009: Jung Wooyoung yakınlaşıyor
≪İstediğim birçok şey var
Fakat senin
Onlardan biri olacağını bilmiyordum≫
Jung Wooyoung'un 13. doğum günü için istediği 13 şey
(⭐️ = istediğim)
(⭐️⭐️= gerçekten istediğim)
(⭐️⭐️⭐️ = çok istediğim)
(❤️ = en çok istediğim)
1. En iyi doğum gününü istiyorum (Çok istiyorum) ⭐️⭐️⭐️
2. Farklı/daha iyi görünmek istiyorum ⭐️⭐️⭐️
3. Anne babamın beni sevmesini istiyorum ⭐️⭐️
4. En sevdiğim filmi izlemek için sinemaya gitmek istiyorum! ⭐️⭐️
5. Annem için doğum günü kahvaltısı hazırlamak istiyorum ⭐️⭐️⭐️
6. Sevimli hediyeler istiyorum!! ⭐️⭐️⭐️
7. Anne babamın tekrar birbirini sevmesini istiyorum ⭐️⭐️
8. Harika bir doğum günü partisi istiyorum! ⭐️⭐️⭐️❤️
9. Popüler olmak istiyorum ⭐️⭐️
10. Lisede en iyi zamanlarımı geçirmek istiyorum ⭐️⭐️⭐️
11. Bir sürü arkadaş istiyorum! ⭐️⭐️⭐️❤️
12. Zengin olup istediğim her şeyi yapmak istiyorum ⭐️⭐️⭐️
13. Mutlu olmak istiyorum ⭐️⭐️⭐️❤️❤️⭐️
Wooyoung, anne babasının büyük bir kavgaya girip ardından tüm gün kendisinden nefret ederek geçirmesiyle sonuçlanan on üçüncü doğum gününden bir hafta önce neden böylesine aptalca bir istek listesi yaptığını bilmiyordu.
Aradan dokuz yıl geçmişti, o yüzden o güne dair olan anıları silikleşmişti ama bir daha asla istek listesi yapmaya girişmediğini biliyordu.
Wooyoung yanında hışırtı sesi duyunca kaşlarını çattı ve gözleri yavaşça kısarak açtı. İlk başta onu karanlık karşılarken ardından görüş alanına bir karaltı girdi.
"Doğum günü kutlu olsun Bay Dırdır!"
Wooyoung hızla geriye doğru kaçınca başını duvara vurdu. Ani acıyla inlerken o tanıdık kıkırtıyı duyunca daha da kötü hissetmişti.
"Aman tanrım. İyi misin?" diye sordu San, sesi hafiften eğleniyormuş gibiydi ama Wooyoung cevap vermedi. Sadece elleriyle yüzünü kapatırken San'ın böylesine çirkin halini görmesi onu daha da berbat hissettirmişti.
"İyi misin?" diye sordu San tekrar. Bu sefer sessinde ciddiyet vardı.
Wooyoung ellerini yüzünde tutarken başını salladı. "Hayır.. Ben... neden buradasın?" Sesinin cızırtılı çıkmasına yüzünü buruşturdu.
"Bugün doğum günün," dedi San düz bir ses tonuyla. Ardından duraksadı. "...Ah. Özür dilerim. Arkamı döneceğim... özür dilerim."
Wooyoung, San dediğini yaptı mı diye bakmak için ellerini indirdi ve ardından yorgun bacaklarının el verdiği kadarıyla hızla kahverengi lenslerini bulmaya çalıştı.
Sol gözünün rengini kamufle ederken gözlerini kırpıştırdı ve odanın loş ışığına alışmaya çalıştı. "Teşekkür ederim..."
San döndü ve Wooyoung'un o anda şaşkınlıkla ağzı açıldı.
Adam uzun kollu bir gömlek giymişti, güneş ışığı sarısıydı ve üzerindeki küçük kalplerin olduğu diz boyundaki çoraplarıyla uyum içindeydi. Ellerinde tuttuğu tabakta üzerinde kirazla birlikte ortama soluk bir turuncu ışık katan mumla birlikte bir kap kek vardı.
San pek de masum sayılmayacak bir ifadeyle sırıtırken Wooyoung gözlerini uzaklara çevirdi. "Günaydın."
"Sana da günaydın." Wooyoung parmaklarıyla oynarken San'ın giyinişini görmezden gelmek için gerçekten çaba harcıyordu.
"Artık yirmi iki oldun," diye devam etti San ve yatakta Wooyoung'a doğru biraz daha yaklaştı. Gözlerindeki ışıltıyla elindeki tabağı kaldırdı. "İyi ki doğdun. Umarım tüm dileklerin gerçekleşir!"
Wooyoung derin bir nefes verip kaslarını serbest bırakırken kendisini ne kadar sıktığını fark etti. "Te-teşekkürler." Boğazını temizlerken San'ın çiçeksi parfümünü içine çekmesiyle kollarını ürperti sarmıştı. "Ve şey, ee, kek için de teşekkürler."
San kahkaha attı. "Rica ederim. Ama bilirsin..." Eğildi, Wooyoung'un kişisel alanını ihlal edecek kadar yaklaşmamıştı ama yine de kalbini hızlandırmıştı. "Doğum günün için bir pasta ya da kek getirildiyse dilek tutup mumu üflemen gerekir."
"Ah... doğru," dedi Wooyoung duraksayarak. Dilek tutmadan üfleyerek mumun cılız ateşini söndürdü ve ardından birkaç saniye boyunca sessizlik çöktü.
"Pekala... Çok da heyecanlı bir an değildi," dedi San.
"Evet. Üzgünüm." Wooyoung kendisine engel olamadan direkt ona baktı. San'ın gözlerindeki sıcaklığa ve dudaklarının parlaklığına karşı göğsü çıkışmıştı. Dudak kremi mi o? Dudak parlatıcısı mı yoksa? Adamın dudaklarına baktığını fark edince Wooyoung bakışlarını kaçırdı.
San kekten parlak mumu çıkartıp ardından tabağı ona doğru uzattı. "Ye hadi. Kendim yaptım. Çikolatayı seviyorsun, değil mi?"
"Seviyorum," dedi Wooyoung başıyla onaylayarak ve parmaklarını dağınık saç tutamlarına daldırdı. Artık sorun olmadığını bilmesine rağmen San onu öyle gördüğü için utanç içinde boğuluyordu.
Keki aldı ve ilk önce kirazını yedi. San'ın üzerinden çekmediği bakışlarını görünce çiğnemesini yavaşlattı. "Ne yapıyorsun?"
"Keki nasıl bulduğunu bilmek istiyorummm," diye cevapladı San. "O yüzden acele eeeet."
"Tamam tamam, peki." Wooyoung çikolatalı keki –ya da çikolatalı kek olması gereken şeyi –ısırdı ve kalp atışlarının durduğu hissetti. Fakat kekin harikulade tadından tamamıyla şaşkınlığa uğradığından dolayı değil, şimdiye kadar tattığı en iğrenç keki yediğinden dolayıydı.
Gözleri şaşkınlıkla (ve korkuyla) büyürken öğürmemek için olağanüstü bir çaba harcayarak ısırdığı lokmayı yutmak için zorladı kendisini.
San heyecanla ona bakıyor, gözleri beklentiyle parlıyordu. "Nasıl?"
Tek kelimeyle berbat. Bok gibi tadı var. "Güzel."
"Gerçekten mi?"
Wooyoung hızla başıyla onayladı. "Evet." Gordon Ramsay bu iğrenç şeyi tatsa kesin bayılırdı.
"Harika!" dedi San, rahatlayarak uzun bir iç çekti ve ardından ellerini hafifçe çırptı. "Tadı iyi olmayacak diye gerçekten çok endişelenmiştim. Eminim bilmiyorsundur ama bu benim ilk kez kek yapışım."
"Gerçekten mi?" Wooyoung bir ısırık daha aldı. İçinden çığlıklar atıyordu ama yine de San'ın kek dediği bu çöp karışımını yuttu. Adamı daha iyi hissettirmek için neden yalan söylediği hakkında hiçbir fikri yoktu ama elinde değildi. San ona bu keki yapmak için muhtemelen erkenden uyandığı için öyle bir şey yapamazdı.
"Gerçekten beğenmiş olmalısın," dedi San, attığı neşeli kahkaha Wooyoung'un kulaklarında çınlayıp kalp atışlarını hızlandırıyordu ve Wooyoung bundan nefret ediyordu.
"Hmm," dedi Wooyoung onaylayarak ve midesine sessiz dualarını gönderdi. "Tadı... harika." Bu kek zombi istilasına neden olabilir. Bu kek dünya çapında bir salgın başlatabilir.
San yarım kalmış 'çikolatalı' keki inceledi ve ardından yüzünü bir gülümseme kapladı. Wooyoung'a doğru uzandı. "Ben de deneyebilir miyim?"
"Ne?" diye cevap verdi Wooyoung şaşkınlıkla.
"Keki." San'ın sesi alçalıp boğuk çıkarken gözleri Wooyoung ve kek arasında gidip geliyordu. "Ben de denemek istiyorum. Bana yedirmek ister mis—"
Wooyoung kekin geri kalanını ağzına öyle bir hızla sokuşturdu ki neredeyse boğuluyordu. Midesi yaptığı şeye karşılık resmen ters dönmüştü. Siktir, bu gerçekten çok iğrenç.
San şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ama ardından vardığı farkındalık kendisini belli etti. "...Aman tanrım."
"Ne oldu?" diye sordu Wooyoung ağız dolusu soğuk ölümle.
"Kekimi bu kadar çok sevdin yani," dedi San neşeyle, ardından Wooyoung'un uyluğuna vurdu ve eliyle sıktırdı. "Diğer yaptıklarımı da seveceksin o zaman."
Wooyoung'un ağzı şaşkınlıkla açıldı. "Di-diğerleri mi?"
"Evet." San'ın eli hala uyluğunda duruyor, dokunuşu tenini yakıyordu. "Dört tane daha yaptım. Ve hepsi de farklı tatlarda! Onları da seveceğini biliyorum."
Of siktir. Wooyoung ölecekmiş gibi hissediyordu.
✤✤✤
Wooyoung, Medya dersine vaktinde yetişirken San'ın bu sabah yaptığı benzer iğrençlikteki değişik keklerin ağzında kalan tiksindirici tadıyla yüzünü buruşturdu.
Bunu kendine sen yaptın, dedi Wooyoung içinden arka taraftaki sırada yer bulmak için acele ederken. Eğer dürüst olsaydın onların hepsini yemek zorunda kalmayacaktın.
Fakat Wooyoung, en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda düşüncelerini açığa vurma konusunda her zaman zorlanmıştı. Babasının kilosuna olan sözlü saldırısına karşı kendisini savunmak için tek bir kelime bile söyleyememiş, sırf nefes alıp yaşıyor diye annesi onu aşağılarken kendisinde karşı çıkacak o gücü bulamamıştı. Onca yıl boyunca insanların onu ezmesine, istedikleri şeyi söylemesine izin vermişti. Peki şimdi neden aniden kendisini değiştirmek istiyordu?
Bayan Nam, Choi's Hightlight CEO'sunun iki gün önceki geri dönüşü üzerine yazılmış bir haber makalesini kullanarak haber başlıklarının insanların düşüncelerini nasıl etkilediği konusunu açtığında Wooyoung sandalyesinde hareketsizce oturuyordu. Fakat diğer öğrencilerin arasında başlayan tartışmalarla birlikte içten içe öfkeden kudurmaya başlamıştı.
Tabii ki çok küçük yaşlardan beri düşüncelerinin ve duygularının önemsiz olduğu öğretilerek büyüdüğü için Wooyoung tartışmaya değecek bir söylememişti. Ama öğrencilerin ağzından çıkan sayısız spekülasyonları duyarken sinirlenmesine engel olamıyordu.
Bayan Nam, tüm o yalanları durdurmakla uğraşmayıp muhtemelen ilk defa bu kadar öğrencinin boktan dersine katıldığını görünce mutlu olurken içindeki öfkenin büyüdüğünü hissetti.
Onu tanımıyorsunuz. Hiçbiriniz tanımıyorsunuz. Wooyoung ciğerlerinin el verdiğince çığlık atmak istiyordu ama yapamıyordu çünkü Choi San ile olan tek bağlantısı gizli olmak zorundaydı. Siz insanlar onun nasıl biri olduğunu bilmiyorsunuz.
Peki sen biliyor musun? Wooyoung'un zihnindeki bir ses o anda tokat gibi yüzüne çarpmıştı resmen. İçindeki ateş sönerken dersin geri kalanı boyunca morali bozulmuştu.
O günkü tüm dersleri bittikten sonra bile karamsar halinden bir an olsun çıkamamıştı. Bay Kim tarafından eve götürülürken de sürekli Medya dersini ve o öğrencilerin San hakkında konuştuklarını düşünmüştü.
Wooyoung günün geri kalanı boyunca odasından çıkmamayı niyet ederek eve girer girmez derin bir soluk verdi. Belki o zaman göğsündeki o ağırlık hafifler, belki o zaman sessiz kaldığı için hissettiği suçluluk azalabilirdi.
San hiçbir şey bilmiyor –bilmeyecek de, o yüzden düşünmeyi kes artık. Başının arkasını ovalarken o anda gördüğü şeyle birlikte duraksadı.
Mermer kaplı yerde kağıttan bir ok vardı. Büyük ve rengarenkti ve üzerinde büyük, düzgün Korece harflerle ODANA GİT yazıyordu.
Wooyoung'un çantayı tuttuğu eli kasıldı. "San...?" diye seslendi sıcaklık yanaklarına ulaşırken.
Yatak odasının bulunduğu koridora doğru hızla ilerledi, onu bekleyen şey için çocuk gibi heyecanlandığı için utansa da heyecanına engel olamamıştı.
Geniş odaya girdi, tüylü halının üzerindeki dikdörtgen şeklindeki simli mor bir kağıda sarılmış bir şey fark ettiğinde çantasını bıraktı ve direkt o şeye doğru ilerledi. Ne kadar büyük olduğunu fark etmesi biraz zamanını almıştı, boyu neredeyse aynasının boyunun yarısı kadardı.
Bu ne? Wooyoung diz çöktü ve 'hediyenin' üzerindeki kırmızı kurdeleyi olabildiğinde nazik hareketlerle çözdü. Kalbi düzensiz bir ritimle atıyordu ve o anda göğsünde hissettiği sıcaklık onu sarmalarken içinde hissettiği his muazzamdı.
Fakat en sonunda içindeki çocuksu sabırsızlık hislerini ele geçirdi ve altında ne olduğunu öğrenmek için sarmalanmış paketi yırtarak açtı.
"...Aman tanrım," dedi Wooyoung gülerken ağzını kapattığı sırada. Önünde, çerçeve içinde İngiliz aristokratları gibi giyinmiş, yüzü bembeyaz ve peruklu bir San vardı. Yüzünde aptalca bir sırıtış vardı ve ufka doğru uzayan çiçek tarlasının içinde poz veren eflatun rengindeki tek boynuzlu atın üzerinde oturuyordu.
Bu ne böyle?
Wooyoung tekrar kahkaha atmıştı ama bu sefer ince sesiyle oldukça gürültülü bir kahkahaydı ve kendisini gülmekten alamıyordu çünkü aynı zaman da hem eğlenmiş hem de rahatsız olmuştu.
Köşesine yapıştırılmış notu çekip aldı ve kahkaha atarken düşmemek için duruşunu düzeltti.
'Bir daha asla sıkılmamak için bunu odana as. Bunun için çok para ödedim.
Xoxo, San hyung.
Dipnot: bunu okur okumaz başka bir sürpriz için lütfen odandan çık.'
Eğer sürpriz olduğunu söylersen sürpriz olmaktan çıkar aptal, dedi Wooyoung içinden, aynı zamanda sırıtıyordu da. Hem de otuz iki diş. Yüzü ikiye ayrılacakmış gibi hissedecek kadar kocaman.
Notta yazılanı yaptı ama San'ı, beyaz tenini ön plana çıkaran simsiyah sabahlığının içinde, elinde Wooyoung'un ne olduğunu anlayamadığı bir şeyle koridorda gezerken görmeyi beklemediği için şaşkınlığından kurtulamamıştı.
"Selam," dedi Wooyoung sessizliği bölerek. San saniyeler içinde aralarındaki mesafeyi kısaltırken zorla yutkundu. Yakınındayken adamla göz temasını korumakta daha da zorlandığını fark etti Wooyoung. "Hediye için... teşekkür ederim. Çok... şey, harika bir şey."
San kıkırdarken alçak çıkan sesi Wooyoung'un organlarının yer değiştirmesine sebep oluyordu. "O portrede oldukça mükemmel görünüyorum bence."
"Duvara asınca kabus görecekmişim gibi hissediyorum."
San alaycı bir şekilde Wooyoung'un omzunu ittirdi. "Kes şunu. Hoşuna gittiğini biliyorum." Wooyoung'a kocaman sırıttı. "Gülümsediğini görebiliyorum."
Wooyoung boğazını temizleyerek umursamıyormuş gibi davrandı. San'ın arkasında sakladığı şeyleri çenesiyle işaret etti. "Ne o?"
San kocaman gülümserken iki tane uçak biletini önüne çıkarttı.
"Yok artık," dedi Wooyoung geriye doğru adımlarken. "Yok artık. Aman tanrım, neden?"
"Çünkü doğum günün için seni farklı bir yere götürmek istiyorum?" diye cevap verdi San soru sorarcasına. "Tek başına başka ülkeye gitmek iğrenç bir şey."
Wooyoung gözlerini kırparken düşüncelerini sakinleştiremiyordu. "Çok teşekkür ederim ama ben... ben bunu kabul edemem."
San'ın yüz ifadesi bozuldu. "Neden?"
Wooyoung ellerini saçlarında gezdirirken kesik kesik nefesler alıyordu. "Sınavlarım yaklaşıyor, benim de... çalışmam lazım ve yine benim için para harcıyorsun..."
"Sadece bu hafta sonu için, düşündüğünün aksine bir ay falan değil," diye açıkladı San hızla. Artık daha da yakındaydı, sağ eli Wooyoung'un omzunu kavramıştı. Bu onu gerçekliğe döndürürken aynı zamanda dikildiği yere mıhlıyordu. "Ayrıca Jeju'da da çalışabilirsin."
"Jeju adasına mı gidiyorum?" Wooyoung daha da çıldırmıştı. Aniden hayatında bir kereliğine olsun ailesiyle Jeju Adası'na gitmek isteyen on üç yaşındaki sinir bozucu benliğine bürünmüştü
"Jeju Adası'na gidiyoruz," dedi San. Ardından kollarını açtı. "Mutlu oldun mu? Havalara mı uçtun yoksa?"
"Çok sinir bozucusun," diye mırıldandı Wooyoung ama San ile arasında mesafeyi tamamen kapatarak adamın kemik kıracak cinsten iç rahatlatıcı kucaklamasına izin verdi.
Bu Wooyoung'un San'a ilk kez sarılması değildi, ama bu sefer... bu sefer biraz daha farklı hissettirmişti. San çok güzel kokuyordu, tıpkı ilkbahardaki yeni açan çiçekler ve diğer cezbedici kokular gibiydi kokusu. Wooyoung onu bırakmak istemiyordu. Henüz değil.
San ilk başta dikkatle başını okşadı ama sonrasında parmaklarını saçlarına daldırınca Wooyoung şikayet edemeyecek kadar harika hissetmeye başlamıştı.
"Neden sarılıyoruz?" diye sordu Wooyoung, sesi San'ın geniş göğsünde boğuk çıkmıştı.
"Bir fikrim yok. Ama hoşuma gitti," dedi San gülerek. Bir eli Wooyoung'un yüzüne doğru indi ve yanağını avuç içine aldı. Wooyoung dokunuşuyla birlikte kasılırken San'ın gülüşü daha da şiddetlendi. "İyi misin?"
Wooyoung'un yüzünün tamamı sanki ağız dolusu lavı içine çekmiş gibi yanıyordu. San'ın yanağındaki lanet olasıca eli yüzünden başka bir şeye odaklanamıyordu. "Evet. Ben, şey... iyiyim."
"Çok tatlısın."
Wooyoung, San'a bakarken o anda tıpkı kendisi gibi adam da kendi söylediği sözlere afalladı.
"Yani, her şeye çok sevimli tepkiler veriyorsun," diye açıkladı San kollarını kendisine doğru çekerken. "Ve bu... çok tatlı."
"Ah." Wooyoung'un boğazı kururken kendisini yumruklamak istiyordu. Bu hiç mantıklı değil.
Neyse ki San o garip durumun daha da fazla uzamasını engellemişti.
"Hadi," dedi, "...oturma odasına gidip film falan izleyelim."
Wooyoung'un aptal istek listesi yine zihninde canlanmıştı. "Film mi?"
"Evet," dedi San başıyla onaylayarak, gözleri tıpkı sabahlığı gibi pırıl pırıldı. "Doğum günü çocuğu olduğuna göre sen ne seçersen onu izleyeceğiz."
O an Wooyoung'un aklına bir fikir geldi. San'a döndü ve yüzündeki sırıtışla başını yana doğru salladı. "İçki var mı?"
San'ın gözleri heyecanla koyulaşmıştı. "Sanki kocaman şarap mahzenim yokmuş gibi davranıyorsun."
Wooyoung şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Var mı?"
"Evet. Ama bil diye söylüyorum çok fazla içmiyorum." San kollarını göğsünde bağladı. "Amaaa bugün senin için bir değişiklik yapabilirim."
"Tamam, tamam, her neyse. Şarap nerede?"
"Vay, biraz sabırsız mıyız acaba?"
Wooyoung kıkırdadı. "Dalga geçiyordum bu arada. Aslında benim için yaptığın her şeye gerçekten minnettarım. Çok teşekkürler hyung."
San onu eliyle geçiştirirken yüzündeki gülümseme çok samimiydi. Utandı. Resmen utandı. "Önemli değil. Hangi filmi izleyelim? Yani, çok geç olmadan başlayalım diyorum?"
Wooyoung birkaç donmuş pizza ısıttı, San'ın etkileyici mahzeninden ilgisini çeken bütün şarapları topladı ve San'ın daha önce hiç müzikal izlemediğini öğrenince Muhteşem Showman filmini açtı.
"Pekala. Artık onaylandı; romantik filmlerin adamı değilsin sen," dedi San film başlarken. İkisi de onları soğuktan koruyan battaniyenin altında koltuğa kıvrılmışlardı, pizza ve şarap şişeleriyse önlerindeki masadaydı.
"Şşş," dedi Wooyoung eliyle işaret ederek. "Dikkatini filme ver dostum."
Wooyoung'un bir parçası çoğunlukla Muhteşem Showman en sevdiği filmlerden biri olduğu için (her şarkıyı ve sahneyi ezberlemişti) gergindi ve San'ın sevip sevmeyeceğinden emin değildi.
Film devam ederken Wooyoung pizza yemek ve şarap içmek arasında gidip gelirken San'ın da sahnelere olan tepkisini izliyordu.
San ise tamamen filme dalmış, karakterlerin söylediği her bir kelimeyi takip ediyor, hatta arada söyledikleri şarkılara başını sallayarak eşlik ediyordu. Wooyoung kendisini filmi televizyondan izlemektense San'ın koyu, yansıyan gözlerinde izlerken bulmuştu.
Wooyoung bir noktadan sonra pizzayı unutmuştu. O anda sarhoş olmaya başladığına yemin edebilirdi çünkü Rewrite the Star bu kadar duygusal hissettirmemeliydi.
Ama Wooyoung yine de içmeye devam etti, içtiği her bir yudumla göğsünü kaplayan sıcaklık hoşuna gidiyordu. San da sıcacıktı, arada sırada kolları Wooyoung'a sürtüyordu. Tüm algıları dikkat kesiliyordu.
"Peki," dedi film bittiğinde, sesi hafiften kısık çıkmıştı. "Nasıldı?"
San pizzasından bir ısırık aldı. O anda Wooyoung adamın film sırasında ne pizzasından yediğini ne de içkisinden içtiğini fark etti. "İyiydi."
"İyi mi?"
"Evet." San kıkırdadı. "Güzeldi."
Wooyoung dudağını ısırırken rahatlamıştı. "Güzel olduğunu düşünüyorsun."
"Evet."
"O zaman..." San elini Wooyoung'un dizine koyunca nefesi kesildi. "Hangi şarkı..." gözlerini kırpıştırırken zihni hafiften bulanıktı. "Hangi şarkıyı sevdin?"
"Never Enough'ı çok sevdim," diye cevap verdi San ve her nedense Wooyoung da onu söylemesini bekliyordu. O sahneyi de hatırlıyordu; Jenny Lind sahneye çıkıp tüm kalbiyle şarkıyı söylüyordu ve özellikle San'ın dudaklarındaki gülümsemeyle o ana bakışını çok net hatırlıyordu.
"Ayrıca başlangıçtaki şarkıyı da çok sevdin. A Million Dreams, değil mi? Çok güzel, bana anne babamı hatırlatıyor. Senin en sevdiğin şarkı hangisi?"
"Ben, şey..." Wooyoung alnını ovalarken darmadağın olmuş düşüncelerinin arasından doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordu. San'ın kahkahası kulaklarında yankılanırken kalbini okşuyordu. "This Is Me. Evet, o şarkı."
"O şarkı da çok iyi." San bir süre onu izledi ve ardından, "İyi misin?" diye sordu.
"A Million Dreams'in anne babanı hatırlattığını söyledin. Neden?" Wooyoung sorusunu geçiştirdiği için San rahatsız olsa da belli etmemişti.
Kıkırdadı ama gözlerinde ciddiyet hakimdi. "Babam zengin bir ailen gelmedi, ama... ama annem yine de başarılı olasıya kadar onu destekledi..."
Wooyoung, San'ın gülüşünün silikleştiğini fark edince dudaklarını büzdü. "Benim anne babam öyle değiller."
"Biliyorum."
"Cani." Wooyoung şarabından bir yudum aldı.
"Kaba olmak istememiştim. En azından sana yardım ediyorlar, değil mi?"
"Keşke. Bir boka yardım etmiyorlar. Üniversiteye kendim girdim, kendi paramla... fakat..." Wooyoung koltuğa yaslandı. "Bu günlerde çok zorlanıyorum. Her şey çok zor."
"Belki de okulu bırakmalısın. Senin... her sabah dersine yetişmek için hazırlanırkenki halini görüyorum, sanki başka bir şey yapmayı tercih edermiş gibisin. Okulla ilgili konuşurken de hiç mutlu görünmüyorsun Wooyoung," dedi San. Keskin bakışları Wooyoung'u daha da sersemletiyordu.
"Sen de CEO olmayı bırakmalısın," dedi Wooyoung. Alkol kanına o kadar karışmıştı ki direkt San'ın gözlerine bakmakta zorlanmıyordu. "Hoşuna gidiyormuş gibi görünmüyorsun."
San'ın yüzü ifadesizdi. "O iş karmaşık."
"Tıpkı benim tüm hayatımın karmaşık olduğu gibi." Wooyoung yeni bir şarap şişesi açtı. "Yani, keşke karmaşıksız hale getirebilsem ama karmaşıksızlaştırılamayacak kadar aşırı karmaşık, anlıyor musun? Hiçbir şey yolunda gitmiyor."
"Ben buradayım."
Wooyoung duraksadı, ardından omuzlarını silkti. "Yani?"
San gergin görünüyordu. "Senin için buradayım."
"Birbirimizi çok az tanıyoruz."
"Biliyorum." San dudaklarını yalarken Adem elması aşağı yukarı hareket etmişti. "Ama seni daha çok tanımak istiyorum..."
San'ın eğildiğini görünce Wooyoung teninde elektrik çarpmış gibi hissetmişti, yoksa sadece kendi hayal ürünü müydü? Hayal ettiğini düşünüyordu ama yanağını kavrayan San'ın eli kesinlikle çok gerçekçi hissettiriyordu.
O anda Wooyoung, yüzündeki gülümsemenin oldukça çılgınca göründüğünü düşünüyordu. "Bana neden öyle bakıyorsun?"
"Nasıl bakıyorum?"
"Beni çok fena öpmek istiyormuş gibi."
San yutkundu ama hiçbir şey söylemedi. Daha da yakınına sokuldu ama koca bir yudum şarap içmek için Wooyoung tarafından durduruldu.
"Bence çok fazla içiyorsun," dedi San, Wooyoung'un elindeki şişeyi çekip alırken.
"Hayır, hayır." Wooyoung başını sallarken bir çocuk gibi mızmızlandı. "Daha, daha, daha fazla istiyorum! Ölene kadar içmek ve içmek istiyorum!"
"Tanrım. Bu gecelik bu kadar içki yeter Dırdır." San boş olmayan bütün şişeleri aldı ve Wooyoung mızmızlanmaya devam ederken hepsini mutfağa götürdü.
"İçmek istiyorum!" diye bağırdı Wooyoung San döndüğünde ama San başını kucağına koyunca sesini çıkaramadı.
"İçmekten daha iyi olan bir şey biliyorum bebeğim," diye fısıldadı San, parmakları Wooyoung'un saçlarındaydı.
"Ne?"
"Bir şarkı." San, Never Enough'ın melodisini mırıldanmaya başladı ve ardından yüksek sesle söylemeye devam etti. Wooyoung bir süre dinlerken adamın sesinin çok da kötü olmadığını fark etti.
"Bunun beni daha iyi mi hissettirmesi gerekiyor?" diye sordu Wooyoung, San kahkaha atınca o da gülümsedi. "Tek yaptığın şarkı söylemekte ve bana kıyasla ne kadar iyi olduğunla övünmek."
San'ın kahkahası yok olmuştu. "Böyle bir şeyi nasıl söylersin?"
"Yakışıklı ve zenginsin; ben değilim," diye cevap verdi Wooyoung.
"Sen de yakışıklısın. Zengin olmayabilirsin ama ondan çok daha fazlasısın—"
"Değilim." Wooyoung sesi daha sert çıkınca irkilmişti. "Senin aksine ben bir hiçim."
San'ın çenesi kasıldı. "Bu doğru değil."
"Doğru işte, yalan söylemene gerek yok. Asla yeterli değilim, tıpkı o filmdeki en sevdiğin şarkı gibi," diye açıkladı Wooyoung. Artık mantıklı konuşup konuşmadığından bile emin değildi ama ne zaman duygularına yenik düşse hep böyle oluyordu. Dudakları engel olamadan düşünceleri yarışa girmişti bile. "Ama sorun değil, yani galiba. Tıpkı dünyadaki insanların çoğunluğu gibi özel biri değilim ve bu... bu hiç sorun değil. Ezik olmakta sıkıntı yok."
"Sen ezik değilsin."
"Kendin söylemiştin ama. Ezik olduğumu söylemiştin ve öyleyim. Sana kızgın değilim o yüzden."
"Lanet olsun Wooyoung." San'ın ses tonunda daha önce hiç duymadığı bir şey vardı ve adam kendisini göğsüne kaldırdığında ağladığını fark etmişti. İkisi de ağlıyordu. "Evrendeki en büyük aptalım ve sana ezik demem söylediğim en büyük yalanlardan biri. Çok özür dilerim."
Wooyoung burnunu çekti, hıçkırıklar dudaklarından dökülürken başını San'ın omzuna gömdü. Tamamen dağılmıştı.
"Çok güzelsin. Her bir parçan, gözlerin de dahil."
"Gözlerim mi?"
"Evet. Gördüğüm en güzel gözler," dedi San Wooyoung'un sırtını okşarken."
"Ya-yalan söylüyorsun."
"Yalan söylemiyorum, yemin ederim. Bence... bence eşsizler, gurur duyman gereken bir şey," diye cevap verdi San.
Wooyoung yanaklarında iz bırakan gözyaşlarını sildi. "Galiba sana inanıyorum. Sen... sen kelimenin tam anlamıyla kusursuzsun ve ben de... benim."
"İltifat için teşekkürler. Ama ben kusursuz değilim, hem de hiç. İlk olarak çok fazla horlarım. İkinci olarak çocuk gibi davranırken aşırı dağınık biri oluyorum. Üçüncü olarak çok horlarım—"
Tekrar aynı şeyi söyleyince Wooyoung kıkırdadı ama gözyaşları ve damarlarındaki alkol yüzünden güldüğü belli olmamıştı.
"Dördüncü olarak vücudumdan hiç memnun değilim."
"Hadi ama," dedi Wooyoung gözlerini devirerek. "Eminim karın kasların vardır."
San genç çocuğa bakarken gözleri ışıltıyla parlıyordu. "Altılı baklavalarımı seviyorum."
"Elbette."
San kıkırdayınca Wooyoung da kıkırdadı. "Fakat benim vücudum kusursuz değil ama sorun da etmiyorum çünkü hiç kimse kusursuz değil. Hepimizin sevmediği bir noktası var ve en azından ben senin yanındayım, sen de benim yanımdasın ve birlikte bunu aşabiliriz."
"Sarhoşum ve sarhoşken ağlarım," dedi Wooyoung. "Ve ağlarken çok çirkin olurum."
"Çirkin olmakla uzaktan yakından alakan yok."
"Kes şunu..."
"Güneşi utandıran bir gülüşün var. Ve güldüğünde beni motive ediyorsun. Ve... ve bazen sana baktığımda her şeyi yapabileceğimi hissediyorum. Bazense kalp atışlarımı hızlandırıyorsun ve ben... Wooyoung?"
Wooyoung uyuyakalmıştı.
"Off..." Kollarında uyuyan, sabahlığının kumaşını yumruk yaparak kavrayan Wooyoung'a bakarken San gülümsedi ama ardından kaşlarını çattı. "Lensini çıkartmayı unuttu."
Wooyoung'u uyandırmaya çalışsa da işe yaramamıştı, o yüzden korkup kaçmamaya çalışarak genç çocuğun gözünü kaplayan kahverengi lensi büyük bir dikkatle çıkarttı. Lensler gerçekten ödünü patlatıyordu.
Deniz yeşili gözü onu karşılarken o gece San nefesinin yüz bininci kez kesildiğini hissetmişti. Wooyoung'un gözlerine bakmaktan bir an olsun bıkacağını düşünmüyordu.
Wooyoung aniden göğsünü yumrukladı. "Aptal yengeç, beni çimdiklemeye çalışıyor."
San'ın kalp atışları hızlandı. Yeterli olmadığını düşünebilirsin ama benim için yeterli gelmeye başlıyorsun. Seninle birlikte, ben de yeterli hissetmeye başlıyorum.
_______________________________________
Karmaşıksızlaştırılamayacak diye bir kelime yok arkadaşlar onu ben uydurdum sanırım bskdnsm
Artık şu hislerden bir tık ileri gitseler keşke 🥲
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top