3. Bölüm
Altı arkadaş şehrin çıkışındaki kamp bölgesinde çadırlarında uyuyorlardı. Gecenin kollarına emanet etmişlerdi düşlerini. En derin uykularındalardı lakin birisinin uykusu bozulmak üzereydi.
Tek kişilik çadırda, kollarında köpeğiyle uyuyordu kız. Köpeği huzursuzlanmaya başlamıştı birden. Önüne gelen kahve saçlarını elinin tersiyle arkaya attı. Uykusuna devam etti. Köpeği çıkmak için patileriyle çadıra vurmaya başladı. Oluşan sese uyandı kız. Gözleri yarı kapalı halde çadırın fermuarını açtı. Köpeğinin tuvaletinin geldiğini düşünmüştü ama yanılıyordu.
Çadırdaki açıklığı fark ettiği gibi köpek havlayarak dışarıya çıktı. Küçük patileriyle etrafta gezinen sincabın peşine düştü. Birkaç saniye içinde küçük beyaz bedeni ağaçların arasında gözden kayboldu.
Kızın gözleri kapanmıştı. Aradan geçen dakikalar sonrası, "Salep, gel yanıma," diye seslendi. Konuşurken eliyle yere vuruyordu. "Salep. Salep," dedi ve olduğu yerde doğruldu. Yanında duran feneri yaktı. Çadırda köpeği yoktu. Çadırın açık olduğunu görünce neler olduğunu hatırladı. Köpeğinin tuvaletinin geldiğini düşündüğü için onun dışarıya çıkmasına izin vermişti. Salep'i hiç bilmediği bir yerde tek başına bırakmıştı.
Birden yerinden fırladı. Çadırın dışına çıktı. Kahve gözleriyle etrafa baktı. "Salep," diye seslendi. Olabildiğince kısık çıkmıştı sesi. Arkadaşlarını uyandırmak istemiyordu. Birkaç seslenmenin sonucunda köpeği hala gelmemişti. Soğuk havada kampın etrafında gezdi. Köpeği hala ortalıkta yoktu.
Zaman durmak bilmiyordu. Kızın kalbine korku hakim olmaya başlıyordu. Vakit geçtikçe daha da tedirgin oluyordu. Salep küçük boyutta, beyaz tüylere sahip sevimli bir köpekti. Ormanda vahşi hayvanlarla karşılaşabilirdi. Diğer hayvanlardan kaçamayabilirdi. Her an başına kötü şeyler gelebilirdi.
Gözlerindeki korkuyla ormana baktı. Etraf, korku filmini andırırcasına parlıyordu. Karanlık, ağaçlar ve rüzgarın uyumu dehşet vericiydi. Birkaç saat önce huzur veren sessizlik, şu an için bir insanın kalbini yerinden sökecek kadar gürültülüydü. Dinlediği bütün korku hikayeleri beyninde çınlıyordu. Aklında neredeyse yaşanması imkansız senaryolar türetiyordu. Öyle ki ormanın içinde kendisini bekleyen bir katil olabileceğini bile düşünmüştü.
Eli kanlı bir katilin etrafta gezindiğini hayal ediyordu. Aslında bu düşüncesinde haklılık payı bulunuyordu. Sonuçta karanlıkta bizi neyin beklediği bilemeyiz değil mi? Ve nedense insanlar neyden kaçıyorsa, uzaklaşmak istediği konuma doğru çiziyorlardı yönlerini. Korktuğumuz şeylerin başımıza gelmesini istemedikçe onlar hep bir adım ötemizde dikiliyordu.
Karanlığı arkasına alarak Salep'i aramaya koyuldu. Etrafı görmesini sağlayan fenere sıkı sıkı tutunmuştu. Fenerden güç almaya çalışırcasına elini sıkıyordu. Bazen bir çekirge sesine, bazen de kırılan dalların çıtırtısına ürperiyordu. İçindeki korku, her geçen saniyeyle birlikte kalbini sıkıştırıyordu. Sanki gitmemesi gereken bir yere doğru adımlarını atıyordu. Öğrenmemesi gereken sırlara doğru yöneltmişti yelkenlerini.
Ne zamandır yürüdüğünü hatırlamıyordu. Bacak kasları oldukça sıkılaşmıştı ve ağrımaya başlıyordu. Ayakları daha fazla hareket etmek istemiyordu artık. Salep'i bulabileceğini düşünmüyordu. Belki de kampa geri dönmeliydi. Belki de köpeği çoktan kampa geri dönmüştü. Etrafına göz gezdirdi. Buraya nasıl geldiğini, kampa nasıl döneceğini bilmiyordu. Derin bir nefes alıp geriye doğru bir adım attı. O an bütün aksilikler onu bulmuş gibiydi. Fenerinin pili bitti. "Siktir! Bir bu eksikti!"
Kasvetin esir aldığı ormanda tek başınaydı. Ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Ya burada birisinin kendisini bulması için bekleyecekti ya da karanlıkta yolunu bulmaya çalışacaktı. Peki ya kendisini kim kurtaracaktı? Arkadaşları mı? Onlar yokluğunu ne zaman fark edecekti, sabah mı? Sabaha kadar ne yapacaktı? Kafasında oluşan soru işaretlerine noktayı koydu. Soğuk, bütün bedenini sarmaya başlayınca hırkasına sıkıca sarıldı. Seçimini yürümekten yana kullandı.
Devasa ağaçların arasında yürüyordu. Nereye bastığını zar zor görebiliyordu. Adımlarını olabildiğince küçük atıyordu. Yanlışlıkla bir çukura düşeceği ya da bir yılanın kendisini ısıracağı düşüncesini kafasından atmaya çalışıyordu. İçinde büyüyen korkuya yenik düşmemeye çalışıyordu. Sıcacık duşun ardından içtiği bir fincan kahveyi düşünmek için kendisini zorluyordu.
Uzaktan bir çığlık sesi duyduğu anda bütün vücudu çalışmayı durdurdu. Bu ses kime aitti? Kaskatı olan bedeni hareketi kesmişti. Yorgunluktan dolayı olmayan sesler duyduğuna inanmak için uğraşıyordu. Beyninin kendisine oyun oynadığını söylüyordu. Ormanın ortasında, gecenin bir vakti kim çığlık atacak ki? Bu sorunun cevabını çok yakında öğrenecekti.
Yoluna devam etmeye çalışıyordu ama yapamıyordu. Gücünü fazlasıyla tüketmişti. Titrek bacaklarını toprağın üzerine koydu. Birkaç saniyeliğine de olsa dinlenmeye çalıştı. Derin derin nefes aldı ciğerlerine doğru. Bir yandan da aklına gelen kötü düşüncelerle savaşıyordu. Düşüncelerden kurtulmak için kendisini avutuyordu.
Biraz daha iyi hissedince ayağa kalktı. Yürümeye devam etti. Ağaçların arasından gelen bir ışık gördü. Bütün yorgunluğu üstünden uçup gitmişti. Kampa geri döndüğünü düşünmüştü. Yüzünde oluşan mutluluk parıltılarıyla var gücüyle koşmaya başladı.
Işığın olduğu yere gelince aniden durdu. Ağaçların arasından gördüğü manzara karşısında zar zor nefes alabiliyordu. Çığlık atmamak için elleriyle ağzını kapattı. Bu durumdan nasıl kaçacağını bilmiyordu. Öleceğini, daha doğrusu öldürüleceğini düşünüyordu.
Arabadan yayılan ışık kıza görme yetisini kazandırmıştı. O ise şu an görmemesi gerekenlere tanıklık ediyordu. Bir kadın, yerde yatan birisinin önce bacağını sonra da kolunu koparmıştı. Bunu çiçeği dalından koparır gibi kolaylıkla halletmişti. Üstelik bunları çıplak elleriyle yapmıştı.
Yıldız ağaçlara doğru çevirdi gözlerini. Birisinin kokusunu almıştı. Turhan'ın cesediyle o kadar çok ilgilenmişti ki bir insanın yaklaştığını anlayamamıştı. Eğer anlasaydı olduğu yeri çoktan terk etmişti. Şimdiyse kız, Yıldız'ın yaptıklarını görmüştü. Bu durumda Yıldız'ın yapması gereken bir cinayet daha işlemekti. Kız, ortadan kaldırılmalıydı. Peki onu öldürecek miydi?
"Ağacın arkasında saklanman işe yaramayacak. Buraya gelirsen yaşamak için bir şansın olabilir. Kaçmaya çalışırsan seni öldürmek zorunda kalırım."
Kız olduğu yerde kalakalmıştı. Karşısında bir katil vardı ve kendisini çağıyordu. Ne yapmalıydı? Böyle bir durumda hangi insan, bir katilin yanına giderdi?
"Yaşamak istiyor musun?"
Kız, bu anın son saniyeleri olabileceği korkusuyla titriyordu. Ruhunun bedenini terk edeceğini düşünüyordu. Yorgun olan bacaklarını hareket ettirmeyi başardı. Ağaçların arkasından çıktı. Karşısında duran katili daha iyi görebiliyordu.
Yıldız'ın kıyafetleri ve yüzü kanla kaplıydı. Yüzündeki kan, özellikle dudaklarının etrafında yoğunlaşmıştı ve elinde bir kol tutuyordu. Yerde ise parçalanmış bir ceset duruyordu.
Kızın kalbi o kadar hızlı atıyordu ki kalp atışları bütün ormanda yankılanıyordu sanki. Bir yandan cesede, diğer yandan da kanla kaplı kadına bakıyordu. Aklından binlerce soru geçiyordu. Bir insan, elleriyle birisini parçalayabilir miydi? Buna bir insanın gücü yeter miydi? Ya da karşısındaki insan mıydı?
Yıldız, kıza odaklanmıştı. Gözlerini ondan bir anlığına bile olsa ayırmıyordu. Karşısında korkmuş, küçük bir kız olduğunun farkındaydı. Onun bu durumda olmasını istemezdi. Bu saatten sonra bu konuda hiçbir şey yapamazdı.
"Şu an gördüklerinin izahını yapmak isterdim ama yapamam. Sana bir soru sordum ve cevabını istiyorum. Yaşamak istiyor musun?" Ciddi bir ifadeyle söylemişti sözcüklerini. Gördüğü kişi daha çok gençti. Masum birisini öldürmek istemiyordu.
"Sadece köpeğimi arıyorum. Yemin ederim!" dedi kız. Daha cümlesini bitiremeden birden ağlamaya başladı. Sıcacık gözyaşları aşağıya doğru akarken yanaklarını yakıyordu. Öyle korkmuştu ki gözyaşlarını bile silemiyordu.
Yıldız da pek havasında sayılmazdı. Bedeni olmasa da aklı yorgundu. Uyumak istiyordu ama bu yetiye sahip edildi. Bazı şeyleri sindirebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. Böyle bir zamana asla sahip olamayacaktı. "Adın ne?" dedi yumuşak bir sesle.
Kız kaçmak için bir yol düşünüyordu ama nereye kaçacaktı? Geçen her saniyeyle birlikte bedeninin buz kadar soğuduğunu hissediyordu. Neredeyse parmak uçlarını bile hissetmiyordu artık. "Derya, adım Derya."
"Derya, sana zarar vermek istemiyorum inan bana. Aslında bu sana bağlı. Birisine benden bahsedersen ölürsün. Seni ben öldürmesem bile bunu benim yerime yapacak binlercesi var. Yaşamak istiyorsan eğer buraya geldiğinde kimseyi görmedin. Burada sadece ceset vardı o kadar. Anladın mı? Benden kimseye bahsetmeyeceksin!"
Birkaç saniyeliğine de olsa derin bir sessizlik oluştu. Derya zar zor aklındaki kelimeleri birleştirebildi. "Kimseye bahsetmeyeceğim! Yemin ederim kimseye bir şey demeyeceğim!"
"Güzel," dedi Yıldız ve arkasına döndü. Kızı bu şekilde bırakmaması gerektiğini biliyordu ama kimseye teselli verecek havada değildi. Canı acıyordu. Buz kadar soğuk yüreği yanıyordu. Zihnine zar zor komut verebiliyorken yapılabileceği en iyi hareket, gitmekti.
Ormanın derinliklerine doğru ilerliyordu. Turhan'ın kolundaki bir damarı pipet gibi kullandı. Damardan kanı içmeye başladı. Dışarıdan bakıldığında aklı bir karış havada, şımarık, umursamaz birisi gibiydi. Turhan'a yaptıklarındansa soğuk kanlı bir katil olduğu söylenebilirdi. Ama bütün bu maskenin ardında ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
***
"Derya! Derya! Neredesin!"
Bu sesler kızın arkadaşlarına aitti. Aradan geçen uzunca zamandan sonra iyi hissettirmişti arkadaşlarının sesini işitmek. Yüreğini kaplayan korkuya ufakta olsa su serpilmişti. Yine de kimseye cevap veremiyordu. Ağzını açacak ne gücü ne de cesareti kalmıştı. Yere oturmuş, bacaklarını kollarının arasına almıştı. Birisinin kendisini kurtarmasını bekliyormuşçasına duruyordu. Ruhunu kaplayan korkuyla beraber boşluğa doğru bakıyordu.
Salep, Derya'ya doğru koştu ve onun üzerine atladı. Küçücük diliyle kızın suratını yalamaya başladı. Patileriyle bir oraya bir buraya zıplıyordu. Kızı ısırıp kıyafetinden çekiştiriyordu. Sanki onu mutlu etmeye çalışıyordu ama işe yaramıyordu.
Havlama seslerini takip etmişti Derya'nın arkadaşları. Olay yerine geldiklerinde şok geçirmişlerdi. Gördükleri dehşet fotoğrafından ardından küfrü basmışlardı. Hiçbirisi testere filminden bir sahneye şahit olacağını bilmiyordu. Böyle bir şey kimsenin aklının ucuna bile gelmemişti, gelemezdi.
Birbiri ardını kovalamıştı dakikalar. Karanlığın içinden siren sesleri duyulmaya başlandı. Ardından olay yerine bir polis arabası geldi. Polis arabasından iki polis indi. İlki uzun boylu ve kırklı yaşlarındaydı. Diğerinin adıysa Gökhan'dı. Gökhan kumral tenli, kısa saçlı ve en fazla yirmilerinin sonunda gösteriyordu. Oysa şu an orada bulunan herkesten daha yaşlıydı.
Polis parçalanmış cesedi görünce şaşkınlığını gizleyememişti. "Ne olmuş burada?"
Gökhan ise cesedi umursamadı. Bundan daha kanlı olaylara şahit olmuştu. Aklına getirmek istemediği bir katliamın ortasından kurtarılmıştı. Bu saatten sonra da kolay kolay hiçbir şey onu korkutamazdı.
Polis, gençlerin yanına gidince gençlerden bir tanesi konuşmaya başladı. "Buraya kırk dakika uzaklıkta kamp yapıyorduk. Arkadaşımız Derya kayboldu. Sonra buraya geldik ve cesedi gördük."
"Derya?" dedi ve yerde oturan kızı gösterdi.
Derya'nın arkadaşı evet anlamında kafasını salladı. Polis, kızın yanına eğildi. Derya, polisin gözlerine baktı ve tek bir kelime dahi söyleyemedi. Aklında katilin sözcüklerini tekrarlıyordu. Ne yalan söylemek istiyordu ne de ölmek. Emin olduğu tek şey ise gördüğü katilin insan olmadığıydı. İnsana benziyordu ama daha güçlüydü. Kendi düşüncelerine dahi inanmak istemiyordu ama onun bir tür yaratık olduğunu düşünüyordu. Aklındakileri kimseye anlatamazdı. Zaten gerçeği anlatsa da kim, neden inanacaktı ki?
Gökhan yavaşça cesedin yanına yaklaştı. Parçalanmış bir insan hemen önünde duruyordu. Vücudun birbirinden koptuğu kısımları inceledi. Etin birbirinden ayrılışı, damarların asimetrik kopuşu... Bütün detaylar cesedin güç kullanılarak parçalandığını yani katilin bir insan olmadığını haykırıyordu.
Dikkat çekmemeye çalışarak arabanın kapısına doğru yaklaştı. Kapıdaki anahtar deliğinden önemsenmeyecek boyutta hava değişimi meydana geliyordu. İçerideki hava, dışarıdakiyle yer değiştiriyordu. Arabanın içinden hem cesede hem de katiline ait koku dışarıya çıkıyordu. Bir insan için hiçbir anlam ifade etmiyordu bu değişim. Neyse ki Gökhan bir insan değildi.
Gökhan'ın yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Aldığı kokunun sahibini yani katili yakından tanıyordu. Yıldız'ın yine uslu durmadığı anlaşılıyordu.
Ayaklarına yön verip Derya'nın yanına doğru yürüdü. Kızın yüzüne baktığında alışık olduğu korku izlerini görebiliyordu. Şu an sorgunun hiç sırası değildi. Yine de öğrenmesi gereken bir konu vardı. Bir şeyden emin olmalıydı. Boğazını temizledi ve ardından cümleler ağzından çıkıverdi. "Cesedi parçalanırken gördün mü? Burada başka birisi var mıydı?"
Derya yutkundu. Öylece kalakaldı. Boğazının kilitlendiğini hissediyordu. Böyle bir soruyla karşı karşıya kalmayı beklemiyordu. Katili görmüştü. Sanki kendisine soru soran polis gerçeği biliyordu. Bir cevap vermesi gerektiğinin farkındaydı. Yaşamak, bütün canlılardaki temel içgüdüydü. Onun ise yaşaması için gerçeği saklaması gerekiyordu.
"Kimse, kimse yoktu. Sadece cesedi gördüm," dedi soluk çıkan sesiyle. Neredeyse ağlamak üzereyken eliyle yüzünü kapattı.
Gökhan, Derya'nın omzunu sıvazladı. "Sakin ol tamam mı? Her şey geçecek."
Derya kafasını öne eğdi. Soğuk tesellilere güvenmek istiyordu. Eve gitmek istiyordu. Her şeyin bir rüya olmasını istiyordu.
Gökhan, kızın yalan söylediğini anlamıştı. Derya bir vampirin varlığına tanıklık etmişti. Vampir kuralları gereği öldürülmeliydi.
Aradan geçen dakikaların ardından olay yeri inceleme ekibi ve ambulans geldi. Ortalık dedektif filmlerinden çıkmış bir sahneyi andırıyordu. Fotoğraf makinesinin sesi etrafta yankılanıyordu. Gökhan olay yerinden biraz uzaklaşmıştı. Bir ağaca yaslanıp telefonunu cebinden çıkardı. Rehberde "Mete" adlı kişiyi buldu. Ona bir mesaj attı: "Halledilmesi gereken birisi var."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top