8.Bölüm
Güneş şehrin en tepesine ulaşıp tahtından aşağıya iniyordu. Bu süre zarfında asfaltı yeterince ısıtmıştı. Bu sıcaklığın üzerine, iki araba yolda yarış yapıyormuşçasına ilerliyordu. Etrafta onların dışında kimse yoktu. Yol, sadece onlara ait yarış pistiydi.
Sivil polis aracı, Yıldız'ın arabasına yaklaştı. Yıldız gazı sonuna kadar köklemişti ama araba daha hızlı gidemiyordu. Bu durum sinirini bozuyordu. Gaz pedalını ayağıyla kırmamak için kendisini zor tutuyordu. Yapabileceği bir şey yoktu. Daha hızlı gidebilen bir araba bulamazdı. Elindekiyle idare etmek zorundaydı.
Doğan hayatında daha önce bu kadar hızlı bir arabanın içinde olmamıştı. Gerçi bu zamana kadar kaçırılmamıştı da. Olaylar karşısında ne hissedeceğini kestiremiyordu. Her şey onun için çok farklıydı, çok yeniydi. Şaşırmakla korkmak arasında gelip gidiyordu. Henüz neler olduğunu kavrayamamıştı ki olaylara nasıl tepki vereceğini bilsin.
Polis aracı yandan Yıldız'ın aracına çarpıyordu. Arabayı devirecek gibi olsa da Yıldız kontrolü elinde tutmayı başarıyordu. Diğer arabayı kullanan kişiyle bazen göz göze geliyorlardı. Kendisine güldüğünü görüyordu. Gördüğü iğrenç sırıtışı adamın suratından silmek istiyordu.
Doğan, eğdiği kafasını biraz daha yukarıya kaldırıp camdan dışarıya baktı. İki araba neredeyse birbirine sürtünerek gidiyordu. Biraz daha zorlasalar arabaların arasından kıvılcım atacaktı. Gördükleri karşısında içindekileri haykırmamak için kendisini zor tutuyordu.
Bu yakınlıktan diğer aracın içini çok rahat görebiliyordu. Arabanın içinde iki kişi bulunuyordu. Arka koltukta oturan kişi kırklı yaşlardaydı. Siyah saçlı, top sakallı ve sert surat hatlarına sahipti. Oldukça iri birisine benziyordu. Üstünde siyah renk bir tişört vardı. Sanki bir şeyler söylüyor gibi ağzı hareket ediyordu. Yüz tipinden sinirli olduğu anlaşılıyordu. Şoför koltuğundaki kişiyse sarı saçlıydı. Şoförün yüzü görünmüyordu. Direksiyonu kullandığı ince kolundan, üzerine kırmızı renk oduncu gömleği giydiği belli oluyordu.
Zaman geçtikçe arabalar arasındaki rekabet daha fazla artıyordu. Onlar ilerledikçe asfalt yerini kumlu ve taşlı yollara bırakıyordu. Yıldız arabaya manevra yaptırdığında arabaların arası açılmıştı. Tekerleklerin altından yoldaki tozlar havaya kalkıyordu. Oluşan kum fırtınası görüş kabiliyetlerini kısıtlıyordu.
Doğan camdan dışarıya bakıyordu. Kum taneleri yeryüzüne geri iniyorken gördükleri zihninde ağır çekimde oynuyordu. Her bir kum tanesinin yere düşüşüne hayran kalmıştı. Normalde insanlar kaçırıldığı için endişelenirdi ama o öyle hissedemiyordu. Yaşadığı her saniye asla unutmak istemeyeceği bir anıyı oluşturuyordu. Zaten hayatında kaç defa böyle bir yarışın içine girme olasılığı vardı ki?
Diğer arabanın arka camı aşağıya indi. Top sakallı, Doğan'a doğru başını çevirdi. Her bir mimiğinden öfke yağıyordu. Bir anda silahını çıkarıp ateş etti. Kurşunun silahtan çıkması ve Yıldız'ın arabasının camını kırması sadece birkaç saniye sürmüştü. Bu birkaç saniye Doğan'ın ömründen yıllar çalmıştı.
Kurşun Doğan'a isabet edeceği anda Yıldız sol kolunu arkaya uzattı. Kurşunu havada tuttu ve onu tuttuğu gibi karşı tarafa geri attı. Kurşun, top sakallının sağ tarafını sıyırdı. Sıyrıktan sarımsı bir sıvı aktı ve sıyrık anında iyileşti. Sakallı, cebinden bir mendil çıkardı. Sarımsı sıvıyı silerken gözleri hala Doğan'ın üzerindeydi. Avına kilitlenmiş bir avcı gibi bakıyordu. Onu öldürmeden vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu.
Doğan, Yıldız' a baktı. Sonra kafasını, kurşunun kırdığı cama çevirdi. İçinden "Neyin içine düştüm ben?" diye geçirdi. Kaçırıldı, polisler tarafından takip edildi, bir de üstüne az daha ölüyordu. İlk kısımları için ne düşüneceğini bilemese bile öldürülmek istenmesi korkuyu vücuduna salmaya yetmişti. İşte şimdi gerçekten de kaçırıldığını ve işin ciddiyetini anlıyordu.
Koltuğuna gömüldü. Kendisini kaçıran kişi sayesinde az önce ölümden kurtulmuştu. Aldığı hızlı nefeslerle birlikte düşünceleri de hızlanıyordu. Kadının kurşunu eliyle tuttuğu an gözünün önüne geldi. Bir insanın refleksleri bu kadar güçlü olabilir miydi? Bir insan eliyle havadaki kurşunu tutabilir miydi? Neredeyse kendisini kaçıran kişinin özel güçleri olduğunu düşünmek üzereydi.
Beynini yaşadıklarına bir şekil verebilmek için zorluyordu. Aklına bir anda hastane odasındayken doktorun söyledikleri geldi. Yaşadıkları ve şu an yaşamakta olduğu şeyler... Arabanın aniden durmasıyla öne doğru savruldu. Düşüncelerini yerinde tutan tek güç emniyet kemeriydi.
Yıldız kafasındaki şapkayı çıkarıp yan koltuğa koydu. Dikiz aynasından Doğan'a baktı. Ne kadar korkmuş olduğunu görebiliyordu. Bunları yaşamasını hiç istemezdi ama yaşanılanlar geriye alınamazdı. Hiçbir şeyi değiştiremezdi. Yapabileceği ve yapmayı amaçladığı tek şey onu sonuna kadar korumaktı.
Aklındaki düşünceleri bir kenara koyup arkasına döndü. "Burada kal ve aşağıya eğil. Kafanı kaldırma ve ne duyarsan duy dışarıya bakmak yok. Kaçmaya da çalışma! İnan bana onlardan ben olmadan asla kaçamazsın! Yaşamak istiyorsan burada kal. Anladın mı? Son olarak, ben arabaya tekrar bindiğimde ben söyleyinceye kadar sakın bana bakma!"
Doğan olumlu anlamda kafa sallamakla yetindi. Emniyet kemerini çıkardı ve aşağıya oturdu. Yaralı bacağını yere uzattı. Diğer bacağını ise göğsüne doğru çekip kollarıyla sardı. Yıldız önüne dönüp boynunda, tişörtünün altında duran kolyeyi çıkardı. Biraz sonra olacaklar sırasında kolyesini kaybetmek istemiyordu. Arabanın anahtarını eline aldı. Kolyeyle anahtarı, koltuğun sol alt tarafındaki boşluğa sıkıştırdı. Arabanın kapısını açtı. Dışarıya çıkarken son kez Doğan'a baktı. Ona bir şey olmasına asla izin vermezdi. Onu kurtarmak için elinden ne geliyorsa yapacaktı. Arabanın kapısını kapattığı an çıkan ses, Doğan'ın bilinmezliğe biraz daha gömülmesini sağlamıştı.
Yaklaşık otuz metre ileride araç durmuştu. İki polis, aracın önünde bekliyordu. Top sakallı kollarını göğsünün üzerinde bağlamıştı. Sarı saçlı ise sıska bedenini arabanın önüne yaslamıştı. Arabanın üzerinde parmaklarıyla ritim tutuyordu. Oluşan sesin melodisi savaş çığlığını andırıyordu.
Yıldız birkaç adım ileriye gittiğinde polisler de aynı şekilde karşılık verdi.
"Çocuğu bize ver. Görevimizi yerine getirelim ve bu iş burada bitsin. Belki o zaman affedilirsin."
Yıldız, top sakallının dediklerine aldırış etmedi. Kimin ne söylediği umurunda değildi. Bundan sonra da umursamak gibi bir niyeti yoktu. Söylenenlere kulak asmadan göz ucuyla etrafa bakıyordu. Bulundukları mekan çimento kokusuyla hapsolmuştu. Birkaç tane inşaat alanı yan yanaydı. Kullanılan bütün malzemeler öylece ortalıkta duruyordu; tuğlalar, demirler...
Rüzgarın uçuşturduğu kokuları içine çekti. Hiçbir insanın kokusunu almamıştı, arabadaki hariç. Etrafta kimse yoktu ve bu istediği şeydi. Birazdan olacakları birilerinin görmemesi gerekiyordu. Çünkü: Birazdan vampirlerle insanların farkı gün yüzüne çıkacaktı.
Yüzünde ufacık bir gülümseme oluşmuştu. Çiçek toplamaya giden çocuklar gibi ilerledi. Uzun inşaat demirlerinin yanına vardığında eline birkaç tanesini aldı.
Top sakallı kollarını çözdü ve ileriye doğru hamle yaptı. "Bu saatten sonra sen bir ölüsün!"
Doğan, gözlerini çaresizliğe dikmişti. Dışarıda ki sesleri duyuyordu. İşittiği gürültü kulaklarını tırmalıyordu. Birileri ağır eşyaları bir oraya bir buraya atıyor gibi sesler çıkıyordu. Kafasını cama doğru çevirdi. Buradan kurtulmak için bir yol düşünüyordu. Bulamamıştı. Oldukları yere daha yeni yeni binalar yapılıyordu. Yakınlarda yardım isteyebileceği birileri olduğunu sanmıyordu. Arabayı eve kadar da süremezdi. Hem anahtarın yerini hem de yolu bilmiyordu. İçinden bir ses kaçmaya çalışırsa öleceğini üflüyordu ruhuna. Umutsuzluk içinde ayağa kalktı. Kendisini kaçıran kişinin söylediklerini hatırlıyordu ama onu dinlemeyip camın kenarından dışarıya baktı.
Yıldız, top sakallının içine demir parçasını geçirmişti. Onu inşaatta ki kolonlardan birine bağlıyordu. Yerden aldığı demir parçasını, top sakallının ağzına soktu. Adam gözleriyle konuşmaya çalışıyor gibi bakıyordu. Ağzından kan yerine sarımsı bir sıvı akıyordu. O sırada sarı saçlı, Yıldız'ın kafasına iki tuğlayla birlikte vurdu. Tuğlaların ikisi de kırıldı. Yıldız'ı kafasından tuttuğu gibi ileriye fırlattı. O an top sakallı üzerindeki demir parçalarını sökmeyi başarmıştı.
Doğan aşağıya çöktü. Kadının neden dışarıya bakmasına izin vermediğini anlamıştı. Bu olanlar bünyesine fazlaydı. Buradan hemen gitmeliydi. Buradan nasıl gidebilirdi? Öndeki koltuklara doğru yöneldi. Telefon arıyordu. Birilerini arayıp yardım isteyebilirdi. Gördüklerini anlatınca deli olduğunu söyleyeceklerdi. Şu an tımarhaneye bile kapatılmak umurunda değildi. En azından hayatının tehlikede olmadığından emin olurdu.
Bir telefon bulursa polisi mi arayacaktı? Zaten kendisini öldürmeye çalışanlar da polis değil miydi? Kendisini neden öldürmek istiyorlardı ki? Çıldırmış gibi bağırmak istiyordu. Niye birilerinin kendisini öldürmek istediğine anlam veremiyordu. Öldürülmesi için gerekçe arıyordu ama bu genç yaşında kime ne yapmış olabilirdi ki? Hastanedeyken doktorun söyledikleri kulaklarında dönüp duruyordu. Yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışıyordu ama olmuyordu.
Aklından düşünceler geçerken gördüğü her yeri inceliyordu. Henüz bir şey bulamamıştı. Koltukların kenarlarına bakmaya başladı. Elinin girdirebildiği her yeri kurcalıyordu. En sonunda şoför koltuğunun sol alt tarafında eliyle bir şeyler hissetti. Dokunduklarını avuçladığında elindekilere baktı. Arabanın anahtarı ve bir kolye vardı.
Anahtarı yere bıraktı ve kolyeye bakmaya başladı. Kolye bir yerden tanıdık geliyordu. Nereden hatırladığı bir türlü çıkaramadı. Birkaç saniye boyunca dikkatlice bakmaya devam etti. Zonklamaya başlayan kafasını biraz daha zorladı. Hatırladı. Dedesinin sandığındaki paraya benziyordu. Hatta aynısıydı. Aralarındaki tek fark bunun ucuna bir zincir takılmıştı.
İçinde kaybolduğu sorulara yenisi eklenmişti. Kadın bu parayı nereden bulmuştu? Daha önce hiçbir yerde rastlamadığı bu parayı nereden bulmuş olabilirdi? Yoksa dedesiyle kendisini kaçıran arasında bir bağlantı mı vardı? Bunun imkansız olduğunu düşündü. Nasıl bir bağlantı olabilirdi ki? Şu an avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu. Dışarıda olan kavgayı unutmuştu. Sesleri dahi duymuyordu. Kendisini bir an için dünyadan soyutlamıştı. Artık tek arzusu buradan kurtulmak değildi. Cevaplanması gereken sorular vardı ve cevabını da alacaktı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top