28.Bölüm FİNAL
"Hastaneden Kaçırılan Gencin Cansız Bedeni Bulundu."
Bütün gazete manşetleri aynı haberi kağıtlara basmıştı. Herkesin diline dolanan kaçırma mevzusunda son gelişme yaşanmıştı. Olayın bu kadar konuşulmasının sebebiyse bir erkeğin, bir kadın tarafından kaçırılmasıydı. Diğer türlü olanlar kimsenin umurunda değildi.
"Kimliği henüz belirlenemeyen bir kadın tarafından kaçırılan D.A.'nın cansız bedeni sabaha karşı bir avcı tarafından bulundu. Avcının verdiği ifadeye göre ceset, bir ağacın altına bırakılmıştı.
İlk incelemede D.A.'nın kalbine yakın yerden aldığı kurşun sebebiyle ölmüş olduğu tahmin ediliyor. Asıl sonuç, yapılacak olan otopsinin ardından öğrenilebilecek. D.A.'nın neden kaçırıldığı ve katilinin kim olduğu şu an için bilinmiyor. Katilin bulunması için polisler gerekli araştırmayı yapmaya başladı."
Emniyet, asla bulamayacakları katili aramak için günlerce çalışacaktı. Birçok insan, bir iz sürmek için uğraşacaktı. Güvenlik kameralarına bakacaklardı. İnsanları sorgulayacaklardı ama bir şey bulamayacaklardı. En sonunda bu olay da rafa kaldırılacaktı. Bir müddet sonra kaldırıldığı rafta tozlanıp yok olacaktı.
Haber ilk duyulduğunda öğrenen herkes ölen genç ve ailesi adına üzülmüştü. Aradan geçen iki gündeyse gencin ailesinin intihar haberiyle çalkalanmıştı bütün ülke.
"D.A.'nın Ölümüne Dayanamayan Anne ve Babası İntihar Etti."
Ve bu haberin ardından ahlı vahlı sözler tekrardan duyulmuştu kulaklarda. Sonra yaşanılan olaylar da unutulmuştu. Tıpkı diğer ölen ve öldürülenler gibi.
***
Doğan'ın bedeni beyaza yüz tutmuştu. Vücut ısısı, kutuplarla yarışacak kadar soğuktu. Bir milim dahi hareket etmiyordu. Nefes dahi almıyordu. Damarlarındaki kan sessizliğini koruyordu. Bütün bunlar kalbi tekrar atmaya başlayıncaya kadar sürdü.
Önce bir iki kısık nefes alabilmişti. Sonrasındaysa akciğerlerini dolduracak kadar havayı içine çekti. Damarlarında hareketlenmeye başlayan kan, alacakaranlığın ardından dünyaya vuran güneş ışınları gibiydi. Bedeni tekrar hayat bulmaya başlıyordu.
Bilinci yerine geldiğinde kalkmak için direniyordu ama olmuyordu. Üzerine karabasan çökmüş gibiydi. Vücudunu hareket ettiremiyordu. Parmakları dahi kıpırdamıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bedenindeki güçsüzlüğün nedenini bilmek istiyordu.
Göz kapaklarını bir minimde olsa aralayabilmişti ama gördüğü tek şey karanlıktı. Beyni, vücudunu hareket ettirmeye zorluyordu ama olmuyordu. Bir anda yankılanan ayak seslerine vermişti bütün dikkatini. Sesin kendisine doğru yaklaşması, kalbindeki hız sınırının aşılmasına neden oluyordu.
Duyduğu garip gıcırdama sesleri, bir kapının açıldığını anlatıyordu kendisine. Üzerinde durduğu cismin çekilmesiyle hareket etmeye başlamıştı. Gözbebeklerine dolan ışığı, üzerindeki çarşaf engelliyordu. Yine de gözlerini kapatma ihtiyacı duymuştu.
Birilerinin konuştuğunu duyuyordu. Kelimeler doluyordu kulaklarına lakin ne dediklerini anlamıyordu. Konuşma birden kesilmişti. Birisinin uzaklaşan ayak sesleri işitiyordu artık. Ortalık birkaç saniyeliğine sessizliğe büründü. Şimdi bu sessizlikte, kendi nefes alışverişinden bile ürperiyordu.
Üzerindeki beyaz örtünün aralanmasıyla nefesini tuttu. Koluna birisinin dokunduğunu fark etmesiyle, koluna batan iğnenin acısını hissetmesi bir olmuştu. Ardından örtü tekrar bedenini örttü. Gözlerinde oluşmaya başlayan karartıya, kulaklarında yankılanan çınlama eşlik ediyordu. Birkaç saniye içindeyse tekrar bir ölü haline gelmişti.
***
Hastane odasından çıktıklarında Yıldız, Doğan'ın başına silah dayamıştı. Torununun kolundan tutup çekiştiriyordu. Merdivenlere doğru ilerliyorlardı. O anda Doğan, anne ve babasıyla göz göze geldi. Bir anlığına yüzünde ufak bir gülümseme oluştu. Ardından gülümsemesi yerini karanlığa bıraktı.
Anne ve babası bir şeyler söylüyordu. Sesleri çıkmıyordu. Sadece ağızları oynuyordu. Yüzlerindeki ifade umutsuzluğu, korkuyu ve çaresizliği anlatıyordu.
Doğan, onların ne demek istediğini anlayamıyordu. Birkaç saniyeliğine yavaşladı. Anne babasıyla konuşmaya çalıştı. "Ben iyi olacağım. Beni merak etmeyim. Çok yakında geri geleceğim."
Cümlesini bitirir bitirmez aşağıya doğru inen merdiven kaybolmuştu. Neler olduğunu anlayamadan koridor boyunca koşmaya başladılar. Onlar ilerledikçe etraftaki insanlar kayboluyordu.
Koştukları hastane koridoru kendisini uzun ve kasvetli ağaçların yerine bırakıyordu. Çok geçmeden etraflarını korku tohumlarının yeşerttiği bir orman sarmıştı. Yıldız, torununun kolunu bırakıp yavaş adımlarla uzaklaşıyordu. Adımını bıraktığı her karış topraktan kan fışkırıyordu.
Doğan etrafına bakmaya başladı. Sağ tarafında ormanı iki tarafa ayıran teller ortaya çıktı. Teller aşılması imkansız surlara dönüşüyordu. Biraz daha yürüdüğünde ayağına kanla kaplı bir tabela takıldı. Tabelayı eline aldığında üzerindeki yazıyı fark etmişti:
ÖLÜM
İçinde oluşan korkuyla birlikte Yıldız'ın peşine takıldı. Bir şeyleri hatırlaması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Unuttuğu bir şeyler vardı ve kendisini ıstıraba doğru sürüklüyordu.
Adımlarını hızlandırmıştı fakat bir türlü Yıldız'a yetişemiyordu. Ona seslenmeye başlamıştı. Yavaşlamasını ve kendisini beklemesini söylüyordu. Sesini ona duyuramıyordu. Anneannesinin peşinden koşmaya başladı ama ona hiç yaklaşamıyordu. Yıldız hiçbir tepki vermiyordu. Aynı istikamette yoluna devam ediyordu.
Biraz ilerideki ağaçların arasında eski, yıkık bir kulübenin kırık camları parlıyordu. Doğan durdu ve gözlerini kulübeye dikti. Ardından tekrar Yıldız'a baktı. Onu yerde yatarken gördü. Koşar adımlarla anneannesinin yanına giderken uzaktan duyduğu bir sesle olduğu yerde kalakaldı.
"Özür dilerim ama yapmak zorundayım!"
Havayı delerek kendisine doğru gelen kurşunun etkisiyle uyandı. Kalbinin çarpış hızına alnından damlayan ter damlaları eşlik ediyordu. Derin bir nefes aldı. Gördüklerinin rüya olduğunu anlamıştı. Yaşadıklarının gerçek olmadığına sevinmişti ama sevinmesi yarım kalmıştı. Neredeydi?
Kalkmaya çalışmış ama olmamıştı. Birkaç denemenin ardından yerden elleriyle destek alıp biraz doğrulabilmişti. Etrafına baktığında bir arabanın içinde olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Sadece neden tabutun içinde olduğunu merak ediyordu.
"Günaydın," dedi orta yaşlarda ve arabayı süren kadın. Kadının dikiz aynasından sarı saçlarıyla yankılanan gülümsemesi yansıyordu. İçtenlikle duygusunu dışarıya vurmuştu.
Doğan sesi duyduğu anda irkildi. Bir an kaçmasını gerektirecek bir durumla karşılaşacağını sandı. Hiçbir şey olmayınca duyguları normale döndü.
Bu durum uzun sürmemişti. Aklı geçmişte boğulurken ruhunu geleceğe azat edemezdi. Neler olduğunu bilmiyordu. Nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Sözcükleri dökmek için dudaklarını ayırdı birbirinden. Konuşmaya çalışacaktı ki boğazındaki kuruluk öksürmesine sebep oldu.
"Yanında duran çantada biraz su ve yiyecek bir şeyler var. Kendini yorma ve dinlen biraz," dedi kadın.
Doğan göz ucuyla bakındığında mor renkteki çantayı gördü. Ardından gözlerini tekrardan kadına çevirdi. Bir şeyler atıştırmak değil de nerede olduğunu öğrenmek istiyordu. Daha doğrusu neler olduğunu öğrenmeyi diliyordu. "Neler olduğunu öğrenebilir miyim acaba?"
Kadının gülümsemesi yerini bilinmezliğe bıraktı. Neler olduğundan habersiz bir şekilde konuşmaya başladı. "Aslında ben de neler olduğunu tam olarak bilmiyorum. Benim görevim seni bir yerden alıp diğer bir yere götürmek."
Doğan hala anlamsız gözlerle kadına bakmaya devam ediyordu. Aklındaki sorulara biraz da baş ağrısı eklenmişti.
"Başına neler geldiğinin bilmiyorum fakat zor şeyler yaşadığının farkındayım. Kendini cevap aramakla bunaltma. Şu an sadece dinlen." Kadın sol koluna takılı olan gümüş rengindeki saatine baktı. "Yarım saat sonra istediğin cevapları öğrenirsin."
Doğan'ın çaresiz gözlerini gördüğünde sözlerini devam ettirdi.
"Kaygılanmana gerek yok. Ben de senin gibi bir insanım yani kanında gözüm yok."
"Nasıl yani?"
"Vampir değilim ya da onun gibi herhangi bir şey. Sadece senin gibi bir insanım."
"İnsansan vampirlerden nasıl haberin var? Kurallar gereği şu an ölü olman gerekmiyor mu?"
Kadın ufak bir kahkaha attı. "Sanırım oldukça şanslıydım. Bana iyi olan vampirler denk geldi."
Aralarında oluşan kısa muhabbetin ardından Doğan istemsizce vücudunu tabuta yerleştirdi. Bıkmıştı artık, usanmıştı, yorulmuştu. Sadece birazcık olsun sakinlik istiyordu. Derin bir nefes almak istiyordu ama aldığı her nefes boğazında yumru oluşturuyordu. Üzerini örten beyaz çarşafı gözlerine kadar çekti. Gece vakti yatakta yatıp yorganla kafasını örten çocuklar gibiydi. Yorganla kendisini gizleyip canavarlardan korunacağını zannediyordu.
Aklı düşünce okyanusunda yüzerken araba durmuştu. Olduğu yerde hafifçe doğruldu. Camdan dışarıya bakacaktı ama vazgeçti. Nerede olduğunu öğrenmek istediğinden emin değildi. Belki de neler olacağını dahi merak etmiyordu artık.
Kadın arkasına döndü. Elindeki telefonu uzattı. "Seninle görüşmek isteyen birisi var. Ben dışarıda olacağım."
Doğan telefonu eline aldığında kadın arabadan çıktı.
***
"Güvende olduğunu ve işlerin bir şekilde rayına oturacağını söylemek istiyorum." Mete ayaklarını sürte sürte odada yürüyordu. Adımlarını pencerenin yanına gelince durdurdu. Dışarıdaki manzaraya baktı. Gökyüzünde parlayan güneşin, kendi içini ısıtmasını istiyordu artık.
"Neler olduğunu anlatacak mısın?" dedi Doğan. Sesi biraz hesap sorar gibiydi.
Mete güldü. Uzun bir açıklama yapması gerektiğinin farkındaydı. Onu vurduğu kurşunun hikayesini anlatarak cümlelerine başlamaya karar verdi.
"Uzun zamandır kan emicileri tekrar insan yapmanın bir yolunu arıyordum lakin hiçbir zaman bulamadım. Yine de birçok farklı buluşlara imza attığımı söyleyebilirim. Seni vurduğum kurşunlar, insanın nabzını neredeyse yok olmuşçasına yavaşlatan bir kimyasal barındırıyordu. Aynı zamanda vücut sıcaklığın da normalin altına iniyor. Ve böylece ölü gibi gözüküyorsun. Ama yaşamaya devam ediyorsun. Bu sayede seni öldürmeye gelen vampirlerden önce seni ben öldürdüm.
"Neden tabutun içinde olduğumu da söyleyecek misin?"
"Vampirlerin önünde ölüysen insanların önünde de ölüsündür."
Doğan, Mete'nin ne demek istediğini anlayamamıştı. "Nasıl yani? Ne demek istiyorsun?"
"Resmiyette artık bir ölüsün. Yaşamak istiyorsan geri kalan hayatını buradan çok uzakta geçirmen gerekecek. Hayatının geri kalanında başka bir kimlikle yaşayacaksın."
Mete'nin bahsettiği şeyin yeni bir hayat olduğunun farkındaydı Doğan. Bu da her şeyi arkasında bırakması demekti. Bütün geçmişini, arkadaşlarını, hatıralarını... "Ailem ne olacak? Onlardan uzak mı kalacağım?" demesinin ardından düşünceleri bir anda buz tuttu. Aklını ele geçiren düşünceden uzaklaşmak için gözlerini uzaklara dikti. Bütün her şey birbirinin içine girmiş gibi hissediyordu. "Annem ve babam ölü olduğumu mu sanıyor?"
"Hayır," demekle yetinebildi Mete. Ailesi ile ilgili gerçeği nasıl anlatması gerektiğine karar veremiyordu. Beyninde bütün gerçeklik dönüyordu ama olanları kelimelere dökemiyordu. Yine de bir şekilde konuşmasına devam etti. "Onlar da artık bütün gerçeği biliyor. Seni ve yaşadığın olayları, her şeyi biliyorlar." Kısa süren bir suskunluğun ardından konuşmasını tamamladı. "Onlarda senin gibi resmi olarak birer ölü."
"Onların ölü olarak gözükmesi şart mı?"
"Güven bana en iyi seçenek bu. Yeni bir hayata başlamanız için bunu yapmaya mecburdum."
Doğan içini kemirmeye başlayan endişeleriyle derin bir nefes aldı. Yeni bir hayata başlamak onun için de ailesi için de oldukça zor olacaktı. İşin sevindirici kısmıysa kimseden kaçmadan yaşayabilecekti. "Bahsettiğin yeni hayata ne zaman başlıyorum?" dedi ümit dolu sesiyle.
"İşte o kısım biraz sıkıntılı."
"Az önce işleri rayına oturtacağını söylemedin mi?"
Mete arkasına dönüp gözlerini yere dikti. Birkaç adım atarak ilerledi. Adımlarından çıkan ses kulaklarında yankılanıyordu. Çaresizce göz kapaklarını aşağıya eğdi. İşlerin yeni kızışmaya başlayacağını hissediyordu.
Hükümdara yeniden insan olmanın formülünü vermesi gerekiyordu. Doğan'ı kurtarırken olay çıkaranların zamanı geldiğinde idam edilmesi gerekiyordu. İdam olayını, onları denek olarak kullanma vaadiyle erteleyebilmişti. Eninde sonunda kendi halkının ölümünü göreceğini tahmin ediyordu. Böyle bir sonun varlığını kabul etmiyordu. Bir şeyler yapması gerekiyordu.
Attığı her bir adım göze batacaktı. Bu şartlar altında Doğan'ı ve ailesini uzaklaştırması oldukça zordu. Onları tehlikeye atamazdı. Hiç kimseyi tehlikeye atamazdı. Üstelik her şeyi değiştirecek sihir, Doğan'ın damarlarında akıyordu. Düşüncelerine göre Doğan'ın annesinin kanı da aynı panzehri taşıyordu. Böyle bir durumda onları yanından ayırmamak en iyi seçenekti.
"Dedim ve bunun için uğraşacağım ama şu an sizi bırakamam. Uğraşmam gereken birçok sorun var. Bu sorunları çözebilecek olan da sensin! Damarlarında akan kanla bütün bir imparatorluğu çökertebilecek güce sahipsin!"
Doğan, neler olacağını tahmin etmeye başlamıştı. Kendi kanı, vampirler için panzehirdi. Bununla neler yapılabileceği çoktan aklına düşmüştü. "Beni silah olarak mı kullanacaksın?"
"Öyle söylemek pek de doğru olmaz. Şu an için size başka bir yerde güvenli bir ortama ulaştırmak uzun sürecek gibi duruyor. Belirli bir süre ailen ve sen benim misafirim olacaksınız. Bu süre zarfında, birkaç damla kanınıza ihtiyacım olacak. Eğer almama izin verirseniz bütün düzeni baştan yaratabilirim."
"Ne yapmayı planlıyorsun?"
"Açıkçası ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Nasıl bir yolda gideceğimden emin değilim ama neyi amaçladığımı gayet iyi biliyorum."
"Her şey düzelecek mi peki?"
Mete yokluğa doğru nefes aldı. Neler olacağını bilmiyordu. Tahmin yeteneğini neredeyse kaybetmek üzereydi. Her şeye rağmen ruhundaki karanlığı aydınlatan ufacık kıvılcımı, her yeri ısıtacak bir aleve dönüştürmenin vakti gelmişti. Dikkatini toplayıp son sözlerini bıraktı ruhundan. "Bütün gözler üzerimizde olacak. Ya sona oynuyoruz ya da başlangıca."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top