𝘑𝘪-𝘏𝘰𝘰𝘯? 𝘏𝘢𝘺ı𝘳, 𝘝𝘪𝘯𝘤𝘦𝘯𝘻𝘰.

Nasıl mı böyle olmuştu? Nasıl mı bu kadar vicdansız ve duygusuz bir adam olmuştu? Sanırım bu soruların cevabı birden alınamazdı. Herkesin gözünde kötü adam olup, umursamaz olması birden gerçekleşmemişti...

Ji-Hoon kiliseye gittiği ilk günden başlamıştı. Başta cezalar, ıssız gecelerde sadece ay ışığı altında soğuk beton zeminde uyuklarken başlamıştı. Daha sonra ufak tefek vuruşlar...

En son ise tamamıyla bir insanın canını acıtabilecek derecede güçlü kuvvetli tekmelere ve yumruklara evrilmişti. Vücudunda tek bir yer kalmayana kadar, sözde terbiye adı altında verilen cezalardı. Fakat bunlara ceza denilmezdi bile. Şayet cezalar belli bir suç veya hata sonrası verilen bir çeşit işlem olarak tanımlanıyordu.

Ji-Hoon'da durum böyle değildi. Onun gözünde cezalar sebepsiz yere, rahibelerin ve rahiplerin kendi zevki veya siniri sonucu ortaya çıkan uygulamalı davranışlardı. Tıpkı ilk cezasında ki gibi sadece insanın yaşama ihtiyaçlarını giderebilmek adına içtiği sudan dolayı yediği buz gibi sert tokat gibiydi.

Hemen hemen her günü o sessiz çığlıklarla geçmişti. İçinde tuttuğu, bağıramadığı ve gittikçe büyüyen çığlıklardaydı anıları aslında.

Vincenzo elini yarasına değdirdi ve hissetti. Derisinin üzerinde hayatının sonuna kadar onunla yaşayacak olan hafif belirgin ve dokunduğunda çıkıntı gibi hissedilen ete değidirdi parmaklarını. İçi ürperirken aklına gelmişti birden.

O türlü türlü dayak atılan, bazen yemeksiz ve susuz kalınan günler, ayların ardından eline aldığı bir şişe parçası parıldadı anılarında.

Kilisenin ıssız bahçesinde, ötede oynayan ve kendi aralarında oynayan çocuklardan ayrı bir köşede elindeki güneşte parıldayan şişeye baktı. Diğer çocukların bembeyaz tenlerine kaydı gözleri. Onun ki gibi rengarenk değillerdi. Gülüşen seslere, duyulan kahkahaları işitti. Kendisi bırakın kahkahayı, gülümseyemiyor, sesi bile çıkmıyordu.

Bir süre sonra içinden attığı çığlıklar bile susmuş her ceza sonrası ağlayamamıştı bile. Şanslı çocuklar, diye düşünmüştü Ji-Hoon. Onlar rahibin gizli çocuklarıyla bazı rahibelerin işledikleri günah sonucunda doğan çocuklardı. Onun gibi köle değillerdi. Bu devirde olmayan kölelik, bu kilisede vardı. Ji-Hoon'u köle yerine kullanıyorlardı. Kendi çocuklarına bile sinirlenseler onlara dokunmaya kıyamıyorlar, o çocukların cezasını bile Ji-Hoon'dan çıkartıyorlardı işte.

Çocuk yaşta çok şey öğrenmişti. Başkalarının cezasını çekmeyi, çığlıklarını bastırıp susmayı, adaletsizliği ve en önemlisi vicdansızlığı... Bir yeni şey daha öğrenmek üzereydi işte o an.

Eline aldığı küçük cam şişeyi bir hızla yanındaki taşa vurdu. Elinde kalan büyük ve keskin parçaya bakarken oldukça sakin görünüyordu. Düşünceleri de sakinlikle doluydu. Hiçbir şey aklından geçmiyor oldukça hoş bir sahne izliyormuşçasına gözlerinin duygusu değişmiyordu.

Elinde kalan keskin parçayı hafifçe sıktı. Şişenin ağzı elinde izlere sebep olurken, diğer elini yumruk yapmış bir halde sıkıyordu. Vücudundan titreme geçti bir an. Birazdan yapacağı şey sonucu yine büyük bir ceza alacaktı. Ancak hissettiği ufak bir mutlulukla durgunlaştı iyice ve titreyen vücudu duraksadı.

Mutluydu çünkü ceza alsa bile umursamayacaktı. Hissedemeyecek ve ruhu bu dünyadan gitmiş olacaktı. Yedi yaşında olan bir çocuk, iki sene içinde bu hale gelmiş ve en son patlama noktasındaydı. İntihara kalkışacak kadar çaresiz hissediyordu. Bu çocuk artık 'Çocuk' değildi. O yetişkin düşünen bir ruhtu, olgunlaşmış düşünceleri artık bu küçük bedene sığamıyor ve taşma belirtisi göstererek intihara kalkışıyordu.

Yumruk yaptığı boş elini havaya kaldırdı ve şişeyi tuttuğu elini hiç tereddütsüz diğer koluna batırdı. O ince ve cılız acı... Onun için oldukça az acı vericiydi. Bugüne kadar birçok yönden şiddete maruz kalmıştı. Yıllardır çektiği psikolojik ve bedensel şiddetin yanında bu acı bir sinek ısırığı gibiydi onun için. İşte bu sebeple ne bağırabilmişti, ne de acıyı hissedebilmişti.

Bu küçük beden, yedi yaşındaki Ji-Hoon, vücudunda hissettiği şişe parçasını, damarları haricinde dışarı çıkmaya fırsat bulan kanını... Asla umursamamıştı. Şişe parçasını çıkardı ve bu sefer diğer koluna aynı acıyı tattırdı.

Her iki kolunda da mahvolan damarlar, sanki yıllardır içinde tuttuğu gözyaşları gibi kanını dışarı akıtmasına izin vermişti. Vücudu yıllarca suskunluk yaşayan bu küçük bedene tepki olarak sadece daha fazla kan akıtmıştı.

Küçük Ji-Hoon ellerini aşağıya indirdi ve içinde oluşan hissiyat ile hayatında ilk defa iki sene sonra gülümsedi. Kollarından aşağıya süzülen sıcak ve koyu sıvı onu tatmin etmiş ve mutluluk kaynağı olmuştu. Kurtulacaktı. Buna inanıyordu. Kurtuluşu ise ölümde arıyordu.

Bu acımasız ve adaletsiz hayatta, önce kendisini daha sonra vicdanını ve en son ruhunu öldürmüştü. Şimdi geriye tek kalan şey bedeniydi. Onu da öldürse en fazla ne olabilirdi ki? Kimse onun ardından ağlamaz ve sızlanmazdı. Hatta mutlu bile olurlardı.

Ji-Hoon düşünceleri eşliğinde ileride oynayan çocuklara doğru adım atmıştı. Her attığı adım eşliğinde dökülen binlerce damla yere çarpıyor ve bu ses Ji-Hoon'un kulaklarına kadar gelip yankı yapıyordu. Bir sonraki adımında duyduğu tek şey yere düşen damlaların yankılanan sesi değildi artık.

Çocuk çığlıkları kulaklarına dolarken tüm çocukların canavara bakıyormuşçasına olan bakışlarını yakaladı. Hepsi ayrı ayrı çığlık atıyor, kaçıyor veya ağlıyordu. Sanki karşısındaki de onun gibi çocuk değilmiş de bir yaratıkmış gibi bağırıyorlardı.

Ji-Hoon birden tekrardan tatmin olmuş gibi hissetti. O an önündeki çocuklardan böyle intikam alıyordu. Tüm günler boyunca onların yerine dayak yemesinin intikamını, onların ses çıkarmayışının ve ebeveynlerini durdurmayışlarının intikamını alıyordu.

Ji-Hoon gülümsedi. İleride gelen rahibelere ve rahiplere baktı ve iki yıl sonucu sanki ona travmatik bir çocukluk yaşatmamışlar gibi gülümsedi, son kez baktı. Onlar bunu hak ediyorlardı. Kötülüğü, iyilikle cezalandırmayı, bir gülümsemeyle pişman oluşlarını ve hayatlarının sonuna kadar o pişmanlıkla yaşamalarını ceza olarak sunmuştu.

Ji-Hoon çok zekiydi. Bunca zaman susmasının sebebi de buydu. Zekası ona bunu emretmiş ve o da yapmıştı. Şimdi ise alacağı intikam gözle görülür derecede güzeldi.

O küçücük bedenle tatmin olmuş bir his ve dudaklarında ufacık bir gülümsemeyle...

Yere yığılmadan bir saniye öncesinde, ondan normalde ölesiye nefret eden rahibeler onu tutmuştu. Yorgun ve kanı azalmış küçük bedeni, gözleri kapanmadan son birkaç saniye öncesine kadar görmüştü. Her şeyiyle görmüştü.

Hepsinin suratında olan o pişmanlık, korku dolu ifade ve vicdanlarından kalan son kırıntıyı görmüştü.

Daha sonra ne mi olmuştu? Rahibeler ellerinde ölen bedeni gömme fikriyle yanıp tutuşurken çocukları ve sır saklayamamaları gelmişti. Bu çocuğun zekasını o an anlamışlardı işte. Şimdiye kadar sessiz sakin olan küçük beden aslında bunu planlamıştı. Kiliseye gelen yabancılara, çocukların öteceğini ve yakalanacaklarını biliyorlardı.

İlla bir yerde patlak vereceklerdi. Çünkü yalancının mumu yatsıya kadar yanardı. Bu sebeple ani bir karar ile hastaneye götürdüler ve yolda gördüklerini söyleyerek polisi de kandırarak bu işten kurtulmaya çalışmışlardı.

Kim bilir, belki Ji-Hoon'un ölmesine izin vermek onlar için daha iyi olurdu. Bu küçük bedenin onlardan nasıl intikam alacağını bilmiyorlardı elbette ve bu onların en büyük hatası olmuştu. Bu dünyaya yeni bir kişi o gün, hastaneye bırakıldığı an doğmuştu.

Ji-Hoon zorla yaşama tutulmuş ve devletin yetkisiyle yurda gönderilmişti. Ancak hastanedeyken ona denk gelen iki kişi vardı. Bu iki kişi İtalya'dan Kore'ye turistik gezi için gelmiş ve ufak yaralanma sonucu hastaneye getirilmişlerdi.

Kaderin cilvesi ya, bu yaralı çocuğu görmüş ve akıllarından atamamışlardı. Bu yaralı ve çökmüş çocuk... Zihinlerine kazınmıştı. Daha sonra ani bir karar ile evlatlık edinmişlerdi ve İtalya'ya götürmüşlerdi. Hayatına o gün yeni bir sayfa açmıştı Ji-Hoon.

Ellerinde hissettiği sıcak kan, ve daha sonra sonsuza dek bedenine kazınmış o izlerle birlikte; aslında Ji-Hoon değildi. Ji-Hoon aslında annesinin ve kardeşinin onu bıraktığı gün ölmüştü.

Daha sonra İtalya'ya adım attığı günde, yeni bir isim doğmuş ve yeni bir benliği olmuştu. Yeni benliğinin ismi 'Vincenzo' idi.

Vincenzo Cassano...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top