1.Bölüm
Yatağın üzerinde uzanmaktaydı Doğan. Gözlerini tavana dikmiş umutsuzluğa doğru bakıyordu. Vücudunda nedenini bilmediği bir yükün ağırlığını hissediyordu. Birkaç gündür içinde açıklayamadığı bir duyguyu barındırıyordu. Uykusuzluktan her kapattığında acıyan gözlerini sıkıca yumdu. Yerinden hiç kımıldamadan elini telefonuna doğru uzattı. Telefondan saate bakacaktı ama dikkatini ekrandan yansıyan suratı dağıtıyordu. Yüzündeki ışıltı solmaya yüz tutmuştu.
Son zamanlarda günlerini hastanede geçirdiğinden bu kadar yorgundu. Kendisi sağlıklıydı ama dedesinin durumu kötüydü. Akciğer kanseriydi yaşlı adam. Kısa bir süre önce durumu oldukça kötüleşmişti. Beyazın soğukluğunu hissettirdiği hastane odalarından birine yatırılmıştı. Doktorların ümidini kestiği adam olarak hayata tutunmaya çalışıyordu.
Dedesinin acı çektiği düşüncesinden sıkılmıştı Doğan. Çocukken tatillerini yanında geçirdiği adamı o halde görmekten yorulmuştu. Aslında dedesinden ziyade annesine daha çok üzülüyordu. Her gün birlikte hastaneye gidiyorlardı. Bu süreç ikisini de içten içe parçalıyordu. Annesini asıl yıpratan ise babasını yardıma muhtaç olarak görmek değildi. Onu yıpratan şey: Her gün birisinin yanına onun öleceğini bile bile, son kez görecekmiş gibi gitmekti.
Doğan uyuşmuş vücudunu yataktan kaldırdı. Ayakta durmaya hali yoktu. Biraz sendeleyerek de olsa adımlarını pencereye doğru yöneltti. Lacivert renkli perdeyi çektiğinde güneş ışınları içeriye dolmaya başladı. Gözleri ışığa alışınca pencereyi açtı. Yaşamı var eden toprak kadar kahverengi gözleriyle dışarıya baktı. Hafifçe esen rüzgar eşliğinde kuşlar cıvıldaşıyordu. Mavi gökyüzü altında ağaç yaprakları dans ediyordu.
Gördüğü manzarayla eski bir anısı gelmişti aklına. Yeşille mavinin uyumu çocukluk zamanlarını getirmişti gözlerinin önüne. İlk çadırını dedesiyle birlikte kurmuştu o yaşlarda. İlk balığını dedesiyle birlikte tutmuştu. Kendisini yok olan geçmişte yeniden var etti bir an için. Rüzgarın dokusunu bile teninde hissediyordu adeta. Irmaktan akan suyun sesini kulaklarında duyuyordu ki hayali telefonun alarmıyla sona erdi.
Arkasına döndü. Siyaha çalan kahve saçlarını parmaklarının arasında gezdirirken odasına baktı. Odanın bir tarafında kendisine ait, diğer tarafındaysa dedesinin eşyaları bulunuyordu. Etrafta üçüncü dünya savaşı çıkmışçasına her yer dağınıktı. Aslında odasını toplayıp temizlemek istiyordu. İsteğinin önündeyse ufak bir engel duruyordu: Kendisini uzun zaman önce tembelliğin kollarına bırakmıştı.
Çalan alarmı kapatmasıyla gözü masaya doğru kaydı. Masanın üzerinde duran küçük sandığı eline alıp yatağına oturdu. Kapağı açtığında içinde yuvarlak bir cisim duruyordu. Cisim eski bir parayı andırıyordu.
İlk kez çocukken dedesinin evinde görmüştü bu parayı. Dedesi nereye gitse bu sandığın içinde saklıyordu onu. Normalde Doğan'ın umursayacağı bir nesne değildi bu. Yine de ne zaman parayı eline alsa farklı bir şeyler hissediyordu. Sanki para konuşabilse anlatacağı uzun bir geçmişi vardı. Bünyesinde birçok hikaye barındırıyordu. Kim bilir o yaşanmışlıkta ne kadar üzüntü, mutluluk ve kan görmüştü.
Dedesine para hakkında soru sorulduğunda konuşkan ve cana yakın insan kayboluyordu. Gözleri doluyor, sessizleşip eskilere dalıyordu. Anılardan kendisini çekip çıkarmakta zorlanıyordu. Kimseye anlatmadığı hikayelerin arasında kayboluyordu.
Doğan, parmaklarını paranın üzerindeki motiflerde gezdirdi. Cismin dış kısmına on bir tane deltoid şeklinde boşluk oyulmuştu. Sol üst taraftan, alt tarafa doğru bir yılanın kuyruğu uzuyordu sanki. Paranın ortasındaysa bir insan gövdesini andırırcasına sembol bulunuyordu. Neredeyse yok olmamak için çırpınıyordu figürler. Daha önce gördüğü paraların hiçbirisine benzemiyordu bu para. İnternette yaptığı aramalarda da bir benzerine rastlayamamıştı. Çünkü para oldukça eskiydi. Belki de insanlara ait değildi.
***
Yıldız elleri cebinde hastane koridorunda yürüyordu. Hemşire formasının altına beyaz renk spor ayakkabı giymişti. Siyah saçları omuzlarından aşağıya düşüyordu. Gözleri, gökyüzünü andırırcasına maviydi. Genç yüzünün altındaysa üç bin yılın yorgunluğu saklıydı.
Beyaz duvarlar arasında ilerliyordu. Arada sırada kafasını sağa sola çeviriyordu. İnsanları izliyor ve bazen de konuşmalarını duyuyordu. Herkes bir şeylerden şikayetçiydi ama kimse durumu düzeltmek için çaba sarf etmiyordu. Düşüncelerini, hastane koridorlarında yankılanan bağrışma sesleri böldü. Adımlarını istemsizce durdurdu. Bağrışmalar devam edince ayaklarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi.
Sesler koridorun sonundaki odanın önünden geliyordu. Bir adam, genç bir doktora bağırıyordu. Doktorun üzerine doğru yürüyordu. Rakibine vurmaya çalışan boksör edasıyla kavga çıkarmayı bekliyordu. Çevredeki insanlar, adamı sakinleştirmeye çalışsa da faydası yoktu. Adamın gözü dönmüştü bir kere. Kavgayla işleri yoluna sokabileceğini sanıyordu çünkü öyle yetiştirilmişti, öyle görmüştü. Şiddetle işlerin yoluna girmeyeceği ve sorunların çözülemeyeceği anlaşılmadığı sürece hiçbir sorun düzelmeyecekti. Bu düşünceyle hiçbir yanlış, doğrunun ışığıyla harmanlanamayacaktı.
Yıldız, adamın yanına doğru ilerledi. Adam elini yukarıya kaldırıp doktora vuracağı sırada araya girdi. Genç yüzüne ciddi bir ifade yerleştirip konuşmaya başladı. "Sorununuz neyse söyleyin. Ben yardımcı olurum."
Adam elini aşağıya indirip gözlerini Yıldız'a dikti. Ukala bir tavırla karşılık verdi. "Seni ilgilendirmez hemşire! Bu doktorla benim aramda."
"Burası hastane, sorunu..."
Yıldız sözünü bitiremeden adam lafa atladı. "Karışma dedim hemşire!" Sinirine hakim olmamışken bir de hemşireyi itmeye yeltenmişti. Neye kalkıştığını, kiminle uğraştığını bilmiyordu. Eğer bilseydi ilk gördüğü deliğe saklanır ve asla dışarıya çıkmazdı.
Yıldız kendisine doğru gelen elden kurtulup adamın omzunu tuttu. Hüzne çalan gözlerini öfke bürümüştü. "Sorununuz neyse ben yardımcı olmak için hazırım. İsteseniz de istemeseniz de!"
Adam bu sefer de çığlıklarıyla hastaneyi inletiyordu. Kırılan kemiklerinin yarattığı acıyla bağırıyordu. Kemikleri, derisinden çıkmak üzereyken Yıldız adamın omzunu bıraktı. Başka bir yerde bu kişiyle karşılaşmayı çok istiyordu oysa. Eğer bu yaşanılanlar kimsenin olmadığı bir yerde gerçekleşmiş olsaydı, adamı nefes aldığı her saniye için pişman ederdi. Aklındaki düşünceleri susturan tek neden, insanların arasında bulunmalarıydı. O yüzden olabildiğince sakin kalmaya çalışıyordu.
Üzerinden çekilen elin ardından adam omzunu tuttu. Az önce küçümsediği hemşire, kendisine hayatı boyunca unutamayacağı acıyı tattırmıştı. Belki bu olaydan sonra insanlara nasıl yaklaşması gerektiğini öğrenmiştir.
Bağırtıları koridorda yankılanmaya devam ediyordu. Herkes şaşkınlıkla adama bakıyordu. Duymaya başladıkları ayak sesleriyle insanların hepsi gözlerini güvenlik görevlilerine çevirdi.
"Adamı önce acile götürün. Sanırım biraz omzu ağrıyor," dedi Yıldız. Bunları söylerken alaycı bir ses tonuyla konuşmuştu. Adamın gözlerine bakıyordu. Suratında ufacık bir tebessüm oluştu.
Doktor şaşkınlıkla hemşireye bakıyordu. Neler olduğunu tam kavrayamamıştı. Görevliler adamı götürürken aklındaki soruyu sordu. "Adamın omzuna ne yaptın?"
Bu soruya Yıldız'ın verebilecek bir cevabı yoktu. Gerçeği asla anlatamazdı. Zihninde, insanların bilmemesi gereken bir sır mühürlüydü. Sırrın mührünü kırarsa görülebilecek tek şey, kandı. O yüzden doktoru başından savmaya çalışırcasına cevap verdi. "Eski bir dövüş tekniği diyelim."
"O tekniği bana da öğretmelisin."
Yıldız kısık bir sesle konuşmayı sürdürdü. "Bu bir sır." Sözcüklerinin ardından ayaklarını sürte sürte oradan uzaklaştı.
Adımları 302 numaralı odanın önüne gelince durdu. Elini kapı koluna doğru uzattı. Her defasında beyni içeriye girmemesi konusunda uyarıyordu. Olacakları biliyordu. Uzun zaman önce kendisine bu gerçeklikten bahsetmişti. Kapıdan içeriye girerek kendisine ıstırap çektiriyordu. Yine de geriye gidemiyordu ayakları. Kapının koluna dokunduğu an beyninin yerine yüreği yönetiyordu bedenini. Onu içeriye doğru götürüyordu.
Adımlarını sessizleştirip yavaşça kapıyı açtı ve içeriye girdi. Ruhsuz odadaki yatakta yaşlı bir adam yatıyordu. Gözlerini sonsuzluğa kapatmış gibiydi. Göz kapaklarını uzun zamandır açmıyordu. Ölüm meleğini bekliyormuşçasına hareketsizdi bedeni.
Yıldız, adamın yanına yaklaştı. "Bugün nasılsın?"
Ağzından kelimeler dökülürken boğazı düğümleniyordu. Hiçbir zaman cevap alamayacağını biliyordu. Nedense her gün ona bu soruyu soruyordu. Adamın kırışmış soğuk elini tuttu. İçinden bir kere de olsa gözlerini açmasını istiyordu. Hayatın sıcaklığını tattığı kahve gözlere bir kez daha bakabilmek istiyordu.
Ona sonsuz bir yaşam verebilirdi. Bu konuyu yıllardır düşünüyordu. Her seferinde de bu düşüncesinden vazgeçiyordu. Uzun ve tatsız bir hayattansa; kısa ve mutlu bir hayat daha güzeldi çünkü.
İçinde doğmaya başlayan hatıralarla uzaklara daldı. Gözlerinin dolmak üzere olduğunu anladı. Asla yanından ayrılmayacağı elleri tutmayı bıraktı. Odadaki pencereye doğru gitti. Gökyüzündeki bulutlara dikti gözlerini. "Seninkiler birazdan burada olurlar. Her günkü gibi yine aynı saatte."
***
Doğan, annesiyle birlikte hastaneye geldi. Annesi, doktorla özel olarak görüşeceğinden oğlundan ayrıldı. Doğan tek başına dedesinin odasına doğru yönelmişti. Ayaklarını sürte sürte ilerliyordu. Odanın önüne gelince bekleme koltuğuna oturdu. Cebinden telefonunu çıkartıp haberlere bakmaya başladı. Haberlerde her türlü suç yazıyordu. İşin tuhaf tarafı da suçların cezasız kalmasıydı.
Haberlerin arasında dolanırken gözüne bir tanesi takıldı. Hakkında çeşitli hikayeler okuduğu bir ormanla ilgiliydi. Birçok kişinin kaybolmasıyla nam salmış bir ormanla ilgiliydi. Haberde şunlar yazıyordu:
"Çektikleri gizemli yerlerle ilgili videolarla kısa sürede ünlenen D. ve N. adlı iki youtuberdan üç gündür haber alınamıyor. Ailelerinin ifadeleri, 9 Temmuz sabahı onlarla görüştükleri ve akşamüzeri bir video çekecekleri bilgisini verdikleri yönünde. Bir gün sonrasındaysa genç youtuberlara ulaşmaya çalıştıklarında kimse onlardan bir haber alamadığını iddia ediyor.
Gençlerin aileleri tarafından kayıp ihbarının yapılmasının ardından emniyet güçleri gerekli çalışmaları yapmaya başladı. Bu çalışmalarda, youtuberların 2 Temmuz akşamı sosyal medya hesaplarında paylaştıkları bir hikaye referans noktası oldu. Paylaştıkları hikayede, bir sonraki videoları için Kayıplar Ormanı'na gitmeyi düşündüklerini açıklamışlardı. Bu video üzerine incelemeye geçen emniyet güçleri, ormanın etrafına yakın bölgede gerekli çalışmaları yapmaya başladı. Bu çalışmalar sonucunda sadece N.'ya ait araç bulundu. Gençlerin telefonlarından ise hala hiçbir sinyal alınamıyor.
Çalışmalar ormanın etrafıyla sınırlı kalacağa benziyor. Çünkü kimse o lanetli ormana girmek istemiyor. Herkesin içine korku salan ormanın gerçekten lanetli mi yoksa şehir efsanesinden mi oluştuğu bilinmiyor. Artan kayıp vakalarından dolayı, ormana giriş çıkış on yıl önce yasaklandı. Şimdilerde bu durumun ormanı daha da cezbedici hale getirdiği bir gerçek.
On yıl içinde Kayıplar Ormanı'na gidip de asla geri dönemeyen yüz seksen iki kişi olduğu bilinmekte. Bunlar da sadece ormana gittikleri teyit edilenlerin sayısı. Günümüzde artan lanetli yerlerle ilgili videolar sayesinde kayıp oranları artacağa benziyor. İki youtuber da kayıplar listesine eklenir mi? Bunu bekleyip de öğreneceğiz. Belki de ünlerini arttırmak için birkaç günlüğüne ortadan kaybolmuşlardır."
Odanın kapısı açılınca Doğan telefonunu kapattı. Gözlerini kapıya doğru çevirdi. Odadan siyah saçlı bir hemşirenin çıktığını gördü. Hemşirenin yüzünü görememişti. Saçları, kızın yüzünü kapatmıştı çünkü. Birilerinden gizlenmeye çalışır gibiydi.
"Doğan."
Hemşire uzaklaşırken Doğan kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Sarı saçlı bir hemşireyle birlikte annesi gelmişti. Kısa saçları ve mavi gözleriyle tatlı bir kadındı annesi. Doktorla konuşmasından iyi bir şeyler duymadığı açıkça anlaşılıyordu. Dudakları gülmeye çalışsa da gözlerinden hissettiği yorgunluk okunuyordu. İçindeki duygu karmaşasıyla oğlunun yanına yaklaştı. Birlikte son defa odaya adımlarını attılar.
Yıldız koridorda başını yerden kaldırmadan yürüyordu. Umutsuzluğun yollarına adımlarını atıyordu. Birkaç saniye içinde yeniden çığlık sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu sefer sesler ağıt şeklideydi. Çaresizdi. Yardım istiyordu ama yapılacak bir şey kalmamıştı.
302 numaralı odadan Doğan'ın annesinin sesi yankılanıyordu kulaklarda. Yıldız durdu. Bütün vücudunu boşluğa bırakmak istiyordu. Arkasına bakacak cesareti yoktu. Neler olduğunun farkındaydı. Uzun zamandır bu anın geleceğini biliyordu ama buna hazır değildi. Asla da hazır olamayacaktı. Sadece gözünden tek bir damla gözyaşı aktı. Gözyaşı, gece kadar siyahtı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top