16.Bölüm
Karanlığın esir aldığı dünya, rüzgarın büyüsüyle beraber gökyüzünü uyutmayı başarmıştı. Soğuk ve kurumaya yüz tutmuş toprağın üzerinde yürüyordu ikisi. Adımlarını, yokluğun ortasına doğru atıyorlardı. Mete olacakları düşünürken Gökhan neden burada olduğunu sorguluyordu. İkisi birden suskunluklarını koruyarak ormanın içine doğru ilerliyordu. Attıkları her adımda, bir insanın gitmeye cesaret edemeyeceği yerlere gidiyorlardı. Gece oldukça sessizdi. Öyle ki duyacakları en ufak bir çıtırtı dahi kalplerini hançer etkisiyle ortadan ikiye bölebilirdi, tabi ölümlü olsalardı.
Yarım saatlik bir yürüyüşün sonunda duydukları nehrin sesi kulaklarında çınlıyordu. Ses, insana huzur veriyordu. Mete için aynı şey söylenemezdi. Onun endişeli ruhuna korkuyu salıyordu duyduğu su sesi. Aklına küçükken nehirden boylu boyunca akan kanlı görüntüler geliyordu. Balığın yüzmesi gereken suda, insan kafalarının akıp gittiği görüntüleri anımsıyordu. Unutmak istediği bu anılar, asla uyanamayacağı kabusun başlangıcıydı.
Yürüdüğü bu yol, kabuslarından bir başkasına gidiyordu. Hema Birliği'nin toplanacağı yere doğru endişeyle hareket ediyordu. Birliği oluşturan tüm kan emicilerden nefret ediyordu. Birlikteki herkesin kan emici oluş hikayesini biliyordu. Hepsi hükümdar tarafından seçilmişti. Bir zamanlar insanlardı. Uyuyan, yemek yiyen, seven ve yere düşünce canı yanan insanlardı. Nedense kan emici olduktan sonra nereye ait olduklarını unutmuşlardı.
Mete varması gereken noktaya yaklaştıkça geriliyordu. Elinde tuttuğu siyah kumaşa sarılı meşaleyi sıkıyordu. Bu gecenin bir an önce bitmesini istiyordu. Aklına gelen ihtimaller neredeyse atmayan kalbinin bile zonklamasına sebep oluyordu. Bu işin sonunda birilerinin yok olacağını hissediyordu.
Adımları yosunların çevrelediği büyük bir kaya parçasının yakınında yavaşladı. Gökhan adım atmayı tamamen kesmişti. Olduğu yerde durdu. Ruhu nefretin kölesi olmak üzereydi.
Mete, Gökhan'ın durduğu anlayınca arkasına döndü. Gördüğü yüz ifadesi ve gözler cehennem kadar soğuktu. Bunun sebebini biliyordu. Bu yüzden onu yanında getirmişti. Bazı şeyleri kendisine her daim hatırlatmak istiyordu.
Gökhan'ın içindeki sönmek bilmeyen kasırgalar çoğalıyordu. Gözleri, kendisine doğru yaklaşmakta olan orta boylu, diken saçlı ve hafif sarışın erkeği hedef alıyordu. Diken saçlının yüzünü kaplayan yarı gülümsemesi, ondan neden nefret ettiğini hatırlatır nitelikteydi. Çünkü o gülüş, küçücük çocukların kanıyla beslenmişti. O gülüş, yüzlerce insanın ruhunu emmişti ve o gülüş Gökhan'ın ailesinin katiliydi.
Diken saçlı, suratındaki iğrenç gülüşü bozmadan ikilinin yanında durdu. "Mete! Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Bakıyorum da yanında benim yemeğimi de getirmişsin!" Son cümlesini söylerken gözleriyle Gökhan'ı baştan aşağıya süzdü. Yüz ifadesi avına atılmayı bekleyen bir aslan gibiydi.
Gökhan'ın insanken sahip olduğu kanın kokusunu biliyordu ama o kanı asla tadamamıştı. Var olan fırsatı ellerinin arasından kayıp gitmişti. Oysa onun kanının kokusunu fazlasıyla sevmişti. O yüzden diğer insanların içinde onu en sona saklamıştı. Ailesini gözünün önünde öldürürken bundan büyük bir haz almıştı. Ardından birisi gelip diken saçlının planını bozmuştu. Gökhan'ı sadistin tekinden kurtarmıştı.
Gökhan, bütün benliğiyle karşısında duran diken saçlıyı öldürmek istiyordu. Üzerine atılmamak için kendisini zapt etmekte zorlanıyordu. Zehir misali bütün öfkesi damarlarından akıyordu. Aralarındaki soğuk savaşın kıvılcımları kendilerine doğru yaklaşan bir çift ayak sesiyle bozuldu.
"Beyler, beyler, beyler. İstiyorsanız konuşmanıza daha sonra devam edersiniz. Hepimiz ikinizi bekliyoruz. Çabuk olursanız sevinirim." Sesin sahibi olan esmer tenli kadın, kan arzulayan gözleriyle Mete'ye baktı. Diğerlerine de göz gezdirip konuşmaya devam etti. "Duyduğuma göre Yıldız için yeni bir idam emri çıkartılmış. Eğer Yıldız benim bölgeme adımını atarsa kurtuluşu olmayacağından emin olabilirsin.
"Daha önce de senin bölgendeydi. Oradan Eda'yı ve adını sayamayacağım kadar insanı kurtarmamış mıydı? O zamanlar engel olamadıysan şimdi mi engel olacaksın!" dedi Gökhan. İntikam alırcasına sarf etmişti sözlerini.
Kadın, Gökhan'ın laflarına sinirlenmişti. Onun üzerine doğru gidecekken Mete aralarına girdi. Kadın karşısındakini öldürmek istemişti ama yapamazdı. En azından kendi bölgesinde olmadığı sürece yapamazdı. Diken saçlı, kadının kolunu tuttu. İkisi de şu an aynı duyguları paylaşıyordu ve ikisi birden oradan uzaklaştı.
Mete gözlerini sadece bir saniyeliğine kapattı. Bu azaptan uyanmayı arzuluyordu. Huzur içinde uyumak istiyordu. Kin ve nefret dolu gözlere bakmaktan yorulmuştu. İçindeki yoklukla birlikte ufak bir adım attı.
Gökhan hesap sorarcasına konuşmaya başladı. "Beni neden buraya getirdin?"
Mete yavaşça arkasına döndü. Gökhan'ın içindeki yangınlara baktı. Katliam yapmaya hazır gözlerin ardındaki masumiyeti görebiliyordu. Her yeri yakıp yıkma isteği, ağlamak üzere olan bir çocuğa aitti.
"Çünkü bana benziyorsun. İçinde her şeyi düzeltme isteği var ama ne yapacağını bilmiyorsun. İsyan çıkarmak istiyorsun ama hiçbir işe yaramayacağına eminsin. İşte bu duygular şu an ilerlemekte olduğum yolda bana kim olduğumu, bir kralı öldürmemin altındaki gerçeği hatırlatıyor." Sözlerini söylemeyi bitirmişti Mete. Halbuki daha dünyaya haykırmak istediği binlerce cümleye sahipti.
Düşüncelerine ara verip adımlarını hızlandırdı. Yosunlu kayanın yanına doğru ilerledi. Hemen sağ tarafında duran açıklıktan yer altına inmeye başladı.
Gökhan ise yer üstünde kalmıştı. Her ne kadar istemese de diğer bölgelerden gelen birçok vampirle birlikteydi. Gözleri hepsinin üzerindeydi. Kendisini kurt sürüsünün arasındaki yavru ceylan gibi hissediyordu.
***
Mete elinde tuttuğu siyah kumaşı açtı. İçindeki taştan yapılmış özel işlemeli meşaleyi eline aldı. Metali duvara sürterek çıkan kıvılcımla meşaleyi ateşe verdi. Yanan ateş, gölgesinde hissettiği tek sıcaklıktı. Ayağını koyduğu her bir basamak, ilerlediği karanlığı seslendiriyordu.
Yüzlerce basamaktan oluşan merdiveni bitirmişti. İleride oldukça büyük bir koridor bulunuyordu. Her bir yanda beliren kapılar göze çarpıyordu. Biraz daha ilerledi adam. Önünde devasa boyutta bir kapı duruyordu. Yapıldığı metalin şehveti kendisini belli ediyordu. Üzerine kazınan değişik semboller, insan yapımı olmadığını haykırıyordu.
Birkaç saniye boyunca kapıya bakakaldı. Cennetten cehenneme açılan bir kapının önünde durduğunu hayal ediyordu. İçeriye girmek istemiyordu ama seçeneği yoktu. Elini istemsizce kapının üzerine koydu. Kapıyı ittirdiğinde çıkan gürültü, kulağını tırmalıyordu. Yine de bu sesi, birazdan duymak zorunda olacaklarına tercih ederdi.
İçerisi taştan duvarla kaplı ve oldukça büyüktü. Her santimi kötülük kokuyordu. Duvarların çoğu yerine kapıda bulunan sembollerden kazınmıştı. Salonun ortasına taştan yapılma uzun bir masa konumlandırılmıştı. Masanın sağında ve solunda on ikişer olmak üzere toplam yirmi dört taht bulunuyordu. Masanın başındaysa görkemli ve ihtişamlı olduğu kadar iç karartıcı bir taht duruyordu. Her bir tahtın arkasındaki duvarda bir meşale asılıydı. Meşalelerden yayılan kıvılcımlar, karanlığa ışık tutuyordu.
Mete, elindeki meşaleyi kendi tahtının arkasındaki duvara astı. Umutsuzluk içinde tahtına oturdu. Masanın sol tarafında ve en sonunda oturuyordu. Hemen önündeyse görmeye memnun olmadığı bir yüz bulunuyordu. Karşısında oturan diken saçlı, kendisine gülümsüyordu.
Masanın en başındaki görkemli tahtaysa Kan Emicilerin Hükümdarı oturuyordu. Hükümdar, oldukça uzun ve cüsseliydi. Turuncunun kahverengine bürünmüş haliyle uzun bir sakalı vardı. Sağ tarafında, yüzünden eline kadarki kısım garip sembollerde dövmeyle kaplıydı. Bu semboller, kapıya ve duvarlara kazılmış şekillerle aynıydı. Üzerinde uzun bir pelerin ve omuzundaysa siyah bir kürk bulunuyordu. Orada bulunan herkesten daha güçlü ve daha yaşlıydı. Yaşının kaç olduğunu kimse bilmiyordu. Kan emiciye dönüşme hikayesini kimse bilmiyordu. Belki de tarihte var olan ilk vampirdir, kim bilir.
Salondaki herkes siyah, uzun bir elbise giymişti, Mete dışında. O üzerindeki beyaz gömlekle gelmeyi tercih etmişti. Çünkü beyaz renk onun için savaşta pes etmek demek değildi. Beyaz onun için, en derin karanlıkları aydınlatacak gücü temsil ediyordu.
"Bir gün bir kan emici sevdiği kadını kendisi gibi bir ölümsüz yapar. Yaptığının cezasının idam olduğunu bildiği halde. İşlediği suçtan arınmak için kendi kralını öldürür. Bu hikaye sana tanıdık geliyor mu Mete?" Hükümdar ruhsuz gözlerini Mete'nin üzerine dikmişti.
Mete ise her şeye rağmen başını dik tutmakta karalıydı. Bir kereliğe boyun eğer, bir kereliğine taviz verirse eğer ayaklar altında kalan kar tanesi gibi ezilecekti. Kafasını hükümdara doğru usulca ve gururlu bir şekilde çevirdi. "Evet."
"Üç tane kesin kuralımız olduğunu hatırlatırım." Ölümcül gözleriyle herkesin üzerinden teker teker geçiyordu hükümdar. Kelimelerin üzerine basa basa konuşmaya devam etti. "Bunlardan ilki, kan emicilerin varlığından haberdar olan insanlar sağ kalamaz. İkincisi, kan emiciler kendi aralarında fiziksel olarak kavgaya tutuşamazlar. Bu iki kuralın ikisini de yüzlerce kez çiğneyen ve sağ kalan tek kan emici, Yıldız."
Hükümdar konuştukça Mete daha da huzursuz oluyordu. Dar bir alanda sıkışmış ve nefes almakta zorlanıyor gibi hissediyordu.
"Ve üçüncü kural ise krallardan başka kimse bir insanı kan emici yapamaz. Bu üç kural haricinde herkes kendi bölgesinde istediğini yapmakta serbest. Sanırım bu üç kuralı çiğneyip sağ kalan tek kişi sensin!"
Saniyelerdir gözlerini Mete'nin üzerinden ayırmıyordu. Aslında neredeyse herkes ona bakıyordu. Mete ise cümlelerin ulaşacağı noktayı anlamıştı. Kelimelerin altında hayatta kalmaya çalışmalıydı.
"Asırlarca Yıldız'ın kaçırdığı ve öldürülmesi gereken insanları kan emici yaptın. Buna kimsenin bir itirazı yoktu lakin artık öğrendiğime göre öldürülmesi gereken insanlar hala insan olarak yaşıyor. Bizim varlığımızı duyurabilecek aciz canlılar hayatta! Bu zamana kadar insanların ağzında sadece bir efsaneydik ve öyle de kalmalıyız! Oturduğun o tahta layık değilsin. Oturduğun o taht sana bile ait değil. Seni küçük bir çocukken yanına alan, seni büyütüp vakti gelince asil bir kan emici yapan ve sana merhamet gösteren kralını öldürdün!"
"Merhamet?" dedi Mete. Yüzünde yokluğun bıraktığı bir gülümseme oluşmuştu. Duyduğu sözler içindeki volkanları ateşlemişti. Küçücük çocuğun gözü önünde cinayet işlemek miydi, merhamet? Bu kadar alçalacak bir kelime miydi merhamet? Bu kelime, bir cani için kullanılabilir miydi? Bu sorular ruhunu yakarken sözlerine devam etti. "Annemi öldürürken dökülen kan gözüme kaçmıştı. O yüzden gösterdiği merhameti görememiş olabilirim." Kurduğu bu iki cümle, asla unutamayacağı bir izdi. Her hatırladığında ilk günkü kadar ıstırap çekmesine sebep olan birkaç saniyelik bir acıydı sadece.
Hükümdar, Mete'nin dediklerine aldırış etmedi. Ona göre Mete'nin yaşadıkları, güçlülerle zayıfları ayırt etmek için kullanılan bir yöntemdi. İnsanlara yaptıkları işkenceler, güç gösterisinden başka bir şey değildi. Bu zamana kadar öldürdüğü kimseye acımamıştı, acımayacaktı da. Ne de olsa ölüm, acınası ruhlara verilmiş bir armağandı.
"Eskiden Yıldız'ın yaptıklarına tolerans gösterilmişti ama artık devir değişti. Bizlerin ortaya çıkması insanlığın sonunu getirebilir. İki türünde varlığını sürdürebilmesi için bir kral olarak," dediğinden araya Mete girdi.
"Lider kelimesini tercih ederim. Kral kelimesi kulağa fazla gaddarca geliyor," dedi Mete. Yüzünde hala acı dolu gülümsemesi duruyordu.
"Yıldız'ın olay çıkarmadığı bölgelerin liderleri elini kaldırsın!" Hükümdar, lider kelimesini üstüne basa basa söylemişti. Cümlesini bitirdikten sonra kimse elini kaldırmadı.
"Şu an itibariyle kralların kendi bölgelerinde olan yetkileri kısıtlanmıştır. Bundan sonra af yok!" Gözleri tekrardan Mete'yi buldu. "Yıldız idam edilecek ve bizzat idam ateşini sen yakacaksın! Eğer ona yardım etmeye kalkışırsan sen de ölürsün. Gerekirse senin bütün halkını yok ederim. Küçük sevgilinin yaptıklarını ödeme vakti geldi. Yıldız ve yanında kaçırdığı çocuk, ikisi de kül olacak!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top