"direnmek"
Bir ay olmuştu okul açılalı ve işe gitmiyordum artık. Zaten Çetin'in yüzünü görmek istemiyordum. Aslında ben o işten nefret ediyordum, tutunacak bir dal ararken rastlamıştım sadece. Hayatta olduğum yerlerden ve anlardan pişman olmamaya çalışıyordum ama geriye dönüp baktığımda "keşkelerim" "iyi kilerim"den çoktu.
Derin bir nefes alıp aynada kendime baktım. Midi boy kışlık etek, krem rengi kazak, kahverengi kaban, siyah botlar, takılar, tokalar derken hazırlanmıştım. Ali'yle ilk gerçek buluşmamızda giydiğim kıyafetler olduğunu fark ettim. Bir gece önceden özenle seçmiştim hepsini, onu görmek yeniden nefes almak gibiydi o zamanlar. O da beni görünce aynı şeyleri hissetsin istemiştim.
Şimdi neden bunları giydiğimi bilmiyordum. Gideceğim bir yer de yoktu. Sadece çıkmak istemiştim o kasvetli yurt odasından. Dışarıdaki hafif yağmura aldırmadan yürüdüm kaldırımda. Yalan söyledim. Ayaklarımın beni götürdüğü yeri biliyordum aslında. Sabahtan beri kafamda bağıran sesi de duyuyordum. Görmezden geldiğime inanmıştım ama sadece o sese kulak veriyordum.
Çok sürmeyen yürüyüşün ardından Ali'nin kapısındaydım. Gün batmaya yakındı. Zile bastım. Uzun bir bekleyişin ardından kapı açıldı. Ali'nin şaşkın yüzüne baktım. Sonuna kadar açtığı kapıyı biraz kapattı. Seni içeri alamam, diyordu bu tavrıyla. Sabahtan beri kafamda bağıran ses ise tam tersini haykırıyordu.
"Bakma öyle bana. Özledim seni." dedim. Çantamın kulpunu iki elimle sıktım. Nefes dahi almadan vereceği cevabı bekledim.
Başını öne eğip derin bir nefes verdi. Saçları tutam tutam döküldü yüzüne. "Vera yapma böyle." dedi yorgun sesiyle. "Her şeyin en doğrusu için uğraşıyorum. Senin için, benim için... Yardım et lütfen."
"Ali seni özledim diyorum." Gözlerim dolmaya başlamıştı -bu kadar çabuk sulanmaya başlamalarından nefret ediyordum. "Gittiğin geceye kadar yanındaydım ben senin. Dibindeydim, sarılabiliyordum, öpebiliyordum, kokunu çekebiliyordum... Biz zaten hiç daha ileri gitmedik ki! Eskisi gibi olsa ne olur nikaha kadar?"
Sesim yüksek çıktığında parmağını dudağına dayayıp sessiz olmam için uyardı. "Kapı önünde konuşabileceğin kadar basit konular mı bunlar senin için?" dedi gözlerindeki kızgınlığı gizlemeden bakarak.
"Hiçbiri basit değil." dedim başımı eğerek. "Bu yüzden içeri al beni."
"Alamam."
Yaşın yuvarlanıp gözümden düşmesine izin verdim.
"Ağlama Vera, alamam. Ne düşünerek geldin buraya Allah aşkına?"
İnadı kırılır sanmıştım. Buna gerçekten inanmıştım. Sevgisi ağır basar sanmıştım. Neye karşı savaştığımı bile anlamamıştım daha -aslında anlamıştım.
"Özledim diyorum ya... Başka bir şey de düşünemiyorum zaten."
"Biz evleneceğiz, birbirimize söz verdik. Ve bekleyeceğiz, öyle demiştik baban tatili bekleyin düğün için dediğinde."
"Dini nikahı yapıverelim o zaman."
"Saçmalama." dedi sabrını zorladığımı belli edecek tonda. "Nikah senin çocuk oyuncağın değil, olamaz. Göklerde kıyılan bir şeyden 'yapıverelim o zaman' diye bahsedemezsin."
Pişman oldum geldiğim için. Kemiklerime kadar hissettim pişmanlığı üstelik. Sınırlarını bu kadar kesin koyacağını düşünmezdim.
"Ağlama Vera." dedi dişlerini sıkarak.
"Ağlatma o zaman!" Gözlerimi üstünkörü sildim. "Tamam, evlilikten önceki görüşme hakkımı kullanmak istiyorum. Araştırdım, üç kere görüşülebilirmiş." Bunlar batmadan önceki son çırpınışlarımdı.
Ali "La havle..." diye başlayan bir şeyler mırıldandı. "Vera, seni anlıyorum. Yemin ediyorum anlıyorum. Hislerini tanıyorum. Ama bu senin kendi çıkarın için kullanabileceğin bir mevzu değil. Hem biz birbirimizi tanıyoruz."
Eskiden istemediği bir konuda üzerine gittiğimde sessiz kalıp yaptıklarıma göz yumardı. Şimdi nereden edinmişti bu delip geçilmez inadı?
"Hem sen verdiğim kitabı okumadın mı?"
Ayağımdaki botun ucunu paspasa bastırdım. "Okumadım. Okursam üzerime binecek sorumluluklardan korktum." Komodinin üzerinde öylece bekleyen kitap geldi gözümün önüne. Bir ay boyunca okumamanın verdiği suçluluğu hissetmek için yanıbaşımdan ayırmamıştım ama okumak da değildi niyetim.
"Bekle beni burada. Hazırlanıp geliyorum."
Başımı hızla kaldırdım. Dudağımdaki gülümsemeyi, çocuklar gibi sevinmemi görsün istedim. Bununla ilgilenmeden içeri geçti. Kapıyı kapatmamıştı ama biraz daha örtmüştü -hâlâ giremeyeceğimi söylüyordu. Az önceki konuşmayı yapmamış olsaydık bunu görmezden gelip girerdim içeri.
Birkaç dakika sonra kapıda belirdi. Botlarını paspasın üzerine koyup giymek için eğildi. Beyaz keten gömlek, siyah pantolon, siyah kaban ve siyah botlarını özenle seçmişti. Benim için bu denli özenli giyinmiş olmasını isterdim ama o hep böyleydi.
Başını kaldırıp baktı eğildiği yerden. Onu izlediğimin farkındaydı. Buna da karşı çıkacak değildi ya! Ona neydi onu izliyorsam...
"Çek o bakışlarını Vera." dedi ayağa kalkarken.
Omuzlarımı silktim.
"Islanmışsın dışarıda." dedi saçlarıma bakıp. Kapının yanındaki sepetten iki tane şemsiye aldı. Bir tane de yeterdi aslında... İçimde kuralları delip durmak isteyen çocuğu anlayamıyordum. Neden Ali'ye saygı duyup beklemek yerine bu denli sabırsız davranıyordum ki?
Uzattığı şemsiyeyi alıp bir iki adım geriden onu takip ettim. Yan yana yürümeyeceğimizin farkındaydım. Adımlarını bilerek büyük atıyordu ona yetişmeyeyim diye. İstesem koşar yetişirdim, sabretmeyi denedim. Ardı sıra yürüyen bir çocuk gibi hissettim.
Çok fazla yürümedik. Durup arkasına döndü. "Birazdan ezan okunacak, akşam namazını kılacağım. Sen de dışarıda bekleme, yağmur yağıyor, kadınların girişi yan tarafta."
Gelip geçen adamlardan rahatsız olup yanında durduğumuz avlu duvarına yaklaştım. Gözlerim dolmak üzereydi. Buraya gelmek için mi çıkmıştık dışarı? "Ben ne yapacağım içeride?" dedim.
"Bekleyebilirsin Vera. Sana zorla bir şey yaptırmıyorum. Eğer gerçekten evlilik hakkında konuşacaksak namaz çıkışı karşıdaki kafeye geçeriz."
"Ben seni orada beklesem?.." dediğimde gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. Ali'nin yüzü. Ali'nin kırıklarla dolu yüzü. Hayal kırıklığı.
"Vera lütfen... Gir içeri bekle sadece. Bir kenara otur. Allah'ın adının geçtiği bir yerde nefes almanın verdiği duyguyu hisset. Seni kötülüklere sürüklemiyorum, en güzele adım at istiyorum." Bunları söylerken gözlerimin içine bakıyordu. Gözbebeklerindeki ışıltının kararmaya yüz tutmuş havayı aydınlattığına yemin edebilirdim. Onlara direnmedim.
"Tamam." dedim. Ezan okunmaya başladı. Caminin yanında olduğumuz için ses oldukça yüksek geliyordu, uzun süredir bu kadar yakından duymamıştım ezanı. Şehir sanki ezanın sesini örten melodisiyle kulaklarımızı sağır etmişti.
Ali ön kapıdan camiye girdi. Giderken birkaç kere dönüp bana baktı. Göğüs kafesimi dolduran karıncalanmayla yürüdüm yan taraftaki kapıya kadar. Yadırgamaktan ziyade yadırganmaktan korkuyordum. Benimle aynı kapıdan giren herkes kapalıydı. Birkaç kişinin gözlerini bana diktiğini biliyordum. Kenardan yürümeye özen göstererek ikinci kata çıktım. İnsanlar ön saflara geçmişti. Onlardan geride duvar kenarında bir yeri gözüme kestirdim. Oturup sırtımı duvara yasladım. İçerisi bana yabancı değildi. Annem ortaokuldayken getirirdi beni tatil günlerinde. Liseye geçtiğimde yavaş yavaş bırakmıştım onunla beraber gitmeyi. Evde namaz kılacağımı, derslerimin falan olduğunu söylüyordum. Israr etmiyordu. Başlarda gerçekten evde de olsa kılıyordum ama zamanla bıraktım.
Kendimi kaybetmeye başladığım dönemlerin imzasıydı sanki o günler. Sigaraya başladığım, anneme ilk yalanlarımı söylediğim, akşamları eve gelmemeye başladığım günlerin... Yaşarken en doğru ve en güzel olandı sanki. Kendimi özgürlüğün sınırına kadar koşmuş ve kenarında sonsuz gökyüzünü izliyormuş gibi hissediyordum başlarda. Bu his geçmeye başladığında ve artık uç gibi görünen şeyler de sıradanlaştığında içkinin tadına baktığımı anımsıyorum. Berbattı ama içmek için direnmiştim. İçkiye alışmam zaman aldı. Bırakabilmem daha çok zaman aldı.
Namaz kılan insanlara baktım. Çoğu yaşlı, azı genç insanlar aynı anda secdeye gidiyordu. Secdeden kalktılar. Gözlerim doldu. Tanıdık yabancısıydım ben buraların. Neden kaçmayı seçtiğimi hatırlamıyordum. O an keşke, diyorum; keşke kaçıp gitmeseydim.
-
(numan arıman)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top