8 | Kartal'ın Krallığı
Kıvrılarak gökyüzüne ulaşan ağaçların arasında, karanlıktan her an birilerinin çıkabileceği düşüncesiyle, uzun süre yürüdüler. Kurumuş yaprakları çiğneyen ayakları, her defasına ürkmesine sebep oluyordu. Gözünün önüne Korbolko titrek bir şekilde canlandı. Güvendeydi. Korkamaması gerekirdi.
Yine de buna engel olamıyordu. Çünkü tehlike sadece Klaudlar değildi. Atilla için her şey tehlike arz ediyordu. Uçan kuşlar, ağaçlar, insanlar, pasifler, her an ortaya çıkabilecek mitolojik canavarlar ve tabii ki Kartal'ın Krallığı... Geçmişte hiç suç işlememesine rağmen Pasif olması insanlar tarafından nefretin başrolü olmasına sebep olmuştu.
Her şey bir yana, vücudu yorgundu ve istediği ilk şey şikâyet ettiği evine gidip, birkaç saat uyumaktı. Artık havalandırmanın o uğursuz sesi bile ona büyük bir lüks gibi geliyordu.
Yorgun adımlarla ormanı aşıp, saray ve ormanı birbirinden ayıran nehre geldiler. Nehrin hırçın sesi, onların içlerindeki fırtınaları yutabilecek kadar güçlü görünüyordu. Atilla ay ışığının düştüğü nehre baktığında kendini nehre bırakmak ve sonsuza dek uyumak istemişti.
Bu düşünceyi atmak istercesine başını iki yana salladı. Haluk yaralarına rağmen hızlı adımlarla nehre yaklaştı, ayağının ucunu suya dokundurdu. Nehir birden patlak vererek gökyüzüne fışkırdı. Hatta birkaç damla Atilla'ya kadar ulaştı. Alnına ve saçlarının arasına damlayan birkaç damla nehir suyu bir asit gibi alnını yaktı. Atilla elinin tersiyle alnını silerken, katılaştırıcı balıkların oluşturdukları köprüye yaklaştı. Haluk omzunun üstünden Atilla'ya baktı. Yeşil gözleri karanlığa dönmüştü. Atilla yanına ulaşınca göz temasından kaçındı, içten içe korksa da köprüye ürkek bir adım attı. Köprü taş kadar sertti ve oldukça sağlam görünüyordu.
Tok ayak sesleri ve nehrin gürültüsünün yanında ortam hayli sessizdi. Atilla bu sessizlikten kuşkulandı. Ama ilerlemekten ve etrafına bakınmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Lacivert gökyüzüne, ağaçların dallarına ve sarayın duvarlarına baktı ama onu gözetleyen hiçbir varlıkla karşılaşmadı. Yine de hırkasının kapüşonunu başına çekip kızıl saçlarını gizlemek istedi. Oldukça dikkat çekiyordu.
Sarayın büyük kemerli kapısına geldiklerinde, Haluk Atilla'nın önüne geçti. Eğilip reverans yapınca Atilla sersemce ona ayak uydurmaya çalıştı. Haluk başını kaldırmadan, kapıya bakarak, "Korbolko'nun yeni sahibini, Kralın huzuruna getirdim. Kapıları açın." Duraksadı. Ardından Atilla Haluk'un dişlerini gıcırdattığını duydu. "Sevgili simorlar," diye ekledi ağzının içinde. Atilla başını hafifçe kaldırıp Haluk'a baktı ama geride kaldığı için bir şey göremedi.
Sarayın büyük kapıları gürültüyle açılmaya başladığında her ikisi de doğruldu. Haluk tekrar eski kibirli ifadesine büründü ve ikisi birlikte içeriye adım attılar.
Duvarların arasındaki boşluklarda cam ile içeride tutulan kızıl alevler ortama loş bir hava katıyordu. Atilla ve Haluk içeriye girip bir süre ilerledikten sonra büyük kapılar kapandı. Zeminle buluşan ayaklarının çıkardıkları tok sesler sarayın boş koridorunda duvarlara çarpıp geri dönüyordu.
Taş duvarların arasında ilerlerken, bir baykuş köşeyi dönüp önlerinde durdu. "Beni takip edin." Deyip ustaca dönüş aldı ve kanat çırparak onlara yol göstermeye başladı.
"Yolu bilmiyormuşum gibi muamele yapıyorlar." Diye homurdandı Haluk. Atilla çevresinde yoğun bir öfke hissetti. Neyse ki bu kez öfke ona dokunmadı.
Baykuş onları sonu görülmeyen merdivenlere getirdi. Uçmak kolaydı ama yukarıya baktıkça kaybolan merdivenlerin görüntüsü, Atilla'yı yolun başında yormaya yetmişti.
"Buradan yukarı çıkamayız! Bu... Bu intihar." Diyerek merdivenlerin başına oturdu ve sırtını duvara verip kaydı.
"Sana iyi günler Haluk! Ben uyuyacağım." Gözlerini kapattı ama tüm algıları açıktı. Açıkça Haluk'un tepkisini merak ediyordu. Yırtılmaya müsait tişörtünü tutup onu ayağa kaldırabilirdi. Ya da üzerine basıp geçebilirdi. En kötüsü tüm sarayda sesi duyulabilecek derecede bağırabilirdi- ki bu çok onur kırıcı olurdu-. Ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Atilla merakla tek gözünü açtı. Karşısında, merdivenlerin öteki ucunda tıpkı onun gibi uzanmış Haluk vardı.
"Eee, bir şey söylemeyecek misin?"
"Hayır."
"Yaka paça yukarı götürmeyecek misin?"
"Hayır..."
"Immm, peki ya üzerime basıp pislik bir Pasif olduğumu-"
"HAYIR!" diye bağırdı gözlerini aralayıp. "Birazdan birileri geri dönecek, o zamana kadar dinlen. Her zaman biz bekleyecek değiliz, biraz da Kralımız beklesin." Dedi yarım ağız gülerken. Başını taş duvara yasladı ve gözlerini kapattı. Atilla loş ışıkta görebildiği kadarıyla etrafına baktı ama kimse yoktu. Tereddüt ederek gözlerini kapattı ve az da olsa dinlenebilmeyi umdu.
*****
Birkaç dakika merdivenlerde oturmuşlardı ki, bir grup muhafız yanlarında bitivermişti. Atilla sorun çıkarmak için bir süre daha oturup oturmayacaklarını anlayabilmek için göz ucuyla Haluk'a baktı fakat o çoktan ayağa kalkmış, asil bir hareketle tozlanan kıyafetlerini sirkelemişti. Bunun üzerine kendisi de aynı hareketi yapıp uzadıkça uzayan merdivenleri tırmanmaya başlamıştı.
Merdivenleri çıktıkları süre boyunca onu nelerin beklediğini düşünmeye başladı. Aklına gelen tüm sonuçları bir köşeye not edip söyleyeceklerinin ufak bir taslağını oluşturdu. Daha önce hiçbir Pasif Efendi olmamıştı ve Atilla bir ilkti! Kartal'ın Krallığı onu ödüllendirecek ve belki de ailesine yeni bir ev tahsil edecekti! E tabii bunları duyan Alper bir daha asla kendisini küçük düşüremeyecekti. Korbolko ile yeni numaralar da öğrenirse, havasından geçilmezdi artık.
Bu düşüncelerle tatmin olurken kendini Büyük Salon'un devasa kapıları önünde buldu. Kapıların iştihamını gören Atilla ağzı açık birkaç saniye kapılara baktı. Fakat hemen sonra Haluk'un uyarı bulunduran öksürüklerini duyunca hemen toparlandı. Kapılar iki yana açılırken, holdeki ışıksızlık son buldu. Çünkü Salondan gelen ışık holü boylu boyunca aydınlatmıştı.
Kalbi hızla atarken Haluk ile Büyük Salona girip, tahtın önünde durup Krala selam verdiler. Atilla o ana kadar sadece parlak zemini görebilmişti. Kral konuşmadığı sürece etrafına bakamazdı. Terleyen avuçlarını pantolonuna silerken, ödüllendirileceği anı bekledi.
"Eski Arayıcı Haluk Engin." Dedi Kral ve Haluk doğrulup başıyla selam verdi. Atilla heyecanla sırasını beklerken, başının döndüğünü hissedebiliyordu. Gözünün önünde beyaz halkalar uçuşuyordu.
"Pek umutlu olmasak da sana verdiğimiz görevi başarıyla yerine getirdin. Şimdi gidebilirsin." Atilla birkaç saniyeliğini başını kaldırıp Haluk'a baktı. O an tüm hisleri parçalanmıştı. Uğursuz düşünceler zihninden içeri sızmaya başlamıştı. Sandığı gibi ödüllendirilmeyecekti. Korkuyla başını eğdi ve zemine bakmayı sürdürdü. Gözünün önündeki beyaz halkalar çoğalmıştı. Tüm dikkatini topladı ve sesleri dinledi.
"Kartal'ın Kral'ı, bildirmek istediğim bir konu var." Dedi Haluk ve Atilla anında gitmediği için rahatladı.
"Seni dinliyorum." Dedi Kral fakat bundan hoşnut olmadığı açıkça seçilebiliyordu.
"Saraya doğru gelirken, Klaud halkından bir grupla savaşmak zorunda kaldık. Görünen o ki; kapıları çoktan aşmış-"
"Bu ne cüret!" diye bağırdı Kral. Atilla yerinde hoplamıştı ve sıranın kendisine gelmeyeceğini düşünerek başını kaldırıp etrafına bakmıştı.
"Kapılar ağaç tarafından bizzat korunmakta. Yüzlerce muhafız şehri vardiyalı olarak gezmekte. Bir arayıcı olarak bilmediğin noktalar hakkında yorum yapman ne kadar da küstahça!"
Atilla kocaman gözlerle Haluk'a baktı fakat Haluk'un çehresi hiç değişmemişti. Kararlı bakışlarla Kral'a bakıyordu. "Kapıları bir şekilde aşmışlar, Efendim. Önlemimiz almazsak atalarımızın çabaları boşa gitmiş olur."
Kral'ın gözleri kısılırken ayağa kalktı ve tüm ihtişamıyla Haluk'u süzdü. "Ne gibi önlemlerden bahsediyorsun? Orduyu kapılara yönlendirip sarayı güçsüz bırakmamı mı istiyorsun? Ağaç savunmasız mı kalsın?"
Kalbi hızla çarparken Haluk'un yüzünden ufak bir gülümseme geçti. "Yanan ağaçtan mı bahsediyorsunuz. Hatırlatmak isterim: Korbolko ağacı yaktı. Rengârenk yapraklardan bir tane bile kalmadı. Ağaç yok oldu."
Saniyeler birbirlerinin içine geçmiş gibiydi. Ortamdaki ısı ve gerilim aniden artış gösterdi ve o an Atilla'nın kalbi duracak gibi oldu. Ağacı mı yakmıştı? Peki, şimdi ne olacaktı? Bakışları zemine kilitlenmişken herkesin ona baktığından emindi. Hiçbir şey hatırlamıyordu.
"Asıl konumuza gelmemizi sağladığın için teşekkür ederim Haluk. Çocuğu alın." Kapının önünde dikilen iki muhafız ona doğru yaklaşmaya başlamışlardı. Korku dolu gözlerle Haluk'a baktı fakat ona bakmıyordu. Onu buraya bunun için mi getirmişti. Tutuklanacağını bile bile bunu ona yapmış mıydı?
Geriye doğru titrek bir adım adım attı. On yedi yaşında tutuklanmak zorunda mıydı? Üstelik bir suçu yokken. Muhafızla yanına geldiler ve koluna girdiler. Atilla saray görevlilerine, Kral'a ve sonunda ona bakma tenezzülüne girmeyen Haluk'a baktı. Ne hissettiğini bilmiyordu. Korku? Hayal kırıklığı?
Atilla zorluk çıkarmadan adım atmayı başladı. Salonun ortasına kadar yürüdü. Sonra her şey idrak edemeyeceği kadar hızlı gelişti. Salonda bir kuşun yüksek sesle ötüşü yankılandı. Muhafızlarla birlikte Atilla da durdu fakat o an omuzlarından taşındı ve göremediği bir yere yumuşakça bırakıldı. Atilla başını kaldırıp baktığında Korbolko önünde kanatlarını açmış ve muhafızlara tıslamaktaydı. Bir tür tehditti ve muhafızla oldukları yere çivilenmiş gibi durmuş birbirlerine bakıyorlardı. Atilla Haluk'a baktı. Gülümsemesini bastırmaya çalışıyor gibiydi.
"Korbolko, hemen sarayı terk etmeni istiyorum. Bu, Kral'ın emridir."
Korbolko kanatlarını kapattı. "Ne zamandan beri Kartal'ın Krallığını bir balık yönetiyor?"
Atilla ayağa kalktı ve Korbolko'nun yanında durdu. Korbolko'nun konuşabildiğini hiç düşünmemişti. Bu yüzden de şaşırmıştı ama bunu açık etmedi.
"Aradan yüzyıllar geçse de, hala küstahsın. Bu sözleri bana savaştan kaçmış bir kuş mu söylüyor?" Korbolko'dan büyük bir ısı yükseldi. "Sözlerine dikkat et insan." Dedi tehditkâr bir sesle. "Yoksa kızını asla bulamazsın."
Herkes Korbolko'nun sözlerine anlam verebilmek için birbirlerine baktı. "Ne demek istiyor-" Kral sözlerine devam edemedi çünkü Salonun kapısı gürültüyle açıldı. Bir Simor içeri daldı ve koşarak Kral'ın önüne geçip eliyle selamladı.
"Prenses, kaçırıldı." Dedi nefes nefese. Odada büyük bir gürültü patlak verdi. "Sessiz olun." Diye araya girdi Kral. "Kim kaçırdı?" Soğukkanlılıkla soru sorabilmişti. Atilla Korbolko'ya baktı. O kaçırmış olabilir miydi? Bu konuda karar veremiyordu çünkü henüz onu tanımıyordu.
"Bağışlayın efendim ama Klaudlar olduğuna eminiz."
Bunun üzerine Korbolko garip bir ses çıkardı ve dikkatleri üzerine topladı. "Sırtıma bin evlat." Atilla dediğini yaptı. Elleriyle yumuşak kırmızı kürkü tuttu ve Korbolko havalandı. Kuş daire çizerek en yükseğe çıktı. Şov yapıyordu. Havada keskin bir dönüş aldıktan sonra pike yaptı ve balkona açılan pencereden hızlı bir çıkış yaptı. Rüzgâr Atilla'nın kızıl saçlarının arasında dans ederken kollarını bıraktı ve havada olmanın tadını çıkardı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top