004: Jung Wooyoung bir yalancı



Her zaman biraz hatalıyım
Her zaman biraz sahte
Hislerse tehlikede

Wooyoung yirmi dakikadan uzun bir süreyi alnındaki kelimeyi ovalamakla geçirmişti. Bitirdiğinde alnı tamamen kızarmıştı ve bir süre önce tertemiz olan lavaboyu şimdi siyah köpükler kirletiyordu. Derin bir iç çekti.

Çok uğraşsa da Wooyoung, San'ın sözlerini düşünmeden duramıyordu. Aynada kendi yansımasına bakarken kendisini yalancı gibi hissediyordu; sol gözünü kaplayan renkli lens kadar sahte ve herkese verdiği gülümsemeler kadar sığ bir vücutta sıkışıp kalmıştı.

Gözleri aynadan kendisine bakarken, altındaki o aptal mor torbalar çok fazla ot yemiş bir rakun gibi gözükmesine neden oluyordu. Ama onun aksine rakunlar ezik değildi.

Düşünmeyi bırak, diye bağırdı Wooyoung'un zihninden bir ses fakat çok zordu.

Çeşmeyi açtı ve suyun kirli köpükleri alıp götürmesini izlerken kendisinin de o köpükler gibi olmasını diledi.

Daha önce San'ın dediği gibi birkaç temizlikçi güneş batmadan önce malikaneye gelmiş ve kimseye gözükmeden tekrar gitmişlerdi.

Wooyoung, Choi San'ı da görmemişti ama zaten görmek de istemiyordu. Neyse ki Hongjoong ona WiFi şifresini göndermişti ve gönderir göndermez tabletten Skype'tan görüntülü aramıştı

"Selam Wooyoung!" Hongjoong ekrandan onu selamlarken kocaman gülümsüyordu. Her neredeyse oldukça karanlıktı ama altın sarısı ışıklar yüzünün yarısını aydınlatıyordu.

Wooyoung'un dudakları pek de içten olmayan bir gülümsemeyle genişledi. "Selam Hongjoong-ssi."

"Hey, öyle deme," Hongjoong önündeki bir şeye kafasını salladı ve gözleri tekrar Wooyoung'a döndü. Gözlüklerin ardında bile gözleri pırıl pırıldı. "Sadece Hongjoong diyebilirsin. Ya da hyung. Her neyse, şu anda havaalanına gidiyorum ama San'la nasıl gidiyor diye kontrol etmek istedim. Umarım iyidir?"

Wooyoung kısaca başını salladı. "Evet. Evet, her şey yolunda. Mingi-ssi ile de tanıştım. Çok iyi birisi."

Hongjoong'un ona inandığından emin değildi ama mavi saçlı adamın herhangi bir şeyi fark edecek kadar dikkati oldukça dağınıktı.

"Güzel. Dinle, birkaç dakika önce San'ı aradım ama açmadı," diye açıkladı Hongjoong galiba bir kitabın sayfasını çevirirken. "Sanırım hala şu ruh halinde. Merak etme ama daha iyi olacak."

Wooyoung tekrar başıyla onayladı. 'Ezik' kelimesi beyninin içinde yankılanırken hafifçe irkildi. "Peki."

"Sen iyi misin?"

Wooyoung öyle bir şey beklemediği için soru onu gafil avlamıştı. Umursamadığı yabancıların büyük bir çoğunluğunun o soruyu sorduğu zamanları hatırladı. Samimiyetten tamamen uzak olduklarını anlaması çok zamanını almamıştı. Çünkü hiç kimse gerçekten sizin nasıl olduğunuzu bilmek istemez, sadece iyi bir insanmış gibi gözükmek isterler.

Ama Hongjoong sorduğunda sesi endişeli gelmişti. Şu anda ekrandan ona bakan adamla daha dün tanışmıştı ama yıllar içinde tanıştığı o önemsiz insanlardan çok daha samimiydi.

Fakat Wooyoung o kadar da samimi değildi. Yalan söyledi. "İyiyim."

"Emin misin?"

"Evet." Wooyoung dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. "Kendine dikkat et hyung. İyi uçuşlar."

Hongjoong sıcak bir şekilde gülümserken cevabından memnun olduğu belliydi. "Teşekkür ederim."

Ardından görüşme sonlandı ve Wooyoung tek başına kalmıştı. Geniş odasının içindeki sessizlik gittikçe daha da ağırlaşırken daha fazla göz ardı edememişti. Eski evinde, küçücük odasında sadece kendisi varken yalnız değilmiş gibi davranmak kolaydı; başka insanlar yıldızları sayarken o, para biriktirirken evden taşınmak için gün sayıyordu.

Ama artık durum öyle değildi. Attığı her adım duvarlarda yankılanırken, iki kişilik büyük yatakta otururken, özellikle de kalabalık caddeye bakan camından sabırsız insanları görmek yerine upuzun pencereden ağaçları görürken artık durum öyle değildi.

Hepsi çok yeniydi ama alışmak zorundaydı. Şimdilik.

✤✤✤

"Şey... Sannie pek ele avuca sımayan biri, değil mi?" dedi Mingi gülerek. Wooyoung yanında dikilirken kendisi usta hareketlerle sebzeleri doğruyordu, aşçılık yeteneği asla karşılaştırılamazdı. 'Bunlar senin ve benim için,' demişti Mingi işine başlarken çünkü ikisi de biliyordu ki Choi San sebzeden nefret ediyordu.

Wooyoung sorusuna sadece omuz silkerken verdiği tepki söyleyecek bir kelime bulamadığındandı. Gerçi biraz garipti çünkü zihni asla uyumaz, her zaman çoğu olumsuz olan düşüncelerle dolu olurdu ve bazen uyumasına bile engel olurdu. Fakat iş konuşmaya geldiğinde düşünceleri ve hisleri o kadar gürültülü olurdu ki hiçbir şey söyleyemezdi.

"Seni yıldırmasına izin verme," diye devam etti Mingi sözlerine ve bir soğanı kusursuz bir şekilde ortadan ikiye bölerken genç çocuğa bir göz attı. Korkutucu. "San genelde çok iyi tanımadığı insanlara karşı böyledir.

"Üçüncü Numara olduğumu söyledi."

Ve bazen Wooyoung istemese de zihninin konuşmasına izin verirdi.

Mingi kıkırdadı ama duygusuz bir kıkırdamaydı. "Evet. Seni rahatsız mı etti?"

"...Hayır."

Mingi Wooyoung'a baktı ama gözleri buluştuğu an Wooyoung bakışlarını uzaklara çevirdi. "Bir şey sormak istiyorsun. Sor hadi, çekinme."

Wooyoung eldivenli parmaklarıyla oynadı. "Dün sabah geldin, bugün de öyle ama öğleden sonra gelmiyorsun."

"Evet. Aşçılık işleriyle meşgulüm," dedi Mingi alayla ve Wooyoung gülümsedi. "Ayrıca öğlenden sonra ben burada değilsem Sannie genelde dışardan sipariş verir."

"Yani ona yemek yapacak kimse olmuyor mu?" Wooyoung onu eleştiriyormuş gibi görünmediğini umdu.

Neyse ki Mingi cevap verdiğinde hiç de gücenmiş gibi değildi. "Ona benden başka kimse yemek yapmaz ve ben yaptığımda her zaman onunla birlikte yerim. Başka kimseye izin vermez."

"Neden?" Soğanların kokusundan dolayı Wooyoung biraz uzaklaştı. Bugün pek de ağlama havasında değildi.

"Biraz karışık aslında," diye cevapladı Mingi, sanki daha önce bu soruyu defalarca cevaplamış gibiydi. "Ne? Onun için yemek yapmayı mı düşünüyorsun?"

Wooyoung'un dudakları aralandı ama ardından bir balık gibi bükerek kapattı. Mingi'nin kahkahasını duyunca yüzü kızarmıştı. "H-hayır, ben..."

"Şaka yapıyorum." Uzun boylu adam pek de inanmış gibi değildi. Gözlerindeki dikkatli bir ifadeyle Wooyoung'un yüzüne baktı.

"Lens."

"Ne?"

"Lens takmışsın. En azından..." Mingi sol gözünü işaret etti, "bir tanesine. Işık sayesinde fark ettim şimdi."

"Ah..." Wooyoung alt dudağını çiğnerken göğüs kafesinin sıkıştığını hissetti. Derin bir nefes aldı. "Evet, taktım."

"Göz sorunu mu?"

Wooyoung gülümsedi ve başıyla onayladı. "Göz sorunu."

Wooyoung, Mingi ne zaman bir şeyler hazırlasa hep bir 'tema'ya göre hazırladığını fark etti. Bu sabah 'Amerikan' temalıydı. Şimdiyse 'makarna'.

Wooyoung masa örtüsünün değiştiğini fark ettiği sırada tabakları koyarken San kollarında bu sefer kurbağa pelüşüyle yemek odasına girdi. Solgun cildine tamamen zıt olan kadife lila pijamalarını giymişti.

Mingi ellerinden boş tabakları alıp onu kendisine getiresiye kadar Wooyoung, San'a bakakaldığını fark etmemişti.

"Ne yapıyorsun?" diye sadece dudaklarını kıpırdatarak sordu Mingi San uzaklaşırken. Bir yarısı eğlenirken diğer yarısı... Wooyoung'un çözemediği bir haldeydi.

"Hiçbir şey," dedi Wooyoung da dudaklarını oynatarak ve normalden fazla hızlı bir şekilde omuzlarını silkti. Kendisi de ne yaptığını bilmiyordu.

San pelüşüne sarılıp yemeği yerken kimse bir şey söylemediği için sessizlik içindelerdi.

Wooyoung lazanyasını yerken kendisini olabildiğince fark ettirmemeye çalışıyordu. Ortam o kadar sessizdi ki iğne düşse duyulurdu ama kendisi hariç kimse bunun farkında değil ya da önemsemiyormuş gibiydi.

Çaktırmadan Mingi'ye baktı. Adam yemeğini bitirirken hiç rahatsız gibi durmuyordu. Buna alışkındı.

Wooyoung aniden birisinin ona baktığını hissetti ve gözlerini çevirdiğinde direkt Choi San'ın bakışlarıyla karşılaştı. Tanrım

Elindeki çatal gürültüyle yere düşerken sessizliği bıçak gibi bölmüştü. Wooyoung neden olduğunu dağınıklığa afallamış gözlerle bakarken aniden utanç duygusu tsunami etkisi yaratmıştı.

Sandalyesini geriye itti ama bu daha çok ses çıkarmıştı. "Ben..." Siktir, "Hemen temizlerim..."

"Hayır, ben yaparım." Mingi hızla ayağa kalkarken çoktan Wooyoung'un yanına gelmişti bile. Mingi çabucak dağınıklığı toplarken yüzü yanıyordu. Hareket bile edemeyen aptal kendisi öylece dururken utanç içini kemiriyordu. Tam bir aptaldı.

Ardından bir kahkaha duydu.

Bakışlarını kaldırdı ve Wooyoung, San'ın yüzünde kocaman bir gülümseme gördü. Saklamakla uğraşmıyordu bile ve Mingi onu azarlamaya başlamadan önce San'ın derin gamzelerini yakalamıştı.

"Gülmeyi kes," dedi Mingi Choi San'a ama Wooyoung gerisini duymamıştı çünkü San bir çocuk gibi koşarak uzaklaşınca ikisini yoğun sessizlikle baş başa bırakmıştı.

"...Lanet olsun," diye fısıldadı Mingi. Sesi yorgun geliyordu. "Buna tanık olduğun için özür dilerim."

"Sorun değil," dedi Wooyoung boğazını temizleyerek. "Benim suçum hepsi."

"Hayır, hayır. Seninki sadece bir hataydı ama San," Mingi gözlüklerini çıkardı ve alnını ovaladı. "O biraz..."

Sanki Wooyoung'un anlamasını bekliyormuş gibi Mingi başka tarafa dönmüştü. Ama Wooyoung anlayamıyordu çünkü Choi San'a yabancıydı ve ona göre olabileceği tek şey de oydu.

Ama yine de yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve tekrar yalan söyledi. "Sorun değil. Anladım."

✤✤✤

Ertesi sabah uyandığında Wooyoung'un ilk yaptığı şey panikti, aldığı her nefesle kalbi göğüs kafesinin içinde gürültüyle atıyordu.

Nerede olduğunu anlayınca sakinleşti ama komodinin üzerindeki dijital saate bakıp saatin 8:17 olduğunu görünce kalp atışları tekrar hızlanmıştı.

Siktir. Kalın örtüyü vücudunun üzerinden attı ama saatin altındaki gece mavisi renkle yazılı büyük harfleri görünce donakaldı. PAZAR.

Bugün pazardı. Wooyoung bir süre daha aynı pozisyondan kalırken 'siktir edip' geri yatmayı düşündü ama hızlı atan kalbiyle ve akın eden düşünceleriyle tekrar uyumasının imkansız olduğunu biliyordu.

Ve bu sinir bozucuydu.

Wooyoung hala rahat olmasına alışamadığı yataktan kalkarken kuş yuvasına dönmüş siyah saçlarını düzeltmek için ellerini saçlarına daldırdı. Esnerken ilerledi ve en yakındaki banyoyu bulup günün geri kalanında daha iyi görünmek için kapının kolunu aşağıya doğru indirdi.

Adam atacakken neredeyse odasının önündeki kişiye çarpacaktı ki bağırdı.

"Aman tanrım." Wooyoung beceriksizce geriye adım atarken tanıdık olduğu mor pijama takımını fark etti. Önündekinin kim olduğunu anlaması çok kısa sürmüştü.

San kollarını göğsünde bağlamış tam kapının önünde dikiliyordu.

"Günaydın."

Wooyoung gözlerini kırpıştırdı ve tekrar ona baktı. Adamın gözleri çelik gibi sert, çenesi sıkı ve dudakları büküktü. Hala pembelerdi, sabahın bu saatinde bile.

Wooyoung yutkundu. "Günaydın."

San'ın yüz ifadesi bir anlığına değişti ve kahverengi gözlerindeki sertlik kayboldu. Sanki Wooyoung'u ilk defa görüyormuş gibi bakıyordu.

Wooyoung irkilirken şok hissi tüm duyularını ele geçirmişti. Gözü.

Anında arkasını dönerken yüzünün sol tarafını sakladı. "Siktir," diyerek mırıldandı.

"Wooyoung-" San şu aptal Bay Dır Dır ya da onun için kullandığı başka ne isim varsa onun yerine kendi ismini söylemişti ama Wooyoung bunu umursamak için oldukça panik içindeydi.

"Git," dedi Wooyoung ve San'ın ne kadar yakınına geldiğini görünce eliyle uzaklaştırmaya çalıştı.

"Ne- gözün..." San, ilk kez kelimelerle boğuşuyordu ve bu Wooyoung'un paniğini daha da kamçılıyordu.

Wooyoung kendisine engel olamadan San'ı ittirdi. "Git dedim! Defol!"

San inatla dikiliyordu ama gözlerindeki önceki yumuşaklık tamamen kaybolmuştu. Şimdi buza dönen soğuk bakışları Wooyoung'u ürpertmişti. "Kabul ediyorum, sana dün kötü davrandım. O yüzden gelip bir şeyleri düzeltmeyi denemeye karar vermiştim. Ama artık uğraşmamam gerektiğini anladım. Lanet aptalın tekisin."

San o anda Wooyoung'un odasından hızla çıktı –hayır, onun odası değil çünkü kendisi sadece bir yabancıydı ve onların hiçbiri ona ait değildi- ve Wooyoung sanki bir kağıtmış gibi içten içe paramparça olmuştu. Belki de öyleydi çünkü hiç gerçekmiş gibi hissetmiyordu. Hiçbir şey öyle hissettirmiyordu.

Her şeyi berbat etmişti –yine, ve işinin daha ikinci gününden kovulacağına adı gibi emindi. Yeni bir rekor.

Kovulsa bile sorun olmayacağını söyledi kendisine.

Yalancı.

________________________________________

San seni kovmaz Woo korkma 😏

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top