17.Bölüm
Doğan arabanın dikiz aynasından kendisine bakıyordu. Yaşadığı olaylar bir anda gözünün önünden geçip gitti. Olan biteni tam anladığını zannettiği sırada kafasında bir tane soru filizleniyordu. Bir an önce ne olacaksa olup bitmesini istiyordu. Rahatça nefes alabilmek istiyordu. İçinde bulunduğu durum, kanında dolaşan adrenalin miktarını her geçen dakika arttırıyordu çünkü.
Gözlerini dikiz aynasından çekip arabayı süren Yıldız'a çevirdi. Ölü olarak bildiği anneannesi yanı başında oturuyordu. Kendisi bir vampirdi ve şu an vampirlerden kaçıyorlardı. Bir şey, insana aynı anda hem mantıklı hem de saçma gelebilir miydi? İşte bu soru Doğan'ın ruh halini özetler nitelikteydi.
"Vampirler bizi kokumuzla aramıyor mu? Bu perukları takmak zorunda mıyız?" Kafasında duran turuncuya dönük sarı renkli peruğa ve gözlerindeki yeşil renkli lense alışmaya çalışıyordu. Vampirlerden kaçma kısmını anlamıştı ama perukla lensin ne işe yarayacağını çözememişti. Aynada kendisini gördüğünde tuhaf hissediyordu. Özellikle gözlerine baktığında huzursuz oluyordu. Sıcacık bakan kahverengi gözlerini seviyordu. Şimdiyse onları donuk bir yeşil perdenin arkasında saklıyordu.
Yıldız sarı peruğunun ve koyu kahve lensinin altından gülümsedi. "Seni hastaneden kaçırdığımdan dolayı polisler de ikimizi arıyor. Aynı anda hem vampirlerden hem de insanlardan kaçıyoruz."
Doğan bir anlığına duraksadı. Öyle şeyler yaşamıştı ki bu ihtimali hiç düşünmemişti. Aslında kaçırıldığını bile bir anlığına unutmuştu. Ne de olsa vampirlerden kaçma hikayesinin yanında kaçırılmak pek de heyecanlı değildi. Kaçırıldığı anı hafızasında oynatırken aklına bir şey takıldı. Hastanede kendisine bakan doktorun suratındaki iğrenç ifade gözünün önüne gelmişti. "Beni kaçırırken ateş ettiğin doktor da mı vampirdi?"
"Evet. Seni zehirleyip öldürecekti. Normalde senin kafanı da koparabilirdi ama diğer insanların yanında böyle eylemlere başvuramaz. Birisini öldürmek istiyorlarsa arkalarında vampir olduklarına dair kanıt bırakmamalılar."
Öldürülmek, bu fiil Doğan'ın aklına başka bir soru getirmişti. Aslında vampirlerin var olduğunu öğrendiğinden beridir bunu düşünüyordu. Anneannesinin bu düşünceyi sevmeyeceğinden emindi. Lakin sözler çoktan ağzından çıkmıştı. "Belki de beni öldürme konusunda haklılardır."
Doğan'ın bu cümleyi söylemesiyle beraber Yıldız aniden arabanın frenine bastı. İkisi birden öne savruldu. Emniyet kemeri hayat kurtarıcılığını bir kez daha göstermişti.
Yıldız kafasını torununa çevirdi. Gözlerindeki öfke lensin arkasından bile gözüküyordu. Sadece bir saniyelik bakışı dahi torununun irkilmesine yetmişti. Arka taraftan gelen korna sesleriyle birlikte araba harekete devam etti.
"Sadece objektif olarak bakmaya çalışıyorum. Beni öldürmeye çalışmaları mantıklı geliyor," diye sözlerinin devamını getirdi Doğan. Sesi ortamı yumuşatmaya çalışır bir tonda çıkmıştı. İşe yaradığı pek söylenemezdi.
Olan biteni irdeleyince kendisinin öldürülme fikrine hak veriyordu. Yine de bu ölmek istediği anlamına gelmezdi. Yıldız tek kelime dahi etmedi. Doğan düşüncesinin gerekçesini açıklama gereği hissetti. "Gizli kalması gereken bir sırrı biliyorum. Bunu açıklarsam ne insanlar için iyi olur ne de vampirler için."
Aklına çoktan olabilecek sahneler gelmişti bile. Vampirlerle insanların savaşı gerçekleşebilirdi. Manyak birkaç bilim adamı, insanları vampir yapmaya çalışabilirdi. Ölümsüzlüğü ele geçiren insanlar, dünyayı yönetmek isteyebilirdi. Bunun gibi birçok senaryo türemişti kafasında.
Yıldız korkunç ve alaycı bir kahkaha patlattı. Ardından konuşmayı devam ettirdi. "Vampirleri tanısaydın emin ol böyle konuşmazdın!"
Doğan anlamsız gözlerle bakarken aradığı cevabı duymak üzereydi.
"Krallar, kan emcilere istedikleri sayıda insan öldürmelerine izin vermez. Bu yüzden vampirler genellikle küçük köyleri gözlerine kestirirlerdi. Herkesin içinde bir insanın kanını emerlerdi." Kısa bir anlığına durdu. Geçmişte yaşanılanlar aklına geliyordu. "Birinci kural gereği köydeki herkesi katlederlerdi. Bir sürü insanı öldürmek için ilk kuralı bahane olarak kullanırlardı. Herkesi öldürünce de arkalarında varlığımızı kanıtlayabilen tanık kalmıyordu. Yine de arda kalan cesetleri gören başka insanlar oluyordu. Onlar sayesinde varlığımız bilinmese de adımız efsaneleşti."
Yıldız'ın gözünün önüne eski ve nefret ettiği yaşanmışlıklar gelmişti. Katliam yapılan köyde insanların kaçışlarını izliyordu. Hepsine yardım etmek, onları kurtarmak istiyordu. Yapamayacağını, gücünün yetmeyeceğini biliyordu.
Her tarafa kan kokusu hakim olmaya başlarken ağlamaya dahi korkan bir çocuk görmüştü. O masun gözlerin ölmesine dayanamazdı. Çocuğu kurtarmak için elinden ne geliyorsa yapmaya çalıştı. O zamanlar daha yeni bir vampirdi. Bundan dolayı diğerlerinden kaçamamıştı. Onlara karşı koyacak kadar güçlü değildi. O yüzden çocukla beraber yakalanmıştı. Çocuğun masum suratında, ölürken ki ifadeyi asla unutamamıştı.
Hafızasından silmek istediği anısını hatırladığında gözü yaşlanacak gibi oldu. Göz kapaklarını birkaç defa kırpıştırdı. Ağlamamalıydı. Şimdi geçmiş için üzülmenin hiç vakti değildi. Torunu için güçlü olmalıydı. O yüzden suratındaki ifadeyi bozmadı.
Gelişen teknolojiyle birlikte durum değişmişti. Eskiden insanlar vampirlerden korkardı. Şimdiyse vampirler insanlardan korkmanın eşiğindeydiler. İnsanların gücü yetmese de üretilen silahlar vampirleri öldürebilirdi. Kan emicilerin bu olasılıktan korkması, Yıldız'ın oldukça hoşuna gidiyordu.
Gözünde intikama aç bir parıltı oluştu. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Yaşadığımız yüz yıldaysa durum tamamen değişti. Eskiden vampirler insanlardan daha güçlüydü ama insanlar geliştirdikleri silahlarla vampirlerin kökünü kazıyabilirler. Hepsi de bu ihtimalden korkuyor, itiraf etmeseler bile."
Doğan'ın aklında izlediği filmden bir sahne canlandı. Birkaç insan, korkunç bir canavarı silahlarla öldürmüştü. Günün sonunda dünyayı kurtarmışlardı. İnsanların kendisini koruyabilecek güçte olduğunu bilmek, kendisine cesaret vermişti. Ardından zihnindeki kuytu köşeleri biraz kurcaladı. Silahların canavarları değil de insanları yok etmek için yapıldığını hatırladı. O an vampirlerle insanlar arasında bir fark görmemeye başladı.
Yine de bütün insanlar kötü değildi. Her geceyi aydınlatan bir yıldız vardı sonuçta. Her şeye rağmen iyinin ışığıyla yolunu aydınlatanlar bulunuyordu. Sadece kötülerin gürültüsü bastırıyordu yakarışlarını. Oluşan fırtınanın ortasında seslerini duyuramıyorlardı. Sesini duyurmayı başaranlarsa şeytan ilan ediliyordu, kendilerini tanrı sananlar tarafından.
"Bahsettiğin kurallar ne?" diye sordu Doğan. Vampirlere ait kuralları merak etmeye başlamıştı.
"Vampirlerin varlığını gören insan katledilmeli. Vampirler arası kavga yasak çünkü aşırı sıkıcı oluyor. Bizden birisini öldürmek o kadar da kolay değil. Sana büyükanne tavsiyesi, iki vampiri kavga ederken görürsen izlemekle uğraşma. Birkaç dakikadan sonrası sarmıyor. Bir de kendilerini kral olarak nitelendiren niteliksizler dışında kimse bir insanı vampir yapamaz."
"Kurallar çiğnenirse ne olur?"
"İdam."
"Hemen ölmüyorsanız nasıl idam ediyorlar?"
"Seni uzun kazıkların olduğu bir sandalyeye oturtup tamamen kül oluncaya kadar yakıyorlar. Bir yerden sonra bedenin iyileşmeyi bırakıyor zaten. Yine de prosedür gereği kül olmanı bekliyorlar."
Doğan, sırtının değdiği koltuğa iyice gömüldü. Zihnini sakinleştirecek derin bir nefes aldı. İnsanların kurduğu ama uymadığı adalet sistemini anlamamıştı bu zamana kadar. Şimdiyse vampirlerin kurallarını dinliyordu. Kafası iyice karışmıştı. Sonu karanlık olan bir tünelde yürüdüğünü hissediyordu. Bir anda trenin altında kalacakmış gibi kalbi atmaya başlamıştı. "Beni kaçırdığından dolayı sana ne olacak? İdam mı edileceksin?" diye sorma ihtiyacı duydu.
"İlk defa birisini kaçırmıyorum. Bunu yüzlerce kez yaptım."
"Peki neden hala yaşıyorsun? Yanlış anlama sadece çoktan idam edilmiş olman gerekmiyor muydu?"
"Orası uzun hikaye. Benimle uğraşmaktan sıkıldılar diyelim." Torunun suratını kapsayan soru işaretini fark etmişti. Söylediklerinin pek de açıklayıcı olmadığının farkındaydı. "Hiçbir kral, başka bir kralın bölgesine karışamaz. Seni götüreceğim bölgedeki vampirler, insanların gereksizce öldürülmesine karşılar. O yüzden oraya gidersek kurtulursun."
"Kurallar orada işlemiyor mu?"
Yıldız "Pek sayılmaz. Sadece uğraşamayacakları kadar fazla kişiyiz."
"Gideceğimiz bölgenin kralı nasıl birisi?"
"Sıkıcıdır ama iyidir."
"Seni vampir yapan da o değil mi?"
"Evet."
"Adı ne?"
"Mete."
"Seni neden vampir yaptı? Yani öncesinde... Tanışıyor muydunuz?"
"Gidince ona sorarsın."
"Daha önce birisini vampir yaptın mı?"
Yıldız'ın suratında ufak bir gülümseme oluştu. Yaşını gizlemeye çalışıyormuş gibi cevap verdi. "Henüz o kadar yaşlanmadım."
"Kaç yaşındasın ki?"
"Üç bin yaşındayım. Vampir zehri ancak beş bin yıldan sonra oluşuyor. Yani daha iki bin yılım var. Bir de beni o zaman gör!" Cümlesini bitirdiği an da gülen suratı buz kesti.
Kendisi uzun bir ömür sürmüştü. Daha binlerce yıl yaşayacak potansiyele sahipti. Bu da kızının ve torunun ölümünü göreceği anlamına geliyordu. İnsan hayatı, vampirlere kıyasla bir nefes alışverişi kadar kısaydı. Belki de daha azdı. Sevdiklerine de ölümsüz olma yolunu gösterebilirdi ama bu yol kendisini her saniye öldürürdü. Kan emici olduğundan beridir bataklığın içindeydi. Bu bataklığa ailesini de sokmak istemiyordu. Onların ölümünü sadece bir kez görecekti. O gün gelinceye kadar her gün öleceğini hissediyordu.
Doğan, Yıldız'ın suratından üzüldüğünü anlayabiliyordu. Bir anlığına neden böyle değiştiğini kavrayamamıştı. Kendisinin ise anneannesinin yaşını duyunca ki şaşkınlığı bütün mimiklerinden okunuyordu. Daha neler duyacağını tahmin edemiyordu. Peruğunu kaşıyarak aklını kemiren soruyu sordu. "Senin torunun olduğumu ona söyleyecek misin?"
Bu soru Yıldız'a derin bir iç çektirdi. Birilerinin yanına gidip "Bak bu benim torunum!" demek kolaydı ama ya sonrası? Bu bölgeden çıkınca bile olacakları kestiremiyordu. Galaksilerin arasında kaybolmuş bir göktaşı gibiydi. Gezegenlerin çekim kuvvetiyle oradan oraya savruluyordu ruhu. "Sanırım evet," diyebildi sadece. Kelimeleri söylerken isteksiz olduğu oldukça belliydi.
Doğan gözlerini cama dikip dışarıya baktı. Yürüyen bir sürü insanı ve hareket eden araçları izliyordu. İçlerinde kendisini öldürmek için bekleyen yaratıkların olduğu aklına gelmişti. Kafasını önüne çevirdi. İçine ne olduğu belirsiz bir tohum düşmüştü. Varlığında hissettiği bütün enerjiyi karadelik misali silip süpürüyordu. "Nereye gidiyoruz?"
"Kalabalık nereye biz oraya." Torununun anlamamış yüz ifadesi, kendisine bakıyordu. "Seni birkaç kurşunla veya araba kazasında öldürebilirler. Seni öldürmek işin kolay kısmı. Asıl zor olan seni benim yanımda öldürmek. Ben yanındayken sana dokunmaya cüret edemezler. İnsanların içinde kendimi öldürmeye çalışacağımı biliyorlardır. Vampirlerin varlığını insanlara açıklamaktan çekinmem. O yüzden senin işini bitirmek için önce beni aradan çıkartmalılar. Bunu da ancak tenha bir alanda yapabilirler."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top