22. Bölüm
Yıldız elinde tuttuğu iki çantayı Doğan'a uzattı. Uzatmıştı ama çantaları ona vermek istemiyor gibiydi.
"Çantaları verecek misin?" dedi Doğan.
Yıldız elini çantaların üzerinden çekti. Gözleriyse hala Doğan'ın üzerindeydi. Bakışları torununu rahatsız etmiş olacaktı ki Doğan konuşmaya karar verdi. "Böyle bakmaya devam edecek misin?"
"Evet. Elindeki çantalara sahip çık! Özellikle..."
Doğan elindeki çantaya ve ardından karşısındaki vampire baktı. "Tamam. Çantayı güvende tutacağım. Böylece anneannem daha sonrasında karnını doyurabilsin."
"Çantayı sakın unutma!"
"Bana bu kadar güvenmiyorsan çantayı yanında götüremez misin?"
"Patlamalardan sağ kalacağını düşünmüyorum o yüzden sen yanına alıyorsun!" Yıldız bakışlarını değiştirmeden hala Doğan'a bakıyordu.
"Bana niye güvenmiyorsun?"
"Sana güveniyorum ama dedenden gelen unutkanlık genlerine güvenmiyorum."
Doğan biraz alınmıştı ama hak veriyordu. Dedesi biraz unutkan bir insandı. Torunu olarak kendisinin de aşağı kalır yanı yoktu tabi.
Yıldız, torununa binmesi gereken arabayı gösterdi. Sonrasında konuşmasına devam etti. "Sen onunla gideceksin ben de şununla."
"Bu arabaları falan nereden buluyorsun?"
"Her şey normal de bir buna mı kafan takıldı?" dedi ve kendi arabasına doğru adımlarını attı.
Doğan duyduğu son cümleyle birlikte soru sorma kotasını doldurduğunu anlamıştı. Ağzını kapattı ve anneannesinin gidişini seyretti.
Yıldız birden durdu. Geriye dönüp torununa sıkıca sarıldı. Onu bırakmak istemiyordu.
Her ne kadar anneannesiyle bu kadar yakın olmak hoşuna gitse bile canı acıyordu Doğan'ın. Anneannesi istemeden fazla sıkı sarılmıştı. Bir de vampir olduğu düşünülünce biraz daha sıksa torununu kendisi öldürecekti.
"Yıldız!" dedi Doğan. Sesinden her şey kendisini belli ediyordu. Canı acıyordu.
Yıldız, torununa sarılmayı bıraktı. Arada sırada gücünü kontrol edemediği zamanlar oluyordu. Kollarını aşağıya salıp torununun gözlerine baktı. "Dikkatli ol," dedi ve yeniden torununa sarıldı. Bu sefer bir insanın gücünde sarılmaya özen gösterdi.
Doğan da zedelenen omzunu hareket ettirip tek elle anneannesine sarıldı. Sarılmanın bitmesiyle birlikte Yıldız elini kolyesine götürdü. Kendi boynundan çıkarıp torunun boynuna taktı. Kıyafetin altına sakladı. "Sende kalsın," dedi ve benliğini torununun yanından uzaklaştırdı.
İstemese de torununu tek başına bırakmıştı. Planının tehlikeli tarafı burasıydı. Kan emicileri kendi peşine çekmek isterken bir tanesinin onun peşine düşmesinden korkuyordu. İşin bu tarafı sadece şansa kalmıştı.
Doğan'ın bakışları yalnız kalmak istemediğini anlatıyordu. Duygularını belli etmemeye çalışsa da uygulamaya koyuldukları plan hakkında tereddütleri vardı. Gerçi başka bir kaçış da göremiyordu.
Anneannesinin kendisine gösterdiği lacivert renkteki arabaya ilerliyordu. Bir yandan da dışarıda oynayan çocukların seslerini dinliyordu. Saniyeler içinde kendisini geçmişte bulmuştu. Arkadaşlarıyla top oynadığı zamanları anımsamıştı. Komşuların ziline basıp kaçtıkları anlar aklına gelmişti. İstemsizce gülümsemişti. Dondurmalardan çıkan bedavalarla yediği dondurmaların tadını dahi hissetmişti adeta. Üzerini kirlettiği zaman annesinin kendisine kızmasını dahi özlemişti. Anıların var ettiği gülümsemesi, Kayıplar Ormanı'nda arkadaşlarının öldürülmesi kısmına kadardı. Yaşadıkları aklına gelince yüzündeki gülücük solmuştu.
Arabaya binip camdan Yıldız'a baktı. Anneannesinin uzaklaşmasıyla gözlerini direksiyona çevirdi. "Her şey yoluna girecek," dedi kısık bir sesle. Ardından derin bir nefes aldı. Yavaş adımlarla arabayı çalıştırıp yola koyuldu.
Biraz ileride beyaz küçük bir köpek gördü. Köpeğin garip hareketlerini fark edince istemsizce kahkaha attı. Gözlerini dikiz aynasında kıstırmıştı. Kahkahanın ardında yorulmuş bir çocuk görüyordu. Tek umudu o çocuğun yakın bir zamanda özgürlüğüne kavuşacak olmasıydı.
Doğan, köpekle köpeğin sahibinin yanından geçip gitmişti. Köpeğin sahibi Derya, aceleyle telefonunu cebinden çıkardı. Salep'in yaptığı garip davranışların sebebini biliyordu. Bir eliyle telefonu kulağına götürürken diğer eliyle Salep'in durması için işaret veriyordu. Nefes alışverişi istemsizce artmaya başlamıştı. Vampirlerin varlığını bir sır olarak saklıyordu. Bu durum omuzlarına taşıyabileceğinden daha fazla yük bindirmişti. Bu yükün altında ezilmemek için direniyordu.
***
Eda ve Gökhan beyaz tahtanın önünde sinir krizi geçirmek üzereydiler. Tahtanın üzerine bölgeleri gösteren üstün körü bir harita çizmişlerdi. Haritada vampirlerin pusu kurduklarını düşündükleri yerleri kırmızıyla işaretlemişlerdi. Beyaz tahtanın üzeri neredeyse kırmızıya boyanmıştı.
"Bu işin sonu ne olacak bilmiyorum," dedi Gökhan. Ellerini boşluğa bırakır gibi aşağıya salmıştı.
"Bir şekilde Yıldız'ı ve yanındaki çocuğu kurtarırız. Henüz kan emiciler sevinç kutlaması yapmadığına göre hala şansımız var, " diye cevap verdi Eda.
Bulundukları odada, içlerinden ellili yaşlarda gösteren kahverengi ceketli adam konuşmaya başladı. "Diğer bölgeye geçsek bile Yıldız'ı hemen bulamayacağız. Ayrıca onları buraya getirmekte bir işe yaramayacak. Bütün kan emiciler onların ikisi ölünceye kadar durmayacak."
Eda kafasını istemsizce öne eğdi. Söylenenlere hak veriyordu ama başka çareleri yoktu. "Sadece onları bulup buraya getirelim. Gerisini Mete bir şekilde halleder."
"Ya yapacak bir şey bulamazsa?"
Bu sefer Gökhan lafa atlayıp cevap verdi. "Hemen umutsuzluğa kapılmayalım. Önce bizimkileri kurtaralım sonrasına sonra bakarız."
"Daha ne kadar böyle devam edecek?" dedi, sarı saçları öfkesiyle birlikte dalgalanan kız. "Diğer bölgelerdeki neredeyse bütün kan emiciler birer katil. Ama hala barış yanlısı gibi davranmaya devam ediyorlar!"
Eda ruhunu birkaç saniyeliğine karanlığın içinde boğdu. Odadaki herkes vampirler tarafından ya sevdiği insanları kaybetmişti ya da vahşice öldürülmekten son anda kurtarılmıştı. Kendi yaşadıkları aklına geliyordu. Ruhu gözyaşlarının oluşturduğu okyanusta çırpınıyordu.
"Farkındayım," dedi ve cümlelerine devam etti. "O yüzden Yıldız'ı bulmalıyız ya! Bizim dışımızdaki herkes Yıldız'dan nefret ediyor. Nefret etme sebepleri de bizleri onların elinden kurtarması. Diğer bölgeler olaya el atmadan önce bu iş tamamlanmalı yoksa..."
Cümlesini önce tamamlayamadı. Gözleri bir anlığına Gökhan'a döndü. Gökhan, ona uzun yıllar önce öldürülen küçük kardeşini anımsatıyordu. Görünüşü, konuşma tarzı ve hareketleri ölü kardeşininkiyle neredeyse aynıydı. Küçük kardeşini kurtaramamıştı Eda. O zamanlar yapamamıştı. Şu an sahip olduğu gücüyse başkalarının hayatlarını kurtarmaya adamıştı.
Gözlerini tekrardan herkesin üzerinden geçirdi. İçini sarmaya başlamıştı öfke. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Bütün cephaneyi üzerlerine boşaltalım! Eğer işler istediğimiz gibi gitmezse biraz olay çıkaralım. Ardından insanlar da bütün gerçeği öğrensin! Birimizi yok edebilirler ama hepimizle başa çıkamazlar."
"Söylediklerinin bir felakete yol açabileceğinin farkındasın değil mi? Her şeyden önce kendi idam emrimizi imzalamış oluruz." Elindeki telefondan bir saniyeliğine olsun kafasını dahi kaldırmamıştı konuşan kişi. Kimseden ses çıkmayınca konuşmayı sürdürdü. "Neyse altı yüz yıldır canım sıkılıyordu zaten."
Eda söylediklerini uyguladığı taktirde olabilecekleri tahmin edebiliyordu. Peki ne zamana kadar sessiz kalacaklardı? Bugün harekete geçmezlerse sonrası olacak mıydı? İşte bu yüzden artık her türlü riski göze almalıydılar.
İçlerinden bir tanesi konuşmaya başladı. "İkinci Yıldız sahaya döndü!"
"İkinci Yıldız değil, Birinci Eda karşında!"
Ortamdaki fırtınayı, Gökhan'ın telefonunun çalmasıyla bir anda dağıldı. Gökhan çalan telefonunu cebinden çıkardı. Telefonu açtığında Derya endişeli bir sesle konuşmaya başladı. "Salep senin öğrettiğin bütün komutları yapmaya başladı. İleride bir kadının arabaya binip uzaklaştığını gördüm. Biraz öncede birisi, başka bir arabayla yanımdan geçti."
Bu duyduğu cümle Gökhan'ın içindeki endişeyi alıp götürmüştü. Ne yapacaklarına karar verememiş olsalar da nereden başlayacaklarını biliyorlardı artık. Kıvılcımın ateşe dönüşeceği yer belliydi. "Neredesin?"
Herkes konuşmanın sonlanmasını bekliyordu. Gökhan'ın yüzündeki umut ışığını fark etmişlerdi. Bu ışığın kaynağını öğrenmek istiyorlardı.
"Hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaş. Mümkün olduğunca evden çıkma." Gökhan konuşmasını bitirdi ve telefonu kapattı. Herkes meraklı gözlerle kendisine bakıyordu. Yüzüne ufak bir gülümseme yerleştirdi. "Yıldız ve Doğan'ın hareket istikametini bulmuş sayılırız."
"Nasıl?" diye sordu Eda.
"Salep sağ olsun." Sözünün ardından istemsizce gözlerini aşağıya indi. Üç yıldır çocuğu gibi baktığı köpeği ölmüştü. Salep'ten bahsedince aklına o an geldi.
***
Gökhan arabasıyla birlikte Osa Bölgesi'ne yakın sınırda dolaşıyordu. Karşı tarafa geçmek için bir yol arıyordu ama bulamıyordu. Bütün giriş çıkışlar vampirlerin kontrolü altındaydı. Yolları kapatmışlardı. Yer altındaki birkaç gizli tüneli dahi yokluyorlardı. Yaptıkları patlamanın sonucunda o bölgeye uçuşlarda yasaklanmıştı. Haberlerde terör saldırılarının gerçekleştirildiğinden bahsediliyordu. Böylece bütün kapılar teker teker kapanıyordu.
En azından Yıldız'ın nerede olduğunu belirleyebilirdi. Üç yıl önce sahiplendiği yavru köpeği oldukça iyi eğitmişti. Kokuyu takip etme konusunda neredeyse bir uzman yapmıştı. Mete'nin bulduğu bir formül sayesinde de oldukça iyi koku almaya başlamıştı. Bir vampir kadar olmasa da uzaktaki kokuları çok rahat fark edebiliyordu.
Bir gün önce diğer bölgeye gönderdiği köpeğinin tasmasında bir çip bulunmaktaydı. Bununla onun nerede olduğunu öğrenecekti. Hazırladığı plan oldukça iyiydi. Sadece bir kusur çıkmıştı. Sinyal saatlerdir aynı noktadan geliyordu. Bu durumda aklına köpeğinin ölmüş olabileceği geliyordu. Bunun olmamasını arzuluyordu. Sadece tasmasının boynundan bir şekilde düşmüş olmasını diliyordu.
Arabayı durdurdu. İndi ve birkaç adım attı sadece. Sınırın diğer tarafında yerde yatıyordu köpeği. Koyu kahve tüyleri esen rüzgarla hareket ediyordu. Ölen bedeni bir kaya kadar sertleşmişti.
"Görüşmeyeli uzun zaman oldu."
Gökhan sözleri duyunca kafasını kaldırdı. Köpeğin hemen yanında duran güneş gözlüklü, kısa saçlı adama baktı.
"Planın bence oldukça iyiydi. Ama bir köpeğin bir kan emici kadar iyi koku alamayacağını göz ardı etmemeliydin. Onları bulması oldukça uzun zamanını alır. Belki birkaç hafta, belki de aylar sürer. Bir de planını tahmin edilebilecek kadar basit tutmamalıydın. Köpeği bizim bölgedeyken sahiplendiğini unuttum mu sandın?"
Bu sözlerin üzerine Gökhan hiçbir şey demedi, diyemedi. Planından ziyade dostunun ölümüne üzülüyordu. Ağzını dahi açmak istemiyordu. Yavaşça aşağıya eğildi. Elini ona doğru uzatıyordu ki adam araya girdi.
"O bizim bölgede, yani o elini çek. Ufak dostun benimle kalıyor." Adam elindeki kırmızı tasmayı önüne attı. "Tasması hatıra olarak senden kalabilir."
***
Gökhan anısından uyanmıştı. Kendi köpeği ölmüş olsa da en azından karşı taraftaki hiçbir vampir Salep'i tanımıyordu. Onun yaşayacak olmasına sevinmeye çalışıyordu.
"Salep bir ara oynayıp durduğun köpek değil mi?" dedi, siyah saçlı en arka taraftaki kişi. Sözlerinin ardından da birkaç kahkaha duyulmuştu. Aslında bu sese o kadar ihtiyaçları vardı ki...
"Birincisi ben o köpeği eğitiyordum. İkincisi vampirler kadar olmasa da köpeklerde iyi koku alır," dedi. Mete'yle o köpeğe ne yaptıklarından kimseye bahsetmeyecekti. Onların hepsine sonuna kadar güveniyordu. Yine de bazı şeylerin gizli kalması herkes için en iyisiydi. " O köpek sizin yapamadığınızı yaptı. Yıldız'ın yerini tespit etti. Şimdi benimle dalga geçmeye devam edebilirsiniz," dedi Gökhan. Tahtanın üzerinde Yıldız'ın ve Doğan'ın gittiği güzergahı işaretledi.
"Neden ters yönlere gidiyorlar? Bu onların sonu olur," dedi içlerinden kısık sesli olanı.
Bu soru hepsinin kafasını kurcalamıştı. Ortam birkaç saniyeliğine sessizliğe büründü. Var olan sessizlik Gökhan'ın aklında çakan kıvılcımla sona erdi. "Kafa karıştırmayı deneyecek. Önce birilerini kendi peşine takacak. Ardından bir olay yaratıp kan emicileri bir yere toplayacak. Sonrasındaysa aralarından sıvışıp Doğan'ın yanına gidecek. Beni kurtardığı zamanki gibi yapacak." Elindeki kırmızı kalemle harita üzerindeki kısmı daire içine aldı. "Büyük ihtimalle burada bir yerde buluşacaklar. Ne kadar kalabalık olursak o kadar şansımız artar."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top