003: Choi San sebzelerden nefret eder
≪Sadece lüks bir araba sürdüğünü biliyorum
Fakat gerçekte kim olduğunu bilmek istemiyorum≫
Garipti. O kadar garipti ki Wooyoung damarlarında hissedebiliyor, hatta tadını alabiliyordu. Onu buz keserken kendisini işe yarar hale getiremiyordu. Yeni odasında dikiliyordu; elleri ceplerinde, gözleriyle en kuytu köşeyi bile incelerken bir şey bulmaya çalışıyordu. Ama o şeyin ne olduğunu bilmiyordu.
Onun standartlarına göre oda mükemmeldi. Çift kişilik bir yatağın ve içinde yürüyebileceğin devasa büyüklükte bir giyinme odasının sığacağı kadar büyük, hatta Wooyoung'un içinde rahatça yürüyebileceği kadar geniş bir alanı olan bir odaydı. Wooyoung kendisini küçücük, odanın kusursuzluğunu bozan gereksiz bir leke gibi hissetmişti. Ve bu Wooyoung'u korkutmuştu.
Eğer bu kadar büyük bir oda sadece misafir odasıysa, Wooyoung, Choi San'ın odasının nasıl göründüğünü hayal bile edemiyordu. Birden fazla odası olduğuna adı gibi emindi.
Aklına adam –CEO- gelince Wooyoung içinde bulunduğu transtan çıktı. Aniden içinde bir endişe belirirken oda artık o kadar da çekici gelmemeye başladı. Kim Hongjoong birkaç kelime edip ve direktif verdikten sonra gitmişti ve Wooyoung bir an önce odaya çekilmek isterken San da ortalıktan kaybolmuştu.
Wooyoung hiçbir şey duyamıyordu ve bu durum endişesini daha da kamçılıyordu. Aptal, dışarda olman gerekiyor. Bu yüzden sana para veriyorlar.
Bu düşünceyle irkilmişti çünkü doğruydu. Bu lüksü hak ettiği için değil, iyi bir maaş almak için oradaydı. Umursamadığını, umursamaması gerektiği söyledi kendisine. Geçici de olsa içler acısı durumundan kaçış yolu bulduğu için mutluydu.
O anda kapı çalınıp ardından açıldığında Wooyoung'un görüş alanına ateş turuncusu rengindeki kıvırcık saçlı birisi girdi.
Choi San değildi ama Wooyoung'un daha önce görmediği birisiydi ve bu durum onu rahatlatmalı mı bilemedi. Bir anlığına yabancı ona okunmayan, irdeleyici gözlerle bakarken Wooyoung'un omuzları gerildi.
Boğazını temizleyince büyük odada yankılanan ses onu utandırdı. "Şey... merhaba."
Yabancı duraksadı ve ardından turuncu saçlarını kaşırken keskin hatlı yüzüne mahcup bir ifade yerleşti. "Ah, özür dilerim. Gözlüklerimi unuttum ve lenslere henüz çok alışamadım. Dik dik mi baktım yoksa?"
Wooyoung bir-iki kere gözlerini kırpıştırırken kaşları şaşkınlıkla çatıldı. "N-ne?"
Tulum giyen yabancı içeri adımlayınca yakından çok daha uzun gözüktü, yukarı kıvrılan dolgun dudakları bir gamzesini ortaya çıkarmıştı. Nefis yemek kokusu ardından içeri girerken Wooyoung'un bir anlığına dikkatini dağıttı.
"Gözlüklerim yokken bazen dik dik bakabiliyorum. Umarım seni rahatsız etmemişimdir." Wooyoung gerek duymamasına rağmen tanımadığı adam açıklama yapmıştı. Yine karşısındaki kişi çok fazla konuşurken kendisinin sadece orayı terk etmek istediği bir duruma düşmüştü.
Wooyoung küçük ama zoraki bir şekilde gülümsedi. "Sorun değil. Beni rahatsız etmediniz."
Adam selamlaşmak için elini uzatınca Wooyoung elinde bir fırın eldiveni olduğunu fark etti. Adam da aynı anda fark edince utanmış bir şekilde kahkaha atıp aceleyle çıkarmaya çalıştı.
"Ben Mingi. Song Mingi," diyerek tanıttı kendisini Wooyoung'un elini sıkarken. Hafif ama sıkı bir şekilde elini sıkarken Wooyoung kendi elini güçsüz hissetmişti. "Aşçıyım. Sannie'nin aşçısıyım aslında, arada onun için yemek yapıyorum."
Wooyoung, Song Mingi'nin Choi San'a samimi şekilde hitap ettiğini fark edince yakın olduklarını tahmin etti. Ardından hızla başıyla onayladı. "Ben Jung Wooyoung. Tanıştığıma memnun oldum."
"Ben de. Yeni çocuk sensin, değil mi?"
"Hı?"
"Dün Kim Hongjoong'un beni arayıp bahsettiği çocuksun," diye tekrar etti Mingi.
"Ah, evet."
Mingi başıyla onayladı. Wooyoung ne söyleyeceğini bilemeyince çöken sessizliği kısa süre sonra Mingi bozdu.
"Kahvaltı hazırladım. Eğer istersen gidip biraz daha..." Mingi bir saniyeliğine doğru kelimeleri aradı, "...rahat bir şeyler giyebilirsin. Yani, artık burada yaşıyorsun, değil mi?"
Nasıl olduysa Wooyoung bunu unutmuştu. Ama başıyla onaylarken Mingi'nin gülümsemesine gülümseyerek karşılık verdi. "Giyeceğim. Ee, hemen gelirim."
"Acele etme," dedi Mingi parmaklarını kapının koluna koyarken. "Ama çok da geç kalma yoksa yemekler soğur."
Wooyoung giyinme odasına ilk adımını attığında yutkunurken köşeye yerleştirilmiş uzun bir boy aynası çıktı karşısına. Yansımasına bakma hatasına düştü. Düzgünce şekil verilmiş saçına ve hiçbir kusurun bulunmadığı cildine rağmen gözlerindeki boşluk gün gibi ortadaydı. Soluk mor çizgiler gözlerini çevrelerken tıpkı hissettiği gibi yorgun gösteriyordu onu. Bundan nefret ediyordu.
Wooyoung acınacak haldeki gardıroba bakıp siyah bir tişört ve ev için uygun günlük ama onu pasaklı biri gibi göstermeyecek olan bir eşofman altı aldı. Gayet iyi göründüğüne karar verdikten sonra derin bir nefes aldı ve odadan çıktı.
Hongjoong gitmeden önce ona odasından yemek odasına nasıl gidileceğini göstermişti ama Wooyoung uzun, beyaz mermer koridorda ilerlerken tekrar yönünü kaybetmiş gibi hissederek hangi yolun neresi olduğunu merak etti.
Tekrar yemeği kokladı ve onu varış yerine götürecek yola karar verdi. Doğru yolu bulunca da ağzı açık kalmıştı.
Mingi, Choi San'a 'bazen yemek yaptığını' söylediğinde Wooyoung arada ona bir-iki basit şeyler hazırlamak için buraya geldiğini falan düşünmüştü. En azından Mingi o şekilde ima etmişti. Ama onu karşılayan manzara bir-iki basit şeyler gibi gözükmüyordu.
Yemek dolu tabaklar on kişiyi ağırlayacak uzunluktaki yemek masanın üzerinde dolup taşıyordu. Üzerinde hiçbir boşluk olmayan masada reçelle ve böğürtlenle süslenmiş paneller, pastırma ve hatta tavuk ağız sulandırıyordu. Hepsinin ortasında kocaman bir pizza vardı ve garip bir şekilde Wooyoung'un sadece onu yemesine izni varmış gibi hissetmişti.
"Ah, gelmişsin!" dedi Mingi mutfaktan çıkarken.
"Bu... bu harika." Wooyoung tekrar masaya çevirdi bakışlarını. "Sen nasıl.."
Mingi kahkaha atınca yüz ifadesi yumuşadı. "Çok bir şey değil ama teşekkürler. İstediğin yere oturabilirsin ama masanın başına yakın olanlara oturamazsın. Oraya San oturuyor."
"Ah..."
Choi San'ın kendisi aniden çıkageldi ve kollarının arasındaki pelüş oyuncakla ve asık suratıyla masaya doğru ilerledi. Wooyoung aniden gerilirken Mingi olduğundan daha da rahatlamıştı.
"San," dedi. "Masada pelüş olmaz. Bunu biliyorsun."
San ne cevap verdi ne de kucağındaki oyuncağı bıraktı, sadece bakışlarını kaldırdı; cildi yumuşak ve canlı, gözleri ise yıldız gibi parlıyordu. Ne düşündüğü belli olmayan bakışları Wooyoung'u bir bıçak gibi kesince genç çocuk hızla bakışlarını başka yere çevirdi.
"San," dedi Mingi tekrar, bu sefer sesi uyarıcı tondaydı.
Ona ders vermekten korkma. Hongjoong'un son sözleri Wooyoung'un zihninde yankılandı.
Wooyoung o anda içine ne kaçtığını bilmiyordu ama aniden kendisini San'ın önünde dikilirken buldu.
Adamın şaşırmış gözleri sertti ve Wooyoung onlara ya da simetrik yüzünün etrafındaki uzun saçlarına bakmamak için elinden geleni denedi.
"Mingi-ssi'nin dediği gibi..." Wooyoung bir aptal gibi görünmediğini umarken yutkundu, "...yemek yerken pelüşler burada yasak. Bu saygısızca ve ben... ben eminim ki kahvaltı sırasında yanınızda getirmezseniz Mingi-ssi gerçekten memnun olacaktır San-ssi."
Pelüşü daha da sıkarken Choi San'ın gözleri meydan okumayla parladı. "Hayır."
Wooyoung elini uzattı. Bunu yaptığına inanamıyordu. "Lütfen, bana verin."
"Hayır, vermeyeceğim." San'ın gözleri öfkeyle kısılırken büzdüğü dudakları solmuş gül rengindeydi.
"Wooyoung, sorun değil. Hadi yiyelim." Mingi'nin sesi birkaç metre ilerden geliyordu ama Wooyoung aklına gelen bir fikirle kollarını göğsünde bağladı.
Önündeki yemekleri inceledi. "Mingi, en az sevdiği yemek ne?"
Mingi masum bir şekilde tavuğun karşısında duran meze türündeki sebzeyi işaret ederken San'ın gözleri büyüdü.
"Sorun etmezsin diye düşünmüştüm," diye açıkladı Mingi ve CEO'nun ona attığı ters bakışlara karşılık sadece omuzlarını silkti.
Wooyoung başını salladı. "Ben etmiyorum. Ama o pelüşü yanından ayırmak istemediği için San yiyebilir."
San'ın yanan gözleri tekrar ona dönünce Wooyoung tüm varlığıyla hissettiği gibi –rüzgârda titreyen bir yaprak gibi görünmediğini diledi. Aslında şimdiye kadar kendisini utandırmadan nasıl bu raddeye geldiğini bilmiyordu bile.
San geri adım atmadı. İlk başta en azından. Kahvaltının yarısını salyangoz yavaşlığında yeşillikleri çiğneyerek geçirmişti. Yemeği bitirmek için çabalarken yüz ifadesi en mükemmel ifadelerden birisine dönüşmüştü. Ama Wooyoung üçüncü pizza dilimini çekingen bir şekilde ısırırken dizine bir şeyin sürtündüğünü hissetti.
En yakınındaki sandalyede duran pelüştü.
O anda neden o kadar mutlu hissettiği hakkında hiçbir fikri yoktu.
Mingi, kahvaltı bitip tabaklar toplandıktan hemen sonra gidince odayı rahatsız edici bir sessizlik kaplamıştı.
San ayağa kalkıp pelüşüyle birlikte sağ tarafa hızla yürürken çoraplı ayakları mermer zeminin üzerinde tok sesler çıkarmıştı. Wooyoung kendi odasına gitmeyi düşündü ama WiFi şifresini bilmediği için ne kendi telefonunu ne de Hongjoong'un ona hediye ettiği tableti kullanamadığını fark etti.
Sonunda elinde telefonuyla oturma odasında belirince yine her şeyin hatırı sayılır büyüklüğü karşısında dili tutulmuştu. San her gün bu devasa evde yaşarken nasıl hissediyordu acaba? Kendisinin asla anlayamayacağı bir şeydi.
San elektrikli şöminenin karşısında yere bağdaş kurarak oturmuş, gözleri düz televizyon ekranındaydı ama aslında hiçbir şey izlemediği açıktı.
Televizyondan gelen koyu mor ve mavi ışıklar gözlerine yansıyıp yüz hatlarını belirginleştiriyordu. Wooyoung başını salladı. Ona bakmayı kes.
Gözlerini kırpıştırdı ve ardından San'ın koyu, kısık gözleriyle karşılaştı.
"Ee..."Wooyoung öksürdü. "Şey, televizyonunuz... televizyonunuz çok güzel efendim."
"Bana 'efendim' deme," diye cevap verdi San şaşırarak. "Garip hissettiriyor."
"CEO'sunuz ama." Wooyoung bir anda ağzından çıkanlara engel olamayınca kendisine kızarcasına dudağını ısırdı. "Özür dilerim."
San'ın yüzü düşerken Wooyoung'un çeşitli dergilerde ve dijital billboardlarda gördüğünden çok daha farklı görünüyordu. "Öyle olduğumu biliyorum, hatırlatmana ihtiyacım yok."
"Özür dilerim."
San cevap vermedi ama elinde tuttuğu telefonu işaret etti. "O ne?"
Wooyoung elindeki telefonu hafifçe sakladı. "Telefon..?"
"Evet, biliyorum. Ama baya eski görünüyor."
Wooyoung dudağını çiğnerken bozguna uğramışçasına omuzlarını silkti. "Şey..."
San geriye yaslandı, dudakları Wooyoung'a karşı ilk defa gülümsemek için kıvrılırken genç çocuk şaşırmıştı. "Sadece dalga geçiyordum."
Wooyoung, San'ın etrafında yürümeden önce tekrar öksürdü. O da yere otururken adam ona bakmıyormuş gibi davrandı.
Sert zemin, kalçası için baya acımasız davranmıştı ama San'ın gözleri yüzünde, onu incelerken ona belli etmemişti.
"Sen Üçüncü Numara'sın," dedi San bir saniye sonra.
"Ne?"
"Hongjoon'un bana bakıcılık yapması için getirdiği üçüncü kişisin," dedi San parmaklarıyla 'bakıcılık' kelimesini tırnak içine alarak. "O kişi sensin. Ve hiç hoşuma gitmiyor çünkü o öyle olmadığımı düşünse bile kendi başıma burada gayet iyiyim."
Wooyoung adama baktı, belki de ışıktandı ama gözlerinin altındaki çizgiler kendi gözaltı torbalarını utandıracak cinstendi. Daha önce kahvaltıda nasıl fark etmediğini anlayamadı.
Tişörtünden çıkan bir ipliği tuttu. "Belki de sadece endişeleniyordur."
"Gerek yok. Ben iyiyim." San o kadar da iyi görünmüyordu ama Wooyoung bunu dile getirmemek için kendisini tuttu çünkü hiç de hoş karşılanmayacağına dair bir hissi vardı.
"Ben Jung Wooyoung," dedi Wooyoung, gerçi Choi San'ın adını zaten bildiğinden emindi. Sadece garip hissetmemek için muhabbeti başka yöne çekmek istemişti. "Bu ay sonunda yirmi iki yaşında olacağım ve... üniversite öğrencisiyim."
San bir parmağıyla saçını çekince pürüzsüz alnını ve kusursuz kavisli kaşlarını ortaya çıkardı. San güldü ama kaba bir gülüş değildi. "Vay canına, ne kadar ilginç bilgiler."
"Aynen," diyerek cevapladı Wooyoung duygusuz bir ses tonuyla.
San dudağını ısırdı, (Wooyoung bakışlarını hissedince gözlerini kaçırdı. Yine) ayak parmaklarını oynatırken Wooyoung'un nefesini kesen bir sırıtış yerleşti yüzüne.
"Nasıl zaman geçireceğimize dair bir fikir buldum! Üstelik seninki kadar da sıkıcı değil."
Küçük bir çocuk gibi davranırken San'ın yapmayı en sevdiği şeylerden birkaçı pelüşlerine sarılmak, bayama yapmak ve çizgi film izlemektir. Onu eğlendir ama aşırıya kaçmasına da izin verme. Wooyoung, Hongjoong'un söylediklerini hatırlayınca San'ın dört kişinin sığabileceği siyah deri koltuğa doğru sürünerek gidip elinde boyama kitabı ve boyama kalemleriyle dönünce şaşırmadı.
Ama bu Wooyoung'un anladığı anlamına gelmiyordu. Gerçekten anlamıyordu çünkü tıpkı diğer herkes gibi ona normal gelmeyen şeylere kaşlarını çatıyor ve yargılıyordu. Ve buna engel olamıyordu. Ama hiçbir şey söylemedi çünkü bunun için orada değildi.
Choi San'ı idare edip para kazanmak için oradaydı, onu anlamak için değil.
"Bu yenisi. İçinde sevdiğim yapıştırmalardan var," dedi San oturup belirli sayfayı açmadan önce. Yarısı tamamlanmış bir sürü farklı tilkilerle doluydu.
San kalemlerle geri kalan tilkileri boyamaya başlarken Wooyoung sanki uzak bir mesafeden onu izliyordu. Adamın bir çok detaya dikkat ettiğini, sabırla ve özenle gölgelendirme yaptığını fark etti.
Ama San turuncu kalemi alıp yeni bir tilkiyi boyamaya başlayınca boyayı yanlışlıkla çizgilerin dışına taşırdı. Kalemi asabi bir şekilde fırlatırken yaralanmış yavru köpek gibi inledi. Kalem ise parlak zeminin üzerinde çirkin bir leke bırakmıştı.
"Neden böyle olmak zorunda? Bu yüzden turuncudan nefret ediyorum!"
"Öyle yapmamalısın," dedi Wooyoung ama San, Wooyoung'un güçsüz sesine karşın daha güçlü inlemişti. "Kalemi al," dedi daha yüksek sesle. "Yeri kirletecek."
"İnsanlar her akşam temizliyor," dedi San ve bir başka kalemi daha alıp fırlattı. "Umurumda değil."
"Onlar temizliyor diye kendi arkanı toplayamayacağın anlamına gelmiyor," diye cevap verdi Wooyoung. Artık San ile bu kadar kolay konuşmak garip geliyordu. Belki de o anda yere bakıyor oluşundandı, gözlerini göremiyordu bile. Ama sorun değildi tabii, Wooyoung'a göre daha iyiydi.
"Artık benim için Jung Wooyoung değilsin. Artık resmi olarak Bay Dırdır'sın. Çünkü şu anda yaptığın şey tam olarak bu: dırdır ederek kafa ütülemek."
Wooyoung onu görmezden gelip kalemleri almak için uzandı ama San bütün kalemleri yere sermeye karar vermişti.
"Efendim..."
"Bana öyle seslenme Dırdır."
"Kalemleri alın yerden. Şimdi."
San somurttu ama gözleri parıldamıştı. "Sen yere uzan ben de onları alıyım."
"Hayır."
"Dediğimi yapmak zorundasın. Patron benim."
Choi San teknik olarak öyleydi ama Wooyoung bunu ona söylemeyecekti. "...Hayır," dedi tekrar ama sesi hafiften titreyince adam anında üsteledi.
"Uzan," dedi San yaklaşarak ve hızla kirpikleri kırpıştırdı. "Lüüüütfen."
Gözleri buluşur buluşmaz Wooyoung bakışlarını çekti ve yere doğru eğildi. Umarım bunu yaptığıma pişman olmam.
"Bunu neden istiyorsun?" diye sorarken mermerin soğukluğu vücudunu titretti.
San cevap vermedi ama gerek de yoktu. Saniyeler içinde Wooyoung'un üzerine eğildi, uzun saçı sanki bir fotoğraf çekimindeymiş gibi yüzünden ve omuzlarından aşağı sarkıyordu.
Yakınlıktan dolayı Wooyoung'un nefesi kesilirken San gülümseyerek siyah kalemin kapağını açtı.
San'ın yüzü birkaç santim uzaklıkta, sıcak parmak uçlarını Wooyoung'un alnına bastırarak yavaşça saçları kenara doğru çekti.
Wooyoung nereye bakacağını bilemiyordu ama her ne kadar çekici de olsa San'ın gözlerine bakamadığını biliyordu. Gözleri mümkün olan her yere dönerken aniden adamın burnunun ucuna odaklandı.
Dümdüz, ucu hafiften toplu ama çok tatlı bir burundu. Hayır aslında öyle değil... Siktir-
O anda soğuk ve ıslak bir şey Wooyoung'un alnına değince San'ın bir şeyler çizdiğini fark etti.
"Bekle, San-ssi..."
Wooyoung tepki veremeden önce San hızla bir şeyler çizip en sonunda bir şey yapıştırmıştı.
"Alnıma ne yazdın?" diye sordu Wooyoung.
San omuzlarını silkince Wooyoung kalkıp en yakındaki banyoyu bulmak için bütün merdivenleri çıkmak zorunda kaldı. Kendisini gördüğündeyse çığlık atmak istedi.
Alnında büyük bir dil çıkaran yüz çıkartmasıyla birlikte kalın, büyük harflerle E Z İ K yazılıydı.
Yüz ifadesi çıkartma cildini kızartırken onunla alay ediyordu çünkü tam olarak öyle hissediyordu. Koca bir aptal gibi hissediyordu.
Wooyoung bir ses duydu ve arkasına dönünce sinsi bir kedi gibi gülümseyen San kapının yanında dikiliyordu. "Sen!"
"Bana sebzeleri yedirttiğin için intikam!" diye bağırdı San ve hızla koşarken son ses kahkaha atıyordu.
Wooyoung mantıklı olanı yapıp sakinleşmek için derin nefes alıp Choi San'ın, lanet olası CEO'nun ona yaptığı şey için öfkelenmemeyi istiyordu. Zor olabilirdi ama zorundaydı. Daha iyi bir insan olup-
Wooyoung çıkartmayı çekip attıktan sonra San'ı peşinden kovalamaya başladı.
Adam çok kolay –ve hızlı bir şekilde- koşarken onu görür görmez Wooyoung'a ahududu fırlattı ve oturma odasına spiral inen merdivenlerden indi.
Düşüp kafatasını kırmamak için tırabzanlardan tutunmak zorunda kalarak onu takip etti ama boyalı merdivenlere akan kanının düşüncesiyle dikkati dağılınca zemin kata geldiği an ayağı kaydı.
Düşmemişti ama San hepsini görmüştü ve siktir, San şimdi daha fazla gülerken çok utanmıştı.
"E. Zik. Dır. Dır!" San tıpkı bir futbol maçındaymış gibi bağırırken Wooyoung'un onu yakalamak için uzattığı ellerinden kıl payı kaçmıştı.
Wooyoung bundan nefret etmişti. O kadar nefret etmişti ki neden tıpkı planlanan gibi günün geri kalanında o zengin züppe patronu görmezden gelmeyip kendisini uğraştırdığını bilmiyordu ama içindeki bir şey onu engelliyordu. Choi San'ı yakalayarak yaptığı şeyi ödetmek istiyordu.
San koridora geldiğinde Wooyoung onu yakalayıp tahmin ettiğinden biraz daha sert bir şekilde duvara yapıştırdı. San bir kere bile göz kırpmadan direkt gözlerinin içine bakıyordu.
"Ne yapıyorsun? Lanet olası bir çocuk musun sen? Sorunun ne senin?!" Wooyoung kendisine engel olamadan bağırırken öfkesi onu ele geçiriyordu.
Ama tabii ki kelimeler ağzından çıkar çıkmaz pişman olmuştu fakat iş işten geçmişti. Kelimelerin olayı buydu: bir kere söylenince ne kadar uğraşırsanız uğraşın onları geri alamazsınız.
San'ın gözlerinin içinde bir şeyler kırılmıştı ama gözlerini kırpıştırınca hepsi gitmişti. Eğilip Wooyoung'un saçlarını karıştırdı. "Sevimli görünüyorsun."
Wooyoung dokunuşuyla sıçrayıp bileğini kavradı ama anında geri bıraktı. Gözlerini yere kilitlerken geriye doğru adımladı. "Özür dilerim."
"Hayır, dileme," dedi San, sesi artık Wooyoung'un daha önce tanık olduğu gibi neşeli değil, daha alçak, daha boğuk çıkmıştı. Tekrar Wooyoung'un dibine giresiye kadar yaklaşınca Wooyoung gözlerini ona çevirme hatasına düştü.
"Sadece para için buradasın, tıpkı diğerleri gibi..." San'ın gözleri derin, göz korkutucu bir ifadeyle doluydu. Wooyoung'un alnına vurdu, ilk başta hafifçe vurmuştu ama sonrasında sertçe ittirdi. "Seni buradan göndereceğim. Seni bezdireceğim, tıpkı gerçekte olduğun ezik gibi."
Ardından San uzaklaşarak Wooyoung'u şaşkınlık, suçluluk ve daha da şaşırtıcı olanı, acı içinde bırakmıştı.
Canı yanıyordu ama San öyle dediği için değil (kısmen), dediği şey doğru olduğu içindi. Eziğin tekiydi.
Daha da kötü olansa Wooyoung bunu henüz WiFi şifresini alamadan fark etmişti.
_______________________________________
WiFi şifresi önemli arkadaşlar... internet yoksa ne işe yarar o koca ev, dimi?
Oy ve yorumlarla destek olursanız çok sevinirim 🌸
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top