"sevilmek"
Arkamdan gelen sesle hızla oraya döndüm.
"Ali? Ne zaman geldin buraya?"
Cevap vermedi. Gözlerine baktım. O benim gözlerime bakmıyordu. Kaldırım taşları benden daha mı güzeldi Ali?
"Evlenelim işte. Yok, başka bir şey düşünemiyor şu kafa." dedi parmağını tüm acısını kendinden çıkarmak istercesine başına bastırarak. "Sana seni seviyorum dediğimde yalan söylüyormuşum Vera. Ben... ölecek gibi oluyorum. Sevgiden de başka bir şey bu. Bekleyecektim. Çiğ bir dalken eğrilip bükülecek ama olgunlaşacaktım. Sonra kapını çalacaktım. Vera, diyecektim; affetme beni ama bırakmazsın da, biliyorum, sev o yüzden beni, belki unutturur acını bu sevgi."
Toplamadığı saçlarını parmaklarıyla hoyratça arkaya savurdu. Kendini zorluyordu. O kadar zorlanıyordu ki göğsünün ortasındaki koca yaraya inat nefes almaya çalışan biri sanırdınız onu.
"Çok konuşuyorum."
Gözlerine bakıyordum inatla. Belki o da bakar diye. Belki o da beni görür diye. Belki onun gibi perişan olduğumu anlar diye.
"Vera... Lütfen." dedi son kez. Başka bir şey demeyecekti ama dilinin ucuna akın edip konuşması için onu zorlayan kelimeleri duyuyor gibiydim.
"Gözlerime bakarsan cevap veririm."
Başını biraz daha eğdi. Gecenin en karanlık anında doğar güneş. Bekledim. Bana bakmasını bekledim. Biliyordum, bakacaktı. Yavaş yavaş kaldırdı başını. Onu zorladığımı biliyordum. Kendine edinmeye çalıştığı ahlakı tanıyordum. Ama o an bu önemli gelmedi.
Gözlerime bakabildiğinde ağladığımı gördü. Ağlamak öyle görülebilen bir şey olmasaydı da görürdü Ali benim ağladığımı. Seven görürdü işte.
"Geç bile kaldın Ali. Kendince benden kaçmadan önce söylemeliydin bunu. O zaman bu kadar acı çekmezdim, çekmezdik!" dedim sonlara doğru kontrolüm dışında yükselen sesimle. "Evet, Ali sesinle evlenirim."
Başını tekrar eğdi. Ellerini ceplerine koydu. Sarılmamak için zorlandığını görebiliyordum. Ali'ye saygı duyacaktım. O benden vazgeçemezken ben de vazgeçmediğimi söyleyerek onu yanlış olduğunu düşündüğü şeyler için zorlayamazdım.
"Ali," dedim kalbim kaburgalarımı kıracak gibi çırpınırken. "kalbimi sana veriyorum. Ona iyi bak olur mu?"
Başını salladı. Yanağına düşen damlayı hızla silip geldiği tarafa baktı.
"Vera benim şimdi gitmem gerek ama senden kaçmak değil bu." dedi gözlerime kısa bir an bakıp. "Zaten bu bile yanlışken..."
"Tamam sevgilim, şimdi git ama sonra hiç gitmemek üzere geri gel bana olur mu?"
Başını salladı. Dilinin ucuna gelip de söylemediği kelimeleri duydum o konuşmasa da.
Ben zaten senden hiç gitmedim ki sevgilim.
.
Annemi aramalıydım. Ona Ali'den bahsetmeliydim. Ya da yok, direkt yanına gidip anlatmalıydım her şeyi. Telefonda olmazdı. Ali'ye haber vermeliydim. Gideceğimi söylemeliydim. Her şey nasıl ilerleyecekti? Peki, Ali'nin ailesi? Ben onlara dair hiçbir şey bilmiyordum ki.
Tavana bakmayı bıraktım. Yataktan kalktım. Gözlerim bir şeyler yemem gerektiğini hatırlatırcasına birkaç saniye karardı. Kahvaltıyı kaçırmıştım. Kantine inmeden önce Ali'yi aramalıydım. Komodinin üzerindeki telefona baktım bir süre. Onun sınırlarını ihlal edecek bir davranış olur muydu bu? Bilmiyordum ama en azından arayarak öğrenebilirdim.
Çok çalmadan açtı.
"Ali," dedim heyecanla. "müsait misin?"
"Ihm, şu an pek müsait değilim ama... Önemli bir konuysa yüz yüze konuşabiliriz."
Kalbim kemiklerimi döverek kendini hissettirmeye başladı. Ne garip, heyecan denen şu duygu olmasa hissetmeyeceğim göğüs kafesimde tutsak olan kalbimin varlığını.
"Ben annemlerin yanına gideceğimi söyleyecektim. Onlara şeyi söylemek için. Ihm..."
"Evliliği mi?" dedi ben bir süre bekleyince.
Görmese de başımı salladım. "Hı-hı, yani doğru olan da bu değil mi?" diye sordum yanlış bir şey söylememek için.
"Tarık! Tarık! Kardeşim sen şu kolileri mutfağa taşır mısın? Benim biraz işim var." dedi yanındakilerden birine telefonu kulağından uzaklaştırmayı unutarak. "Özür dilerim Vera, biraz yoğunuz. Kapatma telefonu, sessiz bir yere geçiyorum."
Yine başımı salladım o görmese de. İçimde öyle bir mutluluk vardı ki dolup taşan, ne yapacağımı şaşırıyordum. Ali'yle iki normal insan gibi konuşabilmek -eskisi kadar yakın olamasak da- o kadar güzeldi ki benim için, zamanı saklayabilsek bu kısa konuşmayı bile saklamak isterdim. Biriktirdiğimiz kavanozdan çıkarıp önümüze serdiğimizde hissettiğim her şeyi görsün diye.
"Vera," dedi, adımı sevdim ben. "haklısın. Ailene bir an önce söylemen en doğrusu." dediğinde "Sen?" diye sormama engel olamadım. "Senin ailen peki?" dedim devam ederek.
Sustu. Telefonda karşınızdaki kişinin sustuğunu birkaç saniye konuşmadığında anlarsınız. Ali daha çok sustu. Cevabı mı yoktu bana mı vermeye gönüllü değildi o cevabı, bilmiyordum.
"Ali?" dediğimde hızla yanıt verdi.
"Vera, bu konuyu sana izah edeceğim, ama biraz zaman ver se-" Öksürdükten sonra konuşmaya devam etti. "Sadece bana izin ver kelimeleri toparlayabilmek için."
"Tamam." dedim kabullenerek. "Ben yarın gideceğim eve."
"Ben de gelebilir miyim?" dedi çekingen gelen sesiyle.
"Nasıl yani?"
"Sen gidip ailenle konuştuktan sonra ben de konuşabilir miyim onlarla?"
"O-olur," dedim şaşkınlığımı gizlemeden.
"Tamam o zaman. Ben de iki gün sonra orada olurum inşaAllah. İstersen arabamı sana verebilirim."
"Ha, yok." dedim aniden. "Ben otobüsle gideceğim."
"Peki. Allah'a emanet ol."
"Sen de." dedim. İnanarak söylediğim ilk andı. Sen de Allah'a emanet ol Ali.
Yatağa boylu boyunca uzanıp gözlerimi yumdum. Mutlu olmak bu olmalıydı. Hiçbir şey yapmadan her şeyin istediğin gibi ilerlemesi ve senin bunu yüreğinde hissetmen. Gerçekten bu muydu? Bu kadar kolay olmasını garipsemeliydim o an.
.
Uzun geçen otobüs yolculuğu beni sıkmamıştı. Yolculuğu seviyordum ama varmak, istediğim bir şey değildi. Evime varmak, geçmişimi yaşamaktı tekrar. Ben geçmişimi birçok kez yaşamıştım zaten. Fazla geliyordu tekrar tekrar yaşamak. Evin kapısına geldiğimde uzun bir süre çalmadım. Tahta kapıya baktım. Dün de bakmıştım bu tahta kapıya sanki. Evin önündeki verandada koşturarak oynamış ve ardından yorgunlukla kendimi tahta kapının önüne atmıştım sanki.
Geçmiş aslında dün yaşanandı. İster elli yıl yaşa ister yirmi bir yıl yaşa tüm geçmişin bir gece önce uyumadan yaşadıklarındı.
Ben dün verandada koşarken dizimi kanattığım gibi kanatmıştım kendimi. Yine eskisi gibi çabucak kabuk bağlar mıydı yaralarım peki?
Elimi zile uzattığımda aniden açıldı kapı. İrkilerek geriledim. "Abla!" diye bağırdı küçük bir çocuk. Kardeşim olduğunu anlamam için gözlerine iyice bakmam gerekti. Babamın açık mavi gözlerinden tanıdım Ecmel'i. Kollarını açıp bana uzanmaya çalıştığında eğilip kucağıma çektim onu. Boynuma sarılıp yanağımı tekrar tekrar öptü. Başımı geri çekip yüreğinden sevgi çeşmesi akan bu küçük kıza baktım. Gülümsemeye çalıştım ama çok eğretiydi gülüşüm.
"Kızım," dedi annem dolu dolu gözlerle. Hiç tereddüt etmeden sarıldı kucağımdaki Ecmel'i de katarak. Diğer yanağıma Ecmel gibi birçok öpücük kondurdu. Gözlerim yaşardı birden. Kendimi küçücük hissettim. Kollarımı kaldırıp da sarılamıyordum utancımdan. Çünkü babam koridorun diğer ucundan düşük omuzlarıyla bizi izlerken bedenimi kontrol edecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Utancım öyle büyüktü ki evin bahçesine bir mezar kazsalar tereddütsüz içine girer ve üzerimi kapatmalarını beklerdim.
"Hoş geldin." dedi babam bir iki adımda yanımıza gelerek. Başımı hafifçe oynatarak karşılık verdim. Gözümde biriken birkaç damla yaş yuvarlanıp düştü. Kollarımı hafifçe oynatarak annemden ayrıldım. Kucağımdaki Ecmel'i indirip hızla arkamı döndüm ve gözlerimi hoyratça sildim.
İçeri girdiğimizde her yeri saran koku bir tek bana yabancıydı. Bir tek ben bu kokunun memleketinden değildim. Tüm suç bendeydi, ben kaçmıştım bu memleketten. Bir ben kaçmanın acısını yaşamıyordum ama bir ben kaçtığım yerleri memleketim etmiştim kendime. Böyle yapınca mutlu olurum sanmıştım. Yalan. Uzak yerler merhem değil yaraymış. Yalan. Uzak yerler sarmıyormuş kesik ruhu.
Affet baba. Anne sana sözüm yok, anneler zaten hiç darılmaz evlatlarına.
-
(kemal sayar)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top