuştuğumu fark etmişsindir."

Wooyoung ne diyeceğini bilemediğinden hızla başıyla onayladı. Şimdi San söyleyince adamın iletişimde olduğu insanların azlığını ve Wooyoung etrafındayken bile San'ın bazı zamanlar ne kadar sessizce ve gözden uzakta yaşadığını fark etti.

"Çok fazla dışa dönük birisi değilim," diye açıkladı San saçının bir tutamıyla oynarken. "Aslında oldukça içe kapanık birisiyim. Yakın olduğum çok insan yok ve evde olmak çoğu zaman izole olmuşum gibi hissettiriyor. İşte o sırada sen geldin. Eğlenceli birisin ve beni sürekli gülümsetiyorsun. Hoşuma gidiyor."

Eğlenceli mi? Wooyoung birisinin onu bu şekilde tanımlayacağını asla düşünmezdi. Utangaç? Soğuk? Arkadaşı olmayan? Evet, bu sıfatlar çok daha tanıdık olan sıfatlardı. Ama eğlenceli olmak? Wooyoung yanlış duyduğunu düşündü.

"Ben eğlenceli miyim?"

"Evet, eğlencelisin. Ayrıca gerçekten çok havalısın ve kararlı birisin."

Wooyoung hem utanmış hem de şok olmuştu. "Ne? Hiç de havalı değilim. Ve kararlı biri mi? Bana dolaylı yoldan inatçı diyorsun ama nazik olmaya çalışıyorsun gibi geldi."

"Nazik olmaya çalıştığımı mı düşünüyorsun?" Şok olma sırası şimdi San'daydı. "Gerçekleri söylüyorum sadece. İltifat kabul etmeyi öğren adamım."

Wooyoung tostunu ısırırken San'ın tabağına koyduğu fazladan pastırma parçalarını görünce boğazı kurudu.

"Beni güldüren ve benim için yemek yapan sevimli şeye biraz daha pastırma. Sen kesinlikle—" San göğsündeki cepten bir şey çıkardı. Parmak kalpti. "Harikasın."

Wooyoung gergince kıkırdamadan önce duraksadı. "Şey... teşekkürler?"

San ikinci bir parmak kalp ekledi ve ardından daha büyüğünü yaptı. Ellerini etrafta sallamaya başlamıştı. "Harika, harika, Wooyoungie harika biri..."

"Tanrım. Dur lütfen."

"Wooyoungie en müthişmel adam," diye bağırdı San incecik bebek gibi bir sesle.

Wooyoung yanaklarına hafifçe vurdu. Yanıyorlardı ve muhtemelen pespembe olmuşlardı. "Müthişmel diye bir kelime yok yalnız."

San sırıtmaya ve parmak kalp yapmaya devam ederken Wooyoung'un kalbi göğsüne sığmıyor gibi hissettiriyordu.

"Evindeki ikinci gecemde ağladığını gördüm." Kelimeler ağzından dökülür dökülmez Wooyoung dudaklarını hızla kapattı ama San onu çoktan duymuştu.

"...Ne?" San'ın yüzündeki gülümseme kaybolunca Wooyoung'un göğsündeki ağırlık daha da büyümüştü.

"Birbirimize karşı dürüst olmamızı istediğini sö-söyledin." Wooyoung kafeinin kendisini daha cesaretli yapacağını umarak bardağındaki kahveden bir yudum aldı. "O gece etrafta yürüyordum, uyuyamamıştım çünkü... ve sanırım bir şekilde senin odanın önüne geldim. Ağlama sesi... duydum ve bir an olsun düşünmeden odaya girdim. Ve sonra, ben..."

"Ve sonra sen ne?" diye sordu San, yüzü ifadesizdi.

"Sana sarıldım ve sen de ağlamayı kesip geri uykuya daldın," diye bitirdi Wooyoung. "Daha önce sana söylemediğim için özür dilerim. O kadar özel bir şeye tanık olduğum için hoşlanmayacağını düşündüm sanırım."

San derin bir nefes verdi, sanki kendisini saklamak istiyormuş gibi omuzlarını öne doğru eğmişti. "Görmek zorunda kaldığın için üzgünüm. Muhtemelen seni korkutmuştur."

"Neden korkutsun ki? Sadece senin için endişelendim."

San'ın dudakları bir gülümsemeyle hafifçe kıvrıldı ama gözlerine ulaşamamıştı. "Teşekkürler. Şey, ee, önemsediğin için. Ve bana söylediğin için."

"Rica ederim." Wooyoung bakışlarını San'ın üzerinde tutarken nasıl hissettiğini anlamak istiyordu.

San anında bakışlarını yakalarken boynunu ovaladı. "Bana yine öyle bakıyorsun."

"Nasıl?"

"Yavru köpek gibi. İri ve yuvarlak gözlerin var... tıpkı yavru köpeğinki gibi," dedi San gülerek. "Beni kendine düşürmeye falan mı çalışıyorsun?"

Wooyoung'un başını döndü. "Hayır... çalışmıyorum..."

"Şakaydı."

"Ah."

Şaka, hepsi bu. Wooyoung ve San yemeğin geri kalanı boyunca tek kelime etmediler. En sonunda ikisi de yorgun düştüklerinde yatmaya karar verdiler.

"Eğer istersen... sana pijama alabiliriz," dedi San Wooyoung'u odasına götürdükten sonra, elinin arkasıyla esmesini kapattı. "Çoğu zaman uyumak için eşofman ve tişört giydiğini fark ettim."

"Ah." Wooyoung yine ne diyeceğini bilememişti, özellikle de artık San'ın ona ne kadar çok dikkat ettiğinin farkında olunca. "Sanırım sorun etmem."

San kıkırdadı. "Doğru karar verdin."

Wooyoung şakayla göğsünü ittirince ardından parmaklarında hissettiği elektriği görmezden geldi. "İyi geceler hyung."

"İyi geceler Wooyoung-ah."

✤✤✤

Sunset's Dusk*, Hyeopjae sahilinin yakınlarındaki küçük bir restorandı. Komik ismine rağmen güvenli bir yerdi ve rahat atmosferiyle birlikte gerçekten çok iyi deniz yemekleri vardı. Parıldayan Noel ağaçlarıyla, hafifçe duyulan konuşmalarla ve cızırdayan lambalarla çevrelenmişti ve Wooyoung harika hissediyordu.

"Istakozların ne kadar korkunç olabileceklerini unutmuşum." O anda San'ın sesi Wooyoung'un zihnine sızınca genç adamın ona bakmasını sağladı. Adamı görünce eline doğru kahkaha attı, kalın kışlık montuyla ve tüylü siyah şapkasıyla sarmalanmış, tabağındaki kabuklu hayvana sanki her an canlanacakmış gibi bakıyordu.

"Istakozun klasik zengin insan yemeği olduğunu düşünüyordum," diye dalga geçti Wooyoung.

"Korkutucular. Niye öyle düşünüyorsun ki?" San iç çekince Wooyoung tekrar güldü.

İki adam gittikleri sahilde birkaç tur attıktan sonra bir saat önce restorana girmişlerdi. Meraklı gözlerden ve pencerelerden en uzak masaya oturmuşlardı. San 'tipik Jeju vatandaşı' gibi giyindiği için çevredeki insanların onu tanımayacağını söylemesine rağmen Wooyoung diretmişti.

"Neden onu sipariş ettin o zaman?" diye sordu Wooyoung, ıstakozu onu için kesmek için masaya doğru eğilirken San'a gözlerini devirdi. "Gördün mü? Çocuk işi."

"Az önce bir cinayete tanık olmuşum gibi hissediyorum."

"Aman tanrım. Ye şunu," dedi Wooyoung kıkırdayarak. Bir çatal dolusu ateşte pişirilmiş balıktan almaya niyetlenmişti ki parmaklarının yapışkan olduğunu fark etti. "Siktir. Ellerimi yıkamak için lavaboya gideceğim."

"Evet, tabii. Bu korkutucu büyük ıstakozu mideye indirmek için beni kendimle baş başa bırak."

"Hiç komik değilsin," dedi Wooyoung gülümseyerek. Tam kalkacakken birkaç masa ötede bir kızla göz göze geldi. Göz göze geldikleri an kız gözlerini çektiği için kısa sürmüştü ama o an Wooyoung kalbinin tekrar attığını hissetti. Tuhaf olmayı kes. Sadece başka bir insan.

Lavaboda ellerini olabildiğince yıkadıktan sonra lavabodan çıktı ama sonrasında gördüğü şeyle adımlarını durdurdu.

San hala oturuyordu ama aynı kız karşısında dikiliyordu. Koyu yeşil bir kazak giymiş, uzun ve kıvırcık kırmızı saçlarından bir tutamı kulağının arkasına ittiriyordu. Diğer iki kızın oturduğu masaya hızla dönmeden önce San'a bir not uzattı.

Muhtemelen San'ı tanıdığı için ona numarasını verdi. Wooyoung o anda içini kemiren o yakıcı hisse engel olamamıştı.

Hiçbir şey görmemiş gibi davranarak Wooyoung San'la birlikte oturdukları masaya geri döndü. Kendisini gereğinden daha fazla zorlayarak oturdu.

"Senin için," dedi San ama elindeki notu San'a doğru uzatmaktansa sadece masanın ortasına bıraktı.

Wooyoung'un gözleri büyürken gözlerini kırpıştırdı. "Ne?"

"Görünüşe göre adı Anna ve senin sevimli olduğunu düşünüyor." San yanağının içini ısırdı. "Bir süredir sana bakıyordu aslında ama senin fark ettiğini sanmıyorum."

Wooyoung yanına baktı ve Anna'yı gördü, tıpkı San'ın dediği gibi ona bakıyordu. Kakülleri oyuncak bebek gibi gözüken kahverengi gözlerini çevrelerken dolgun dudakları saçlarının kırmızısıyla aynı tondaydı. Gözleri buluştuğu an Wooyoung'a kocaman gülümsedi ama Wooyoung öylece kalakaldı. Sevimli biriydi. Oldukça sevimliydi.

Tekrar San'a bakarken içinden büyük bir çığlık attı. "Bir şaka mı bu?" diye mırıldandı.

"Sen söyle. Direkt seninle konuşmaktansa notu bana veren kişi o," dedi San, gözleri kısılmıştı. "İlkokul çocuğu gibi."

Wooyoung derin bir nefes alırken nota uzandı.

Bence çok çekici birisin. Bu gece burada saat 8'de bir parti var, seninle biraz muhabbet etmek istiyorum. Ne diyorsun?

Not, adım Ana! :D

"Yapacak mısın?"

"Ha?" Wooyoung gözlerini kaldırarak San'a baktı.

"Tek N'li Ana ile vakit geçirecek misin?"

"Ona öyle söyleme," diye azarladı Wooyoung ama San sadece öfledi. "Ayrıca lütfen biraz sessiz ol."

"Seninle ilgilendiği apaçık ortada," dedi San buzlu içeceğinin pipetiyle oynayarak. Sürekli karıştırıyordu ama asla bir yudum almıyordu. "Onunla çıkacak mısın çıkmayacak mısın?"

"Neden bu kadar çok bilmek istiyorsun?" diye sordu Wooyoung, adamın ani sorularından irkilmişti. "Ne? Gitmemi mi istiyorsun?"

San gözlerini devirdi. Artık yarısı yenmiş ıstakozu çatalıyla dürtüyordu. "Bilmem. Onunla takılmak istiyorsan bu senin seçimin. Sevimli biri."

"Bekle." Wooyoung sandalyesinde geriye yaslandı. Daha önce nasıl fark etmedi bilmiyordu ama şimdi San'ın soğuk ve sert haliyle artık daha da belliydi. "Sen... kıskandın mı?"

San donarken şaşkınlık gözlerine yansımıştı. "N-ne? Asla."

"Kıskanıyorsun. Sen resmen kıskanıyorsun."

San'ın yanıkları hafifçe pembeleşmişti. "Kıskanmıyorum."

"Ana'nın seninle değil de benimle ilgilendiği için kıskanıyorsun."

San artık ne utanmış ne de şaşırmış gibi görünmüyordu. "Ben kelimenin tam anlamıyla geyim Wooyoung."

Wooyoung omuzlarını silkerken hızlanan kalp atışlarına rağmen umursamaz gibi davranmaya çalışıyordu. Döndü ve Ana'nın bakışlarını bir kez daha yakaladı ve içindeki şüphe belirtisine rağmen o da ona gülümsedi. Kız ona karşılık verdi ve bir kez daha kızın sevimli oluşu onu etkiledi. Bu durum  neredeyse onu korkutacaktı.

"Bu gece onunla buluşacaksın," dedi San onun yerine. Hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

"Evet. Yani... eğlenceli olur, değil mi? Ne zararı olabilir ki? İşim biter bitmez eve gelirim. Çok fazla dışarda durmam." Wooyoung, Ana'yla buluşmaya karar verişini neden mantıklı nedenlerle açıklamaya çalıştığını bilmiyordu, sanki kendisini ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

"Bu hafta sonu Jeju Adası'ndan gideceksin."

Wooyoung başıyla onayladı. "Bir ilişki aramıyorum."

San'ın dudakları başka bir şey söylemek için aralandı ama duraksadı. "Her neyse. Ben eve gideceğim, film falan izlerim."

"Benimle gelmek istemiyor musun?"

"Yanınızda sap olmak için mi? Sağ ol almayayım."

San somurtunca Wooyoung kıkırdadı. "Hey." Bir elini adamın koluna koydu. "Üzülme hyung. Bugünden sonra tamamen seninim."

San'ın çatık kaşları yumuşarken Wooyoung panikledi. Siktir. Öyle söylemek zorunda mıydım?

San da onun koluna dokununca Wooyoung'un göğsü hafif bir sıcaklıkla doldu. "Şu anda, tam şu anda, bana bir söz verdin. Sözünden dönemezsin."

"Wooyoung gözlerini devirdi. "Tamam tamam."

San sonunda gülümsedi, gamzeleri belirmişti. "Teşekkürler."

✤✤✤

Ana... beklenmedik şekilde utangaç ve harika biriydi. Saat sekizi biraz geçe Sunset's Dusk'a tekrar girdiğinde, bu gece beraber oturacakları masadan ona el salladığını gördüğünde Wooyoung'un gördüğü şey buydu. Birbirlerini çabucak tanımışlardı ve her kelimesini merakla dinlemesi ve her klişe şakasına gülmesi hala gerçeküstü geliyordu.

Onunla gerçekten ilgileniyordu. Wooyoung sürekli bunu kendisine hatırlatıyordu.

Wooyoung'un hafta sonu gideceğini öğrenmesi Ana'yı engellememişti. Kısa süre sonra bar bölüme gitmişlerdi ve dans teklif ettiğinde Wooyoung kabul etmişti.

İçtiği tüm o içkiden sonra artık daha rahattı ve biraz daha gevşeyip elini tutup bir kez olsun biraz eğlenmek için ona cesaret veren şeyin içkiler olduğunu düşünüyordu.

Puslu ışıkların altında ne kadar güzel göründüğünü hatırlattı bir kez daha kendisine; yumuşak vişne kırmızısı saçları zarif omuzlarına ve pastel pembe rengindeki yazlık elbisesinin üzerine düşüyordu. Fakat parlak gülüşüyle, yakınlığıyla ve güzel kokusuyla bile Wooyoung, kızın dostça ve rahat hissettirmesi haricinde hiçbir şey hissetmiyordu.

"Hey Wooyoung?" dedi Ana, pürüzsüz sessi müziğin üzerinde zor duyuluyordu.

"Evet?"

"Tişörtünde bir şey var." Sırıttı ve söylediği şeyi silmek için yakınlaştı ama yolun yarısında duraksadı ve yanağına bir öpücük kondurdu.

Wooyoung'un kalbi duraksadı. Vanilya aromalı parfümünün ve beyazla boyanmış ellerinin hafifçe boynunu sardığının tamamıyla farkındaydı. Aniden korkuya benzer bir his tüm bedenini sarmaladı ve kalbi boğazında atarken geriye doğru tökezledi.

Ana'ya özürler dilerken vücudunun kontrolünü kaybediyormuş gibi hissediyordu. "Ö-özür dilerim. Gitmem lazım."

"İyi misin?" diye sordu Ana, gözleri endişeyle kocaman olmuştu.

"Evet, iyiyim," diye cevap verdi Wooyoung aceleyle. "Sadece... gitmem lazım. Üzgünüm."

Ardından Wooyoung insanlarla dolu yerden çıkarken bacakları onu yarı yolda bırakacakmış gibi hissetmişti. Hem hayal kırıklığına uğramış hem de kendisine öfkelenmişti çünkü yine bir şeyleri mahvetmeyi başarmıştı. Ondan hoşlandığı açıkça belli olan güzel bir kızla eğleniyor olmalıydı ama şimdi dışarda, soğuk havada yaptığı seçimlerden pişmanlık duyuyordu.

Gökyüzünden düşen kar tenini okşuyordu, gözlerini ovaladığındaysa elleri ıslanmıştı.

Çok acınası birisin, dedi zihnindeki ses. Fakat bu onu etkilemedi çünkü zaten biliyordu.

Wooyoung'un düşünceleri, Jeep'i San'ın evine sürerken fırtınalar oluşturuyordu. Eve girerken hiçbir şey söylemedi, bu gece kendisine bile tahammül edemeyecek kadar güçsüzdü.

Oturma odasının ve mutfağın ışıkları kapalıydı, o yüzden Wooyoung, San'ın uymuş olabileceğini düşünmüştü. Ama ardından üç tane pelüş oyuncağın yerde olduğunu gördü.

Aklı karışmış bir halde onları yerden alırken ilerde iki tane daha gördü.

"San?" Wooyoung, kendi zayıf ve boğuk sesiyle irkildi. "San, orada mısın?"

Cevap yoktu. Wooyoung diğer odaları kontrol etmeye karar vererek yürümeye devam etti. Hepsi boştu.

O anda farkındalık bir kaya gibi yüzüne çarptı. San evde değil.

Wooyoung hızla evden çıktı, elindeki telefonla San'ın numarasını beşinci kez ararken hala cevap alamıyordu.

Hangi deliğe girdin?

San araba sürmezdi. Jeju Adası'na geldiklerinde ulaşım konusuyla ilgili tartıştıkları sırada Wooyoung'a öyle söylemişti. O yüzden Wooyoung çok fazla uzağa gidemeyeceğini düşündü.

Siktir! Ellerini öfkeyle saçlarına daldırdı. Arabayı es geçerken yolda yürümeye devam etti, adamın olabileceği her yeri kontrol ediyordu. Neredesin?

Wooyoung evin bulunduğu mahalleden tamamen çıkasıya kadar koştu, ta ki o sabah San ile beraber geldikleri parkın karşısına gelesiye kadar. Ciğerleri daha fazla oksijen için çığlık atarken Wooyoung sessizliğin onu etkilemesine izin vermeden parka adımını attı.

Yürümeye devam etti ama San'a benzeyen hiç kimseyi görmüyordu. Vazgeçmek üzereyken bir köşeden döndü ve uzaktaki bir bankı fark etti. Birisi oturuyordu.

Wooyoung o kişiye doğru ilerlemekten bir an olsun tereddüt etmedi. O kişinin yüzünü gördüğündeyse kalbi acı içinde burkuldu.

"Burada ne halt ediyorsun?" diye sordu Wooyoung. Sesinin ne kadar sert çıktığı umurunda değildi, özelikle de San ona hiçbir şey söylemeden ortalıktan kaybolmaya karar verdiği için.

San kafasını özellikle Wooyoung'un zıt yönüne çevirdi. "Sen dışarıdaydın. Ben de dışarı çıkmaya karar verdim."

Wooyoung şaşkınlıkla kahkaha attı. Duyduğu şeylere inanamıyordu. "Sen buna dışarı çıkmak mı diyorsun? Beni planlarından haberdar etmektense o lanet olası telefonunu kapattığın için her yeri arattın bana. Tanrı aşkına sadece pijamaların var üzerinde, ayrıca kar yağıyor ve toplum içindesin. Ya birisi seni görüp tanısaydı seni?"

"Tanısalar da bu seni ilgilendirmez Wooyoung," dedi San, çenesini sıkıyordu. "Sen ben değilsin, o yüzden şimdi umurundaymış gibi davranmaya başlama."

Eğer Wooyoung'un kalbi daha önce sadece sıkışıyorduysa şimdi onlarca parçalara ayrılıyordu. "Kalk."

"Hayır. Yalnız bırak beni."

"Neden bu kadar zorsun?" diye bağırdı Wooyoung. Anlamıyordu, San'ın nedensizce neden bu kadar inat etmeye karar verdiğini anlamıyordu. "Ana'yla olan randevum yüzünden mi? Pekala, flaş flaş... çok korkunç bir şekilde bitti ve hepsi benim suçum. Şimdi mutlu oldun mu? Ha?"

"Nasıl öyle bir şey söylersin?" dedi San öfkelenerek.

"O zaman sorunun ne söyle bana!" diye karşılık verdi Wooyoung, teninin altındaki kan kaynıyordu resmen. "Neden böyle davrandığını söyle bana San. O restorandan eve geldiğimizde bile moralin bozuktu. Bu seni o kadar mı rahatsız ediyor? Benim başka biriyle olmam?"

San'ın dudakları titrerken yumruklarıyla pijamasının kumaşını kavradı. Gözyaşları yüzünden akarken kulakları ve yanakları pembeleşmişti. Yüzünü silmeye çalışırken duygusuz ifadesi paramparça olmuştu ve vücudu bir yaprak gibi titriyordu.

Sessiz iç çekişleri Wooyoung'un bir canavar gibi hissetmesine neden olmuştu.

"Özür dilerim. Siktir." Wooyoung banka, San'ın yanına oturdu. Şu anda ne yapacağını bilmiyordu, kendisinden olduğundan daha da fazla nefret etmeye başlamıştı. Her şeyi mahvetmeye devam ediyordu.

Kazağının eteğinde bir şey hissettiğinde aşağıya baktı ve San olduğunu fark etti.

Wooyoung onu kucağına çekerken San onu bir an olsun bırakmadan yüzünü göğsüne gömdü. "Sana sinirlendiğim için çok özür dilerim. Böyle olsun istememiştim."

San bir elini Wooyoung'un göğsünün sol tarafına yerleştirince Wooyoung bir an kalbinin ne kadar hızlı attığını hissedecek diye korkmuştu. San cevap vermedi, sadece Wooyoung'un kollarının içine iyice girerken bir süre boyunca öylece kaldılar.

✤✤✤

Eve döndüklerinde Wooyoung, San için sıcak çikolata yaptı ve ardından adamı ısıtmak için kalın battaniyeyle sarmaladı.

San tüm bu sıra boyunca hiç karşı gelmedi. Sıcak çikolatayı bitirdiğinde yanaklarına biraz olsun renk gelmişti. "Teşekkür ederim," dedi San, Wooyoung'un bakışlarından kaçınıyordu. "Bu gece için."

"Sorun değil." Çok tuhaf bir andı ve hepsi Wooyoung'un suçuydu.

San alt dudağını ısırdı. "Benim... ilaçlarımı getirebilir misin? Kendim giderdim ama hipotermi olmama ramak kalmış gibi hissediyorum. Benim odamda, komodinin üzerinde."

"İlaçlar mı?"

"Evet." Sen gergin bir şekilde güldü. "Üzerinde 'prazosin' yazan şişe."

Wooyoung'un gözleri farkındalıkla büyüdü. "Prazosin mi? Bekle, travmaya bağlı görülen kabuslar için kullanılan ilaç değil mi o?"

San tırnaklarıyla oyalandı. "Nereden biliyorsun?"

"Lisede o konuda bir yazı yazmıştım," diye açıkladı Wooyoung. Sözlerini derin bir sessizlik takip ederken ardından Wooyoung ayaklandı. "Ben... gidip getireyim."

San başıyla onaylarken gözleri kucağındaydı. "Evet. Teşekkürler."

Wooyoung ilacı alır almaz direkt mutfağa gitti ve San için bir bardak su aldı.

"Teşekkür ederim," dedi San o gece belki de bininci kez ve tıpkı öncekiler gibi son teşekkürü de Wooyoung'u suçlulukla boğmuştu.

Wooyoung San'a neden prazosin içtiğini sormak istiyordu. Zihni cevaba ihtiyacı olan sorularla dolup taşıyordu resmen ama sormaya hakkı olmadığını biliyordu. Özellikle de daha önce yaptığı aptallıklardan sonra.

Ki zaten San bu gece bir şeyi cevaplayabilecek gibi görünmüyordu.

"Üzerimi değiştirip uyumalıyım," dedi adam birkaç dakika sonra. Derin bir nefes alırken boğuk sesiyle mırıldandı, "Randevun için de üzgünüm."

Wooyoung başını sallarken hayal kırıklığını belli etmemeye çalışıyordu. "Önemi yok."

Ayağa kalktığından San'ın yanında dikildi ve odasına kadar onu takip etti.

"İyi geceler Wooyoung," diye fısıldadı San sonunda gözlerinin içine bakarak.

Wooyoung o anda içine neyin kaçtığını bilmiyordu. Bir an San ona iyi geceler dilerken onun önünde dikiliyordu, sonraki ansa yüzünü avuçlarına almış, başparmağıyla yanağını okşamaya başlamıştı.

San sıcacıktı.

San'ın nefesi kesilince Wooyoung'un eli anında düştü.

"İyi geceler hyung."

San ardından kapıyı kapatırken gözleri yerdeydi.

Wooyoung ona neler olduğunu bilemiyordu artık.

✤✤✤

Ç/N: *Sunset's Dusk: Günbatımının alacakaranlığı

__________________________________________

Hislerini gittikçe daha da fazla belli etmeye başlıyorlar ve ben çevirirken yastıkları ısırıyorum hdkndkd

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top