4.Bölüm
Güneş bütün güzelliğiyle şehrin üstüne doğmaya başladı. Güneş ışınları sanki doğayı tekrar canlandırıyordu. Yine de ormanın derinliklerine ışık neredeyse hiç uğramıyordu. Ormanın o bölümünde ağaçlar daha heybetli, otlar daha uzun ve kuşlar neredeyse hiç ötmüyordu. Çoğu insan o bölgenin lanetlendiğini bile söylüyordu.
Yıldız ormanın derinliklerine doğru gitmiş ve bir kayanın üstüne oturmuştu. Saçında birkaç tane yaprak duruyordu. Ayakkabısından dizine kadarlık kısım çamur içindeydi. Turhan'ın kolunda kalan son bir iki damla kanı emiyordu.
O bölgedeki tek vampir Yıldız değildi. Ormana yakın bir yerde Eda arabadan indi. Etrafta gezinmeye başladı. Kısa saçları rüzgarda uçuşuyordu. Üzerine giydiği siyah giysiler, minyon yüzünü biraz daha sert gösteriyordu. Ufak bir gezintinin ardından doğru iz üzerinde olduğunu sezmişti. Yıldız'ın kaybolmaya yüz tutmuş kokusunu hissetti. Kokunun geldiği yöne doğru ilerliyordu. Her adım atışında aldığı koku daha fazla artıyordu. Uzun bir yürüyüşün sonunda Yıldız'ı görmüştü.
Yıldız, kızın geldiğini fark etmişti ama umursamamıştı. Eda ile araları iyi olsa bile arkasına bakaya gereksinim duymamıştı. Kambur duran sırtını dikleştirip soğuk bir ses tonuyla konuştu. "Niye geldin?"
"Seni götürmek için."
"Neden?"
"Nedenini bilmiyorum ama önemli bir konu olduğu kesin."
Yıldız, oturduğu yerden kalkmak gibi bir düşünceye sahip değildi. Kafası yeterince bulanıktı. Biraz yalnız kalmak istiyordu. Yüreğindeki son hüzün kuruyuncaya kadar tek başına kalmak istiyordu. Derin hülyalara dalıp yok olmak istiyordu.
İsteklerinin yersiz olduğunun farkındaydı. Eda'nın kendisini için gelmesi bir sorun olduğunun habercisiydi. Asık suratıyla birlikte kayanın üstünden indi. Hantal adımlarla yürümeye başlayıp Eda'nın peşine takıldı.
***
Arabaya bindiğinde sırtını koltuğa gömdü. Kafasını cama çevirdi. Gözleri gökyüzüne baksa da ruhu yerin altını görüyordu. Bir an önce neden çağrıldığını öğrenip herkesten uzaklaşmak istiyordu.
***
Yaklaşık üç saatlik bir yol katledilmişti. Şehrin göz alıcı ihtişamı zirvede yerini almaya hazırlanıyordu. Ufak tefek yuvarlanan taşlarla birlikte araba dağın zirvesine doğru hareket ediyordu.
Araba ilerlemeyi bırakmıştı. Önlerinde büyük bir ilaç şirketi bulunmaktaydı. Şirket binası oldukça modern ve bir o kadarda doğayla iç içe bir mimariye sahipti. Uzaktan bakınca belli olmuyor ama yakınlaşınca "Ben buradayım!" diye bağırıyordu adeta.
Yıldız arabadan indi. Yüzündeki hayattan bıkmış ifadeyle şirketin kapısına doğru yürüdü. İçeriye girdiğinde hiç kimse üzeri kanlı bir kızı umursamamıştı. Sonuçta orada bulunanların hiçbirisi insan değildi. Üstelik kan içmek onlar için yaşam kaynağıydı.
Asansöre binip en üst katta indi Yıldız. İlerlemeye başladığı koridorun bir yanı gri duvarla kaplıyken diğer tarafı sadece camdan ibaretti. Camdan bakıldığında şehrin bütün manzarası gözüküyordu. Deniz, bir yerde yeşillikle bir yerde binalarla buluşuyordu. Mavi su bütün ihtişamıyla parıldarken insanların sahile akın etmeye başladığını tahmin ediyordu. Gözünü denizden binalara doğru çevirince katledilen hayatları görebiliyordu. Gökyüzüne kadar beton dökebilmek için ne yeşillikler feda edilmişti.
Ayağını yere sürte sürte giderken paçalarından çamur parçaları düşüyordu. Düşen çamurlar, yerin beyaz renkli fayanslarını kirletiyordu. Koridorun sonuna vardığında şirket müdürünün odası karşısında duruyordu. Kapıyı çalma adeti olmadığında aniden içeriye girdi.
***
Mete ceviz ağacından yapılma masanın üstündeki dosyalara bakıyordu. Yazıları okuyordu ama aklı dosyalarda değildi. Saatlerdir Yıldız'a söyleyeceği cümlelerin provasını yapıyordu. Söylediği her kelimeye dikkat etmesi gerekiyordu. Yıldız kafasına buyruk birisiydi. Ne isterse onu yapardı. Yasak olup olmaması umurunda olmazdı.
Kendisini düşüncelerine tutsak etmişti. Yıldız'ın koridorda dolaştığını dahi anlamamıştı. Aniden kapı açılınca aklı şimdiki zamana dönüş yaptı. Masanın üzerindeki dosyaları kapattı. Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Ciddi tavrı üzerindeki beyaz gömlek ve siyah pantolonla öne çıkıyordu. Siyah saçının at kuyruğu olması farklı bir hava katmıştı görüntüsüne.
Gece kadar koyu gözleriyle kapıya doğru baktı. Yıldız'ı kanlar içine görmeyeli yıllar olmuştu. Biraz olsun uslandığını düşünmeye başlamıştı oysa. Şu an ise yanıldığının farkındaydı. Yine de Yıldız'ın bu haldeyken bile sevimli olduğunu düşünmüştü. Elinde tuttuğu kolla ilgiliyse hiçbir yorumu yoktu. "Kapıyı çalmadın," dedi.
Yıldız, "Çok da umurumdaydı," der gibi Mete'ye bakıyordu. Ağzını açıp kelimeler sarf etmeye pek de niyeti yoktu. Belki de konuşacak gücü kendisinde bulamıyordu. İçinde kavrulduğu duyguları anlatacak kelime yoktu çünkü. Ruhu yanıyordu ama ne dumanı dışarıdan gözüküyordu ne de sönmeye niyetliydi ateşi.
Mete bütün dikkatini kızın elinde tuttuğu kola vermişti. "Elindeki kol," dedi ve durdu. Cümlenin devamını getirememişti. Diyecek pek de bir şey bulamamıştı. Yıldız'ın garip huylarına alışkındı ama bazen ileriye gittiğini düşünüyordu.
Yıldız düşünmeye ihtiyaç duymadan cevap verdi. "Sevgilim."
Böyle bir cevap duymayı beklemiyordu Mete. "Sevgilin! Bizi tanıştırmak ister misin?"
Elindeki kolu havaya kaldırdı kız. "Bu," dedi ve duraksadı. Adamın adını söyleyecekti ama hatırlamıyordu. Hatırlamak için de beynini yormadı. "Kendisi yeni sevgilim. Barda tanıştık. Sonra da biraz tur attık. Eğlenceli bir geceydi." Durdu ve gözlerini kola çevirdi. Sanki kolun kulağı varmış gibi kola doğru kısık sesle konuşmaya başladı. "Şu masada oturan Mete. Kendisi biraz eski kafalı ve sıkıcıdır. Bu bölgenin kralı diye bana emir verebileceğini düşünüyor ama ben özgür bir vampirim. Uslu bir çocuk gibi göründüğüne aldanma. Sinirlenirse krallara bile kafa tutuyor."
Mete, Yıldız'ın söylediklerini duymuştu. Gülümseyecek gibi oldu ama ciddiyetini korumaya devam etmek zorundaydı. Onu buraya önemli bir konu konuşmak için çağırmıştı. Asla gülmemeliydi. Ciddiyetini bozmamalıydı.
Yıldız tuttuğu kolu aşağıya indirdi. "Beni neden çağırdığını söyleyecek misin?"
Mete sert ve ciddi bir üslupla konuşmaya başladı. "Yarım asır boyunca gayet uslu durmuştun. Dün gece olanlar..."
"Biraz taze kan içmiştim o kadar." Yıldız elinde tuttuğu koldan kan içmeye çalıştı. Gerçi kolda tek bir damla kan kalmamıştı. Yine de damarı pipet niyetine kullanmak hoşuna gidiyordu.
Mete ise usanmış bir şekilde konuşmaya devam etti. "Emin misin? Seni gören birisi..."
Yıldız, Mete'nin sözlerini yarıda kesti. "Ben gittikten sonra birisi geldi. Sonuçta beni görmedi."
"Onun seni gördüğünü ikimizde gayet iyi biliyoruz!"
Sadece birkaç saniyeliğine ortamı geren bir sessizlik oluştu. İkisi de sadece birbirine bakıyordu. Bu durumu bozan Mete olmuştu. "Bundan sonra arkanda şahit bırakmazsan sevinirim. Senin arkanı temizletmek istemiyorum."
"Ne demek istiyorsun?"
"Dün gece birinci kuralı çiğnedin. Ne yapılması gerektiğini biliyordun ama yapmadın."
Yıldız boş gözlerle Mete'ye bakmaya devam ediyordu.
"Derya ortadan kaldırıldı. Sen de bir daha ki sefere dikkatli ol. Hatta bu bölgeden dışarıya adımını atma. Kimse senin şımarıklıklarına daha fazla tahammül etmeyecek!" Mete sözlerini söylerken sesi biraz titremişti. Yıldız'ın dikkatli olması istiyordu. Bunu yapmasını sağlamak için her türlü yalanı söylemeye hazırdı.
Masanın üstündeki dosyaları açıp kafasını dosyalardaki yazılara çevirdi. Yıldız'ın odadan çıkıp gitmesini umuyordu ama gitmeyeceğini gayet iyi biliyordu.
"O daha çok gençti! Hiçbir suçu yoktu!"
Mete başını tekrar kaldırdı. Yıldız'ın öfkeli gözlerine baktı. Konuşmanın istemediği bir noktaya ulaşacağının farkındaydı. Onu ne kadar çabuk başından savarsa tartışma o kadar kısa sürerdi. "Kaç yaşında olduğu umurumda değil. Kural kuraldır. Kurallara uyum sağlarsan bu iki türün de yararına olur. Böylece kimse için üzülmek zorunda kalmazsın!"
"Moruğun tekinin koyduğu kurallara üç bin yıldır uymuyorum. Üç bin yıl daha uymayacağım!"
Mete sol dirseğini masanın üstüne koydu ve sol eliyle alnını tuttu. Birkaç saniye geçtiğinde Yıldız'a baktı. Kızın suratındaki ifade hala aynıydı. Değişecek gibi de durmuyordu. Mete sandalyeyle birlikte arka tarafa döndü. İçinden çok fazla şey söylemek geliyordu ama yapmamalıydı. Biraz sakinleşince konuşmaya devam etti. "Söyleyeceklerin bittiyse çıkabilirsin."
"Sadece aptal bir iki kuralı hatırlatmak için mi beni çağırdın?"
Mete cevap vermemekte kararlıydı. Kız odadan çıkıncaya kadar arkasına dönmeyecekti.
Yıldız, elinde tuttuğu kolun parmaklarını büktü. Sadece orta parmak havada kaldı. Kolu, masaya bırakıp kapıya doğru gitti. Arkasına dönüp son cümlesini söyledi. "O kurallara en başında sen uysaydın benimle uğraşmak zorunda kalmazdın!" Sözlerinin ardından kapıyı çarptığı gibi kapı kırılıp yere düştü.
Kızın gitmesiyle Mete önüne döndü. Birkaç saniyeliğine masasının üzerinde duran kola baktı. Yıldız'la ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Gözlerini tekrar masanın üzerindeki dosyalara çevirdi. Bütün dikkatini dosyada yazanlara vermeye çalışıyordu ama yapamıyordu.
Asırlarca Yıldız'ın çıkarttığı sorunları bir şekilde çözmeyi başarmıştı. Bu çağda ise yapılan en ufak bir hata, iki türün varlığı için de kötü sonuçlar doğurabilirdi. Bir fotoğraf bile saniyeler içinde binlerce, belki de milyonlarca insana ulaşabilirdi. Bu teknolojiyle vampirlerin varlığının ortaya çıkması an meselesiydi. Atılan her adımda yapılan her işte dikkatli olunmalıydı.
***
Yıldız şirketin kapısından çıktı. Biraz uzaklaşmıştı ki hızlıca attığı adımlarını durdurdu. Bir köpeğin kokusu burnuna gelmişti. Aldığı koku, bir yerden tanıdık geliyordu. Dün geceki kızın üzerinden eser miktarda aynı kokuyu almıştı. "Kızın üzerinde hayvanın kılı kalmış olmalı," diye düşündü. Çok geçmeden kendisine değen bir canlı olduğunu hissetti. Bir şey, bacaklarına değiyordu ve hatta üzerine atlıyordu.
"Gökhan!" diye seslendi. Çok iyi bildiği bir şey varsa şayet, vampirlerin arasında bir köpek bulunuyorsa bunun sorumlusu Gökhan oluyordu.
***
Zaman, yelkovanın peşinden akıp giderken Mete'nin odasına Gökhan girdi. Dikkatini çeken ilk şey kırılan kapı olmuştu.
Mete gözlerini Gökhan'a çevirdiğinde Gökhan konuşmaya başladı. "Sana demiştim demeye bayılıyorum ve sana demiştim."
"Başka çarem yoktu."
Gökhan sırtını duvara yaslayıp kollarını bağladı. Alaycı bir şekilde Mete'ye bakıyordu.
Mete masada duran kolu aldı ve uzattı. "Kolu sahibine götür."
Gökhan masanın yanına doğru gitti ve kolu aldı. "Bu kolu polislerin ne kadar aradığını bir bilsen! Onlara ne diyeceğim?"
"Bir şeyler bulursun. Derya'yla ilgili ne yaptınız?"
"Bizimki onunla ilgilenecek, merak etme. Olayın etkisini üzerinden atması biraz zaman alabilir. Yıldız'a yalan söyleme konusuna gelirsek..."
"Kurallara uymasını sağlamak zorundayım."
"O kurallara sen de uymuyorsun."
Mete hiç ses çıkarmadan Gökhan'a uzun uzun baktı. Oluşan sessizlik Gökhan'ı korkutmaya başlamıştı. Birkaç adım geriye attı ve konuşmaya devam etti. "Eğer başka bir şey demeyeceksen ben gidiyorum. Hazır aklımdayken Yıldız çıkarken bir şey söyledi. Kötü bir yalancıymışsın."
Mete'nin suratında ufak bir gülümseme oluşmuştu. Yalan söyleyemediğinin farkındaydı ama o kadar da belli olduğunu bilmiyordu.
Gökhan konuşmaya devam etti. "O kadar yufka yürekliymişsin ki böceği ezdiğin için ağlamışsın. Gerçekten ağladın mı? Oysa sen vampir kralı öldürüp tahta geçmiş bir kraldın!" Bunları söylerken bir elini yumruk yapıp havaya kaldırmıştı. Kendisini oldukça havalı hissetmişti.
Mete ise gözlerini tekrar dosyasına dikti. Gökhan'la uğraşmak istemiyordu. "Odadan çık yoksa idam emrini onaylarım."
Gökhan suratını astı. "Tamam o zaman, gidiyorum. Yine de gitmem söylediklerimin arkasında olmadığım anlamına gelmez." Turhan'ın kolunu salladı ve odadan çıktı.
Mete gülerek dosyaya bakmaya devam etti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top