4; sanırım yazdı



🎶don't panic, coldplay cover clairity.

゚*☆*゚ ゜゚*☆*゚ ゜゚*☆*゚ ゜゚*☆*゚
┊ ┊ ┊ ┊ ┊ ┊
┊ ┊ ┊ ┊ ˚✩ ⋆。˚ ✩
┊ ┊ ┊ ✫
┊ ┊ ☪︎⋆
┊ ⊹
✯ ⋆ ┊ . ˚
˚✩


Pencereden içeri sızan altın rengi sıvı, kirpiklerimin arasına sızan aynı sıvı, ve bakışlarımın üzerine dökülen sıvı.

Yaz sabahı gibi sıcaktı. Sanırım yazdı. Ah, doğru hangi mevsimdeydik ki? Dün yağmur yağıyordu. Yaz yağmuru muydu öyleyse?

Aldığım nefeslere başka birisinin nefesleri karıştığında kaşlarımı çattım. Perdeleri kapatmadığım için pencereden içeri, yatağımın üzerine güneşin ışınları yansıyordu. Göz kapaklarımı yarı araladım ve odak alanıma yatağın üzerinde öylece duran ellerim girdi.

Ellerim büyüktü.

On dört yaşındaki biri için oldukça büyüktü hem de.

Avuç içlerimden ışığı kırarak geçen gökkuşağı ince bir çizgiden farksızdı. Avuçlarımdan birisinin saçlarına doğru uzuyor, onun saçlarının arasında kayboluyordu bütün renkler.

Uykulu olduğum için yeterince net göremiyordum fakat avuçlarında gökkuşağı olan büyük ellerimin hemen yanında birisinin yatağa dağılan saçları vardı.

Ah.

Nefes alışlarıma karışan yabancı nefesler onundu demek. Düzenli ve ağır ağır alınan nefesler ona aitti.

Kulaklarıma rüzgarın sesi ilişti, bakışlarım ilerideki açık pencereni buldu. Tül perde hafif esinti nedeniyle havalandı, havalandı ve en sonunda tekrardan aşağı indi. Sonra pencereden dışarıya doğru çekildi ve bir süre sonra içeri geri girerek usulca havalandı.

Ellerimin yanı başında duran saçlara tekrardan baktım. Hâlâ oradaydılar ve kımıldamıyorlardı. Düzenli nefeslerinden dolayı inip kalkan göğüsünden başka haraket eden pek bir şey yoktu.

Yastığını kafasının altına koymak yerine kucağına çekmiş sıkıca sarılmıştı. Sadece saçlarını görebiliyordum. Sadece saçları ve yan döndüğü için iki büklüm olan bedeninden kareler. Üşüdüğü için mi yatağın içinde küçüldükçe küçülmüştü?

Sanırım yazdı.

Dünkü yaz yağmurundan sonra açık pencereden rüzgarın etkisiyle odaya taze toprak kokusu doluyordu. Açık pencere yüzünden güneşin kızılı ışınları onun saçlarını ve benim ellerimi aydınlatıyordu. Açık pencere yüzünden içeri dolan ve tül perdeni havalandıran rüzgarın melodisini duyuyordum.

Büyük ellerimin birini havaya kaldırarak tam dibinde duran saçlara götürdüm. Dedim ya, uykuluydum. Hiçbir şey net değildi.

Bulanık bir görüntüydü o an her şey.

Parmak uçlarım yumuşak saçlarla buluştuğunda parmaklarımı saçlarına tamamen daldırdım ve ağır haraketlerle okşamaya başladım. Bir kediyi sever gibi.

Yüzü olmayan bu rüya, gerçek gibiydi.

Gerçek gibi olan rüyalardan hep nefret etmişimdir. Gerçek gibidirler ama asla gerçek değillerdir. Seni zihnin ve kalbinin arafından iple asardı, bu rüyalar. Uyanınca geçmezdi. Uyurken bile geçmezdi. Gerçek gibi olan rüyalar tam bir cinayetti; gerçekliğin cinayeti.

Yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin, yanlış duyabilirsin ve yanlış görebilirsin ama asla ve asla yanlış hissedemezsin.

O an, bir rüyanın içindeymişim gibi hissetmiştim.

Ve bazı anlarda, seçim yapamazsın; neyin sonsuza dek kalacağını, neyin bir rüya olarak usulca yok olacağını.

Göz kapaklarımı açtım. Odak alanımda ne büyük ellerim vardı, ne de ki aynı yatağın yüzeyine dağılan saçlar.

Gözlerimi ovuşturarak yatakta doğruldum ve gerindim. Bakışlarım pencereye kaydığında kapatılmış olduğunu ve perdesinin çekilmiş olduğunu fark ettim. Gördüklerimin bir rüya olduğuna tekrardan emin olduğumda bacaklarımı yataktan sarkıtarak uykulu bir şekilde etrafa bakınmaya başladım.

"Günaydın,"

Hemen yanımdan duyduğum sesle bakışlarımı sağ tarafıma çevirdim ve kitaplığımın yanında çökerek oturmuş, sırtını kitaplığa yaslayarak elindeki eski romanı inceleyen onu buldu.

"Günaydın." diyerek uykulu bir sesle karşılık verdim.

"Ah bilmem ki, bu alem neresi?
Bana bir söyle, cehennem neresi?"

Taehyung aniden elinde tuttuğu kitabı okumaya başladı. Buna şaşırsam da sesindeki nahif tını son kalan uyku kırıntılarımıda gözlerimden söküp almıştı.

"Şu sönük kalbime ateş dilerim,
Ağlamak ister iken hep gülerim."

Onun mısralarını tamamlayarak ayağa kalktım. Uyurken dağılan saçlarımı karıştırarak arkamı dönüp banyoya ilerleyeceğim sırada aniden duraksadım. Saçlarıma dokunan parmaklarım bana bir anlığına yabancı gelmişlerdi. Saçlarıma daldırdığım elimi çekerek parmaklarımı incelemeye koyuldum.

Sanki parmak uçlarım, yabancı fakat kalbe en yakın bir saçın izlerini taşıyordum.

Rüyamdaki aynı hissi vermiyordu, kendi saçlarıma dokunmak.

"İblis nedir?" diye sordu Taehyung ağır bir şekilde arkamdan ilerlerken. Hâlâ elindeki kitabı okuyordu. Banyoya giderek musluğu açtım ve yüzümü uyanmak istermişçesine iyice yıkadım. Gördüğüm gerçekçi rüyanın etkisindeydim ve bu beni mahv ediyordu.

Dişlerimi fırçaladığım sırada Taehyung banyonun kapısında belirdi ve elindeki kitabı havaya kaldırarak güzel bir şekilde okumaya başladı.

"İblis nedir?"

Dişlerimi fırçalarken aynadaki yansımamdan arkada duran yansımasını izliyordum. Banyonun kapı pervazına yaslanarak havada tuttuğu kitabı büyük bir oyunculukla okuyordu.

"Cümle ihanetlere bahis." Duraksadı. Eşzamanlı olarak ağzımdaki diş macununu tükürüp ağzımı çalkaladım. Taehyung tekrardan konuşmaya başladı.

"Ya herkese hain olan insan nedir?"

"İblis." diyerek cümlesini tamamladıktan sonra arkamı dönerek kalçamı lavaboya yasladım ve onu izledim.

"Hüseyin Cavid," diye konuştum. "İblis dramı."

"Haa," Taehyung elindeki kitabı kapatarak bakışlarını bugün ilk defa bana çevirdi. "Sevdim."

"İstersen seni tiyatrosuna götürebilirim."

"Ne zaman?"

"Bugün?"

"Ne tesadüf." Taehyung alayla gülerek banyodan çıktı ve yürümeye başladı. Onun arkasından giderek konuşmaya başladım.

"Aslında tiyatrodan arkadaşlarım var eğer istersem benim için bugünkü oyun yerine onu oynayabilirler."

"Tamam." Taehyung elindeki kitabı kitaplığa geri bırakarak parmaklarını diğerlerinin üzerinde gezdirdi.

"Kitap okumayı sever misin?" diye sordu düşünceli bir şekilde.

"Evet."

"Demek öyle." Düşünceliydi. Ne düşündüğünü merak etmiştim.

"Peki sen?"

Kitaplığın üzerinde gezen bakışları kısa süreliğine bana takılsa da tekrardan kitaplara çevirdi ve kırmızı kapaklı birisini alarak arkasını okumaya başladı.

"Ben ne?"

Ellerimi birbirlerine sürterek cevabımı düşündüm. Ellerim dikkatimi dağıttığında tekrardan o rüya geldi aklıma.

"Senin sevdiğin şeyler neler?" diye tereddüt ederek sordum. "Merak ediyorum."

Taehyung elindeki kitabı kitaplığa bırakarak takip edemediğim bir hızla bana doğru döndü ve üzerime gelerek ellerimden tuttuğu gibi beni iterek ellerimi yatağa yasladı. Bacağının birini bacaklarımın arasına diğerini de bedenimin sol tarafına yaslayarak üzerime eğildi ve sert bir ifadeyle yüzüme bakmaya başladı. Bütün bunlar takip edemediğim bir hızda geliştiği için ona engel olamamıştım bile.

Büyük ellerimden tuttu.

"Bilmen gereken tek şey," Yatağa yasladığı elimi havaya kaldırarak boynuna, nabzının üzerine ve kendi elini de benimkinin üzerine yasladı. "Yaşıyor olduğum."

Parmak uçlarım onun hâlâ hayatta olduğunu hissediyordu.

"Başka bir şey bilmene gerek yok." Yüzüme değen nefesleri bana o rüyanı hatırlattı. Sıcak güneşi, açık pencereden sızan rüzgarı, toprak kokusunu ve parmak uçlarımdaki o yabancı ama aynı zamanda sıcak hissi.

"Bakışlarını beğenmedim." Taehyung ellerimi bırakarak üzerimden kalktığında ben de hızla yataktan doğruldum. Sessizce etrafı izlemeye devam ettim, sanki her şeyi ilk defa görüyordum. Ne bakışından bahs ediyordu?

"Gidelim mi?" diye sordum sessizliğin tuhaf bir boyut aldığını fark ederek.

"Nereye?"

"Tiyatroya gitmek istemiyor muydun?"

Omuz silkerek beni yanıtladığında yatağımı topladım. Üzerimi değiştirdim ve saçlarımı tarayarak ayakkabılarımı giydiğim bütün bu zamanlarda o sadece çalışma masamın tekerlekli sandalyesinde oturarak kendi kendisini etrafında döndürüyordu.

Duvarın bir köşesine yaslanarak sessizce onu izledim.

Uzun bacaklarını yere yaslayarak ağır haraketlerle kendisini etrafında döndürüyordu ve boş tavanı dünyanın en ilgi çekici şeyiymiş gibi inceliyordu.

Kafasından sarkan ve o kendi etrafında dönerken yaranan rüzgardan sallanan saçları, tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Oldukça tuhaf hem de.

"Bir şey söyleyeceğim, Kook." diye mırıldandı hâlâ tekerlekli sandalyeni kendi etrafında ağırca döndürürken ve tavanı izlerken.

"Vaclav Havel ne demiş biliyor musun?"

"Ne?" diye sordum.

Bir süre sessizlik oldu. Hâlâ kendi etrafında dönüyordu.

"Bana öyle geliyor ki, ben uzun zamandan beri kendim olmaktan çok, kendimi oynuyorum."

"Bunu Vaclas Havel söylemiş olabilir," dedim etrafında yavaşça dönen onu izlemeye devam ederken. "Ama bunu hisseden kişi sensin."

Haraket eden ayakları yavaşladı ve bir süre sonra tamamen durdu. Şimdi tekerlekli sandalyeni kendi etrafında döndürmüyordu. Sadece ve sessizlikle tavanı izliyordu. Tuhaf bir hüznün içindeyken.

"Tiyatroya gidelim." Ayağa kalkarak üzerini silkeledi.

"Gidelim," diye fısıldadım kendi kendime odanın çıkışına doğru ilerlerken.

Bana öyle geliyor ki, ben uzun zamandan beri kendim olmaktan çok, kendimi oynuyorum.

Doğruyu söyleyecek olursak, bunu söyleyen kişinin bir başkası olmasına rağmen gerçekten hisseden kişi bendim.

Kaçmak istiyorum.

Çok uzaklara.

Belki tiyatro bir seçim değil ama bir tiyatroya kaçmak istiyorum. Onunla.






"Bir çocuktur ki, o pek biperva,
Bir oyuncaktır onun için dünya;
Hem yapar, hem de kırar eylenerek,
Bu da bir başka merak olsa gerek.."

Şeytan kıyafeti içindeki oyuncu kötü adam kahkahaları atarak herkesi şaşırttığında yanımdaki küçük çocuğun ağladığını fark ettim.

"Sen iyi misin?" diye sordum ona taraf dönerek. O da en az Taehyung kadar oyunu merakla izliyor, fakat ağlıyordu.

"Aslında biz insanlara üzülüyorum," diye söylendi hıçkırıklarının ardından. "Her kötülüğü şeytanın bize yaptırdığını söylüyoruz ama aslında kötülüğü yapmayı seçenler bizleriz." Tekrardan ağlamaya başladı. "Acaba bu kadar iftira yüzünden kendini yalnız hissetmiş midir?"

"Şeytan bile olsa," diye fısıldadım düşünceli bir sesle. "Elbet kendini yalnız hissetmiştir."

"Kim bilir," Sol tarafımdan duyduğum sesle bakışlarımı küçük çocuğun ağlayan yüzünden alarak ona çevirdim. Düşünceli bir ifadeyle sahneyi izliyordu. "Belki de asıl şeytanlar bizlerizdir."

"Hüseyin Cavid'in kalemini seviyorum. Özellikle bu dramı." Kendim hakkında önemli olmayan bilgileri havaya aktardıktan sonra cebimden çıkardığım peçeteyi küçük çocuğa uzattım.

"Başka neleri seversin? Hangi yazarları?"

Ondan hiç beklemediğim bu soru karşısında bir an afallasam da cevap vermek için kendimi topladım.

"Dostoyevski, Tolstoy, Pushkin."

"Genellikle rus edebiyatı." Taehyung bakışlarını sahneden ayırmadan konuştuğunda kaşlarımı çattım.

"Türk edebiyatını da seviyorum." diyerek onu düzelttim. "Fuzuli, Nizami, Özdemir Asaf, Nazım Hikmet Ran."

"Öyle demek." Bir şeyler mırıldanarak tekrardan bütün dikkatini sahneye verdiğinde yüzündeki bakışlarımı çekmedim. Bu tiyatroyu elli bininci kez izleyişimdi bu yüzden bugün onu elli bin birinci kez izlemektense onu izlemeyi tercih etmiştim.

Tiyatroyu seviyor gibiydi. Geldiğimizden beri sadece ve sadece oyuna odaklanmıştı. Kitapları da seviyordu sanırım.

Acaba yarası nasıldı?

Nereden gelmişti? Gidecek miydi? Eğer gidecekse bir daha görüşebilecek miydik? Tesadüfen karşılaşabilecek miydik hiç?

On yıldır neredeydi? Sırtındaki yaralar, gözlerindeni acıların sebebi neydi? Beni hâlâ nasıl hatırlıyordu? Neden yaralanmıştı?

O iyi miydi?

Gerçekten iyi miydi?

"Aradığın şeyi kitaplar sana vermez," Taehyung aniden aynı düşünceli sesiyle, bakışlarını tiyatrodan çekmeden konuştu. "Senin sorunun bu işte."

Kaşlarımı çattım.

"Hayatı, duyguları ve hisleri hayallerinde kusursuz karakterlerle değil, gerçekte kusurlu insanlarla yaşamalısın." İç çekti. "Yoksa kitabın kapağını kapattığın an hayatın bitmiş olur. İnsan hayatının bu kadar basit olması ne gülünç."

Sessiz kaldım. Ona verecek bir cevabım yoktu. Belki de haklıydı çünkü gerçek hayatta Nora'ya kitaplarda okuduğum gibi iyi davranıyordum fakat kalp atışlarım kitaplarda yazıldığı gibi küt küt atmıyordu, karnımda kelebekler uçuşmuyordu. Ama kitaptaki karakterlerin her kelimesi kalbimi hızla attırıyor beni derinden etkiliyordu.

Birkaç saatlik bir dünyanın için mutlu oluyordum. Gerçek bir insan gibi. Fakat birkaç saatin sonunda duygu kırıntılarımı bile kaybediyordum.

Tiyatro bitene kadar sessizce onu izledik. Daha sonra tiyatro salonundan çıktık ve hafif esintinin eşliğinde ıssız kaldırımlarda yürümeye başladık.

Yemek yedik, sahile indik, onu kuklacıya götürdüm, kuklaların nasıl yapıldığını heyecanla izleyerek gülümsedi. Kitapçıda saatler harcadık ve en sonunda eve geri döndük. Ne tuhaftı. Gün içinde ne yaşarsak yaşayalım en sonunda ev dediğimiz yere geri dönmek zorundaydık.

Geceyarısını geçtiği için annemin çoktan uyuduğunu düşünüyordum. Ne de olsa bugün okula gitmediğim haberini almış, çıldırmıştı. Yarın bunun için iyi bir ceza verecekti ama bugün için bütün bunlar önemli değildi. Taehyung'u ondan saklamayı başarmıştım. Gerçi görse de pek umurunda olmayacaktı, derslerimi aksatmadığım sürece.

Taehyung odaya girdiğinde ışığı açmadı. Ben de onun dediğini yaparak ışığı açmadım. Açık pencerenin önünde oturdu.

"Kook," diye adımı mırıldandı.

"Hı?" Rahat kıyafetler çıkarmak için dolabımı karıştırırken onu yanıtladım ve ardından gelen bir dakikalık sessizlik içinde rahat kıyafetler bulup çıkardım.

"Sargılarımı değiştirir misin?"

Bakışlarımı ona çevirerek yerde, halının üzerinde öylece oturmuş ona baktım. Gömleğini çıkartarak yanına bırakmıştı ve karnındaki sargıları dikkatle açmaya çalışıyordu.

Elimdeki kıyafetleri yatağın üzerine bırakarak eczane dolabından yeni sargı ve merhem alarak onun yanına gittim.

Yanına oturduğumda açmakta olduğu sargıyı elinden aldım ve daha dikkatli bir şekilde açtım. Eski, kanlanmış sargıyı yere bırakarak, merhemi dikiş attığım yere fazla bastırmadan sürmeye başladım.

Parmak uçlarımdaki hisler.

"Kız arkadaşın var mı?"

Taehyung'un sesini duyduğumda işime o kadar odaklanmıştım ki ne dediğini birkaç saniye sonra anlayabildim.

"Dün terk edildim."

Merhemi kanlı sargıyı bıraktım yere bırakarak yeni sargıyı karnına sarmaya başladım.

"Neden?" diye sordu aniden.

"Fazla kibarmışım," dediğim an Taehyung gülmeye başladı.

"Fazla sert olduğu için terk edileni duydum ama fazla kibar olduğu için.." Tekrardan güldü. "Sen gerçekten garipsin."

Sargı işini bitirip ayağa kalktım ve çöpleri atarak ellerimi yıkayıp, yatağıma giderek uzandım.

"Hey!" diye bana seslendi. Taehyung hâlâ olduğu yerde oturuyordu. "Kırıldın mı?"

Cevap vermedim.

"Cidden," Gülmeye devam ederken yaklaşan ayak seslerini duydum. "Cidden, cidden."

Taehyung üzerindekileri çıkararak yatağa yanıma uzandı ve kafasının altındaki yastığını alarak ona sıkıca sarıldı. Artık gülmüyordu. Karşımda öylece uzanmış yatağın beyaz yüzeyini izliyordu.

"Taşlaşmışsın sen, Kook."

Gözlerini kapattı. Sesi ciddiydi.

"Kendini sansür ediyorsun. Bir şeyleri yaşamaktan ya da kendini bir duyguya kaptırmaktan korkuyorsun. Hep kendini denetliyorsun. Kendi kendini izliyorsun. Gözlüyorsun. Bazı şeyleri o kadar çok düşünüyorsun ki, bunlar sana zevk vermek yerine, yapman gereken birer göreve dönüşüyorlar."*

Hiçbir şey söylemedim, zaten o da daha fazla konuşmadı. Gözlerimi kapattım.

"İyi geceler, Taehyung."



Sanırım yazdı.

Hava sıcaktı ve hafif rüzgarın sesini duyuyordum.

Gözlerimi yarım bir şekilde araladım. Tam uyanamadığım için görüntüler bulanıktı. Etraf karanlıktı. Karanlık ve sessiz.

Odak alanıma yine büyük ellerim girdi. Yatağın üzerinde öylece durmuşlardı.

Gerçek gibi rüyaydı.

Gerçek gibi olan rüyalardan nefret ettiğimi söylemiştim değil mi?

Bu kez ellerimin dibinde duran yatağa dağılmış saçlar yoktu. Bu kez etraf aydınlık değildi. Pencere açık değildi, tül perde havalanmıyordu. Toprağın kokusunu alamıyordum.

Bir süre uykulu bir şekilde boşluğu izledim.

Sonra boşlukta bir şeylerin haraket ettiğini gördüm. Bulanık bir silüetti bu.

Yaklaştı, yaklaştı ve biraz daha yaklaştı. Büyük ellerime dokunan yumuşaklığı hissettim. Bir öpücük sesi duyuldu kuyunun en dibinden, boğuk bir şekilde.

Sonra bulanık silüetin görüntüsü yavaş yavaş kayboldu.

"İyi geceler, Kook." diye bir ses duydum. Dedim ya, görüntüler bulanık, sesler boğuktu.

Sonra her şeyin sessizliğe ve karanlığa gömülmeden önce o hüzünlü ses kulaklarımdan ruhuma son anda aktı. Onu durduramadım.

"Sayonara,"

Onu durduramadım.

Oysa büyük ellerim vardı benim.

Büyük ellerim bile olsa, onu durduramadım.


*alıntı. (Vaclav Havel)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top