8. Bölüm
Sözlerinin sonunda, "Kısacası, Clochegourde'u düzeltmenin bana ne sıkıntılara mal olduğunu, kendisine en yararlı şeyi istemesi için ne yorucu, ne yapmacık sokulganlıklara başvurduğumu bilmek için burada birkaç ay kalmak gerekirdi," dedi. "Benim öğütlerim üzerine yapılan şey ilkin başarılı olmadı mı, nasıl bir çocuk şeytanlığına kapılır! İyi sonucu nasıl bir sevinçle benimser! Onun günlerinin kötü otlarını ayıklamak, havasını güzel kokuyla doldurmak, taşlarla doldurduğu yolunu kumlamak, çiçeklendirmek için canım çıkarken hep onun dert yanışlarını dinlemek ne büyük bir sabır ister! Ölümüm hep şu korkunç nakarattır: 'Öleceğim! Yaşam ağır geliyor!' Evinde insan bulunması gibi bir mutluluğa ererse, her şey silinir, naziktir, terbiyelidir. Neden ailesine karşı da böyle değil? Bazı bazı gerçekten şövalyeler gibi davranan bu adamın haktanırlık yoksunluğunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Geçenlerde kent balosuna gideceğimiz zaman yaptığı gibi, Paris'te bana bir süs eşyası bulmak için, gizlice, doludizgin yola çıkabilecek bir insandır. Evi için cimridir, isteseydim, benim için varını, yoğunu harcayabilirdi. Bunun tersi olmalıydı: Benim hiçbir şeye gereksinimim yok, ama evinin masrafı ağır. Günleri mutlu geçsin, diye, anne olacağımı da düşünmeden, belki beni kurbanı olarak görmeye alıştırdım onu; ben ki, aşağılık bulduğum bir rolü oynayacak ölçüde alçalabilseydim, bir-iki nazlanmayla onu bir çocuk gibi yönetebilirdim! Ama evin iyiliği bir adalet heykeli gibi sakin, ağırbaşlı olmamı gerektiriyor, bununla birlikte benim de dışarıya açık, seven bir ruhum var!"
"Onu buyruk altına almak, yönetmek için bu etkiyi neden kullanmıyorsunuz?" dedim.
"İşin içindeki bir ben olsaydım, ne saatler boyunca haklı kanıtlara karşı duran, anlayışsız sessizliğini yenebilir ne de mantıksız görüşlere, gerçek çocuk düşüncelerine karşılık verebilirdim. Ne zayıflığa dayanabilirim ne de çocukluğa; bana vurabilirler, direnemem; güce güçle karşı koyabilirdim belki, ama acıdıklarım karşısında güçsüz kalırım. Madeleine'i kurtarmak için onu bir şeye zorlamak gerekseydi, onunla birlikte ölürdüm. Acıma bütün liflerimi gevşetir, sinirlerimi yumuşatır. Bunun için şu on yılın şiddetli sarsıntıları beni yıktı; şimdi, öylesine sık sık saldırıya uğrayan duygularım bazı bazı güçsüz düşüyor, hiçbir şeyle canlanmıyor, fırtınalara katlanmama yardım eden gücü bulamadığım oluyor. Evet, yeniliyorum bazı bazı. Böyle dinlenmeye dinlenmeye, bütün bedenimi daldıracağım denizden uzak kala kala ölüp gideceğim. Mösyö de Mortsauf beni öldürmüş olacak, benim ölümüm de onu öldürecek."
"Neden birkaç aylığına Clochegourde'dan ayrılmıyorsunuz? Neden çocuklarınızla birlikte deniz kıyısına gitmeyesiniz?"
"Bir kez, ben uzaklaşırsam, Mösyö de Mortsauf kendini yıkılmış bulur. Durumuna inanmak istemez ya, bunun bilincindedir. Hem sağlam bir insan, hem bir hastadır, çelişkileri birçok tuhaflığına ışık tutan, iki ayrı yaradılış! Hem ne denli korksa, haklı! Her şey kötü gider burada. Çocuklarını üzerlerinde dönen çaylaktan korumaya çalışan bir ana olduğumu belki de görmüşsünüzdür. Ezici bir iş bu, durmamacasına, 'Madam nerede?' diye soran Mösyö de Mortsauf'un istediği bakımlar daha da zorlaştırır işimi. Bu da bir şey değil. Aynı zamanda Jacques'ın öğretmeni, Madeleine'in dadısıyım. Bu da bir şey değil daha! Vekilim, kâhyayım. Bir toprağı işletmenin burada işlerin en yorucusu olduğunu öğrenirseniz, sözlerimin anlamını bir gün kavrarsınız. Para olarak gelirimiz az, çiftliklerimiz yarı yarıya ekilir, bu düzen de sürekli bir denetim gerektirir. Tohumları, hayvanları, her tür ürünü bizim satmamız gerekir. Rakiplerimiz de kendi çiftçilerimizdir, meyhanede alıcılarla anlaşır; fiyatları, kendi ellerindekileri sattıktan sonra koyarlar. Tarımımızın binbir güçlüğünü anlatsam, sıkılırdınız. Ne denli dikkatli olursam olayım, çiftçilerimiz kendi topraklarının verimini bizim gübrelerimizle artırmasınlar, diye gözcülük edemem, ürünlerin paylaşılması sırasında yarıcılarımızın aralarında anlaşıp anlaşmadıklarını da araştıramam, satışa uygun zamanı da bilemem. Eh, bir de Mösyö de Mortsauf'un belleğinin zayıflığını, kendi işleriyle uğraşması için harcadığını gördüğünüz çabaları düşünürseniz, yükümün ağırlığını, bir an olsun onu başıboş bırakmanın olanaksızlığını anlarsınız. Ben uzaklaşsam, batarız. Hiç kimse dinlemez onu; çoğu zaman emirleri birbirlerine zıt olur; hem onu hiç kimse sevmez, fazla homurdanır, fazla dediği dediktir; sonra, bütün zayıf insanlar gibi, çevresinde aileleri birleştiren sevgiyi uyandıramayacak ölçüde fazla kulak verir kendinden aşağı kimselere. Ben gitsem, sekiz gün içinde hiçbir uşak kalmaz burada. Görüyorsunuz ki, şu kurşun demetleri çatılarımıza nasıl bağlıysa, ben de Clochegourde'a öyle bağlıyım. Sizinle konuşurken hiçbir düşüncemi gizlemedim, Mösyö. Bütün memleket Clochegourde'un gizlerinden habersizdir, şimdi siz biliyorsunuz. Yalnız iyilerini, güzellerini söyleyin, saygımı, minnetimi kazanırsınız," diye ekledi tatlı bir sesle. "Böyle yaparsanız, Clochegourde'a her zaman gelebilirsiniz, gelince dost gönüller bulursunuz."
"Ama ben, ben hiçbir zaman acı çekmemişim!" dedim. "Yalnız siz..."
Boyun eğmiş kadınların taşı bile çatlatabilecek gülümsemesiyle, "Hayır," dedi, "bu iç dökmeye şaşmayın, yaşamı nasılsa öyle gösteriyor size, imgeleminizde canlandırdığınız gibi değil. Hepimizin kusurları ve üstünlükleri vardır. Bir batakçıyla evlensem, beni batırırdı. Ateşli, şehvetli bir genç adama verilsem, kadınların gözdesi olurdu, belki onu tutamazdım, beni bırakırdı, kıskançlıktan ölürdüm. Ben kıskanç bir kadınım!" dedi, bir fırtınada gök gürlemesine benzeyen bir coşkunlukla, "Mösyö de Mortsauf ne kadar sevebilirse o kadar seviyor beni; yüreğinde ne kadar sevgi varsa, ayaklarımın dibine boşaltıyor, Mecdelli Meryem'in kalan kokularını Kurtarıcı'nın ayakları dibine boşaltması gibi. İnanın bana! Aşk yaşamı yeryüzü yasasının ölümcül bir istisnasıdır; her çiçek ölür, büyük sevinçlerin, bir yarınları olursa, kötü bir yarınları olur. Gerçek yaşam bir bunalım yaşamıdır: İmgesi de setin dibine gelmiş şu ısırgandadır, güneş yokken sapının üstünde yeşil kalır. Kuzey bölümlerde olduğu gibi, burada da, gökte gülümsemeler vardır, enderdirler, orası doğru, ama birçok acıları öderler. Uzun sözün kısası, yalnız ve yalnız anne olan kadınlar zevklerden çok özverilerle bağlanmazlar mı? Burada, adamlarımıza ya da çocuklarıma yönelen fırtınaları kendi üzerime çekiyorum, fırtınaların yönünü değiştirirken, bana gizli bir güç veren bir duyguyu tadıyorum. Dünün boyun eğişi, her zaman yarınınkini hazırladı. Öte yandan, Tanrı beni hiç umutsuz bırakmaz. İlkin çocuklarımın sağlığı beni umutsuzluğa düşürdüyse, bugün, yaşamda yol aldıkça, daha çok düzeliyor sağlıkları. Her şeyden sonra, evimiz güzelleşti, durumumuz düzeliyor. Mösyö de Mortsauf'un yaşlılığının benim yardımımla daha mutlu olmayacağını kim söyleyebilir? İnanın buna! Elinde yeşil bir hurma dalıyla, büyük Yargıç'ın karşısına yaşama ilenç yaratanları avutup da çıkan yaratık, acılarını hazza çevirmiş bir yaratıktır. Acılarım ailenin mutlu olmasına yarıyorsa, bunlara acı denilebilir mi?"
"Evet," dedim, "kayalıklarımızda olgunlaşan meyvenin tadını değerlendirebilmem için benim acılarım ne denli gerekliyse, sizin acılarınız da o denli gerekliydi; şimdi belki de birlikte tadacağız onu, belki de mucizeleri, ruhlara doldurduğu sevgi sellerini, sararan yaprakları yeniden canlandıran bu özsuyu birlikte görecek, hayran kalacağız. Yaşam artık ağır gelmez o zaman, artık bizim değildir. Tanrım! Beni işitmiyor musunuz?" diye sürdürdüm konuşmamı, din eğitimimizin bizi alıştırdığı gizemci dili kullanıyordum. "Bakın, hangi yollardan birbirimize doğru yürümüşüz; hangi mıknatıs gibi acı suların okyanusu üzerine, dağların eteğinde, pul pul kumlar üzerinde, yeşil ve çiçekli iki kıyı arasında akan tatlı su kaynağına doğru yöneltmiş Müneccim Krallar gibi aynı yıldızı izlemedik mi? İşte içinde tanrısal bir çocuğun uyandığı beşiğin önündeyiz, çocuk yapraksız ağaçlara oklar atacak, sevinçli çığlıklarıyla dünyayı yeniden canlandıracak bizim için, sonu gelmez hazlarla yaşama tat verecek. Kim her yıl aramızda yeni yeni düğümler düğümledi? Biz kardeşten de öte değil miyiz? Tanrı'nın bağladığını hiçbir zaman çözmeyin. Sözünü ettiğiniz acılar, güneşlerin en güzeliyle şimdiden altın rengi olmuş harmanı oluşturmak için ekincinin elinden avuç avuç saçılmış tohumdu. Bakın! Bakın! Hepsini tek tek toplamaya gitmeyecek miyiz birlikte? İçimde nasıl bir güç var ki, sizinle böyle konuşmayı göze alabiliyorum! Bana yanıt verin! Yoksa Indre'i bir daha geçmeyeceğim."
Sert bir sesle sözümü keserek, "Çok şükür, 'aşk' sözcüğünü ağzınıza almadınız önümde; ama bana yasak olan, bilmediğim bir duygudan söz ettiniz. Çocuksunuz, yine bağışlıyorum sizi, ama son olarak. Şurasını iyi bilin ki, yüreğim analıkla sarhoş gibidir, Mösyö. Ben, Mösyö de Mortsauf'u ne toplumsal görev duygusuyla ne de kazanılacak ölümsüz mutlulukları hesaplayarak seviyorum, ona, yüreğimin bütün liflerine bağlayan, karşı konulmaz bir duyguyla bağlıyım. Evleneyim, diye zorlayan mı vardı? Mutsuzluklar karşısındaki yakınlık duygum verdi kararı. Zamanın yaralarını sarmak, er meydanından yaralı dönmüşleri avutmak, kadınlara düşmez miydi? Ne diyeyim size? Onu oyaladığımızı görünce bir bencil memnunluk duydum: Analık duygusunun ta kendisi değil mi bu? Kendilerine karşı hiçbir zaman kusur işlememem, üzerlerine iyi edici bir çiy yağdırmam, en ufak parçasına gölge düşürmemem, üzerlerinde ruhumu ışıldatmam gereken 'üç çocuğum' bulunduğunu bu anlattıklarım yeterince göstermedi mi? Bir annenin sütünü acılaştırmayın! Yaralanmaz bir eşim ben, yine de böyle konuşmayın. Bu öylesine basit savunmaya saygı göstermezseniz, önceden söylüyorum size, bu evin kapısı bir daha açılmamasıya kapanır önünüzde. Temiz dostluklara, doğal kardeşliklerden daha güvenli olan, isteme dayanan kardeşliklere inanıyordum. Yanılmışım! Yargıçlık etmeye kalkmayacak, homurdanan sesin öldürücü bir ses olduğu şu zayıf anlarda beni dinleyecek bir dost, yanında hiçbir şeyden korkmayacağım bir temiz dost istiyorum. Gençlik soyludur, yalansızdır, özverilere girişebilecek güçtedir, çıkardan uzaktır: Israrınızı görünce, ne yalan söylemeli, bunu Tanrı'nın bir istemi sandım: Herkesin olması gibi, yalnız benim olacak bir ruhum olacak, taştıkları zaman acılarımı boşaltabileceğim, haykırışlarım dayanılmaz olunca, içimde tuttuğum zaman beni boğacak duruma gelince haykırabileceğim bir yürek bulunacak sandım. Böylece, bu çocuklar için öylesine değerli olan varlığım, Jacques'ın bir adam olacağı güne kadar uzayabilecekti. Ama bu, fazlasıyla bencil olmak değil mi? Petrarca'nın Laura'sı bir daha başlayabilir mi? Aldandım, Tanrı bunu istemiyor. Kimsesiz asker gibi, nöbet yerinde ölmem gerekecek. Günah çıkarıcım çok sert; teyzem de artık yok..."
Bir ay ışınıyla aydınlanan iki iri gözyaşı çıktı gözlerinden, yanakları üzerinde kayıp aşağılara doğru indi; ama onları almak için tam zamanında uzattım elimi, bunları on yıllık gizli gözyaşlarının, harcanmış duyarlığın, sürekli bakımların, sonu gelmez kaygıların, türünüzün en yüksek kahramanlığının imzasını taşıyan bu sözlerin uyandırdığı dindarca doymazlıkla içtim! Tatlı bir şaşkınlıkla baktı bana.
"İşte aşkın ilk ve temiz birliği," dedim ona. "Evet, şimdi acılarınıza katıldım, ruhunuzla birleştim, tanrısal özünü içerek İsa'yla birleştiğimiz gibi. Ah! Yeryüzünde hangi kadın bu gözyaşlarını içime çekmenin sevinci ölçüsünde büyük bir sevinç uyandırabilirdi bende! Benim için sayılmaz acılar demek olan bu anlaşmayı kabul ediyorum. Hiçbir gizli düşünceye kapılmadan kendimi size veriyorum, ne olmamı istiyorsanız, o olacağım."
Bir el devinimiyle beni durdurdu, sonra da derin sesiyle, "Bizi bağışlayacak bağları fazla sıkıştırmayacaksanız, bu anlaşmaya razı oluyorum," dedi.
"Evet," dedim, "ama ne denli az verirseniz, o denli de kesin vermelisiniz verdiğinizi."
Kuşkudan gelen bir hüzünle, "Bir güvensizlikle başlıyorsunuz," diye yanıtladı.
"Hayır, arı bir sevinçle başlıyorum. Dinleyin! Hiç kimsenin olmayan bir ad isterdim sizden, birbirimize adadığımız duygu nasıl olmalıysa, öyle bir ad."
"Bu biraz fazla," dedi, "ama sandığınız kadar küçük değilim. Mösyö de Mortsauf bana Blanche der. Dünyada bir tek insan, en çok sevdiğim, tapılası teyzem Henriette derdi. Öyleyse sizin için yeniden Henriette olacağım."
Elini alıp öptüm. Kadını bizden alabildiğine üstün kılan şu güvenle, bizi ezen güvenle bıraktı bana elini. Tuğla korkuluğa dayandı, Indre'e baktı.
"İlk sıçrayışta yolun sonunu bulmakla kötü etmediniz mi, dostum?" dedi. "Arı duygularla sunulmuş bir kupayı bir solukta tükettiniz. Ama gerçek bir duygu bölünmez, ya tümdür ya hiç yoktur. Mösyö de Mortsauf her şeyden önce dürüst ve mağrurdur," dedi bir anlık bir sessizlikten sonra. "Belki de, benim için, söylediğini unutmaya kalkarsınız; ne yaptığından haberi yoksa, ben yarın anlatırım. Birkaç gün Clochegourde'a uğramayın, gözünde daha çok büyürsünüz. Gelecek pazar, kiliseden çıkınca, kendisi size gelecektir; onu tanırım, haksızlıklarını silecek, kendisine davranış ve sözlerinden sorumlu bir insan gibi davrandığınız için sizi sevecektir."
"Sizi görmeden, sizi dinlemeden beş gün!"
"Bana söyleyeceğiniz sözlerde hiçbir zaman bu ateşlilik olmasın," dedi. İki kez sessiz sessiz dolaştık sette. Sonra ruhumun kendisinin olduğunu gösteren, buyurgan bir tavırla, "Geç oldu, ayrılalım," dedi.
Elini öpmek istiyordum, duraladı, verdi, sonra rica eden bir sesle, "Ancak verdiğim zaman alın," dedi, "bırakın, serbest davranayım; yoksa elinizde, herhangi bir nesne olurum, böyle olmamalı."
"Hoşça kal," dedim.
Aşağıdaki küçük kapıdan çıktım, kendi açtı. Kapayacağı sırada, yeniden açtı, elini uzattı,
"Aslında bu akşam çok iyi davrandınız," dedi, "bütün geleceğimi avuttunuz; alın, dostum alın!"
Birçok kez üst üste öptüm elini; gözlerimi kaldırdığım zaman gözlerinde gözyaşı gördüm. Sete çıktı, çayırın içinden bir an daha baktı bana. Frapesle yoluna geldiğim zaman ay ışığında ak giysisini gördüm, kısa bir süre sonra da bir ışık odasını aydınlattı.
"Sevgili Henriette," dedim içimden, "bu yeryüzünde parlamış ve parlayacak aşkların en arısı senindir!"
Her adımda başımı geriye çevirerek Frapesle'e geldim. Anlatılmaz bir hoşnutluk duyuyordum içimde. Her genç yüreği kabartan, bende ise öylesine uzun zamandır cansız bir güç olarak duran bağlılığın önünde parlak bir yol açılıyordu en sonunda! Bir adımda, yeni bir yaşamın eşiğini aşan papaz gibi, sunulmuş, adanmıştım. Basit bir "Evet, Madam", karşı konulmaz bir aşkı yüreğimde yalnız kendime saklamaya, bu kadını yavaş yavaş aşka getirmek için dostluğu hiçbir zaman kötüye kullanmamaya çağırmıştı beni. Uyanmamış bütün soylu duygular içimde bulanık seslerini duyuruyorlardı.
Bir odaya kapanmadan önce, yıldızlar serpili gök altında kalmak, bu yaralı yabangüvercininin türkülerini, bu temiz iç dökmenin duru seslerini içimde yine işitmek, bu ruhtan havalanıp hep bana gelecek şeyleri hazla toplamak istedim. "Ben"ini öylesine derin bir biçimde unutmasıyla, yaralılara, zayıflara ya da acı çekenlere saygısıyla ne denli büyük göründü bana bu kadın! Orada, aziz ya da din kurbanı gibi yakıldığı ateş üzerinde huzur içindeydi! Karanlıklar içinde beliren yüzüne hayran hayran bakıyordum, tam bu sırada sözlerinde bir anlam, gizlemli bir anlam sezer gibi oldum, bu onu tümüyle yüceleştirdi benim için. Kendisi küçük dünyası için neyse, benim de kendisi için o olmamı istiyordu belki; belki de, beni böyle kendi küresine, kendi çizgisine ya da daha yukarıya koyarak benden gücünü, avuntusunu çıkarmak istiyordu. Kimi gözüpek kuramcılar, yıldızların böyle birbirlerine devinim ve ışık geçirdiklerini söylerler. Bu düşünce beni birdenbire göksel yüksekliklere çıkardı. Kendimi eski düşlerimin göğünde buldum yine, çocukluğumun acılarını, içinde yüzdüğüm mutlulukla açıkladım.
Gözyaşları içinde sönmüş dehalar, değeri bilinmemiş gönüller, bilinmedik azize Clarissa Harlowe'lar, yadsınmış çocuklar, suçsuz sürgünler, siz, hepiniz, yaşama çöllerden girmiş olanlar, her yerde soğuk yüzlerle, kapalı yüreklerle, tıkanmış kulaklarla karşılaşmış olanlar, hiç yakınmayın! Size bir yüreğin açıldığı, bir kulağın sizi dinlediği, bir bakışın size yanıt verdiği anda sevincin sonsuzluğunu yalnız siz bilebilirsiniz. Kötü günleri bir tek gün siliverir. Geçip de unutulmayan hüzünler, gözlemler, umutsuzluklar, acılar, ruhu sırdaş ruha bağlayan birer bağdan başka bir şey değildir. O zaman, bastırılmış isteklerimizle güzel bir kadın, iç çekişlerin ve yitirilmiş aşkların mirasçısı olur, bütün aldatılmış sevgileri büyütülmüş olarak geri verir bize, ruhun nişan gününde yazgı eski acıları ölümsüz mutluluklar için ödenmiş bir fazla pay olarak açıklar. Sevgili kurbanlar, Madam de Mortsauf'un benim gibi yoksun, yalnız bir insan için birdenbire nasıl bir anlam kazandığını yalnız sizler bilebileceğiniz gibi, bu kutlu aşka takılması gereken adı da yalnız melekler bilir!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top