6 | Ilgaz'ın Barakası

Multide tanıtım videomuz var! 

Ilgaz'ın Barakası, Olivia şehrinin başladığı, sessiz bir yerde bulunuyordu. Barakanın çevresinde, sonbaharın etkisiyle dökülen sarı yapraklar vardı. Çatıda, suyun sızabileceği büyüklükte delikler bulunuyordu. Barakanın küçük, her an yerinden çıkabilecek bir kapısı vardı. Kapının tokmağı kırılmıştı. Güneşin ışıkları, doğuya bakan pencereden içeriye giriyordu. İçerisi insanların tahminlerini doğrular biçimde tozlu ve dağınıktı. Günün son ışıkları barakanın içinde loş bir ortam oluşturuyordu.

Ahşaptan yapılmış bu barakada insanlar bulunmak istemiyorlardı.

Kapının hemen önündeki yatak göze çarpan ilk detaydı. Yatağın altında iki tane üst üste olmak üzere; altı tane çekmece vardı. Birkaç çekmecenin kulpu yoktu. Birkaçının kulpları ise düşmek üzereydi. Yatağın altındaki çekmecelere kadar uzanan kirli bir halı vardı. Halının birkaç yerine çiziğe benzer yırtıklar bulunuyordu ancak dikkatli bakılmazsa fark edilmeyecek cinstendi. Yatağın karşısında uzun bir masa da vardı. Masanın bir köşesinde birtakım otlar bulunurken; diğer köşesinde kutuların içinde araç gereçler bulunuyordu. Bir dolu tabak masanın ortasına yığılmış, üzerlerine kaşıkları rasgele bırakılmıştı.

Kapının üzerinde askılar vardı. İki tane yamaları bulunan ceket, paçalarına çamur bulaşmış bir pantolon ve bir de şapka askıya düzensizce asılmıştı. Kapının tam karşısında, eski bir soba vardı.

Burada yaşanılabildiği insanları hayli şaşırtıyordu. Sağlam olan tek bir araç ya da kıyafet yokken Ilgaz'ın yıllarını geçirdiği bu baraka bir ilke imza atıyordu.

Barakanın kapısı ani bir hareketle açıldı ve içeriye iri yarı sayılabilecek bir adam girdi. Attığı adımlar yerdeki tozları havaya kaldırıyordu. Beyaz tenli, gür kahverengi saçlı ve normal erkeklere göre iri vücudu olan Ilgaz öksürerek kollarındaki birkaç otu ve meyveleri masanın üzerine dağınık bir şekilde bıraktı. Ilgaz'ın öksürükleri barakayı yıkabilecek şiddetteydi. Burnunu gürültüyle çektikten son yeni getirdiği, kırmızı renkli ottan bir tutam kopardı. Geniş bir tabak eline aldı ve inceledikten sonra boş bir alana bıraktı. Parmaklarıyla ufaladığı otu tabağın içine attı ve siyah matarasındaki suyu, tabağın içine döktü. Tabakların üzerindeki kaşıklardan rastgele bir tane aldı ve ot ile suyu karıştırmaya başladı. Ne kadar çekerse çeksin akan burnunu koluna sildi ve işine devam etti.

Yatağın üzerinde uyumakta olan Atilla ani bir hareketle doğruldu ve ardı ardına nefes aldı. Yarı çıplak bir şekilde etrafına bakarken karanlık zihni en son ne yaşadığını bulmaya çalışıyordu.

Vücudunun yandığını hissederken, "Neredeyim ben?" diye sordu. Ilgaz omzunun üstünden, uyanan Atilla'ya baktıktan sonra tekrar önüne döndü ve işine devam etti. Atilla'nın kulakları uğulduyordu ve gözleri pek de net görmüyordu. Seçebildiği tek şey kabataslak bir insan vücuduydu.

"Uyandın demek, koca oğlan." Dedi Ilgaz boru gibi sesiyle ve tekrar öksürmeye başladı. Atilla vücudunu daha fazla ayakta tutamayınca yatağa düştü. Tavan dönmeye başlayınca Atilla gözlerini yumdu.

"Burası..."

"Ah," dedi Ilgaz yeni bir şey hatırladığını belli edercesine. "Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyor olmalısın. Seni buraya taşıdığımda yarı baygındın, hatırlamaman normal."

Kafası karışan Atilla gözlerini araladı. Vücudu hala yanıyormuş gibiydi. Hatta bir an eliyle vücudunu yokladı ancak ateşten eser yoktu. "En son... En son Cemal'den kaçıyordum."

Ilgaz arkasını döndü kahkaha atarken. "Koca oğlan, en son hızla düşüyordun..."

"Ne? Böyle bir şey hatırlamıyorum." Diye çıkıştı Atilla.

Ilgaz omuz silkip işine döndü. "Düşün bakalım hatırlayacak mısın?" dedi ve bir kahkaha daha attı. Atilla gözlerini kırpıştırdı ve görüşü yavaşça düzelmeye başladı.

"Evet, evet, en son Cemal'den kaçıyordum."

"Peki, öyle olsun koca oğlan." Dedi.

Atilla doğruldu ve arkası dönük olan Ilgaz'a öfkeyle baktı baktı. "Cemal mi beni buraya getirdi?"

Ilgaz bir kez daha kahkahaya boğuldu. "Ahmak," diye mırıldandı. Sesi alçaldıkça kulağa daha kalın geliyordu.

Elinde tabakla, yatağa doğru birkaç büyük adım attı. Atilla korkuyla Ilgaz'a bakarken, Ilgaz babacan bir tavırla gülümsedi ve dizlerinin üzerine çöktü.

"İç," dedi Ilgaz elindeki tabağı uzatırken. Atilla yüzünü buruşturarak, kırmızı otların yüzdüğü suya baktı.

"Benden bunu içmemi mi istiyorsun?" diye sordu hayret içinde. Ilgaz yanıt vermeyip "İç." Diye tekrarladı.

"Bak ne diyeceğim, delirmişsin sen. Bu içilmez ki. Iyy baksana içinde çamurlu otlar yüzüyor. Pasif olduğum içi beni zehirlemeyi mi çalışıyorsun, anlayamadım doğrusu."

Ilgaz'ın yüzünde muzip bir ifade belirince Atilla gerildi ama Ilgaz Atilla'nın beklemeyeceği bir hareket yapıp elindeki tabağı halının üzerine bıraktı.

"Ne yapmaya çalışıyor-" Ilgaz, Atilla'nın yanaklarını eliyle sıkıştırmış, ağzını açmasını sağlamıştı. "Bono bok Olgoz-" Boğuk çıkan kelimelerini tamamlayamadan Ilgaz boştaki eliyle tabağı dudaklarına dayamıştı. Bir dolu ot ve su boğazının aşağıya aktı. Atilla'nın midesi çalkalanmaya başlamıştı.

Tabaktaki su ve otun yarısını yutmuş, diğer yarısını ise ağzının kenarlarından kayıp, çıplak göğsüne yol almasına şahitlik etmişti. Tabaktaki iğrenç karışım bitince Ilgaz ayağa kalktı. Atilla kirli halının desenlerine bakarken birkaç kez öğürdü. Midesindeki her şeyin yukarı çıkmak için çabaladıklarının farkındaydı. Ağzında iğren bir tat vardı. Bu da daha fazla öğürmesine sebep oluyordu.

Ilgaz, Atilla'ya iğrendiğini belli eden bir ifadeyle baktı. "Ben onu her gün içiyorum, senin gibi kussaydım her seferinde, şu an ölü olurdum herhalde." Dedi alayla.

"Kusmadım." Dedi Atilla ardından tekrar öğürdü. Eliyle ağzını kapattı.

"Şu lanet şeyi neden içirdiğini sorabilir miyim?" dedi öfke kusarcasına. Ilgaz masanın önüne geçip bir şeyler yapmaya başladı.

"Ah onu mu? Aslına bakarsan, hastalığa çok iyi geliyor, bu arada benim hazırladığım bir karışım bu." Atilla bunu duyunca bir kez daha öğürdü.

"Yani sen mi buldun mu?"

"Evet, evet," dedi heyecanlanınca daha kalın çıkan sesiyle. Atilla'nın başına bir ağrı saplandı. Bir anda yere düşünce Ilgaz dönüp Atilla'ya baktı. Atilla yerde kıvranmaya başladı ancak Ilgaz aldırmadı.

Atilla, "Neydi o?" diye sorsa da bir yanıt alamadı. Ilgaz işine döndü ve kendi kendine konuşmaya başladı.

"Gençler de çok güvensiz oluyorlar, ben olmasaydım, ölü olurdu. Ah, ben gençken hiç de böyle değildim." Uğraştığı tabaklardan biri yere düştü ve Atilla'nın ayakucuna yuvarlandı. Acı, geldiği gibi aniden gitmişti. Vücudunu hareket ettiremeden bir süre yerde kaldı. Anılarını hatırlamaya başladı.

Evden çıktığını ve Işık'ın Pasif olduğunu öğrendiği anlar süzüldü zihnine. Sonra Alper ile olan tatsız anlar, yeni gelen değişken Biray ve tören... Buraya kadar her şey normaldi ama daha sonra Atilla Işık ile kızıl bir kuşu yakalamak için koştuklarını gördü. Korkuyla atladıklarını ve insanların üzerine doğru düştüğünü... En kötüsü de ağacın yandığını.

İlk kez nefes alıyormuş gibi aniden sesli bir şekilde nefes aldı. Eliyle göğsünü yokladı ve dairenin içinde bir şeklin olduğunu fark etti.

Korku dolu gözlerini Ilgaz'ın bedenine dikti. "Neler olmuş öyle!"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top