İnkar


“Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir devrim.”

Nazım Hikmet Ran

*****
(Şarkı: Nilipek-Son Mektup)

*****

Taehyung'dan

Bir kağıdın tüm bedeniminden daha ağır oluşuna şahit oluyordum şimdi. Öyle ağırdı ki, ellerim taşımakta zorlanıyordu.

"Seokjin!"

Dolan gözlerime aldırış etmeden odasındaki banyoya baktım. Beni elleriyle sevdiği banyoya.
Yok olduğunu farketmemle sanki eve geldiğim ilk dakika defalarca bakmamışım gibi baktım tüm eve.
Yoktu.

Aldırış etmedim, tekrar baktım balkona.

"Kahvenin kokusunu içine çekerken gözlerin kapanıyor ya?"

Konuşmasına devam etmesi için bakışlarımı kahvemden çekip gözlerine diktim.

"Asırlar sürsün istiyorum o görüntü..."

Anılar zihnime ağlarını örmeye başlarken balkondan mutfağa çevirdim bakışlarımı. Buralarda bir yerde olması gerekiyordu. Hatta tam şu an dikkatle elindeki patatesleri doğramalıydı.

"En çok bu saatini seviyorum."

Elimde yemek yapmadan önce çıkarttığı saati incelerken günlerdir söylemek istediğim şeyler dökülmüştü dudaklarımdan. Ellerini doğradığı etten çekmeden baktı.

"Niye?"

Sorusuyla yapacağım açıklama beni heyecanlandırırken duruşumu dikleştirdim.

"Üzerinde T harfi var! Daha önce hiç farketmiş miydin? Kesinlikle tesadüf olamaz."

Kafamı iki yana salladım. Gitmeyeceğini biliyordum. Zihnimin her şey bitmişçesine bana sunduğu bu anılar gereksizdi.
Mutfaktan hızla çıktığımda gördüğüm vestiyerle gözlerim yana kaydı.
Birbirimizin tenlerine kavuşmak için adımlar attığımız o duvar canlanıp üzerime gelmeye başladığında daha fazla dayanamayıp çöktüm.
Yoktu, ama... Tanrı aşkına gelecekti değil mi?
Gözyaşlarım bir bir gözlerimi terk etmeye başladığında düşündüm. Hiçbir hikaye böyle son bulmayı haketmezdi.
Ellerimle defalarca vurdum yere.

"Ben gidemedim Seokjin! Bak geldim bize!"

Sonra zihnim daha da gerilere gitti. Seneler öncesine. Terkedilmeyi ilk tattığım o ana.

"Gitme! Taehyung ne olacak?"

Babam kızmasın diye küçücük bir aralıktan baktığım kapıdan annemin yerde babamın bacaklarına sarıldığını gördüm. Annem, babamı çok seviyordu!
Gülümsemem, annemin hıçkırıkları ve babamın odamın kapısına baktığında yüzünden geçen o ifadeyle silindi. Babam bana sinirli miydi?
Babam odamın kapısına neden annemin yedirmek istediği şeylere baktığım gibi bakıyordu?

"Umrumda mı sanıyorsun doğurduğun piç!" bağırmasıyla yerimde sıçradım. Annem beni doğurmuştu değil mi?
Ben piç miydim?
Peki ya,piç neydi?

"Sen de düş yakamdan artık. Ne oğlunu ne seni istemiyorum!"

Aralık kapıya arkamı döndüm ve yatağıma ilerledim. Babamın bağırması gözüme yaş doldurmuştu. Ve yaşlar düşerse babam bana daha çok bağırırdı.
Kapı sesi doldurdu kulaklarımı, sonra bağıran annemin sesleri.
Kulaklarımı kapattım.
Annemin yanına üzgün diye gidersem babam kızabilirdi.

Ve benim, bir daha hiç bana kızacak babam olmadı...

Sinirle doğruldum yerimden. Seokjin babam gibi değildi. Beni yüzlerce kez bırakıp gitse bile onun gibi olmayacaktı. Seokjin, beni sevmişti.
Sevmişti değil mi? Öyle söylemişti mektubunda.

Adımlarımı çaresizce salona yönlendirdim. Onu burada bekleyecektim.
Kitaplarına ilerledim. En sevdiği kitabı biraz daha önde bırakmıştı.
İçini karıştırdığımda ayracın da en sevdiği sayfada kaldığını gördüm.

Peki ya Seokjin, sen neden bana sevdiğini yazdığın halde bende kalamadın?

***
6 saat sonra

Kafamı koltukta geriye bıraktım. Her saniyede bir sesini duyduğum duvar saati bana asla yardımcı olmuyordu.
6 saat...
Tam 6 saattir onun evine döndüğü anı görmek için bekliyordum.
O bu evden içeri girdiğinde her adımını hayatımın son anlarını yaşıyor gibi ezber edecektim.
Ceketini özenle çıkartıp en soldaki askıya bırakacaktı mesela.
Sonra kemerini tutup pantolonunun duruşunu düzeltecekti.
Banyoya ilerlemeden önce kravatını nazikçe çıkartıp odasına bırakacaktı.
  Tek düğmesini açacaktı kravatının ardından.

Seokjin, gelecekti. Gelecekti ve benim talihsiz gözlerim onu bir kez daha görmenin şerefini taşıyacaktı.

****
12 saat sonra

Telefonumun çaldığını duymamla irkilerek fırladım uyuyakalmış olduğum koltuktan. Gördüğüm isim ise içimdeki tüm heyecanı silip süpürmüştü.

"Efendim anne?"

"Oğlum... Seni çok özledim artık. Biraz da evde kalamaz mısın?"

Derin bir nefes alıp alnıma düşen saçlarımı karıştırdım. Uzun zamandır ona vakit ayırmıyordum, tüm serzenişlerinde haklıydı.

"Geleceğim güzelim yanına. Birkaç gün sonra yanında biteceğim hemen. Hatta ayrıl peşimden diye yalvaracaksın."

Kıkırdamasıyla gözlerimi kapattım. Bugün iyi olan tek şeydi gülen sesi.

Birkaç dakika sonra telefonu kapattığımızda saate baktım.
12 saat olmuştu. Onu beklemeye başladığım andan itibaren geçen 12 saat...

Bu eve onunla geçirdiğimiz o kötü geceden bir hafta sonra gelmiştim. Cesaretimi ve sözlerimi toparlamaya çalışmam ayrı kaldığımız bir haftaya mâl olmuştu.
Belki de haftalara...

****
1 Ay sonra

"Sikeceğim şirketini de ilini de ilçesini de aşkını da ızdırabını da!"

Seokjin'in evinin salonundaki sehpaya tekme attım. Bağırışlarımın diğer katlardan duyulduğunu düşünsem de umrumda değildi.

"Tae... Lütfen sakin-"

Gün içerisinde defalarca kez duymaya başladığım cümleyi kuran Jungkook'a kafamı çevirip bir bakış attığımda susmak zorunda kalmıştı.

"Senin de ses tellerini sikmeden sus."

"Yeter artık! Ne zaman kabul edeceksin?"

Gözlerim bu sefer bok bok konuşan Namjoon'a kayınca okkalı bir küfür savurmak için ağzımı açmıştım ki o benden önce davranmıştı.

"Bir ay oldu abi! Bir aydır doğru düzgün ne yemek yedin ne uyudun. Ettiğin küfürlerin, içtiğin biraların haddi hesabı yok!" sözlerine gözlerimi devirerek cevap verdim. "Ne zaman kabul edeceksin dönmeyeceğini?"

Normalde olsa söylediği sözler yüzünden saatlerce benden dayak yiyebilirdi. Ki bir ay içinde defalarca böyle olmuştu.
Şimdiyse ayağa kalkıp bana bağıran arkadaşıma sadece omuz silkmiştim. Az önceki asabi tavrımdan eser kalmamıştı. Namjoon ayaktaki halini korurken kendimi koltuğa bıraktım.

Tüm inkarlarımın son evresindeydim belki de.

"Kolay mı sanıyorsunuz?"

Gözlerim ortadaki toz tutmuş sehpada sabitlenmişti.

"Her gün önce işe gitmek, iş yerinde gördüğüm insanlardan onunla ilgili bilgi toplamaya çalışmak, iş bitince büyük şirkete geçip aynı şeyleri yaptıktan sonra elim boş şekilde evine gelip kontrol etmek kolay mı sanıyorsunuz?"  sehpadan kaldırdığım gözlerimi ikisinin arasında gezdirdim.
"Değil. Bazen öyle oluyor ki delirmiş gibi hissediyorum. Siktiğimin şirketlerinde kimsenin ne olduğundan haberi yok."

Birbirine kenetlediğim ellerimi çözüp yüzüme götürdüm. Sertçe sıvazlarken geçen bir ayım doldu zihnime.
Bir aydır onu arıyordum. Elimdeki tek bilgi ise başka bir ülkedeki bir şubeye gitmiş olduğuydu.
Bu, şirketin yabancı ülkelerde bulunan 43 şubesinden birinde onun olduğunu söylüyordu bana.
Bir ara onu aramak için tüm bu şirketleri dolaşmaya karar vermiş olsam da gerek maddi gerek manevi anlamda bunu başaracak donanıma sahip değildim.
Günlerim şubelerin internet sitelerini incelemekle geçerken, çoğunun sitesinin en son birkaç sene önce güncellenmiş olması beni çıkmaza sokuyordu.

Namjoon haklı olabilir miydi sahi? Sahiden de her şey bitmiş miydi?

****
3 Ay sonra

Zonklayan başımın ağrısına katkıda bulunan alarmı kapatmak için elimi komodine attım. Gözlerimi açmak bana dünyanın en zor şeyi gibi görünürken el yordamıyla susturmayı başardığım telefondan elimi çektim.
Tam o sırada bir şeylerin kırılma sesi gözlerimi açmam için beni tetiklemişti. Gözümün tekini açarak elimin neye çarptığını anlamaya çalıştım.

Kafamı yastıktan kaldırdığımda dün dibini gördüğüm Jack Daniel's şişesi görüş açıma girdi. Şişenin parçalara ayrıldığını görmemle oflayarak kalktım yataktan.
Bugün stajda son günümdü. Dün gece annemin evde olmamasını ve dırdır etmeye meraklı arkadaşlarımın yokluğunu fırsat bilerek çokça içmiştim. Şimdiyse son gününe uyandığım staj yerime gitmek bana adeta işkence olarak geliyordu.

Ne garip! Şirketten girdiğim ilk an da hissetmiştim bunu.
Banyoya işlerimi halletmek için ilerlerken mekanla orantılı olarak aklıma düşen isme bir tebessüm sundum.
3 ay.
3 aydır olmayan varlığına, kokusuna...

Başlarda delirecek gibi hissetsem de bir hal çaresini bulmuş, gidişini inkar etmeyi bırakmıştım.
Aslını söylemek gerekirse, hala uykusuzdu gecelerim. Hala, yüzlerce lirayı beynimi uyuşturmaya yarayan viskilere veriyordum.

Aynadaki yansımama baktım bir süre. Çökmüş göz altlarım, hafiften çıkmaya başlayan bıyıklarım, karışmış saçlarım... Tamamen pespaye duruyordum. Gözlerim eski parıltısından kopmuş, kıpkırmızı olmuş beyazıyla karşımda duruyordu.

Incelememi kesip işlerimi hallettikten sonra çıktım banyodan. Kıyafetlerim, topladığım cam parçaları da eklendiğinde yarım saat sonra kapıda çıkmak için hazırdım.

***

Mesai bitmeden şirketimden çıkıp, son evraklarımı sunmak üzere büyük şirkete gelmiştim. İçeriye adım attığımda herkesin aynı ruhsuzlukla hayatına devam ettiğini gördüm. Önemsemedim.
Yönetici odasına ulaşmak için asansöre ilerledim. Vücudumun her bir kısmına iğne batırıyorlar gibiydi.
Seokjin'in makamına kurulmuş Yardımcı Ahn'ın varlığını kabul edemiyordum bir türlü.

Oldukça tanıdık olan kata geldiğimizde asansör durdu.
Seokjin'in otoritesinin başkenti olan bu kata aylar sonra ilk kez çıkıyordum.
Aylardır atlatamadığım duygu yoğunluğunun üzerimde hakimiyetini tekrar kurmaması adına fazla beklemeden odanın kapısını çalıp, duyduğum sesle içeri girdim.
Bu ses bu odaya yakışmıyordu.

"Ah! Taehyung, hoş geldin. Evraklarını getirmiş olmalısın."

Adamın ilgi dolu sözlerine karşılık sadece başımı salladım. Burada daha fazla kalmak sadece canımın daha fazla yanmasına yarayacaktı. Elimdeki dosyayı eğilerek masasına bıraktım.
Yüzündeki o sinir bozucu gülümsemesi yerini koruyordu.

"Asistan, odama gel."

İmzaladığı evrakları göndermek üzere odaya asistan hanımı çağırdığında gözlerim odada dolaşıyordu.
Her şey değişmişti.
İşte tam bu yüzden karşımdaki adama karşı nefret duyuyordum. Bulunduğu konumla bana Seokjin'in yokluğunu kanıtlıyordu adeta.
Asistan hanım dosyayı alıp çıktığında ben de arkasından çıkmak için hareketlendim.

"Taehyung, otur lütfen."

Kafamı anlamazcasına çevirip konuşan adama baktım. Sonra da saygımdan ödün vermemek için gösterdiği yere oturdum. Her seferinde yaptığı gibi sikik sikik konuşmasa iyi ederdi.

"Sizi dinliyorum."

"İlk geldiğin zaman yüzünde bulunan o pırıl pırıl ifade yok olmuş..." kurulduğu koltuktan kalkıp karşımdaki sandalyeye oturdu. "Zamanında seni bu yüzden uyarmıştım."

Kaşlarım çatıldı. Zihnim o günlere dair hatırladığım şeyleri sıralamaya başlarken istemsiz bir dikkatle sözlerini dinliyordum.

"Evet ama bu sizi ilgilendiren bir durum değil."

"Hadi ama şirketteki herkes sizin aranızda bir şeyler geçtiğinin farkında. Şirketten ayrılmadan önce sevgili eski yöneticimizin neden gittiğini söylemek ister misin?"

Karşımda bulunan adama iğrenircesine baktım. Zamanında Seokjin'in baskınlığının egosuna verdiği zararı gidermeye çalışıyordu anlaşılan. 
İstediği şeyi vermemek adına gülümseyip arkama yaslandım.

"Sikik sikik konuşmaya devam edecek misiniz?  Aksi takdirde kalkıp yüzünüze yumruk mu atmam gerekebilir de."

Sakinlikle kurduğum cümlelerimin altındaki anlam basitti.
Yönetici Ahn gözlerini kaçırıp ayağa kalktığında alayla güldüm.

"Ben de öyle düşünmüştüm."

Fazla beklemeden kalktım rahatsız edici koltuktan. Belli ki kendi zihni gibi zevki de kötüydü.
Kapıya ilerleyen bedenimi ise soğuk sulara atan, duyduğum sözlerdi.

"New York'a kaçan bir adamın sevgilisine göre fazla cesur hareketlerin var Kim Taehyung."

****

Aylardır düzgün uyku uyumadan sorup soruşturduğum bilgi saçma sapan bir insanın ağzından sunulmuştu bana.
3 aydır tek amacım Seokjin'e dair bilgi bulabilmekken şimdi adeta boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Nerede olduğunu biliyordum artık.
Bu ise, beni tüm amacını yitirmiş gibi hissettirmeye yetmişti. Çünkü ben onun nerede olduğunu bilirsem, gidip bulacağımı sanıyordum. Şimdiki gibi viskinin dibini görerek ağlayacağımı değil.

Seokjin bize dair olan her şeyi bırakıp gitmişti. İnkarın kalbimdeki saltanatı sona ererken yanımdaki bana bakan arkadaşıma dönüp gülümsedim.

"Nasıl bir şey biliyor musun Jungo?"

"Taehyung, kardeşim bak-"

"Renkler vardı; sesler, şarkılar vardı. O gittikten sonra...
Şimdi hiç renk yok."

Bir bardak daha doldu. Seokjin'in güzelliğine içtim defalarca.

***

6 Ay sonra

Jungkook'tan

Taehyung'un doğum günü için tüm hazırlıkları tamamlamıştık ancak tek bir şey eksikti: Taehyung.

Son zamanlarda sürekli içtiğinden bir yerde sızıp kaldığından endişeleniyorduk. Seokjin hyungdan sonra hiç toparlanamamıştı. Bu doğum günü partisinin ona iyi geleceğine inanıyordum ama bu saate kadar ulaşamamış olmak tüm umutlarımı yerle bir etmişti.

"Olm daha dün bizde iyiymiş duruyordu bu çocuk ya!"

Namjoon'a kafamı salladım. Dün Namjoonlarda toplandığımız zaman görüntüsü ve hali çok düzgün duruyordu.

"Akşam oldu hala telefonu açılmadı. Başına bir şey gelmiş olmasın?"

"Şom ağzını açma ulan, bulacağız."

İkimiz de bunun olmasından korkuyor olsak da anlaşılan Namjoon iyi düşünmeye çalışıyordu.
Birkaç dakika sonra Namjoon mutfağa geçmiş, ben ise salonda volta atıyordum.

"Lan!"

Hızla salona dalan Namjoon'a çevirdim tedirgin bakışlarımı.
Kötü bir haber alacak gibi hissediyordum.

"Taehyung, bir kağıt bırakmış."

******BÖLÜM SONU******

Merhabalar 💜
Kusura bakmayın geç gelen bir bölüm oldu ama bavul hazırlamakla uğraşıyorum son günlerde.
Bugün okulu başlayan ve haftaya başlayacak olan herkese başarılar diliyorum.
Umarım beğenmişsinizdir. Uzunca bir süre düşünmem gerekti cumlelerim için.
Yorumlarınızı bekliyorum.
Sizi seviyorum, Taejin'i sevin.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top