"aramak"

"Yalnız kalmak istiyorum." dedim. Çoktan çantanın içindeki her şeyi yere boşaltmadan önce. Yalnız bıraktı beni. Teşekkür ederim. Yüzüne asla söylemeyeceğim ama teşekkür ederim.

Parmaklarım hunharca bana ait olan eşyaların üzerinde gezindi. Ona ait bir iz, not... Saçının teli düşmüş mü diye baktım. Zor nefes alıyordum. Hava yetmiyordu. Küçük aynam, hâlâ aynı. Her seferinde unuttuğum için aldığım onlarca diş fırçası, hâlâ aynı. Fırça tarak, hâlâ aynı. Okunmaktan sayfaları ayrılan Mutlu Prens, hâlâ aynı. Kalemlerimi koyduğum çanta, hâlâ aynı. İçini açtım. Kalemler duruyordu. Çantanın dibinde defter vardı. Onun şiirlerini yazdığı defter. Bana vermişti kendinden bir parçayı böylelikle.

Etrafa saçtığım her şeyi topladım. Gözlerimdeki yaşlar anlamadı ne olduğunu. Sevinçten mi çıkar pınarları acıdan mı, anlamadılar. Bana sorsalar ben de bilmiyorum. Hem bilmek de gerekmez her şeyi. 

.

Kafede geçirdiğim ilk mutlu gündü. En azından yarısından fazlası. Kendimi bulduğumu hissettim. Ali getirmişti aslında beni. Kaybolduğum yerden almış ve öylece geri vermişti. Umudu göstermişti sonra da.

Kafenin kapısı kilitlenirken bir süre öylece etrafa baktım. Hava buz gibiydi. 'Buz gibi' klasik bir tabirdi ama o anki hava sadece 'buz gibi' diyerek anlatılabilirdi. Hiç sorun etmedim. Soğuğa aşıktım ben. Ağzımdan çıkan buhara gülümseyerek baktım.

"Bu anın fotoğrafını çekmek isterdim."

Karşımda ellerine eldiven geçiren Çetin'e baktım. Burnu kıpkırmızı olmuş ve komik duruyordu. Söylediklerini görmezden geldim. Onun benden almak istediği benim ona verebileceğim bir şey değildi. Gözlerimi başka tarafa çevirdim. Durduğum yerden ayrılmak istiyordum ama kafeden çıkmadan önce biri bağırarak çıkışta beklememizi söylemişti. Sürü bekliyorsa koyun da beklemeli. Murphy Kanunu falan değil. İnsanlık hali.

"Millet, beni dinleyin."

Ellerini sallayarak bağıran kıza baktım. Her şeye atılan ve en çok konuşan kişiydi. İsmini bilmiyordum. Zaten Çetin'den başka kimsenin ismini bilmiyordum.

"Bu geceye bir yerlerde devam etmeye karar verdik. İçimizde biraz yaşlılar var ama gelen herkes davetlidir." dedi kendini patron sanan çalışana dönerek. "Alt caddeye İstanbul'da da şubesi olan bir mekan açılmış. Oraya gideceğiz."

Bıkkınlıkla nefesimi vererek başımı eğdim. Sabahtan beri bahsedip durduğu yer orasıymış demek. Ellerimi parkanın cebine koyup yürümeye başladım. Gittiğimi bile fark etmezlerdi zaten. Yavaş yavaş attım adımlarımı. Havanın tadını çıkarmak istiyordum. Kış olduğu için her gün bu havayı soluyabilirdim ama bu hislerle değil. Şimdi buna ihtiyacım vardı.

"Gelmeyecek misin?"

Çetin'in sesiydi. Arkamı dönmeden bağırdım. "Hayır."

"Güzel bir yermiş, kafa dağıtırız hem, bugün kötüydün." dedi yanımda biterken.

"Gerek yok," dedim. "iyiyim ben." İyiydim gerçekten.

"Diğerleriyle de tanışma fırsatı olur işte. Nasıl olsa sürekli yüzünü gördüğün insanlar."

"Kalsın." dedim arkamda bıraktığım kalabalığı tanıma fikrinden bile iğrenerek. Kolumu tutup beni durdurdu. Çetin'in böyle bir hareket yapmasını beklemezdim. Hızla geri çektim. Yapmaması gereken bir şey yaptığını anlayarak bir adım geriledi.

"Tamam, sadece ben istediğim için gelemez misin?"

Onun için bir yere gidecek değildim. Ama içimde bir his gitmemi fısıldıyordu. Ben bu sesi bir sene önce duymuştum en son. Ali geldi, duymadım bir daha da. Ali susturdu bu sesi. Şimdi o yok.

"Çok uzun kalmam." dedim. Fısıltı zihnimi devraldı. Ayaklarım gidiyordu ama ben istediğim için değil, zihnimdeki ses öyle diyor diye.

Bahsettikleri mekanın önünden geçmiştim. Öyle yerleri biliyordum. Kimsenin kimseye karışmadığı, eğlenmek için uygun ama gecenin sonunu hatırlamak isteyenler için doğru bir seçim değildi. Oraya giderken portakal suyu içmeyeceğimin farkındaydım. Zihnimdeki fısıltı bir şeyleri özlemişti.

Kapı eşiğinden geçtikten sonra fısıltının beni geri döndüremeyeceğinin farkındaydım. O eşiği geçtim. Eşikten sonrası kafamdaki ses ve benim savaşımdı. Bir sene önce kazandığımı ve asla tekrarlanmayacağını düşündüğüm savaş.

Yeni açıldığı için sakin olan mekanda bar tezgahının kenarında boş bir yere oturduk. Gecenin erken saatleri olduğu için yavaş bir şarkı çalıyordu. Sakin bir yer gibiydi ama böyle yerler belli olmaz. Gecenin sonunda karakolda ifade verirken bulabilirsin kendini. Üstelik bu sefer gelip seni kurtarabilecek bir Ali de olmaz.

Yüzümü avucumun arasına aldım. Kalkıp gidebilirdim. Kalkıp gidebilirdim. O an kalkmam gerekirdi. Kendimde o gücü yakaladığım anda Çetin'in sorusuyla iradem tuzla buz oldu.

"Bir şeyler içer misin?"

Yanı başımda oturuyordu ve soru sormak için biraz daha eğilmişti. Yüzüne baktığımda fazla yakın olduğunu fark edip başımı geri çektim.

"Sen ne alacaksın?"

"Miller sanırım. Bana dokunuyor fazlası." dedi. "Öyle bakma, gerçekten alışık değilim."

"Peki," dedim. "bana da aynısından söyle."

İnsan hata yapar. Ya da hata değil. Basbayağı yanlışa koşarak gider. Bu anlarda annesinin babasının yüzünü silmeye çalışır zihninden. Doğru olduğunu düşündüğü insanların yüzü elem verir. Ben annemin ve babamın yüzünü üniversiteye başladığım sene ilk kez içki içtiğimde silmiştim. Şimdiyse zihnimde canlanan sadece Ali'nin yüzüydü.

Ali'nin yüzü. Ali'nin kırıklarla dolu yüzü. Hayal kırıklığı.

Onu asla zihnimden silemem. Ama o yanımda değilken beni durdurması da mümkün değildi.

.

Kaçıncı bardağa geçtiğimi hatırlamıyordum. İlk içkiden sonra neden başka içkileri denemeye başladığımızı bilmiyordum. Masadakiler birbirleri arasında muhabbet ederken öylece yüzlerine baktım. Esmer olan kızın ismi Elçin, sarı ve kıvırcık saçlı olan Zeynep, kendini patron sanan adam Kaya, gözlerini Zeynep'e dikmiş adam Yağmur'du. İsimlerini ne zaman öğrendiğimi hatırlamıyordum. İçlerinde beni ağladığımda giyinme odasına bırakan kız yoktu. Belki de vardı, hatırlamıyordum yüzünü. Sanırım hiç bakmamıştım bile yüzüne.

Başımı Çetin'e çevirdim. Yüzü yüzümün hemen yanındaydı. Avucumu yüzüne koyup başını geriye ittim. Elimi yüzünden indirdi ama bırakmadı. Çekmek istiyordum. Bunu gerçekten istiyordum ama kolumu bir türlü harekete geçiremedim.

"Elimi bırak." dedim.

Gözlerimin içine baktı. Elimi bırakmadı.

"Bırak." dedim. Önündeki şişeye baktım. Hâlâ ilk sipariş ettiği şişeyi bitirmemişti. Şişe sallanmaya başladığında gözlerimi kapatıp bu görüntünün geçmesini bekledim. O anda dudaklarımın üzerinde bir şey hissettim. Gözlerimi açtım. Çetin'in yüzü bu sefer yüzüme daha yakındı. Burnundan çıkan nefesi yüzümde hissediyordum. Dudağı dudağımın üzerindeydi. Beni öpmeye çalışıyordu. Elindeki elimi hızla kurtarıp yüzünü ittim.

"Bırak." diye bağırdım. Geri çekildi. Kenara bıraktığım parkayı alıp hızla kalktım. İçeriden nasıl çıktığımı hatırlamıyordum. Kapıdaydım en son. Parkanın ceplerinde telefonumu aradım.

"Niye bu kadar cebi var bunun ya?"

İç cebinde buldum telefonu. Ekranını açtım ama hiçbir şeyi seçemiyordum. Tüm yazılar hareket ediyordu. Telefonu iki elimle sıktım, böyle yapınca yazılar duracak diye düşündüm. Durmadılar. Uygulama resimlerinden seçebildiğim kadarıyla rehbere girdim. Yazılar hâlâ hareket ediyordu. En üsttekine tıklayıp çalmasını bekledim. Kimi aradığımı anlamak için ekrana baktım ama harfleri seçemiyordum.

Çaldı. Çaldı. Çaldı. Üçüncü çalıştan sonra nezaket gereği kapatılır. Çaldı. Çaldı. Çaldı. Bende nezaket yok. Çaldı.

"Efendim?"

"Ali," dedim bağırarak. "sen beni engellememiş miydin? Yani beni, yani numaramı işte. Nasıl aradım ben seni şimdi? Cevap versene. Ali, sensin değil mi?"

"Benim." dedi sadece.

"Biliyorum zaten." dedim karşıdaki dükkanın bir türlü yerinde durmayan tabelasına bakarken. "Sarhoşum ben. Aşkından sarhoş oldum. Şaka şaka. Çok içtim. Midem bulanıyor."

Elimi karnıma bastırıp bulantının geçmesini bekledim. Geçmedi.

"Neredesin sen?"

"Nerede miyim?" dedim. Başımı kaldırıp önünde durdurduğum yerin adını okumaya çalıştım. Tabeladaki ışık çok parlıyordu. "Kafenin alt tarafındaki caddedeyim. Yeni açılan bir mekan var. Arkadaşlar söyledi. Çok eğlenceliymiş. Yalan söylüyorlar. B.k gibi yer."

"Neden gidiyorsun ki öyle yerlere sen sev-" birden konuşmayı kesti.

"Çetin çağırdı. Kötüydün, dedi, iyiyim, dedim. İyiydim, gelmek istemiyordum ama... Ama kafamda bir ses vardı Ali. Susturamadım. Çok içmeyecektim. Hatırlamıyorum sonra içmeye devam ettim. Sonra her şey hareket etmeye başladı. Bir de Çetin var... Beni öptü. Ben onu öpmedim. Yemin ederim onu öpmedim. Ben sadece seni öptüm. Ama artık seni de öpemiyorum. Hakikaten ben seni neden öpemiyorum? Ben söyleyeyim mi niye olduğunu? Çünkü sen o sakallı adamlar gibi olacaksın. Şeyh mi olacaksın Ali? Ali?"

Telefonu çevirip baktım. Arama kapanmıştı. "Ali." diye bağırdım ekrana doğru. Cevap gelmedi. Ağlamaya başladım. Ağlamak istemiyordum ama kontrol benim elimde değildi. Zihnimi yöneten ben değildim o an.

"Ali, niye kapattın ki? Yemin ederim ben onu öpmedim." dedim yüzümü avucuma kapatırken. Midem hâlâ bulanıyordu ama kusamıyordum da. Kussam rahatlayacaktım.

"Kalk yerden."

Kafamı kaldırdım.

"Ali?" dedim. "Sakalların uzamış."

"Vera kalk yerden."

"Kalkmayacağım." dedim. "Midem bulanıyor Ali."

Sağa sola bakıp başımı dayayacağım bir yer aradım. Yoktu. Dik duramayacağımı fark edince yavaşça yere koydum başımı.

"Vera, lütfen yapma bunu. Kalk hadi, gidelim."

"Kalk-ma-ya-ca-ğım."

Gözlerimi kapattım. En son ne zaman uyumuştum? Uykum vardı. Gözlerimi bir daha açmadım ama hemen uyumadım da. Vücudum birinin kucağına taşındığında iyice sarıldım o bedene. Kokusu çok tanıdıktı. Ben bu kokuyu içime çekerek uyumuştum çok zaman. Annemden başka kokusunda uyuduğum tek kişiydi. Annemden başka sevdiğim tek kişiydi. Babam alınmasın. Bu öyle bir sevgi değil.

-

(asaf hâlet çelebi)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top