It's Okay
Uzun boyundan dolayı oturduğu kaldırıma daha çok yayılırken birkaç dakika önce dibini gördüğü içki şişesini yanındaki çöp kutusuna doğru fırlattı. Ayyaş biri olabilirdi fakat Osaka sokaklarına zarar verecek kadar da düşmemişti daha.
Bulunduğu dar sokağı aydınlatan sokak lambaları dışında etraf tamamen zifiri karanlıktı. Japonya'da kimsenin girmeye cesaret edemediği bu sokağı evi bellemişti bu genç.
Sabahları yarı zamanlı çalıştığı marketteki işine gider, mesai çıkışı olduğu an ise kendini bu sokağa atardı. Gerçek bir evi diyebileceği bir evi yoktu belki fakat en azından başını sokabileceği tek odası vardı. İçkisini bu sokakta içer, sadece birkaç saatlik uyku içinse odasına giderdi.
22 yaşındaydı fakat hayatı bittiğinde henüz 18 yaşındaydı.
Gözleri içtiği 5 kutu biradan sonra odağını kaybederken evinin yolunu unutmamak için duvardan destek alarak ayağa kalktı. Saat çoktan gece 3 olmuştu. Toza bulanan siyah yırtık kot pantolonunu temizleme gereği duymadan sarsak adımlarla karanlık sokakta yürümeye başladı.
Birkaç sokak ötesinde Osaka'nın meşhur caddelerinden gelen araba sesleri ve kalabalık seslerini duyabiliyordu. İnsanlar hiçbir dertleri yokmuş gibi gülüşüyor, sevgilileriyle dolanıyor ya da aileleriyle sohbet ediyorlardı. Bir an koca ülkede tek dertli olan kişinin kendisi olduğunu düşünmekten nefret etti.
Yıllardır üzerine yük gibi binen bu acıyı sadece içerek unutabiliyorken insanların böylesine mutlu olması onu hayattan soğuttu. Henüz nisan aylarının sonundalardı fakat sanki kış mevsimindeymişçesine üşüyordu.
Gözlerini kapatacak kadar uzayan kızıl saçları rüzgârın etkisiyle özgürlük istiyormuş gibi sağa sola yayılıp dururken sessizce adımlar atıyordu. Odası bulunduğu sokağın sadece birkaç sokak ötesindeyken yürümeye hiç hâli yokmuş gibi yavaş yavaş adımlarını atıyordu.
Hafiften üşümeye başlamış ellerini ceketinin cebine koyarken sarhoş olduğunu unutmuş gibiydi, dengesini kuramadığı için adımları sağa sola yalpalayıp duruyordu fakat o bunu umursamıyordu bile.
Elleri cebinde, başı eğik bir şekilde yürürken etrafında olup bitenlerin farkında değilmiş gibi görünüyordu. Belli ki farkında da değildi çünkü girdiği bir başka sokağın köşesinden dönerken başka biriyle çarpışmıştı. Ne klişe ama.
Çarptığı kişiye bakmadan ağzının içinde mırıldanarak "Üzgünüm." demiş ve yalpalayan adımlarla ilerlemeye devam etmişti fakat arkasındaki bu klişe olayı uzatmakta kararlıymış gibi "Baksana bir!" diye arkasından bağırmıştı.
İçtiğinden dolayı başı zaten ağrırken arkasından bağıran bu adam yüzünden hem sinirlenmiş hem de başının ağrısı katlanarak büyümüştü sanki. Yine de sakinliğini korumaya çalışarak yavaşça başını arkasına çevirdi ve kendisine sinirle bakan adamla göz göze geldi.
"Ne istiyorsun?" diye sorarken sesi gereğinden kalın çıkınca yüzünü buruşturmuş ve boğazını temizlemişti. Uzun süredir konuşmadığı için kendi sesine bile katlanamıyordu. Rüzgâr gittikçe şiddetini artırırken bir an önce odasına gitmek istiyordu fakat karşısındaki bu adam onu sanki bilerek oyalıyor gibi dakikalar gibi gelen bir süredir inceliyordu.
Karanlıkta yüzünü pek göremediği bu adam, kendisinden yaklaşık 5 6 cm kısa ve aynı şekilde kendisinden bir hayli cılız biriydi. Burnundan nefes vererek gülerken inci gibi dişlerini süsleyen kırmızı dudakları da kıvrılarak güzel bir manzara oluşturmuştu bu cılız adama.
Cılız adama doğru yaklaşırken hâlâ sarhoşluğun verdiği etkiyle adımları sarsaklaşmış ve düşmemek için yanındaki duvardan destek almak zorunda kalmıştı. Karşısındaki adama iyice yaklaşırken sonunda yüzünü daha net görebilmişti.
Tahmin ettiği gibi zayıf bir yüzü vardı. Bakışları ne kadar donuksa çehresi de bir o kadar sıcacık hissettiriyordu. Gerginlikten mi yoksa sinirden mi, emin değildi, sürekli hafif dolgun dudağını ısırıp duruyordu ve bu da yanaklarındaki gamzeleri ortaya çıkarıyordu. En çok da bu gamzeleri sıcak hissettiriyordu.
Neler düşündüğünü fark ettiği an kaşları çatılırken başını kendine gelmek amacıyla iki yana salladı ve karşısındaki adamın dediklerine odaklanabilmek için onun boyuna doğru eğildi.
"... bakmaz mısınız hiç?" diye konuşan adamın dediklerinin başını kaçırsada ne demek istediğini tahmin edebiliyordu. Yavaşça güldü ve etrafına bakarak "Ben size çarptım ve sizden özür diledim. Konuyu daha ne uzatıyorsunuz?" diye bir nevi onunla alay etti.
Kendisi de Japon olsada bu ülkenin insanlarındaki sinirin başka bir ülkede olduğunu düşünmüyordu. Gamzeli adama çarpmıştı, özür dilemişti fakat konuyu bir türlü kapatamıyor, üstüne gittikçe uzatıyordu bu adam.
"Adınız ne?"
Dayanamayarak sormuştu çünkü karşısındaki bu adam bir türlü susmak bilmiyordu. Sorusu çok ani gelmiş olmalı ki susmuş ve birkaç saniye şaşkınlıkla kendisine bakmıştı. Birkaç saniye de olsa yüzündeki mimikleri görebildiğine sevindi.
"Adım Asahi, Hamada Asahi." diye mırıldanan adama içtenlikle, uzun süredir bunu da yapmadığı için yüz kasları ağrımıştı, gülümsedi ve "Ben de Yoshi, Kanemoto Yoshinori." dedi.
Sonunda karşısındaki adamın ismini öğrendiği için yüzündeki gülümseme daha çok büyürken Asahi için aynı şeyler geçerli değildi çünkü Yoshi denen bu adam kızıl saçlarıyla bu karanlıkta gülümsediğinde korkutucu görünüyordu. Aynı avını seyreden bir katil gibiydi.
Asahi, bu düşünceyle kendi kendini korkuturken Yoshi denen bu adamı durdurduğuna şimdiden pişman olmuş gibiydi. Yoshi'nin sarhoş olduğu her hâlinden belliyken başına bela mı almıştı, emin değildi.
"Her neyse, lütfen bir dahakine dikkatli olun. Herkes benim gibi böyle sakin karşılamayabilir." Sanki Yoshi'nin konuşmasına izin vermeden sürekli konuşan ve özrünü kabul etmeyip onu azarlayan kendisi değilmiş gibi konuştu, arkasını dönerek yürümeye başladı.
Yoshi, Asahi'nin arkasından bakarken hâlâ gülümsüyordu. Alkol çoktan kanına işlemiş onu gevşetmişken üstüne yeni tanıştığı bu çocuk da onu jel kıvamına çevirmişti. Sokağın sonuna yaklaşan Asahi'nin arkasından dayanamayıp bağırdı.
"Bir daha seni görebilecek miyim gamze çocuk!?"
Karşılığında ise bir orta parmak almıştı. Kolunu yasladığı duvara sırtını verirken boşalmış sokağa kahkahasını dinletti. Asahi'nin bir daha karşısına çıkmasını istiyordu.
○●○●
Yoshi'nin Asahi'yi sonraki görüşü ise iki gün sonraydı. Çalıştığı yarı zamanlı markette rafları diziyorken kapının üzerindeki zilin çalması ile elindekileri hızlıca rafa dizmiş ve kasaya geçerek içerideki müşterinin yiyecek alarak yanına gelmesini beklemişti.
Saat çoktan gece 11.45 olmuşken mesaisinin bitmesine 15 dakika kalmıştı. Sonunda odasına geri dönecek olması onu rahatlatırken bir an önce nöbet değiştirmek istiyordu.
Sonunda Tanrı dileğini yerine getirmişti. İçerideki tek müşteri, başına geçirdiği siyah bol kapüşonlusuyla elindeki birkaç paket rameni ve iki kutu kolayı ona uzatırken "Hoş geldiniz." diye konuşmuş ve yiyecekleri barkoda okutmaya başlamıştı.
Yüzünü göremediği müşteri kulağındaki kulaklık yüzünden onu duyamacağını düşündüğünden hafifçe sesini yükselterek "10.000 Won." diye konuşmuştu. Fakat sesini yükselttiği için karşısındaki müşteri irkilirken hafifçe eğilerek özür dilemişti.
Eğdiği başını yeniden kaldırırken yüzünü bir türlü göremediği müşteri ile göz göze gelmişti. Gördüğü gözlerle asık suratı anında canlanırken istemsizce yüksek çıkan sesiyle "Asahi-san!" diye konuşmuştu.
Onu yeniden gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki bu heyecanı sesine vurmuştu.
Asahi, kendisine seslenen Yoshi yüzünden bıkkın bir nefes verirken onca marketin arasında neden burayı seçtiğini sorguluyordu. Kırmızı kafalı çocuk ona büyümüş gözleriyle ve gizleme gereği duymadığı gülümsemesiyle bakarken onu terslemek istememişti bir yandan da.
"Merhaba Yoshi-san." diye o da konuşmuş ve bulunduğu ortamdan bir an önce çıkmak için cebindeki parayı ona uzatmış ve "Görüşürüz Yoshi-san." diyerek marketten çıkmıştı hızla. Onu terslemediği için iyi hissediyordu fakat bu onunla yakın olacağı anlamına gelmiyordu.
Homurdanarak kulağından düşen kulaklıklarını yeniden takarken bileğindeki saatten gelen seslerle saatin çoktan 12 olduğunu anlamış ve evine ulaşmak için hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştı.
Arkasında bıraktığı Yoshi ise Asahi'nin marketten hızla çıkmasından dolayı gözlerini saate dikmiş ve 12 olmasını beklemeye başlamıştı. Çok değil, bir dakika sonra saat tam 12 olduğunda üzerindeki markete ait ceketi hızla kasaya doğru fırlatmış ve dışarı çıkmıştı.
Yeniden başlamış yağmurdan dolayı her yer buğulu dururken etrafına bakarak Asahi'yi görmeye çalışmıştı fakat başarısız olmuştu. Omuzları yenilgiyle düşerken sırılsıklam olana kadar orada beklemişti.
Hayatı boyunca yüzü hiç gülmemişken sadece birkaç gündür tanıdığı bu çocuk hem kalbini hızlandırmış hem de yüzünü güldürmüştü. Alkoliğin tekiyken bu çocuk sayesinde artık daha az içer olmuştu. İçtiği zaman çocuğun yüzünü unutacağından korkuyordu çünkü.
"Yoshinori! Yağmurun altında ne halt ediyorsun?"
Arkasından kendisine seslenen marketteki nöbet değiştireceği arkadaşı, arkadaşlar mıydı ondan bile emin değildi, kendisine seslenene kadar önünden hızla geçen insanları izlerken daldığının farkında değildi.
Arkasını dönerek kendisine seslenen Haruto'ya bakmış ve sadece "Dalmışım." demiş, odasının olduğu sokağa sapmak için sağa dönerek yürümeye başlamıştı. Islandığı için daha koyu olan saçlarından ellerini geçirerek ıslaklığını dağıtmış ve iç cebindeki ıslanmaya yüz tutmuş paketten sigarasını çıkararak yakmıştı.
Yağmur taneleri tek tek yüzüne düşerken sigarasına değmemesi için başını eğmiş ve bir nevi dalı korumaya çalışmıştı. Tüm gücüyle sigara dumanını ciğerlerine çekerken tüm gün çalıştığı için gerilen vücudu anında gevşemiş ve onu rahatlatmıştı.
Yağmurun yavaşlamasından dolayı adımları da yavaşlarken son demlerine geldiği sigarasından son kez derin bir nefes çekmiş ve kalan artıkları yanından geçtiği çöp kutusuna atmıştı.
Kısa süre içerisinde odasının bulunduğu binaya girerken gözleri uykusuzluktan dolayı kızarmış, saçları kurumaya başladığı için kabarmaya başlamıştı. Tek kişilik yatağına kendisini yüzüstü bırakırken kıyafetlerinin ıslak oluşunu umursamamıştı bile. Çok geçmeden gözleri kapanırken rüyasında Asahi'yi görmeyi dilemeyi unutmamıştı.
○●○●
Yoshi, bir sonraki güne gözlerini açarken gözü ilk önce yatağının karşısındaki takvime değmişti. Bugün tam 23 yaşına girmişti. Herhangi bir yakını olmadığı için doğum günlerini tek başına bir sokak arasında sızarak geçirdiği için bugünü çok da umursamıyordu.
Gözlerini ovuşturarak yatağından kalkmış ve üzerine salaş giysilerek giyerek odasından çıkmıştı. Bugün için çalıştığı marketten izin almıştı, bu yüzden tüm gün dolanmayı düşünüyordu.
Odasından çıktığında saat çoktan 3'ü geçmişti. Geç kalktığı için odasından da geç çıkarken bunu umursamıyordu bile. Onun için hava ne kadar çabuk kararırsa o kadar iyiydi.
Elleri ceplerinde Tokyo sokaklarında dolanırken her doğum gününde bir rutin olarak gittiği markete girerek eline geçen birkaç içkiyi satın almıştı. Gözleri bıkkınca marketin içinde dolanırken tatlı reyonundaki kırmızı renkli doğum günü pastasına takıldı.
Kısa süreliğine tereddüte düşsede gözlerini pastadan çekti ve poşetlenmiş içkileri alarak marketten çıktı. Ailesinin kendisini terk ettiği günü kutlayacak hâli yoktu nasılsa.
Başını yere eğmiş bir şekilde yürürken sokaklardaki kalabalık sesi duymamak için kulaklıklarını kulağına takmış ve yürümeye devam etmişti. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından ara sokağa girerken Asahi'yi işk gördüğü köşeye ilerlemiş ve yere oturmuştu.
Bugün de yalnızdı fakat en azından Asahi'nin varlığını düşünerek geçirebilecekti doğum gününü.
Asahi'nin düşüncesiyle bile yüzü gülerken poşetten bir içki çıkarmış ve yudumlamaya başlamıştı. Bulunduğu sokaktan kimse geçmediği için oturduğu yere iyice yayılmışken ikinci içki şişesinin kapağını açmıştı.
Kulaklığından yayılan son ses Sweater Weather ile gözlerini bir süreliğine kapatmış ve başını yaslandığı duvara dayamıştı. Tüm gün yattığı hâlde deli gibi uykusu vardı fakat en azından bir sonraki güne uyanık bir şekilde girmek istiyordu.
Orada ne kadar süre öyle kaldı bilmiyordu fakat yanında hissettiği hareketlilikle gözlerini açmak zorunda kalmıştı. Gözleri, uzun süredir kapalı olmanın verdiği etkiyle anında kısılırken havanın çoktan karardığını fark etmişti.
İçtiği içkiler yeni yeni baş ağrısı yaparken telaşla telefonunu çıkarmış ve tarihe bakmıştı. Ekranda hâlâ 15 Mayıs yazarken rahat bir nefes vermiş ve yan tarafında oturan kişiye bakmak yeni aklına gelebilmişti.
Kafasını yavaşça yanına çevirirken gördüğü ilk şey tanıdık kapüşon ile kaşları çatılmıştı. Gözleri bu sefer de kapüşonlu çocuğun eline kayarken gördüğü Açelya Bonsai'yisi ile kaşları daha çok çatılmıştı.
Pembe çiçekleri ile oldukça gür yapraklı bu bonsai ağacına şaşkınlıkla bakıyordu. Bu ağacın bakımı o kadar zordu ki oldukça nadir bir ağaçtı. Kendisi daha önce yetiştirmeye çalışsa bile bir türlü becerememiş ve güzelim ağacı kurutup durmuştu, bu yüzden yetiştirmekten vazgeçmişti.
Kulağındaki kulaklığı çıkararak âdeta fırlatırken kendisine uzatılan ağacı almış ve sanki her an elinden kayıp düşecekmiş gibi sıkı sıkıya tutmuştu. Gözleri elindeki ağacın her bir karışını incelerken duyduğu çakmak sesiyle başını kaldırmış ve bu sefer de önündeki tek mumlu pastaya şaşkınlıkla bakmıştı.
Bu pasta markette gözünün çarptığı fakat almaktan vazgeçtiği pastaydı. Gözleri bugün ikinci kez büyürken "Ama... nasıl?" diye sormaktan kendini alamamıştı.
"お誕生日おめでとう"
Karşısındaki çocuk kapüşonlusunu çıkararak konuşurken Yoshi gözlerine inanamamıştı. Karşında sarı saçlarıyla âdeta parlayan Asahi varken de inanmak istememişti.
"Asahi-san?" diye konuşurken Asahi'nin kendisine "Mumu üflemeyecek misin?" diye sormasıyla kendisine gelememiş olsa bile onun dediğini yaparak pastayı üflemişti.
Asahi, tüm heyecanıyla "Ne diledin?" diye sorarken Yoshi'nin yüzünde aptal bir gülümseme oluşmuştu. "Dileğim çoktan gerçekleşti." diye mırıldanmıştı daha sonra.
Bir eliyle ağacını tutarken diğer eliyle de Asahi'nin tombul yanağına dokunmuş ve onun gerçek olduğundan emin olunca hem gülmeye hem de ağlamaya başlamıştı. Onu en son 3 ay önce gördüğü için şu an o kadar mutluydu ki mutluluktan ağlıyordu.
Asahi'yi bir daha göremeyeceğini düşünmüştü çünkü.
Asahi "Hey! Neden ağlıyorsun!?" diye sitem ederken telaşla elindeki pastayı kenara bırakmış ve Yoshi'nin şimdiden sırılsıklam olmuş yanaklarını silmeye başlamıştı.
"Benden nefret ediyorsun sanıyordum." Yoshi, ağlamasına devam ederken konuşmuştu. Asahi, onun bu sözüyle utanç içinde geri çekilirken gözlerini kaçırmayı da unutmamıştı. "Ben de öyle sanıyordum."
"Ne?"
Asahi, Yoshi'nin kucağındaki çiçek açmış ağacın pempe çiçeklerine dokunurken "Seni markette görüşümün üzerinden çok geçmemişken bir daha görmüştüm. Elinde içki dolu şişeler ile evine doğru ilerliyordun sanırım. Hem ağlıyor hem de kapağı açılmış içkiden yudum alıyordun. Başta seni görmezden gelecektim fakat o kadar içten ağlıyordun ki yapamadım. Daha sonra ise kendimi sürekli evine giden o sokakta buldum. Okuldan her çıkışımda seni orada bekler olmuştum. Başta bunu inkâr ettim fakat daha sonra aklım başıma geldi. Kim öylesine bir yabancı için onca zaman onu beklerdi ki?" diye konuşmuştu.
Yoshi, şaşkınlıkla ona bakarken büyüyen gözlerine eş bir şekilde ağzı da açılmıştı. "Yani... sen? Beni mi... seviyorsun?" diye sorarken hâlâ bu olanlara inanamıyordu.
Asahi, onun sorusuyla başını utangaç bir şekilde sallarken Yoshi'nin elindeki Açelya Bonsai ağacını işaret ederek "Aşkımı kabul eder misin?" diye sormuştu.
Sarı saçlarıyla, açık kahve gözleriyle ve gamzeleriyle kendisine bakarak cevap bekleyen bir Asahi varken onu nasıl reddedebilirdi ki Yoshi?
Başını sallamış ve Asahi'nin kendisini öpmesine izin vermişti.
Yoshi önceden yaşadığına inanmıyordu ta ki Asahi hayatına girene kadar.
Asahi, onun hayatının merkezi olurken hiçbir zaman sitem etmiyor, aksine bununla övünüyordu. Onun sayesinde yüzü yeniden güler olmuşken kaybettiği hayatına yeniden kavuşmuştu.
○●○●
İlk Treasure ficim olduğu için birazcık heyecanlıyım :x Umarım beğenirsiniz :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top